TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...

26 Ocak 2022 Çarşamba

GÖÇ VAKTİ YALNIZLAŞMASI...

 GÖÇ VAKTİ YALNIZLAŞMASI...


Yalnızlaştıkça insanlar, birileri zenginleşir. Ve yalım çakar, deniz kabarır, göç başlar...

 

Kıyametlik göçlerde öç alır deniz. Eşi benzeri, ucu bucağı yoktur, narlı, nurlu, harlı ummanın. En umulmadık anda, densizliği dengesizliği yakalar, tuzla yıkar. Deniz yarı sıcak yarı soğuktur. Altı cehennem üstü cennettir. Dili ateştir, dibi buzdağlarıdır. Deniz hem yüz yıkan, hem doyasıya dayan tadındadır. Suyu eski bir su kuyusundan, dibi sızdıran kovayla çekilen su kadar tatlıdır. Başlı başına hayat. Ve istem, arzu ve meyillenmek üzerine kurgulu saltanat yan yatar, karanlık suya batar...


Deniz karpuz çatlatandır. Üstelik çam ormanları, sığ koylara saldırmıştır. Üstelik binlerce yıldır, dillerde hep ayni dırdır. Traverten kayalıklarda arsız hırlaşmalar. Ve çarpıklığın öksüz çocukları cennet ve cehennem çukurunda. Adalarda saklıdır değme hayatlar. Kuşbakışı eşsiz mağaralar. Yüzlerce basamakla inilir antik çukurlara. Haliyle en kutsalın yüzüne dokunmaktır göç. Herşeyle yüzleşmek göçünce orada gerçekleşir...


Ummanın ortası soluk sahnede anadan üryan seyirlikler. Zeus ve yarıtanrıça kızların kumrularla dansı iç bayıltır. Başlar döner ve mozaikten bir keklik çatlar. Meleklere katılmamış melikler, gagası dolu dalgalarla yarışanları izler. Dize gelmek, Adam kayalardaki kabartmalara işlenmiştir. İşlik evinde yan yana dizili çerçevelerde ise adam olamamışların sureti. Kıyı köşe nazar ayetleri. İç kabartan yalnızlık içinde, dert ziyafetine davetlilik bitince göç faslı...  


Fasıla vermeden tıka basa ziftlenmenin mükafatıdır ölüm çiçeği. Köküne umman deniz. Başkaca yeraltı dereleri, aksular. Erezyona uğramış çökük tavanlı evler. Zaten kim tanrı kim tanrıça, Damlalı mağarada cisimlenir. Göçlerle tanımlanan sessiz tarihin, renkli filmi üç boyutlu izlenir. Ve geç de olsa göç yolunda akıllanılır...


Çöl kıyısı suni göl rüyasında göçsel devrimin ilk hazzı yaşanır. Fikirsel açlık had safhada sızlanır. Robotik ayrıntılar tütsü kokulu saraylarda, geniş boş ve loş odalarda rezil geceleri üşütür. Üşür ölüm. Ve sessiz süzülüşlü ürpertiler cahil damarlarına zerkedilir. Zaman mekan ayıracında ise mumyalanmış hayatlar. Havai tuzaklar... 


Düğün şenliğiyle, düğüm sona yakın bir bir çözülür. Dünden göçe durulur. Ve o acı gülüş dolar beyinlere. Diriliş kumsallarda kutlanır. Kumdan kalelerde ölmeye yatmak vakti, kapıda cennet, akıllarda cehennem ve suya hasretlik. Sonra, sonrası yok bir damla suda boğulmak...


Su gibi akar rötarlı göç. Tek mirası kırklar konağında moladır. Doğup büyünen ve uğruna ölünecek şehir ise koca bir mezar. Başı çınarlı yasemin kokulu lalezar.  Konforlu kodeste en hassas terazi. Kaç zaman bekleneceğini hakkıyla tartar. Gelecek ise büyük muammadır, bilinmez...


Geçmiş zaman kipi seyrü seferlerde gölgelere uzanılır. Ağrıyan başlar pamuk göğüslere. Upuzun hayat iki nokta arası, cümlenin ardına koyulan üç noktadır. Umu eşi benzeri ucu bucağı yok ummana, uslanmaz denize göçe yeltenmektir. Ve göçlerden öç alır yazgısızlık...


Zenginleştikçe birileri, ziyadesiyle bu gün gibi yalnızlaşılır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…

  EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…   Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...