AH VAH, AH MAH, MAHLÛK VE MAHLÛKAT…
Ahlar vahlar arasında mahvoluşa, ahalinin mahvına
sebep olunduğunda, ah almayan mah kalmaz. Çünkü düstur bellidir ve mahlûk veya
mahlûkat hiç fark etmez topu aynı tondan, forslu fondan beslenir. Diğer yandan
tekmili birden, tabiiyeti ve tabiatı mahvedendir. Kısacası mahlûkatın
cümlesinde bu utku zayıflığı vardır. Zamanla nutku tutulmuşluk ve utanmazlıkla arzulanır
mahluka. Hem de eşrefi mahlûkata hiç yakışmayan, üzerine delibal gibi yapışan
mahlûklukla...
Politika polenlerine ve piramid asansörlerine bulaşan
da bu habisliktir. Ağaran ah mahlıktır ve bu mahluksu arıza, mahlukatlık
maraza, resmen dünyevi mahabisliktir. Ortaya çizilen karanlık manzara ise resmen
politikal posadır.
Özlenen manzaraysa medeniyeti cihandır. Tarihi güncelleyerek
geleceği dirençli tohumlamadır. Sürekli başka baharlara bırakılsa da günceden güçlenen,
umut tohumları yeşertisi, mukadderatı hayatiyedir. Haysiyeti teslimiyedir. Yani
mesele biteviye devasa bir açlıkla mahlaslı yalnızlığı bitirecek faslı
başlatmaktır. Erişimi eytişimi, eylemi söylemi ortak hafızaya bağlı kalarak tabloyu
yenilemeye dönük mutlaktır...
İzansız, imansız muhakat de bir yere kadar. Muhakkak
manzarayı muhabbeti hafife almamak lazım gelir. Mahlukatı harbiye arıdır, harbı
sulhu bin bir geceli anıdır...
“Arastada arılar balmumunu bala bular. Kukumavlar
tüner kartal tepelerine. Kargalar sokar burnunu leylek bacalarına. Guguk kuşu
çalar saati vurunca, vakti gelir, kırlangıçlar göçe durur. Memleket semasına öç
bulanır, göç belenir. Kılavuzlar perperişan, mahluk mahlukatı kana bular. Pembe
pembe pamuk bulutlar asılır göğe, tadı gülşeker..."
Ağlanası hallere güler gülbeşeker ama aranılan an, arı
gibi çalışmak anıdır. Kötücül ruhları uykusuz gecelere kovalayarak, dünyayı ağırlamak
zamanı. Zaman kuytulara saklanan saksağan yavrusunu, yedi başlı canavarın
elinden alıp kurtarmak zamanı. Çaba insan olmak, cabası mahlûkattan ayrılmak,
kaplumbağa hızında ama çelik iradeyle her dem medeni kalmak. Al dal, il ilan,
yıl yılan, yalan dolan, talan kolan tanımaz adamlık. Mahlûkat başka mayadır.
Mahiyeti dil altında pırlanta yüzük. İnsani maharet başka hikâye...
"Hikâyede yolu şaşmış koçbaşı, kör köstebeğin
izini sürer. En kötü anda kös kös toprak yığınını deler durur, yol açar kör
kara yarınlara. Kor donguz rumuzlara. Ruhsuz aç kurtlar, en çetin yavrusunu yer
ululanır. Kılıksız kurtlardan ürker dor atlar. Dere tepe çakallarla tepinir.
Kırbacın ucunda yıldız simgesi. Kızıl yumruklar şakaklara şaklar, saç tellerine
düşer bir gecede aklar. Uğursuzluğun simli simgesi kara kedilerin içtiği ak sütten
arta kalan, süslü sinler farelere tül kanat taktırandır. Ve kartal kanadının
mürekkebe batırılmasıyla şekillenir bahar. Her sonbaharda açar panik atak
çiçekleri. Maziye süzülür allı turnalar. Tavus kuşunun kuyruğunda gökkuşağı.
Aklı olana arıtılmış manadır, arı kovanları...”
Hayat işte resmen arı kovanı gibidir. İştahla işler. Söylencelerde
anıların yitirilmesi ile ilintilidir şölen. Asıl suçlular umursamazca bölen. Hayahuy
horon tepilir, halay çekilir, sular çağlar, allı kuzu kuzinelenir. Kuzgun ölür
ve çatlak ağaç gölgelerine çekilir kayıp zaman. Denizler kararır…
“Denizde yüzen balıklar, ümidi içer solungaçlarından.
Sırtındaki pullardan ve kullardan beslenirler. Ansızın pır diye uçan taklacı
martinlerin narin pençelerindeki muştudan heveslenirler. Yeryüzüne yağan ateş,
herkes bilir ama yağmasıdır. Her şey yengeç kıskacıyla, örümcek ağında
gizlidir. Akrep avusu sahlepe tarçın kokusudur. Deniz ötesi hakikat budur...”
Hakikat ihmali, izahı bit kadar, kanlı canlı çarpan algıdır.
