İNSAN VE DEVLET İKİ*…
Site devletler tarihi deneyimler doğrultusunda aristokrat monarşi, demokrat diktatörlük perspektifli yönetilmiştir. İnsanlar kısmen özgür ve eşit yurttaş sayılmış, az buçuk demokrasiyle tanışılmıştır. Başta Kral, kraliçe, imparator ve imparatoriçe hep vardır yani pek değişiklik yoktur. Site devletlerden büyük imparatorluklara geçişle birlikte kurumsal yöne-tim olgunlaşmışsa da kral ve imparator yine mutlak iradedir. Keskin iradenin güdümünde bir yönetim mekanizması kuruludur. Ayrıca demokratik sayılamayacak denli otokratik bir yönetim söz konusudur ve asker desteklidir.
İşte bu kaotik, askeri baskı ve ihtilallerle gidip gelen yönetim yapısı karanlık çağları doğurmuştur. Feodalitenin desteklediği karanlık çağda uygarlık gerilemiş, insanlık çaresiz kalmış, yönetim mekanizması iyice katılaşmıştır. Ayrıca toprağa sahip olanın din destekli kurduğu ve başka dinlerle her fırsatta savaşan sistemler gelişmiştir. Böylece topraklarını en çok genişletenin güçlendiği, haklı olduğu ve dört bir yana yayılarak hâkimiyet kurduğu imparatorluklar dönemi başlamıştır. Merkezi iradeye bağlı küçük federatif devletçiklerle, demokrasi dışı eğilimleri kutsayan kutsal yöneticiler dünyasıdır yaşanan. İnsana reva görülen ise daima zulümdür.
Kılıçların gölgesinde klişeleşen ve kiliseleşen yönetim ve yönetiliş insanlığı yüzyıllarca canından bezdirmiştir. Bu gökten inme yerden bitme otoriter, totaliter ve teokratik devletler uydu, uyruk, kuyruk olacak motifleri geliştirmiştir. Bunlar modern devlet standartlarının gerisinde kalan siyasi soytarılığın temelidir. Benzer iktidarlar tanrısal buyruklara bağımlılık yalanıyla bezenirler. Kurdukları çark, insanı insana kırdırır ve yabancılaştırır. Ancak bu durum doğa ve toplumla uzlaşı ve de devletle uğraşı için insanı başka insanlarla birleşmeye zorlar. Bu doğrultuda insan, türü-ne has özelliklerini geliştirir. Doğası gereği eksiğin giderilmesi noktasında yeni ve değişik ideolojilerle bütünleşir. İktidar erki gerileyiş sistematiğini dayattıkça, insan yenilikçi arayışlara tutunur.
Oligarşi tüm baskıcı yön-temleri şiddetle kullansa da insan üreterek özgürleşir. Yalıtılmış toplumsal gruplar ve sınıfsal yapılarla buluşarak güçlenir ve içinde kendini bulacağı varyasyonları devlete endeksler. Böylece dışa dönük özgüvene ve devleti dönüştürecek hatta dünyayı değiştirecek görkeme tekrardan kavuşur.
Devlet, insan yaşamını ekonomik yapılar, maddi sınırlar, kasıtlı öngörüler, uçarı varsayımlar ve mevcut olağandışı koşullar çerçevesinde direkt veya endirekt etkiler. Oysa devlet insanlara zorla dayatılan bir mekanizma değil aksine toplumsal gelişmenin ürünüdür. Ancak ne yazık ki devlet zamanla düşmanlığı azdıran, hayatı denetleyen, egemen sınıf kontrolünde işleyen bir konuma evrilir. Devleti eline geçirenler insanlıktan çıkıp azan ve ezen konumu seçer.
Bu yüzden devleti üstün ve toplumsal çatışmaların dışında görmek büyük yanılgıdır. Çünkü devlet her zaman insanlar üzerinde ideolojik ve despotik egemenlik kurarak varlığını sürdürebilir. Ve devletin gölgesinde kalan insan, mutlak insan varlığı ve mutlak insan hiçliği arasında bocalar. Devlet ise insanları ve yaşamları kontrol altına alarak özgürlük alanlarını daraltır. İnsan kişiliğini geliştiremedikçe devlet geriler ve gericileşir. İnsan ve devlet arasında ileri düzeyde ama paralayıcı ilişki söz konusudur. İnsana ve devlete yakışan devleti iş bölümüne dayandırmak, devleti canlı bir organizma gibi düşünmektir.
Devlet ve organları iş bölümlü yapıda yaşam sürdürebilir. Yani insan devlet dışında var olamaz; devlet de anca insanlarla var olur…
*YENİ KİTAP DOSYAMDAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.