TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...

27 Ağustos 2024 Salı

TÜRKÇE ‘NUTUK’ İLETİSİ

 

TÜRKÇE ‘NUTUK’ İLETİSİ

 

Sanki güneş tutulması. Memleketin ufku tutulmuş. Milletin umudu tutulmuş. Türkçe'nin nutku tutulmuş. Etraf ortalama orator resmi geçidi. Toptan biat sevri. Resen replikalog monolog devri. İtalik levhalar ithal. Harfler buruk. Kelimeler koruk. Akıllar tutuk. Öyle bir zaman ki gelip çatan, Türkçe nutuk atan başlar da baş altı da pehlivan tefrikalı. Baştan savma avam muhabbet…

 

Muhayyer makamdan en sevilen, sözde en beğenilenler bile sabık formda. Forsalar formsuz. Kayan aynadan okuyanı başka bir alem. Kafadan atanı başka evren. Atmasyonerin cibilliyetine tapmışlık dolayısıyla kullanılan kelimeleri, atılan söylevleri pek anlayan yok. Ama ters baskı, düpedüz ters manyel algı abartısına alkış gırla. Bukalemunvari utandırıcı heyecan, kelamungazi umursamazlık tırnak içinde müthiş. Resmen şatafat girdabında çalkalanıyor memleket. Sayısalı bilen yok sözde öğreten çok. Ekonomist mistisizmi ile yaşanan misli misliyle sözel tutulması…

 

Büyük ‘Nutuk’u okumaktan aciz lafta bir kutlu nesil. Fel fos, sonsuza felaket bir gidiş…

 

Atmograf atmosfer. Konuşan konuşana. İletişim sırf mevkiye yerleşim. Konuştukça kolpalarının doğru olduğunu varsayan ve dinledikçe yapılanların doğru olduğuna kanan bir etkileşim. Milletin nutku tutulmuş. İnkişaf harabet garabet. Ruhbilim dahi çökmüş. Felsefe bitmiş. Ekonomi dip yapmış. Siyasal yaşam sürgünleri hala koftiden nutuk peşinde. Kürsüler tutuk. Kutsallık kanlı. Baş köşeye kurulan Türkçe ne yazık ki yabancı kelimeler otağı. Odağında türlü dolaplar saklı.

 

Kusur saklamak dil ayıbı. Günah saklamak Din kaybı. Dil kirli. Din kibirli...

 

Türkçe, özünde mahsus destanlar, mahcup hikâyeler, büyük hayaller, umutlar, rüyalar ve isyanın dili. Dil bilmek ve bilgiyi dillendirmek ağır işçilik. Ama Dil kayıp. Dilbazlar tutsak. Sanki Türkçe'nin utku sarsılmış. İnsana ve lisana dair çöküş. Kulakları tırmalayan, duyguları tınmayan koşuk içine dâhil edilmiş nice ünlü ünsüz nida. Dili küçümseyenler ocağı sönük. Bir başka dil olmuş Türkçe. Tümceler, paragraflar hücceten gidik, günceler donuk.

 

Tevatür, literatür derken elde kalan külüstür külliye. Sanatsal merak eskiden de eskiye…

 

Türkçe'nin ufku daraltılmış. Etnografi siyasal iktidar kurbanı. Karma kelimeler bilinçsiz kullanımda. Etkili kuşaklar kuşa çevrilmiş. Dilin hece hece kanatları yolunuyor. Genel kültüre tezat uygunsuz arınma. Darılma ve uzaklaşma. Kapı dışarı durma. Türkçe Suskun. Nutku karışık. Kor ateş düşmüş yüreklere. Etraf aldırmaz yüzsüzlükte. Giden geri dönmez. Altyapı tarumar. Üst yapı Dil lal. Lisan, lisani harbiyle seviyesiz harp mağduru…

 

Türkçe bozguna uğramış. Hatta kendi insanı tarafından bozulmakta. Taraflı tarafsız herkes duyarsız. Vicdanı kara, gözü kara bireysel seçiciler ve seçilenler yüzünden güzel dilin yerine, yolunu bulan, hınç dolu içgüdülerin dili egemenleşmiş. Sinsice iz süren eskaflar tarafından lisan hududu günbegün delinmekte. Toplu inkâr, ithal ikame edilmekte. Türkçe arafta. Bitaraf edilmiş resmen. Hangi onulmaz savaşın mağlubu hiç belli değil. Hiç uğruna kıyım rafta…

 

Divanda başka dil seviciliği. Kargacık burgacık harf ayrımcılığı. Bu aymaz yolculuğun nereye varacağını bilmezler paslı çarkın başında. Çarpıcı ve dokunaklı göstererek, kıyadet vasfıyla kıymetsiz kavgaya su taşıyorlar. Araban buselik makamında ezgiler. Algılar sezgiler, lisanı hal kayıp merkezde.

