FİKRİYE...
Selvi boylu Fikriye, bir masum estetik esinti, bir puslu güzellik. Daima az süslü ve solgun, purlu bir yüz. Gözlerde sürme, yanaklarda hafiften allık, her zaman şık ve zarif. Ve bir türlü kesilmeyen, kesinlikle eksilmeyen, akciğer kelebeğini kanatan kesik kuru öksürük. Her haliyle hilafsız bir süvari. Daima boynunda, biricik sevdiceğinden armağan tesbihten kolye. Fikri muzmer Fikriye...
Fikriye, içine dert fikrini açık etmese de her şey besbelli. İsyancı düşlere kapılmış, ince hislere düşmüş bir koca yürekli taze Fikriye. Kırbaçlı amazon...
Kuru dudakları gergin tebessümlü, uçuk kan kırmızısı. Dahası pek münasip bir gelin adayı. Buğulu simasında gelip geçici mürüvet ateşi. Şefkat abidesi, aşka müebbetliğin, dalgın ve dargın, mahçup ve mahrem aynası. Fikrinin ince gülü ise soluk, sanki soluk ve soğuk; ama "Bilhassa sol akciğer..." bitik...
Sisli ve gizemli bir durgunluk kaidesi Fikriye. Mecburen mimli, mihmandar. Sırtında hayatına kahreden sabırsız sancı. Kalbine saplı çifte su verilmiş bir bıçak. Çekingen ve az cesaretli, kızıla çalan kurt sarışınlığına yanık. Kesik. Dağlayan ateş ve sessizlik. Sürgün ve tecrübesizlik...
Latife'nin tam zıttı bir kişilik Fikriye, kara gölgeye dönüşmüş bir gece formunda sigarasını tüttüren. Mütebessim, mülayim. Esrarengiz bir fedakarlık. Mükemmellik yanar parmak uçlarında...
Sanki bir zamandan beri doktorları da dinlemez. Fikriye yemez içmez, dinlenmez. Ve tütünü katiyyen bırakmaz. Hüzünlü bir keyif alışverişidir semaya dağılan dumanla ilişkisi. Darmaduman oluşun, kaderin ve kederin reddi ve deffi. Yaşama dair bir tutam acı nefes...
Kanlı gözyaşları akşam alacasında kıyruklu piyanonun tuşlarına düştükçe, ıstırap veren günlerin devamı ufukta somutlanır. İhtirası somutlaştırır kayıp notalar. Sanatoryum sürgünlüğü, zaruri bir kopuşun resmi geçidi. Telaşın tedaviyi ertelemesiyle gurbet ve soğukluk...
Dönüş arayışındaki Fikriye samur kürkler içinde. Sağlığı ve geleceği şüpheli. Solgun ve masum. Mahir bir gülümseyiş, güçlükle asılmış dudağına. Sahipsiz, garip ve ürkek. Kederle kaderine boyun eğiş. Keskin buyruğu kabulleniş...
Kendini Paşasına ideal bir arkadaş olmaya adamış Fikriye. Gazi'nin evlendiğini öğrenince tedaviden vaz geçer, yaşama azmini bırakır. Paşa'sını bırakamaz. Tam ondört ay başkente gelmeden, inzivayı yaşar. İstanbul'dan bırakılmaz...
Canı darlanır, canına tak eder, kaçak göçek Ankara Garı'na ulaşır. Kapı duvar. Çankaya'dan dönüşte tek kurşunla kendini vurur. Kurtarılır. Ancak zatureye yakalandıktan iki gün sonra acı çektiği hayattan kurtulur...
Fikriye mutsuz, umutsuz ve hasta bir kimlik olarak tarih sahnesinde yerini alır. Böyle anılır. Memleket için en feci ve en kutlu günleri görmüştür. Yılmamıştır. Gazi'nin yaşam kolaylığına hizmet ettiğince yaşama direnmiştir. Ancak Fikriye, anılarda ve akıllarda terkedilmişlik psikolojisi ile trajedik bir vaka olarak kaldı. Yazık. Oysa Paşa'nın sevdiğiydi. Ve kimilerine göre de; "Çok iyi bir eş olabilirdi..."
Ama olmadı, olamadı. Olmadı selvi boylu al Fikriye...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.