HAYATIN İBRESİ...
Geçer gider sanılan sağanaklara defaatle şemsiyesiz yakalanmak hayatın cilvesidir. Bu eksik durum, dirim ölüm arası hiç nedensiz ıslanmayı ve derken yalan dünyayı tanımayı getirir. Hatta hayatın asıl dengesizliğini anlamayı, bozuk ve boğusuk havalarda karaktersiz kapılanmalara kanmamayı günceller. Yani her sağanak kaçak göçek günlerdeki o melun şemsiye kiminmiş bir kez daha anımsatır...
Ritmi bozuk yürekle ıslık çalarak, cinliboğazı ve mezarlıkları tam geçerken sağanağa tutulmak epey can sıkar. Sonuçta hangi şemsiyenin altında birleşilirse birleşilsin başa gelen yağmalanmaktır. Oysa hayatın gayesi bayağılığı tez unutmak ve geleceğe umutlanmaktır. Zaten sırça fanus hikayesi çatladığında, billur çarşıya dökülenlerle dirilir sert anılar. Dahası her sağanak sonrası patlayan gök gürültüsüne sığınmış gübür zamanlar ayracı kitabın tam ortasına koyulur. Hayatın hoyrat gerçeği tekrar tekrar okunur. Çünkü hayatın tek amacı uyduruk hikayelerle heklenmiş anlarda, kitapsız aykırılıklar sağanağında kendi yolunu bulup sonsuza yürümektir...
Gök yere vurduğunda ıslak ve üşümüş halden sıyrılıp, ölümcül vurgunlardan sakınmaktır mesele. Mesela damlalar yıpranmış şemsiye kalkanına vurduğunda, ses ve sis bombası etkisini anında hissetmektir. Şimşekler çaktığında ise efekt tuzağına düşmeden, beter hallerin boğaza düğümlenmiş betliğini bertaraf etmektir. Sünepe tarla farelerinin güdük marifetine pürdikkat kesilmektir. Korkudan ıpıslakları, gerçeklerden kaçıp, kurtulma endişesiyle ıssızlığa sızanları göğe asmaktır hayatın öznesi. Hatta tavanı delik şemsiyeden sızan ve ince tellerin ters dönmesiyle beyni cüvelleyen kan damlalarına ölümüne dayanmaktır...
Kör karanlığa inat Deniz kıyısında gökyüzünü avuç avuç içerken sıradanlaşan yarınları cesaretle avuçlamaktır maharet. Renkli şemsiyeler açıp, açık havada iyice güneşlenmek yerine hava bozduğunda küp çatlatan misketgöz dolulara yarenlik etmektir. Çıplak ve esnek büyük uyanışa esnemek ve sonrasında bereket yağmasına cansiperane karşı durmaktır hayatın özü...
Şemsiyelerin kılıksızlığına, kifayetsizliğine ve sıytarık sağanaklara hiç aldırmadan, ideal hayatı kaflı kafiyeli gökyüzünden indirmektir sözün özü. Soğuk ve ıslak bir manzarada, baygın ve titrek bir havada cılız ışıklardan aşkla beslenmektir hayatın tadı. Cili alınmış ocak peyzajında çotanak çotanak kesintiye uğratılmış hayatı ayalamak ve zorbalığa ayaklanmaktır hayatın rengi...
Saydam renkli, kırgın ve kızgın damlalarla, kızıla durgun havanın peşine birden kiremit damlara patlayan kapkara gökyüzü patırtısına silleyi yürekten patlamaktır hayatın alfabesi...
Pislikle iç içe birlenip, içini dışına çıkaran, zehirli mantar gibi avulayan, yeryüzünün milimetrik ahengini yağmalayanları da kendi yalanlarında boğmaktır, hayatın nüvesi...
Hayatın nefesi, gökyüzünde sıraya dizilmelik paramparça bulutları hizaya sokan kutlu ahengi, kristal cam parçacıklar halinde yeryüzüyle buluştuğu parçalı bulutlu havayı kutsamaktır...