 

Saygın makamlarda Türkçe'den Kaçış. Dibi derin piki serin, seri nutuk yandaşlığı ve adanmışlık dil pınarını bulandıran bulaşı. Etrafta uçsuz bucaksız bozguna paydaşlık. Yardakçılar tümden küstah. Yerden bitmeler tüme varış niyetiyle iniş dibinde. Çatlak çatışmalardan Dil ürperdi. Dilber ürktü…

 

Alfabe denizin dibinde batık, defin enkaz. Haliyle terkedilmiş terminoloji. Uyumsuzluk had safhada. Hadsizlik sayfa atlanmadan okunamaz kurgu açmazında. Kuşkulu akıllar. Ağır kusurlardan Türkçe'nin kalbi kırılmış. Eşraf her dilden kışkırtılmış. İnsanlık kuşatılmış. Küme küme kandırılmış. Sunumların sırrına lisan dayanmaz. İnsan dayanmaz. Sözde fark yaratıyor fiiller. Fikrin failleri belli. Fildişinden kuleler yalan. Ucuz filmlerin senaryosu sağlak. Yan tesiri zinhar anlaşılmaz. Kısa zamanda acı son kaçınılmaz. Derhal deşifre edilmeli şifli şifreler. Kesilmeli küflü üflemeler. Silinmeli süflü sünepeler. Özgürlük, maziye adanan, dile dadanan zulmün pençesinden kurtulmakla başlar...

 

Tekrardan Türkçe ‘Nutuk’ zamanı. Ufku sarsa da delik zırhlı duvar, duvarı yıkmaya Türkçe nutuk. Çünkü her şey değişir ama uluğ ‘Nutuk’ asla değişmez. Bu bilinmeli. Bilinsin yeter. Yeter ki ‘Nutuk’ okunsun ve okutulsun. O zaman kökten anlaşılır güneş tutulması ne mene, ufkun karanlığa boğulması ne bela gerçeklikmiş…

 

 

18 Ağustos 2024 Pazar

İLETİŞİM İLLÜZYONU…

 

İLETİŞİM İLLÜZYONU…

 

Bilimsel teknikleri bilinçli kullanıldığında iletişim bir illüzyon. Evet iletişim bir illüzyon. Zorlama taklitler ve yayvan hükmetme tarzı yeğlendiğinde ise bir bumerang. Üstelik kontrol kaybedilirse, yanlı ve yanlış hamlelere devam edilirse bir illet. Bir adım ilerisini düşünmeden, lafta arz ve talep gereği seviyesizce pozisyon alan postmodern iletişim madrabazlarına ise ‘point of sale’ yani pos cihazı. Bu borsası belli ‘satış noktası’ ranttan yüksek dozda paylanmayı sağlayabilir ancak bu iletisel cakalanmanın sonu illa ki karşılıklı nefrettir. Egemenlerce istenen iletişim ve tasarım belki de budur; çünkü nefret sarmalına savrulanlar bilgiyi ve bilimi reddeder. Ve bilinçaltına hâkim olan katı buyurganlık kolay işler. Oysa bu hal bizzat kendi kendini yok etme programına dönüşümdür…

 

Bu kısır döngüde lafta iletişim gereği eytişim ve yönetişim dışlanır, ön ve arka fonu sert ifadelerle tertiplenmiş, tektip yapılanma formatı dizayn edilir. Başta kimin hangi formayı neden giydiği pek önemsenmez. Ama kısa sürede ironik karmaşalarla biçimlenen eksik iletişim ve algı operasyonları dev facialara yol açar. Krizi ve kaosu beraberinde getirir. Yani toplumsal gerçeklikle asla bağdaşmayan, evrensel iletişimin yöntem ve değerlerine kesinlikle sığmayan iletim manevralarıyla sadece yön ve zaman kaybedilir. Öyle aynı gemideyiz iddiasıyla yaşamın diyalektiğine asla uymayan diyalogda veya monologda ısrarcılık ise total yaşam pratiğini önünde sonunda mutlaka kaybetmeye sabitler…

 

