MANZARA YOZMANLARI VE YAZMANLARI
İnsafı kuruyanlar azdıkça manzara yozlaştı. Manzara yozlaşınca, yoksulluk arttı, yozmanlar yol buldu, yalancı yazmanlar arsızlaştı. Gittikçe insafsızlaşan aşırı yozlukta, gerçeği bilenlere ve umuda yemin içenlere gözleri denizmavisi bir taşbebektir devrim. Umuda kanat çırpan serçecikleri sıcacık göğsünde uyutmaktır devrimcilik. Ve tüm yozlaşmış manzaraları elinin tersiyle silmektir ölümsüzlük...
Ölümlü dünyada uçuşan portreler arasından, rüyalara giren manzaralar eşliğinde eksik hayatlara yön verecek doğru figürü seçmektir mesele. Mesela yatırlar ve satırlar kıskacında bile kör bağımlılık marazına kapılmadan ve insafı kurumuş kötülere kanmadan acayip yozlaşmış manzaralardan sıyrılmaktır maharet. Memleket yasak odaklı yasalarla tırpanlanırken, zindan odalarının duvarlarını süsleyen sıradan tablolar ve arabından renklendirilmiş portrelerle avunmamaktır hayata tutunmak. Boşuna ilenmek yerine ille de hissetmektir her kara delikte bir kırmızı karanfil unutulduğunu...
Asli mesele yozlaşı dünyasında kalemin hasıyla yazmak, yazıyı su gibi akıtmak ve kara duvarları ışıtmaktır. Bu uğurda adamakıllı, akılcı bir yarıştır eylemcilik. Çünkü an gelir yeşerir kavga, kızarır gökyüzü ve dev boyutlara varan yozlaşmanın manasızlığı yozmanlara rağmen aşılır. Eninde sonunda yazılı deliller açığa çıkar, dahilik ve delilik arasında bocalamayla doğru orantılı manzara yozlaşması gözler önüne serilir. Gizli bölmelerde gizlenen din, iman, mezhep sarmalı ve sunni saflaşma reddedilir...
Mermer labirentte rüzgâr ekip fırtına biçerek manzarayı kristalleştirenler, yoz yobaz yarenliklerle akıl ranzalarını boşaltanlar çıkışı asla bulamazlar. Hatta zamanla yaptıklarından utanırlar. Bir avuç devrimcinin vaktiyle altıncı filoyu geldiğine pişman ettiği günden beri sürer bu utanç. Ezik manzara hep ayni kalsa da kuş misalidir devrim, uçar gider maviliklere her mevsim. Devrim kuşunun son bir kez daha tutulamaz kanadından, öpülemez gagasından. Ve at izi it izine karışınca yozlaşı pik yapar. Bir zamanlar beşi bir yerdeye teslim edilen emanet ise tam dibe çakılır. Kutlu emanete hiyanetle taş duvarlara çivilenir yoz manzara. İşte o en feci yozlaşmayı resmeder durur tablo...
Resmen bal korudan aşağıya doğru arap atlarına binmiş süslü süvarilerin püslü destekçileri, delinen altın anahtarlı çelik kapılardan yozlaşmanın ağababasını geçirirler. Bu daraltıda papağan misali salt duyduğunu, yalan yanlış öğretileni ve kabaca belletileni tellendirenler büyü bozulduğunda bir anda tüyerler. Beter manzaralara akseden malum vaziyeti bertaraf etme hastalığına yakalananlar bir nokta, iki nükte, üç nokta peşine nükseden saldırımlarla bir müddet daha ortalıkta salınırlar. Arkasız kalanlar ise gittikçe kötüleşen manzara ve arsızlaşan yozlaşı karşısında bilenirler. Taş baskı koleksiyoncularına karşı koyarlar. Ve öyle bir gün gelir ki manzara yozlaştırıcısı yozmanlar ve arsız yazmanlar altın dolmakalemleri cebinde, hesap verme sırasına geçerler...
Belli kerteden sonra hesaplar tutmaz, krizler peş peşe patlar. Envanter günü şeytan uçurtmasının kuyruğundan, iblisin ağına, alemin ağzına düşülür. Hayata makara ipiyle bağlılar, ipsiz dipsiz kuyularda allanır pullanır. Ve bu kez o yapbozcular yozlaştırırlar manzarayı...
Uçurtmalar takılır akıllara ve tüm aykırı işler, falanca filanca fişler defteri kebire kaydedilir. Asla temizlenemeyecek bir şişinmedir uykuları kaçıran manzarayı umumiye...
Er insaf, insan insanlıktan çıkıp, insaf buhranına sokak kabadayılaşması da eklendiğinde, dört mevsim yedi bölge yoz manzarayla sarsılır. Yedi bölge dört mevsim ayni yoz manzarayla kuşatılır...
Kuşkusuz masmavi bir göğün altında uyuyan, altın saçlı bir kız çocuğudur devrim...
En yozlaşmış manzaraların bencil yozmanları ve en yozlaşmış manzaraların yalancı yazmanlarının insafı kurur, deniz gözlü altın saçlı kız çocuğu uyandığında...
Vay onların haline...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.