BARIŞ, ADALET VE DEVLET…
Devlet on yıllardır, ileride ağır kusurlu sayılabilecek tutumla seyrediyor, şimdilerde ise zoraki beğeni topluyor. Ne yazık ki adalet ve barışa tenezzül edilmeyen gerici bir formatla millet ve memleket geriliyor. Gericileşiyor. Mesele “ Aynı şeyin aynı bağlantılar içinde, aynı durumda olması veya olmaması olanaklı değildir.” önermesini haklı çıkarıyor...
Barış için adaletli davranmak, hak ve hukuku herkese eşit kullandırmak devletin başlıca göreviyken hatta “Devletin temel amaç ve görevleri, kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan, siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya çalışmaktır.” Anayasasında birebir kayıtlıyken çoğu zaman babalar gibi muhteva dışına çıkılıyor. Yani devlet kuvveti, insanı barış ve adaletin tecellisi için çalışmaktan vazgeçiriyor. Kanun ve nizam neredeyse “Adalet mülkün temelidir” şiarıyla hiç işletilemiyor...
Adil olunamayınca da, barış çubuğu tüttürmek gittikçe zorlaşıyor. Moral değerler sıfırlanıyor. Dirlik düzen bozuluyor. Bir anda barış yerine paradoks embolisi toplumsallaşıyor. Oysa barış insanlık tarihinin üzerinde en çok emek harcadığı ve en çok bedel ödediği bir değerdir. Eğer devlet varsa, devlette adalet varsa barış da vardır. Yani barış, adalet terazisinin eşit kefelerinde tartılır. Hiç tartışmasız adalet kökünden gelmeyenler, bunu bilemezler. Bilim yoksunları asaletin kökenine inemezler. Anca pik ve dip arasında bocalar dururlar. Bu durumda kısık sesle dahi barıştan söz edilemez. Doğal denge kurulamaz. Yeryüzü gerçeğidir, barışın önü ve gerisi mutlaka yüksek gerilim ve savaştır. Savaşın ardı arkası barış sonrası yine savaştır...
Devlet on yıllardır aksi programlar ve doğanın tersi planlar dahilinde geriletildiğinden özlemle yolu gözlenen barış bir türlü gelmez. Çünkü şark kurnazları, kurnaları son debi açar, keskin mukavemet mukavva hamuruna dönüştürülür, müzmin muhalefet de bu yüzden evrimleşemez. Böylece on yıllar içinde adalet ve barış rafa kaldırılır.
Rafı, marfı, safı, gafı bir yana mevcut düzeneğin barış ve adalet mekanizması salt sosyetik rezidanslara çalışır. Kalanı kuralsız kaidesiz kırpılmaya, kırılmaya çalışılır. Böylece devlete ayta vurgusu, meta vurguncusu, kusurlu haytalık, avantacı kuryelik egemen olur. Ve "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesi zedelenir.
Diğer yandan adalet ve barış istemi, faşizan baskılar ve faşiat darbelerle budanan, soyka faşistler tezgâhında tırpanlanan vazgeçilmez tutkudur hala. İnsanlık adına mücadele aşkının manyetosudur. Çünkü hiç manasız, hiç nedensiz adalet adil işlemeyince, devlet işlemez. Devlet doğru işletilemeyince de varolan barış dahi zmanla zamanla buharlaşır...
Bu arada hanlar hanına öykünmek de fayda etmez sonra “Aklı öldürürsen, ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. Kadıyı satın aldığında adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür.” İşte o vakit hancı yolcu biraraya gelse de kalıcı barış adına çok gecikmiş olunur…
Ve mevcut yöntemlerle bir daha barış, adalet ve devlet üçgeni açı tutmaz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.