Hayatta kaybetmemek için hayatı kazanmak için; dil, diksiyon, ses ve beden dili diğer iletişim enstrümanlarıyla en doğru biçimde ve doğrudan buluşturulmalıdır. İletişimin alfabesini bilenler, iletinin doğasını doğru okuyarak ilerler. Yani bireysel ve toplumsal hayata ön vermek, yön tayin etmek, yer bulmak, kulvar açmak, büyümek büyütmek istenci doğru iletişimle gerçekleşir. Ismarlama iletişim metotlarıyla başarı sağlanamaz. Sağlansa da uzun soluklu olmaz. Kalıcı olmaz. Bu doğrultuda toplumsal kültüre denk düşse de düşmese de değişen dünyayı anlama ve anlamlandırma sanatıdır iletişim. İşte bu gerçekliği algılayan birey, bilim ve teknolojiyle doğayı kökten değiştirilebilecek güce erişir. Bu sayede toplumsal zenginlikler üretilir. Paylaşım artar…

 

Düşünceye ve düşüncenin diline dayalı iletim ve etkileşim süreci, edinilmiş algılardan süzülüp gelen değerlerle şekillenir. Süreç uzun yılları alan eğitim ve öğretim ile direkt ilintili devam eder. Süreç içinde ulusal, bölgesel ve yerel çapta görsel ve işitsel argümanlarla desteklenen iletişim güçlenir, alabildiğine gelişir. Ve rasyonel normlardan faydalanan etkili iletişim ağı, bilinmezin bilinmesine yönelik ortak akıl üretir. Eğer bireyler durağan çarpıtmalara kanmaz, arzuhalci mantığıyla kotarılmış sanal, yanal ve masal ceryanına kapılmaz ise doğru ve güçlü iletişim modeli toplumda egemenleşir…

 

Tarihsel gerçekliktir, kitle iletişim araçlarına sahip olanların gizli amaçlarla çizdiği rota, nihayetinde kendilerine notaya dönüşür. Yani hep kazanmaya ve kazlamaya dönük totaliter rejimin dayattığı iletme ve yönetme şematiği de gün gelir kaybeder. Bu arada salt gördüğünü yansıtan ayna akışkanlığı ve popülist geleneksellik takipçileri ivedilikle çark eder. Hemen paralel uydular yaratılır. İşte korkulası durum asıl budur.

 

Çünkü iletişimin varoluş nedenlerinden biridir imaj. Zaten yıllardır cilalı imaj devri hüküm sürüyor. İmaj ve imaj pazarlama sektörü vazgeçilmez olmuş. İmaj bambaşka bir boyutta yarı kurumsal ‘imaj maker’lerin konsept tasarımlarıyla toplumsal ve kişisel imaj salt üçüncü gözlerdeki duruş değerlendirmesine bağlanmış. Böylece doğru hitabeti besleyen ve güçlendiren etkenler kendiliğinden sıfırlanmış. Oysa konuşma toplum nabzını tutma eylemidir. Etkili oluşu ise bilgi, eleştiri, yönetişim ve motive gibi farklı formatların kullanımıyla gerçekleşir.

 

Diğer yandan yazmak da bir iletişim metodudur. Şairler ve yazarlar kelimeleri konuşturan değerlerdir. Okurlarla buluşturdukları kitapları, okurla etkili iletişim kurmaları ve okunmaları bizzat hayata dipnottur…

 

Tüm bu gerçeklik tersine çevrilmiş, akıl dışı heves ve akıldışı atraksiyonlarla, her alanda tüm donanım ve donatılar bir süreliğine el değiştirmiş olabilir. Değişmeyen değişmezlik, rantabl işleyen iletişim örgüsüdür. Bu nedenle despotik potlara aldırmadan uğruluk üleştirenlere ve üleşenlere, her ortamda 'gidişat iyi' deyip durup umursamaz bileşenlere, iletişim illüzyonuna tersten bakanlara, bumerang çarpmasıyla feleği şaşanlara, pozisyonu koruma pahasına aynı pozda debelenenlere, yarından tezi yok yüzde yüz iletişim bilinci kazandıracak, doğru iletişim dersleri şart...

 

Ancak aklı önceleyen iletişim için iletilmek istenen doğru bilgi ve yetkin donanım şart. Bilgiyi dostdoğru göndericiler ve öğrenmeye gönüllü alıcılar şart. İletinin doğru anlaşılacağı rahat ortam, doğru atmosfer şart.

 

Eğer ortam hazır ise doğru bilginin, doğru göndericiden, doğru alıcılara aktarımı başlar. Artık başlasın lütfen...

