SONSUZLUK KAPISI SINIRINDA…
Gün geçtikçe yaşama tutunmayı zorlayacak sınıra yanaşan ya da sınırda yaşarken ölmekten beter olan herkesin yüreği sızlar. Sinsice yaklaşan yalımlı ateşin alına kırmızısına içi cız eder. Kuruşa duruş bozdurmayan temel ilkelerin yanmasıyla kurgu bozulunca aşkın duygusallığa onmaz acı eklenir. Açı daralır ışık zerresine yazılı hakikat, tüm vasfını yitirir. Varsıl eğilimli yoğunlaşmalar bile gittikçe erir. Sonra sonsuzluk kapısının eşiğine yoksulluk dolar...
Doludizgin günlerde sonsuzluğa saygıya ters, güpegündüz engellemeler ve gecekarası sindirmeler pik yapar. Bu sınır tanımaz halleri tarih mutlaka cezalandırır faslı bile ceberrut saltanatı sürenlerin kararlılığını bozmaz. Karacehalet eseri hiç gereksiz bozgunlar ilkin tarih babayı üzer. Ve altın kalemler, altın yaldızlı uçlarla altın yapraklara sonsuzluk kapısının sınırında kaydını düşer...
Diğer yandan düşük yıldızlı kara bulutlar, heryere herkese bulaşıcı toplu zaafiyeti fişekleyince, dünya yarılsa tutulamaz delifişekler kutlu zafer yolunda tek vücut olur. Korkusuz, arlı ve kararlı kortejler caddelere dağılır. İsyan cephe önü ve gerisine yayılır. Direniş dirlenir, direnç birlenir. İşte o yüzden her daim dirayetli kalıp görmek lazım, duymak lazım, yaşamak lazım herkesi yüreklendiren o hep bir ağızdan tek yürek haykırışları. Üç maymunu oynayan kalp oyunculara söylemek lazım. Sonra çok ama çok gecikilmiş olur...
Sonsuzluk kapısında ne kadar iyi niyetli olunsa da ne yazık ki her köşe başı binbir tehlike. Terki direniş baskısı nice vecizlerle bereketli topraklara saçılmış. Yinede fidana durur hayat. Ekin tarlaları sararır baştanbaşa. Elbette bir hikmeti vardır özgürlüğü tek amaç edinmenin. Herşeye rağmen eksik kırık hayata bağlanmanın. Öyle ki güneşi tutulmuş, ışık tortusu cama vurmuş ve aksuları bulanmış atmosferi yeniden güzel eylemektir tek yol. Bu uğurda eylemliliktir yürekteki ateşi söndüren.
Ucu bucağı yok alemde tarih çeşmesinden içilen bir avuç soğuk sudur ölüm. Yiğitlik, içmektir en yakına düşen ölümden sonsuzluğu...
Sonsuzluk kapısının sınırında sözbir, sözün bittiği yerde kutlu dava. Dava bazen düşer ama kızıla boyalı göğü kuşatan çift çift kırlangıçlar sürer davayı. Kanatlarında umut. İnsanlık onuru kavgası yıllar önceden örgütlü. Örgüler çözülür yeryüzü dillenir, nazlı al çiçeklerin buğusu yerle göğü ufka yakın birleştirir. Ve kurak toprağın bağrından fışkırır hasat. Hasılı kol kola yürüyüşlerin sırsıcağında ayni nida yükselir; tek ses, tek yürek, sonsuzluk kapısı...
Eğer sona doğru yavan yüreklerdeki lamba sönmüşse ve küstah karanlık, zeytin karalığında çökmüşse yağ gibi kayar zemin, su gibi akar zaman. Hat boyuna yayılır koca yüreklerdeki ateş seli. Ve sonsuzluk kapısını deler geçer nurlu son. İşte o an sonsuzluk kapısını yakan ateşin alına kızılına yürek dayanmaz. Cümle alem o renge yanar. Çileden başka mülkü kalmayanlar ateş ocağa düştüğünde, ölümden beter günlerin karşısına dikilir. Ve her yakın ölümüyle direniş daha da güçlenir.
Önsözü bulunmayan her el yazması kitabın sayfalarını o zamansız ölümler, acı tatlı anılar, devasa yaratılar doldurur. Son paragrafı hüzne boyalı gözlerden süzülenler ve kucak dolusu alevdir...
Kitapsızlara kitap, sonsuzluk kapısı sınırında yanmak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.