SORU, NEDEN YAZI? YANITI, KIRKLAR KAPISI...
Neden yazı? sorusuna yanıt için, halden anlamazlara kırk dereden su getirmek gerekir bazen. Oysa ardısıra hiç usanmadan yazmak, hayata dair anlam arayışıdır. Doğru olan, yazanı anlamaya çalışmak yerine, kılı kırk yararak yazılanı anlamaktır. Çünkü kırklar kapısını aralamak, gereğinden çok iyi anlaşmakla, dostdoğru anlamakla orantılıdır. Altın oran dostluk veya hiçliktir. Yazı, özü sözü bir bütün eyleyip kırık hayatlara dokunmaktır. Kutlu tarihin hafızasını işletmektir...
Yazmak sanattır, sanat hayat, yazı hayatın ta kendisi. Çoğu kere yazı ile yazanı durduk yerde hapislik olur ve tarih sıfırlanır. Sözlerin kaydıyla oluşan uygarlık silbaştan şekillenir. İşte her resmin bir harf, her harfin bir sembol, her sembolün bir anlatı olduğu günden bu güne, mahreme perde böyle aralanır. Mateme dönüşen yalnızlıklar, kırklara dayanır...
"Dayanmaz gönüller, dayanılan kapı kırk pareye dağılınca. Kurşun gibi ağır hava da, boynu bükük kırmızı gelin çiçekleri birer kor tanesine dönüşünce. Korku dağları beklerken cana can üflenir. Kor yürekleri en üşüten cinsten. Civar soğuk, cümle kapıda ayaz, kürküne bürünülen ebruli felsefe kuşatılmış. Yine de gölgesine uzanılan demir kanatlı özgürlük nabızlarda atar. Doldurmalık çile ilaçtır, tarih boyu acımsı, yasak savıcı yasalar enkaz. Yasaklardan bunalmış titreyen dillerde isyanlar. İster istemez yürek dayanmaz olanlara..."
Bakır ibriklerden dökülen büklüm büklüm güneştir yazı. Yazıyla dayanılır yazgıya, saf ve temiz. Söz söz üstüne ışık yelpazesi. Tarihin en ateşli sorgularında daima yazı ve yazgı yargılanır. Oysa taşa, deriye, palmiyelere, papirüslere işlenmiş, karşı yakanın altın ışıklarıyla şahlanan, şaha yankılanan, yüzyıllar binyıllar öncesinin sırrıdır yazı. Yazgı ise gönül sarayına, geçici dünya süsü...
Yerden göğe başka dünyalar dolsun ciğere diyerek, sürekli dik uçlarda, pik burçlarda, dip çukurlarda soluklanılır. Ancak hiçbir şey eskisi gibi kalmaz. Öyleki ölüm gününe dek, hayata dair ne varsa bu yüzden istiflenir. Tek gaye tarihe not düşmek adınadır, inatla hararetle...
'Hanelere pırıl pırıl bir güneş doğar, güne uçuşur güller. Berrak havayı göremeden kirlenen kibirli yarışlara koruyucu duvarlar. Sıkı örülmüş kıyamet yolculuğunda kıymete değer kırklar. Zamanı ahirde kıyamete yakın boşa afra tafra. Herşeye rağmen kıyam. Kıyıma isyan Atadan beri...'
Bir varoluş sancısıdır yazı. Öyküsever gençler yazıyla kıyasıya öykü kahramanına dönüşür. Yabancılaşan hayat çarpar yüzlere. Sonuç Donkişot simgeleşmesi. Eylem kuşuna dönüşme. Hasbahçe balosunun olmazsa olmazları tarihin belleğinde. Kim kalıcı kim gidici, ileride görülür. Ve bir daha Cumhuriyet çalınır kulaklara. Acıyla viyaklayan dudaklarda hayatın rengi. Gözlere fazla gelir tek bir sıcak damla yaş. Ay şehrine çöken nursuz geceler, asla cumhuriyeti çalıp götüremezler. Geride ne ağız dolusu gülüşler kalır, ne de yüreklere ılık bir temas. Ve artık resmigeçitler izlenmez. Bando doğum günlerinde bile ölüm marşı çalar...'
Çalakalem yazılar tarihin hafızasını zayıflatır. O yüzden hafızayı güçlendirmek için ilk emir gereği, okumak gerekir. Okumak ve yazmak...
İşte yerli yersiz yinelenen, neden yazı? sorusunun tek ve net yanıtı; Yazı, kırklarla sonsuzluk kapısına varıştır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.