9 Ağustos 2024 Cuma

SIFIR KELEBEK ETKİSİ

 

SIFIR KELEBEK ETKİSİ

 

 

Gelişime ve değişime işaret eder kelebeğin kanat çırpışı. Tek çırpınış koca dünyayı dolaşabilecek bir kasırganın çıkış noktasıdır. Kelebek etkisi, oluşan kaosun büyümesini ve artmasını temsil eder. Aslında kelebeğin sembolize ettiği şey hayattır. Ancak hiçbir kelebek bir günden fazla yaşayamaz. Yani kelebekler, bir kelebek koleksiyoncusu ile tanışamayacak kadar az yaşarlar. Bu arada kendilerine kayboluşu veya varoluşu tattıracak ateşe pervane olurlar. İpeksi ağa takılmaktan ise sonsuzluğu seçerler. Sonsuzlukta var olan toplam bilinç, bir anlamda yok ediliştir.  Bu nedenle sistemli ve sinsi kışkırtmalar aklın merkezini kuşatır. İşte o kuşatılmışlık kelebek etkisi yaratır. Ama kelebek etkisi her zaman kasırga doğurmaz. Bazen kelebeklerin kanat çırpışı havaya küçük küçük etkiler bırakır o kadar. Yani yıllardır her yeni güne güncellenen ne yazık ki sıfır kelebek etkisi…

 

Öyle bir an gelir ki yürek dayanmaz. Kelebeksiz mevsimler hayatı bilene, gerçekleri kavrayabilene her dem bahardır. Her dem ilkyazdır. Çünkü tüm haksız işler, orantısız hükümler eşyanın tabiatına aykırıdır. Kaosu kavrayamayanlar kelebek etkisiyle uçurumun kenarında dolaşır. Akla zarar bir anda akıl kelebeklerini uçururlar…

 

“Kelebeğini uçurmuşlar, düşler aleminde uçurumun kıyısına doluşurlar. Derya denize karşı anılara dalarlar. Kelebeğin dünyası derin ve serin bir haykırıştır. Gözler ise çok uzaktan bakan tertemiz cam bilyeler. Kelebeği uçurmuşluk direkt ruhun sembolünü kaybetmektir. Ruhun özgürlüğünü yitirmek. Bu yüzden kelebek vadisi hafif ve zarif sırlarını ölü denize akıtır. Uçurum etkili kelebek, sevgi kelebeğidir kolleksiyonerlere ölümsüzlük sembolüdür…”

 

 

 

Kelebek etkisine kapılma, kaos ortası eşyanın en parlak yüzüne, en cilalı sathına hayranlığı çeşitler. İlk fırsatta tesadüfi ve geçici heveslerle meyillenme başlar. Aidiyet ve derin kanaatlere aldırmadan sabit fikirliliği yüceltmenin sonu salt kindarlaşmayı dirilten temelsiz fikirlere saplanmadır. Sessiz çoğunluktan sayılma uğruna sağır sarmalda zayıflayan ve gerileyen hayat savrukluğuna tepkisizlik yeğlenir. Kelebek etkisini bile bile kavruk kabiliyetlerle bir acayip şekilcilik türeterek yok farz etme yolu seçilir. Böylelikle yıllardır sıfır kelebek etkisi…

 

 

“Kelebeği tutmuşlar deli bozuk bir ışığa hapsetmişler. Dillerde dobra isyan, içte dominant yalan. Aşkın bir damlasını sıcak nabızda atan kelebek dövmesine feda etmişler. Ateşe pervaneler piri olsan elinin tersiyle it itebilirsen kelebek etkisini. Silemezsin. Kuru tozların süpürülür kızgın denize ve yola devam etmek için elinin tersiyle silkeleyip atamazsın kürek mahkumluğunu. Sakin kelebeğin ateşe yolculuğudur, sonsuzluk sembolü…”

 

Kelebek etkisi teoride, kaotik ve çarpık bir sistemde çok küçük girdi değişikliklerinin çıktılarda anormal değişikliklere neden olduğunu vurgular. Yani bir şekilde göz ardı edilen küçük ayrıntılar umulmadık sonun başlangıcıdır. Sıfır kelebek etkisi var denilse de kelebeklerin küresel, çift bileşik gözü her bir şeyi görür. Çünkü bu gözler yirmi bine yakın minik gözcükten oluşur. O nedenle nasılsa görmezler, asla duymazlar rahatlığıyla ayarsız atmasyonlar ve duvarsız atraksiyonlardaki ölçüsüzlük göze batar. Yayılan kelebek etkisiyle büyük fırtına kopar. Başı sonu belli hezeyan nihayetinde paranın ahengini bozar. Sıfır kelebek etkisi bile sıfırlanır…

 

