SİL BUTONU...
İç karartan film devam ederken, yöneten ve yönetmen koltuğuna bir türlü oturamayan büyük çoğunluk, istisnalar dışında asla sil butonuna basamaz. Baskı görmeyen ve görgüsüzce bunu fırsata çeviren baskın güç ise her şart ve koşulda, ne kadar asla yapılmayacak, hiç sevilmeyen ve müthiş nefret edilen şey varsa bir bir hayata geçirir. Böylece büyük gözün sunduğu sözde coşku ve heyecan sarmalı, küçük dünyaları büyük efendiye tutsak eder. Bu kaosa üstünkörü kapılanlar zamanla iğreti tutkulara yarenlik veya sonuçta yoz yavanlığa tanıklık ederler. Ve pergel genişler, küçük dünyalar pervasızca parçalanır...
Çaresizleşen her parça, çekirdekten çeperine egemen gücün zulmünü ve sınırsız göçlerin baştan sona eksiklik ve yitiklik içeren çilesini yaşar. Bu arada yaşam ötesi coşkuya, incelikle geliştirilmiş doğa üstü olaylara çürük bağlar kurularak sis perdesi ballandırılır. Ayrıca keskin korku barındırır her olası eylem ve sırf o yüzden butona dokunulamaz. Silik duruş tescillenir, silbaştan herşeye gözükapalı katlanılır. Böylelikle kitlesel enerji, bilimsel gelişim ve bireysel iyimserlik kötü gidişattan negatif etkilenir. Aşkın mutluluğa ve sonsuz umuda engel salt aile içi çatlaklar ve gündelik çatışmalar olarak görülür. Bu anlamsız travmatik yaklaşımlı ve duyarsız gergin hamleli her çarpışmada efor ya toptan tükenir ya da masum kimlik arayışı benliği altüst eden yıkıcı alışkanlıklara teslim olur. Bilimsel çerçevede beyni ve bedeni uyumun yerine, aldırışsız uydulaşan uyumsuz kimlik edinimi, çekirdek aile ve çeperine ve de büyük çoğunluğa büyük zarar verir. Zarar ziyana rağmen peşpeşe savaşlar açılarak cephe genişletilir. Ayrıca açılan her savaşın yerden göğe haklılığı yalanıyla, arada kalmış kimlik arayıcıları resmen uyuşturulur. Ancak sırf bunalımlara gark olmak yüzünden sezon finali çok erken gelir...
Zor bela sezona sezon eklense de kozmosu kafadan koparan erken final kaçınılmazlaşır. Çünkü direkt veya indirekt bağımlılık tam bitti derken yeniden nükseder. Nükteli vurdum duymazlık tutarlı davranışları belki değiştirir. Hatta kutlu dava bile terk edilir. Bilinen boynuz kulak meselesi de tek kalemde es geçilir. Kaldı ki kale içeriden fethedildiğinden kültürel ve sosyal yozlaşı etkisiyle baştacı edilen veya edilesi olanla bizzat düşmanlaşılır. Düşük seviyeli etki tepki derken siyah lale soğanını beğenmez bencilliğe dahi düşer. Ama kopuk film yama tutmaz...
Tutanakları oyalayan basit konular daha da ciddileşir veya kolay halledilebilir konular gittikçe büyür. Öyle ki sessizce dizayn edilen konum gereği her şey ölümüne geçit törenlerine ve kolayca dramatize edilebilir güncele endekslenir. Bir zamanlar tuttuğunu koparanlar, mastar ekleriyle cebelleşirken, hayatı sezinlemek bir yere kadardır...
Yalandan yersiz serzenişlerle ve dengesiz aile içi göndermelerle toplumsal göstergelere körlük, karanlığa sürüklenişe başka sorumlular aramaktır. Ruhi denge bozukluğuyla aklı sıra fark yaratmaktır. Hatta canım kara tünelim karamsarlığıyla, uçta beliren ışığı yok saymaktır. Tek dert sayısız saygısızlıkla köprüyü geçmek veya katıksız kör karanlığa tapmak olunca sergi toplanır. En acısı da en baba sorunların dahi çok basit sihirli dokunuşlarla çözüleceğini bilmezden gelmek ya da bilmemek, öğrenmeyi ertelemektir. İşte bu ısrar hayat yolculuğunu hepten zorlaştıran zorbalığı kutsamaktır. Oysa en uzun yolculukta tek öğrenilen şey, bugün hiç sebepsiz hor görülenlerin veya dibine kadar sövülenlerin, yarın dört gözle beklenen ve övünülen olacağıdır. Bu deneyimlerle sabit temel gerçekliktir...
Gerçekdışı dünya dayatısıyla veya öyle böyle değil devasa bütçeli yapay programlarla arzulanan toplumsal değişim tutmaz. Boya posa aldanış bir yere kadardır. Haliyle her film her zaman beklenen büyük hasılatı getirmez. Çünkü çok amaçlı popülizm topu bir gün mutlaka butona basılır ve basılır basılmaz balon gibi patlar. Kısacası büyük patlamayı başlatmak için yöneten veya yönetmen olmaya da, yayı çıkmış koltuğa da hiç gerek yoktur. Kısa veya uzun metrajda yoğu var etmek için sil butonuna basacak Deniz olmak yeter...
Yeter de artar...