Pergula temel olgudur. Geniş pergeller çizen uçuç böceği bile sevilmeyi bekler,
sevildikçe sevimlice uğurlu kanatlanır. Hakkın yolunda üçhu dualanır. Dayanır
evren kendi çeperine kasıp. Çepeçevre
çevrelenir kasıp kavuran devri heyelan. Volkanik
dağlar dağılır…
“Sıradağlar cüceler ülkesinde devler yükseltisidir.
Yükselen balmumundan heykellerdir. İç dış bükeyi, büyüklük düzeyi akla zarar
hülyadır. Akıl kayar balmumundan heykellere. Deve, dev cücelere midilli
hediyedir. İlla ki istiridyeler içindeki inci birinci, midyeler kızgın tavada
incidir. Denizde yaşar, ormanda soluklanır yaslı nur, yasaklar akla sur.
Velhasıl sinsilesine asıl mesken kara topraktır. Toprak altında kırık tarak,
üstünde altın varak. Varak üzerinde minarelere layık mahyalık yazı…”
Yazı kışı altı üstü ince belli bardak, içinde kan
kırmızı sıvı. Millete eskiden beri aynı mit. Teneke tekeller tepegözden izler
dünyayı, mahşeri mahlûkatı. Mahsusat her mahleye mahsustur. Rahleye turun ucu
açıktır. Açısı kapısı bir, asırlık birikim bir anda yerle bir. Artısı eksisi
arılardır...
“Arıların kaybolması ile ilintilidir hayat. Anıların
kaybolmasıyla ekmeğe ve denize tekne devrilir. Damlardan deli bal dökülür. Gökten
abıhayat süzülür. Yalancı burunlar düşer. Hangi eşek inadına anırır, hangi
horoz zamansız öter, fazlasıyla mumlar söner. Filanca zamandır diye açıklanır savrulan
ekmek kırıntısı. Acıdır kükreyen aslanın sismik hali. İçin için niçin pusar,
postlar anlamsızdır. Cevapsızdır kıymık batan kaplan gözü. Kaplan hayatla haplanır.
Bayram üstüne bayram kutlanır. Maymun hep üç maymunu oynar. Geyik, karaca,
ceylan sekisini kaybeder. Şebek şekerler, sincap topallar, hicap tepelenir. Ufka
değin mahlukat toplanır…”
Kayıp dünyanın demir kapıları erir, balmumundan bal ormanın
bağları çözülür. Bal küpüne gömülür arılar. Yüreklerde kapanmaz yaralar yanar, açık
yaralar daha açılır, solar meralar, derin kazılır mezarlar. Maya tutmaz. Aşı
tutmaz. Şans gülmez. Ve bir yudum suda kuraklık başlar…
“Kuraklık kudurunca, ince zar kanatlı kelebekler uçar
özgürce. Özgürlüğe ağlar çoban köpekleri. Ağlar sahipsiz köylerde kethüdalar. Koyunlar
kuzular meler. Tazılar avını kovalar. Kıtlık yakadan yakalar. Yokluk ekinlerde başaklar.
Silolarda darılar sellenir. Yer sallanır. Gök yarılır. Mahva yakın, mahlûklar pürdikkat
kesilir. Mahlûkat aç ve çıplak kalır. Dergahlarda muk kurur, kalp yanar. Mukadderat
demeye yakın dera seli. Kurak iklime dere tepe yayılan garibanlara, yine
kurtarıcı beklenir..."
Bekleyen derviş mutlaka muradına erer. Bir lokma bir
hırka misali. Dört dörtlük bir dörtlükte gizlenir ah vah, ah mah serüveni. ‘Can
çıkar huy çıkmaz, Bir garip çıkmış diyeler…’
“Diyesi orak ayında direngisi oynak bir sondur
hasatlanan. Bir elde masat, bir elde çekiç işler kesat. Eldelenen sonuç, bıçak
sırtı bir hayat. Budur koca yalanlarla sahnelenen sırat. Mahşere yakın kokarca
garabetiyle yüzleşilen, şehri vuran kaybediş. Mahluka, mahlûkata dair tırpan. Serçeler,
sığırcıklar, kanaryalar iki parça. Kanar kehanet. Sinmişlik, bitmişlik, yitmişlik,
öküzgözü bilgeliği. Bilgiyle orantılı gelmişlik, gitmişlik, gelecek özünde
insanlığa özgü. Özgürleştiren kazanımlara, kara öyküler kör sağır. Soğuk
soluklara sığınır mahlu mahlukat…”
Dünya malı dünyada kalır ama mahluku, mahlukatı çarpan
rüya devlet malı deniz misali. Mesela mahva yakın köprüden önceki son çıkışta,
panayır ve panzehir takipçiliğiyle hak görülür mahlûkata paylaştırılan.
Anılarda acı yarıştırılan alemde, toprağa yayılan berekettir yaylaların buzlu
suyunda titreyen kan. Bodur ağaçlı bitki örtüsünde emrivaki eyvan. Ayvanlarda
ah vah…
Ahuvah, kovanları dolduran arıların kılavuzluğunda
ölür, ölüm. Ah vah günlerinde er geç başlar değişim. Mahluk mahlukat alemine doğar,
Doğan ve sınır ötesine sırınır nişanı mahlas. Destur, ‘Derdo, kimseye kalmaz
garipler dünyası’…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.