“Kelebekler, akıl penceresinin canları. Kapı demir duvar, zemin taş yatak, gökyüzü azık katık, güneş kızıl kazık günlerin nazlı kalp çarpıntıları. Kelebeksi türbülansla kopan kasırganın yanık ve içli melekleri. Kelebek etkisi, uçurmaya tozutmaya en işlek maden. Madem aşk ıssızlığa bağlandı süpür gitsin akıl tozlarını sonsuz boyuta faslı. Fasıl kelebek modeli kodlanma ve umudun yeşerttiği öfkeyle ölümsüzlüğe çağrı. Kent ışıkları sorgular kelebeğin tek gününü. Büyük yanlışlar doğrular ölümsüz aşk gerçeğini. Ateş denizine yüz süren kelebekleri anlamadan, aşka ve özgürlüğe doyulmaz. Vurur kelebek etkisi, feleğin düzeni şaşar. Deli bozuk bir ışıkla sınanır sönmeyen yangın…”

 

Değişime ve dönüşüme işaret eder bir kelebeğin kanat çırpışı. Hatta o çırpınış tüm dünyayı dolaşabilecek bir kasırganın başlangıç noktasıdır. Kelebek etkisiyle kaos büyür, büyür ama neden ise huzursuzluk artmaz. Ardı arkası kesilmeyen bol sıfırlı kelebek etkisine sıfır isyan…

 

“Kelebekler adasında her yol denize çıkar. Zulüm insanlığa küsmüşlüğün darasıdır. Adamlık yanılsaması darağacı. Kutlu davaya kırmızı mumlu davetiye, aklın kıyısında kelebek etkili uçurum. Uçurumun dibi vurulan uçurtmalar enkazı. Eni konu sıfır ikaz…”

7 Ağustos 2024 Çarşamba

BİR KADIN BİR YAZAR

 

BİR KADIN BİR YAZAR

 

 

Kozmosa bir kadın doğmak, koskoca bir yazar olmak festivalinde var oluş üzerine derslerden çakılır…

 

Bir kadın bir yazar, kitabın ilk sayfasına ‘bir kadın varmış, bin kadın yokmuş’ diye yazar.  Yazarlık, bir konar göçer kadın teknesidir. Yazar olma sevdalıları kıyasıya boğuşur deli dalgalarla. Kadın yazar, yazar yazmaz anlar çok gecikmiştir. Masal gibidir her şey ama bedenin albenisinde, gözlerin kara rimelinde, alında pulunda nice aceleye gelmişlikler ve haksızlığa uğramışlıklar saklıdır. Bir kadına, onca, bunca, binlerce, milyonlarca, milyarlarca kadına tutulan ayna aynıdır. Bir kadın bin yazar bir araya gelse gerçek değişmez, masal şöyle biter; ‘Bir kadın varmış, bir gün yokluk doğurmuş, insanlık yok olmuş. Resmen Dünya yok olmuş’…

 

Yok oluş tezgahında ‘bir kadın bir yazar olmak’ çok şeydir aslında. Azap içinde azalıp, gemi azıya alıp bir acayip düşmedir kurtlar sofrasına. Aslı asaleti kaybetmeden çoğalmadır. İllaki kitabına uymayan bir göçmen kadın teknesi düşer dünyaya ve allı ışıklı görüntülerin aksine aynı yüzde bir bir sıralanır farklı suretler. Bir kadın doğar, bin yazar ölür, ‘olmak ya da olmamak’ festivalinde…

 

Bir eğitimsiz kadın, hala parmak basar binlerce yıldır kanayan yaraya.

Bir eğitimli kadın basar imzayı, koca ömrü damgalanır.

Bir eğitimli kadın, basar narayı, başı gözü yaralanır.

Bir akademisyen kadın, atar imzayı meslekten atılır.

Bir evsiz kadın, atar kendini sokaklara evcimence ev arar barakasızlığına.

Bir evli kadın, evinin kölesi olur ve binlerce yıl azad edilmez asla.

Bir işçi kadın, erkekçe çalışır makinelerde ama eşitler maçını kaybeder hükmen.

Bir işsiz kadın, hiç boş durmaz iş işler geleceğin gergefine.

Bir iş kadını, iş-eş arası saliselik mutluluk yaşayamaz, çocuklarıyla mutlanır.

Bir kentli kadın, kent diye uydu apartmanda odalara hapsolur, ne güzelmiş şu şehir der.

Bir köylü kadın, batak tarlada doğurdukça dertlerin en hasına dayılanır.

Bir ülkesini ardında koymuş kadın, ağıtlarda arar vatanını.

Bir ürkek kadın, ilini dilini toprağını binlerce yıllık yazıtlarda bulur.

Bir ilkeli kadın, bir ev kızıyken annesini görüp ev hanımlığından korkar.

Bir temizlikçi kadın, tüm pislikleri siler süpürür, eşin pisliğine bir şey yapamaz.

