KADIN…
Mutlaka öncesi de vardır ama kadın, tam altı bin yıldan sonra anca bu yüzyıl başlarında ayaklanıyor. Eril güç egemenliğine karşı patlayan dişil isyanlar kadınlara bazı haklar kazandırıyor. Kadınların eşitlik mücadelesi siyasal ve sosyal açıdan demokratik değişimin de kıvılcımı oluyor. Yani demokrasiler kadınlar sayesinde gelişiyor. Hatta sosyal demokrasiler ve sosyalizm de…
Bugün kadınlı erkekli sekiz milyar insan, vahşi kapitalizmin çemberine takılı ve tıkılı, hayatta kalma kavgası veriyor. Son on yıllarda küreselleşme, karınca kaderince dünyanın yeni yüzü. Bu yüzsüz devinimle yıllar içinde güç bela elde edilen tüm insani haklar bir bir tırpanlanıyor. Yani çeşitli enstrümanlarla salt eşitsizlik üzerine kurulan ve olgunlaştırılan bir tüketim dünyası yaratılıyor. Süreç içinde kadın haklarını önceleyen sistemlerin yıkılmasıyla beraber, kadına dönük kıyım ve şiddeti açıkça reddetmeyen dinci-faşizan sistemler dayatılıyor. Haliyle kadını ezen ve sömüren erkeğin eli yasal açıdan rahatlıyor.
Dünya dengesini koruyan bloklar çatlayıp sistemleri yıkıldığından, demir perdeler devrildiğinden, kıtalar arasındaki geçirgenlik statükoyu güncelliyor. Devamla aşırı muhafazakârlaşmayı hayata monte eden, ilerlemeyi ve gelişimi durduran örgütlü dinamik, tüm gerici unsurları hareketlendirerek kadını öteliyor. İnsan ve kadın hakları dipten pike dinamitleniyor. Özellikle kadınlar metazori dayatılan bu yeni muhafazakâr modellerle sindiriliyor. Toplum içinde silikleştiriliyor…
Diğer yandan emperyalizmin kucağındaki postmodern dünya, ekonomi ile ahlaksal yapıyı içten içe çökertiyor. Egemen sermaye istediğine toptan erişmek için uygun gördüğü bu dinci-muhafazakâr sistemleri güçlendiriyor. Her türlü lafta bahar hamleleriyle, kaypak din havarileriyle canlandırılan sistem, ılımlı veya radikal tutucu modellerin tamamında kadını yok sayıyor. Ancak bu suni yaratıya en başta kadınlar entegre oluyor. Yani on yıllarca kilitlenen ve küllenen geleneksel değerler savı, kadınlar üzerinden ele alınıyor. Zamanla kadınlar hedef tahtası yapılıyor. Böylece bu kusurlu kurgu sistemler önce kendi kadınlarını sömürüyor. Sonra egemen güçler-büyük sermaye, erkek egemen işbirlikçileri aracılığıyla binlerce yıllık birikimleri, yer altı, yer üstü zenginlikleri iç ediyor.
Öyle veya böyle, yüceden de yüce gösterilen ne varsa aslında bir bir tırpanlanıyor. Özellikle kadınlar bu kıytırık inanç silsilesiyle resmi devlet politikasından uzak tutuluyor. Emeksel yönetsel rolleri gittikçe azaltılıyor. Böylece kadın altı bin yıldan sonra uzun mücadeleler sonucu elde ettiği temel haklarını azar azar yitirmeye başlıyor. Can pahasına elde edilen kazanımlar, dinsel kaynağı ortaçağ ve daha öncesine dayandırılan ortodoks anlayışla hiç hissettirilmeden ellerinden alınıyor. Her yeni fundamentalist akım önce kadınları ve kızları kuşatıyor. Baskın yönlendirici konumundaki dinbazlar, yeşile boyalı coğrafyalarda kadın özgürlüğünü kuşa çeviriyor. Ve göz göre göre özgürlükler elden uçup gidiyor. Deyim yerindeyse büyük sermaye eliyle palazlanan sistemler kadını, kadınlara bile hiç çaktırmadan metalaştırıyor. Mental sıfırlanma hiç önemsenmiyor.