Zaten bu kutlu yolculukta devamlı vaziyet alınır ve rengarenk şemsiyeler açılır peşpeşe. Çünkü hayatın resmidir, kapkara gökyüzünün resmen yüzsüzlüğü kusması. Boşluğa uzanıp boşalmak, kirli sepetini arsızca doldurmak hayatla üstünkörü cilveleşmektir. Hem de kutsal ahengi bozmak pahasına. İşte bu pahalıya patlayacak otokontrolsüz sürat ve salgın suratsızlık otomatikman kulak çınlamasına dönüşür. Çınar deviren her kısır döngüde geriye saran filme, griye çalan kurşun vınlamasına denktir hayatın cilvesi...
Ortalık karıştığında otomatiğine basılınca açılan küflü şemsiyelerin gölgesinde kaçamak adımlarla sıvışmak, tek çare gerçeklerden kaçmak ıpıslak kaygan bir zeminde zemheri ayıbıdır. Sebeplenilen salahanalık ise ayıp ötesi günahtır. Mükafatı ise diptir, sal ve salhanedir...
Hayatın zirvesi, tanıdık izlerin izinde hızlanan, son nefeste bocalayan lodos tınısıdır. Tanıksız ama kanıtlı, uğursuz ve uğultulu bir uçuş modudur hayatı tersine çeviren. Şemsiye şenliğinde, huzursuzluk bezeli titremedir, yanarken üşümedir şehri kuşatan. Şehrin kuytularında kurşun kurşun bir sağanaktır apışılan. Kapı dışarı kalanda düşülen kör kuyunun çeperini döven kaçınılmaz kapışmalardır, hayatın içine içine doğan...
İşte hayatın ibresi, savruk sağanaklara bağımlılık ve ayarsız konfor kozu arzulamayla bozulur. Hayatın ölçüsü dirayetsizlere doz aşımlı mizandır. Tiynetsizlere, aşağının da aşağısı pozudur. Tek cümleyle tabansız tozutma korkusudur toptan. Sağanak peşine patlayacak tufana çarketme tuhaflığıdır ayrıyeten...
Yekten yerden bitme bir sağanakta göğe tutunan şemse, şaftı kaymış şemsiyeler kar etmez. Çünkü eşsiz deryada, kaynar kazan girdabına düşmek tüm dikkati dağıtır. Dikkat dağılınca artan densizlikten, en küçük hücreler bile rahatsız olur. Hatta bu gamsız birikintileri ve rehavet veteranlarını asla tanımaz hayatın haytası...
Haliyle elde kalan sadece irikıyım, kenarları kırma saçaklı, ucu kötekli tek kişilik erkek şemsiyesidir. Elek etek olmuş kumaşı, olurda belki tek kişilik hayat kurtarır sağanaktan. İşin aslı pikini pikesini, dibini zirvesini kime sıvayacağı, kime gününü göstereceği belirsiz bir havaya açılmasıdır. Bu boşa havadır. Bedavaya cakadır. Çünkü kime açılacağı veya kimde kapanacağı bilinmeyen şemsiyelere aldanmak, şemse yaltaklanmak kalın ciltli kitaplarda geçen romanstır. Ayrıca şiirsel bilinçaltı gizleri hayatın gözüdür. Bir hamlede ıvır zıvır düşünceler arasından
kimindir o melun emanet şemsiye çekip çıkarır. Kendilerini bilir birilerinin gözüne sokar...
Hayattan bezdiren, cilde vurup dağlayan, kızgın kızıl güneşe ve aklı döven billur tanelere bağlı şuursuzluk eseri cilveleşmeler illaki şemsiye gerektirir. İllaki şehrin nefsi incelten kurgusu cılkı çıkmış hikayeler barındırır. Filede sağanak gibi yağan hayat törpüsü, hadsiz hesapsız hikayeler...
Zaten süslü püslü şemsiye hikayesi de nafile. İlle de hayatın ibresi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.