Bir sanatçı kadın, ölümsüzlüğü kanıtlayacakken evrene ölür ölür öldürülür.

Bir kanmış kadın, kendini bir şey sanmış sapığın peşinde sadakatini kaybeder sıfırlanır.

Bir gamlı kadın, milyonları kandıranlarca katli vacip versiyonlu, kırbaçlanır, sopalanır, taşlanır.

Bir savaş kurbanı kadın, hiçlenmiş kadınlığına selam durur.

Bir bedeni meta kadın, göz görmeyince gönül katlanır hesabı vesikalı yâr olur.

Bir hasta kadın, enkaz caddelerde ciğerindeki öksürüğe boğulur.

Bir yiğit kadın, erkek bulvarında çalınan kadınlığına yanar.

Bir genç kadın, kim bilebilir ki en doğruyu diye tek başına aranır.

Bir yaşlı kadın, kavalsız köyde it kavat dolaşanlarca aşağılanır.

Bir dul kadın, dudi dilleri tutulur zemin kaydıkça konuşamaz.

Bir korunmasız kadın, kadın koruması arar kapı diyar bulamaz.

Bir mülteci kadın, eş arar mülteciliğine müptela olur yalnızlığa dayanamaz.

Bir siyasi kadın, zindan dışı hürriyete dalar müjganla birlikte ağlaşır kör pencerelerde.

Bir sığınmacı kadın, talebine talip talipsizliğine sığıntı arar sağda solda.

Bir direnişçi kadın, tek tabanca kadın bulvarında erkeklere direnir.

Bir militan kadın, idealinden milim sapmaz yeraltından umudu tükürür yer üstüne.

Bir çaresiz kadın, kısacık fitil ateşlendiğinde göğe savrulur tek parça.

Bir isyancı kadın, işkence görür dayanır, işkence gözlerde büyür benzer evladına.

Bir asi kadın, yargısız infaz edilir ve koftiden yargılamalara başını eğmez.

Bir kutlu kadın, kutsal ölümlerden ölüm beğenmeye zorlanır, ölümsüzlüğü seçer.

Bir sahici kadın, zevki safa yaşar denir ama insanlık dışı harmanda önündeki tarlayı kendi sürer.

Bir kadın, bir kadın olarak cinsiyet ayrımına, pozitif ayrımcılığa ölümüne karşı çıkar…

 

Bir kadın doğmak bir yazar olmak, Bir kadın bir yazar olarak hayata devam etmek, doyasıya açılmaktır açık denize. Kıyı boyu festivalden çıkarılacak dersler, kara kaplı kitabın ilk sayfasına, ‘Bir kadın bir yazar’ tarafından özlemler bin kez yazılır; ‘bir kadın doğursun veya doğurmasın anaçtır. Dünyanın tüm çocuklarına, doğanın tüm canlılarına ayırt etmeden özünden, öz aktarandır’…

 

Ve bir erkek doğmak ve bir yazar olmaktan dem vuran soğan erkeklerine gelince, bu soğan cücükleri bir kadından doğduğunu unutur. Unuttukça kadınlar değil erkekler yenilir. Er kişi heybetli yazar, punduna getirip ne yazar veya ne yazmaz çoğu boşunadır. Çünkü bu siyah lale soğanlarının yazı kışı birdir, bir teki tekerlemeyi anlamaz…