Dinler ötesi miras yok sayılarak, evangelist yüklemelerle methi methiyesi bol özden kopuş, içe kapanış sağlanıyor. Bu edilgen kadın profili, dünyayı din ile algılayanlar, din ile yönetenler kuşağını acayip cezbediyor. Öyle ki gökte ararken yerde bulduğu inanç doğrultusunda, toplumsal gücü bile satın alabilecek varlığa erişim, yeni muhafazakâr kuşağı dünyayı kadına dar eden seviyeye indirgiyor. Sıkılmadan utanmadan kadına iyice kaybettiren, erkeğe alabildiğine kazandıran bir ütopyayı dinden imandan kılıyor. Hatta güzel ahlaktan saydırıyor. Yani kadın bu dini rejim aldatmacasıyla altı bin yıldan sonra elde ettiği yüz yıllık kazanımlarını hem de modern çağda yitiriyor. Yani kadın yeni dünya düzeninde, inanılmaz boyutta zarar gördüğü ve göreceği tüm dinlerin dayattığı yasakçı karanlık dönemlere geri döndürülüyor. Lafzi boş labirentlere hapsediliyor.
Şimdi din bazlı, eşitlik güdüsünün dışlanması, eşitsizlik içgüdüsünün içselleştirilmesi, düz mantıkla kadınlarca da makul karşılanıyorsa bunca değer erozyonuna uğranır elbette denielbilir. Hele akıllara şırıngalanan, zihne yerleştirilen türün ve soyun devamı safsatasına safça teslimiyeti, salt çoğalmak üzerine metalaşmayı dini versiyon farz edip karşı çıkmamak anlaşılır umde değil. Bu günkü küresel zeminde ne umdu ne buldu ile yetinme kargaşası, erkek egemen iradenin savaşı kazandığının tescili. Yani bu çağda kadınlar, top yekûn dayatılan kimlik zaafından kurtulmanın geçerli akçesi olarak erkeği aktifleştiriyorsa bu bilanço eşitlenmez. Kadın, binlerce yıllık kendi başına ayakta kalma mücadelesini erkeğe dayalı çıkarcı tek tipleşmeye bağlıyorsa hesap tutmaz. Ne yazık ki kadın ideali yakalama ve dünyasal estetik kaygı noktasında yeni muhafazakâr dünyanın muhafızlarına itaat ve hizmet için pasifleşir. Bu pasifizm, altı bin yıldan sonra aşırı muhafazakâr, erkek egemen faşizmin kadınlara zaferidir.
Bu victoria ne kadar sürecek, vektör nereye kadar çizilecek bilmek için tarihe bir kez daha bakmak lazım. Emekçi kadınlar, "8 Mart 1857'de Nivyork’ta şanlı bir direniş başlattı. Dokuma işçisi Kadınlar eşit işe eşit ücret istediler. Örgütlenip 16 saatlik çalışma süresinin 10 saate indirilmesi için direniş başlattılar. İşte o eşsiz direnişte, muhteşem kominal dayanışmada, bitmeyen kavgada 115 şehit verdiler. Yiğit Kadınlar haksızlığa, sömürüye ve ezilmişliğe karşı çıkışı 8 Mart 1908’de yeniden ateşlediler. Bu kez kurak toprağa 129 gelincik çiçeği tohumu serptiler...”
Kadın, yıllar yılı emperyalizme, kapitalizme, faşizme, savaşlara, cansiperane karşı koydu. Özgür bilinç oluşturucu ve dünya bütününü kapsayıcı aktif ilerlemeye öncü oldu. Bugün emek yoğun perspektifte pozisyon alan, keyfekeder havayla emeğe hıyanet etmeyen tüm kadınların, '8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü' kutlu olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.