4 Ağustos 2024 Pazar

ÇİPİLÇOCUK

 ÇİPİLÇOCUK

Tam sütlü kahvelik, bir öykü içinde öykü güzellemesi ‘Sütlü Kahve’…
“…Geleneksel fuar karşı kıyıda, tabelasında ‘damardan saz’ yazan mahalde. Sazlı sözlü buluşmalar mahmuruyum. Eksik yaşananları tasvirlemekteyim. Tipolojik tasnifime, balından yenmez
talebeliğimi, uzun yıllar süren hasretimi, ölümsüz seviye adanışı, adımladığım parke taş zeminleri, pencere önü atışmaları ekledim…
Forum için toplanılan kantinin, film tabakalı kapı camlarının tuz buz olmasıyla toz oldu bir döneme ait anılarım. Kitap düşkünü Naşide, komşu penceredeki Civilçocuğu görse severdi mutlaka. Kuşak farkından yırtan çocuk da kitaba düşerdi. Düştü zaten. Çipilkopilin, yanağında altın değerinde bir öpücük. Yüzü kızardı, hemen düzayak pencere dibine oturdu, verilenleri okudu. Çizgi seriler sonrasında cep fotoromanlarına serpildi. Renkli hayal dünyası, güzel kızlar, yakışıklı delikanlılar, aşk ve entrika. Kıskançlık bezeli benzetmeler, ara bozan kötüler, tek karelik kütükler, tek kerelik dudaktan öpüşler. Islak ve sıcak.
Çipilvelet, frensiz bisikletli ve kaflik misketli mahalle hırbolarının alay geçmelerini tınmadan okudu. Benzer senaryolardı. Çizgi romanlara bin basan bambaşka dünyalardı. Ama kızlara uygundu sanki, genç kızlık atraksiyonlar boldu. Yüzler değişik, yüzsüzler aynıydı. Birinde iyi, diğerinde kötüydü. Öyküler iç içe ve karışık. Kimin kim olduğu belli. Kimin eli kimin cebinde bellisiz garip aşklar ve aşka güven odaklı foto kareleri. Ufak kaçamaklar ve nifak saplantılar. Konuşma balonları ‘Düş Kürü’…”
Tam da öykülerin gölgesinde bir düş kürü güzellemesi ‘Sütlü Kahve’…
“… Kitap düşkünü Suzan Suzi, sütlü kahvesini yudumlarken, düşkürü peşine Civilçocuk öyküsünü okudu. Başı sonu belirsizdi ama boş hayal ve çok yalan örgülü değildi. Derinliği yakalanamaz güzellikteydi. Gerçek hayat aldatısıydı. Yakalanan çirkeflikti. Çirkin dünya kurgusuna güzelleme yapan çizgiden kurtulmak istedi Çipilçocuk. Çizgi romanların uyduruk kahramanlarından ve cep
romanların kaypak karakterlerinden gına gelmişti, bıraktı hepsini. Aklından çıkardı. Düzayak pencereye seslendi, ‘Ferzin, okumayacağım artık bu zırvalıkları…’ ve okumadı bir daha...
Civilçocuk, hayat penceresinde hiç resmi olmayan, resimsiz sade yazı, sadece okumalık kitapla tanıştı. Bakmalık, sayfa atlamalık değildi. İlk kez resimsiz kitap okuyordu, okudukça bayıldı. Aynı kitabı iki kere okudu. İlk okumada kaçırdıklarını, sonrakinde yakaladı. Sıkıcı satırlar bile bilgi ve deneyimdi. Çipilçocuk böylece ufaklıktan kitapların içine düştü, bir daha çıkamadı. Kapısına dayanan düş kürü, pencere altı dünyasını ışıttıkça aklı ve gönlü hepten kitaplara aktı. Civilçocuk kitaplara düştü, kitap düşkünü oldu.
Hayatın kırık çizgiler, renkli fotoğraf kareleriyle sınırlı olmadığını öğrendi. Yepyeni ve düş ötesi yaşamdı önüne sürülen. Ödülü yanağına sıcak bir dokunuş, Ferzin’den imli simli masum bir öpücüktü. Çipilçocuk onlarca yıl geçti ilk aşkını unutmadı, unutamadı...”
Tamamen unutulmazları unutturmamak için öyküden öyküye köprülü geçiş güzellemesi ‘Sütlü Kahve’…
“…Yazer Ferzin’i kaybedince, birgün pencere dibine oturdu ve yazdı. Bir kere mevsim yazdı. Düşlerden düştü hayata çivilendi. Karakışı yazdı. Suzan Suzi dinlerken karardı dünya. İlk yaz başı
kar küründü. Suzan aşka gelip öğretmeni gözlerinden öptü. Gördü ki düş kürü ve diğer öyküler deniz gözlerde…”

3 Ağustos 2024 Cumartesi

İMZALI FUAR İMZALI...

 İMZALI FUAR İMZALI...

Fuarsı gökkuşağın içine hapsolmuş imza sözler
beynime damlıyor imlası bozuk çetin sorular
imalı yanıtları da yok sultası sırf yalandan.
Gönlümün rengini giyinmiş sustalı şiirsiler
her dizesi acıtıyor düşlerimin şeref listesini
hevesim furya kırılıyor aniden.
Poz poz fotoğraflar var hikayemde can çekişen
bu fuar seksek karelerinin içi boş kaldı yine...
Hedefe attığım mermer kırığı taş izli mermi
altmış parçayım sıra dağlara ulaştım
ardımda saklambaç sarhoşu marşandiz.
Kukalandı çocukluğum gençliğim ipi atlayamadı
kitapsızlara kilitli fuar havasındayım yine.
Bi vakitler gösterdiğin pembe meme ucundayım
o halde ben varım sen yoktun ezelden.
Yüzyüze geldim varını yoğunu satanla aniden
sorusuz parola parlıyor şavkı şakağımda
akıl küremin içine hapis deniz gibiyim hepten.
Kuyuya attığım renkli misket tanesi camdan
karşı yakada tüm buzlu camlar kırıldı hardan.
Çarpışma sarhoşuydu işim eşim aslım
ispatlandı çocukluğum ıskalandı gençliğim
son sürat tur atladı sonbaharım…
Ne me gerek acıları yaşamak taksit taksit
gördüğüm diğer pembe uçlu memedesin o vakit.
Bir varım bir yokum pire berber iken tokum
fuar tellalı terelelli elde ata tohum.
Sen varsın varıma yoğuma tapınan bir tek
Gün döndüğünde eridikçe eriyorum melek
bir tutamlık sevişmeler arzuluyorum kahpe felek.
Garip bir enerji erketede içimde
kuştüyü hafifliğinde ahulu hislerim
doya doya içime çekeceğim seni son kez.
Sakın kızma gencogül kız
elimi uzatsam usumda masmavi bulutlar
ıslak dudaklarında kesif kekik kokulu naz...
Gecelerin bi gecesi sarı sıcak kırlardayım
sabahlar doğmasın imzasız fuara
kalbime namussuz kör bi bıçak saplı sanki
kara sevdaya hasretim hala öldükçe ölüyorum.
Sapkın yıllar kâğıttan gemi gerisin geri girdap
azgın sularda yalpalıyor yalap çalap.
Gün boyu kaç kez düğümlendin boğazıma bilsen
geceler delirmiş boşa üzüyor tenimi
dalgalı boğaz boyunca terletiyor kelebek etkisi.
Çarçabuk kaçıp gitmelere yanıp tutuşmaktayım
öldükçe ölüyorum dirilişim sıcaklığının eseri
işte o esere eriyorum fuar imzalı…

KİŞİLİKSİZ FERMAN

 KİŞİLİKSİZ FERMAN

Lafazan bilgelik sazan bilgiçlik gölgesindeki kalpazanlar
hayvanlar alemine anlamsız kıyımı resmen pazarlayanlar.
Demek kendi kendine akmıyor artık densiz zaman
sahipsiz barınaklarda uzlaşı sessizliği sokaklar can pazarı.
Evrensel çığlığa eşlikçiler itlafa çıldıranlar haykırısıdır
bu zorla dayatılan aslı astarı biçimsiz kişiliksiz ferman…
Gökte döner mızrak ötenazi neonazi gamalı haç
gariplere canice kitlesel imha tek amaç.
Faşizmin ara nağmesi her karşı çıkışı horlamak
insan insan olmaktan çıkmış salt inleyen mahlukat
eksik gedik sorgulamalardan besleniyor iğreti saltanat.
Kurulmuş kan pazarı kukla deneyimin sonu tam sefalet
itlik hızıyla kindar gözlem toptancı cehalet…
Kuru gürültücü yalnızlığı güncelliyor sifli zaman
taraflı tafralı takıntılı akıllarda tek çare soyka ölüm
dayatılan uyutmalık kanun elde var sıfır çözüm
Tanrı katında herkesi yaralayan teklif resmen faşizan…
Sahipsizlere sokak arası uyutma kalkışması mitleşen tutku
kadir bilmezlik gürültüsüne sessizleşmek güdük korku
sahiden sessizlerin sesini duyurmakla gerçekleşir tek utku.
Mürekkep yalamayanlara baştan savruk harekât yıllarında
gün aşırı köşelerden dökülür kıçı çıplak çaylak ilişmeleri
ileri boyutlarda itleşmek dertlerden sıyrılma senaryosu.
Yıllardır sapkın bloklaşmaya yeterince direnmeyişin neticesi
kendi halindeki hayvan nesline dahi saldıran ortak bilinç ayıbı
çok bilir bölgesinde tam bilgiç gölgesinde ‘hayvan mezarlığı’…
Biçimsiz kişiliksiz fermana sığınmak baştan sona zulmetmek
eldeki gücün farkına varmadan güç kaybı biriktirmek
yakın gelecekte kendini yapayalnız dostsuz bulmak ve yitmek.
Kabına sığmaz büyüklenmeyle alemi bloklayan hazin öyküde
kıyım ve kırım blokçuları mantıksızlığın arkasına sığınan maraz.
Alemi takmayan faşizan dürtü sokak hayvanlarına dek dayandı
demek lafazan bilgeler sazan bilgiçler gölgesi koltuk derdinde.
Derbeder çağdışı tayfa kendi dışındakilere ölüm ister ulur meler
cılk kanun tafrasıyla ortalığı bizzat karıştırır gölge kolpazanlar…

EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…

  EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…   Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...