ZATIŞAHANE DAMARI…
Zatı şahaneleri dardan damardan ne derse desin veya demesin ne yazık ki yaşanan, kapkaraya dönüşen bir atmosferi resmen yaşamak. Memleketimden insan manzaralarıyla manzaraya devam faslı. Çok zor gittikçe daha da zor surileri aşmak. Yağma yok zatı şahaneleri yine elektronik suflörlü söylenceler bilimine nabza şerbet ağızla ak pak katkılar sunacak. Ancak hangi kofik katkıyı yaparsa yapsın her baharın sonu karakış. Zaten iklim yüzünü zemheri zürefasına dönmüş bir kere. Bugünden yarına tarihe kayıt düşülecek fevkalade fevahiş günlere gebe memleket…
Seçimlerin seçimi fevkinde mafiş bir seçimde zatı şahanelerine doğruları bildirme asli görevini savsaklayanlara, şirinlik yapmayı marifet sayanlara, saydıkça saymak, saydırdıkça saydırmak bugünden yarına hiç gereksiz seremoni. Gerçi bu serbeşlere her halis mulis hal bile açık saldırı anlamına gelir, getirilir ama hiç de umur değil. Serde kurena kurmacasına isyan. Ayrıca dört bir yandan çaprazlama gelseler de cumhura dert değil. Çünkü dert bir değil bin değil…
Zatı şahaneleri bile olsa kişi ne yaptığını iyi bildikten sonra mesele yok. Yapıcı iğnelemeler, yaptırıcı eleştiriler, yasal çerçevede karşı koyuşlar muhalifliğin doğası. Fıtratta var taşlama. Ayrıca en iyisini daima zatı şahaneleri bilir feyzi, bugünden yarına felaketi tetikler. Felaketi önlemek babında ona buna fazladan sallamak yersiz eğlence. İnsanlık hali, bugün var olan yarın yok. Yani yokluk hiçlik deryası. Bu devlet malı deniz yemeyen kereviz dünyasında, sırtını zatı şahanelerine verip uluorta gider yapmanın da olağandışı gelir yapmanın da bir haddi hududu var. Çünkü an gelir olaylara sıvanıp, kolay tavırlananlar çok kolay tavlanır. Tavı alınanlar da gün olur söz sanatına malzeme olurlar. Hal ve gidiş budur. Zatışahaneleri her şeyi herkeslerden çok iyi bilir; “Kargaya ne kemik diş, insana da ne demir diş verilmeye…”
Elbette bilirler zatı şahaneleri uzağı yakını. Kılavuzu karga olanın burun direğini. Vakti gelince yükselen nidaların kulak zarını delen desibelini. Yığma yağma otağında yinelenen naatların, yenilenen izmlerin, belirlenen girizgâhların, pislenen ellerin artık tutmayacağını. Terste terasta uyutulanların üzerindeki etkinin, ninnilenen tutkularla hatta maaile balkonla dahi zamanla azalacağını. İşte zaman bu zamandır. Zamanın ruhu gereği işin doğrusu mevcut enkazın, eğrisi doğrusuyla enkaza neden olana kalmasıdır. Zatı şahaneleri bu hassas süreçten geçilirken en hakikati sözlendirmeye, kibir indirmeye, kabir dindirmeye kim itibar ediyorsa itibarlandırmalıdır. Tek şart asaleti ezelden, esasen tek ses ama çok sesli güncelleme diyarından olanı irtibatlandırmalıdır. Geçer göçerlerden olanlar ehven tutulmalıdır, göçürenler sehven olsa da asla…
Evet zatı şahanelerine tırnak içinde önemli hususları doğrudan aktarmayı asli vazifeden farz edenler yanlış anlaşıldıkça; “Daima zifiri karanlıkta kara kayanın üzerinde kara karıncalar yuvalanır. Ziftin peki karanlıkta gözlerdeki bağ kalkınca, gökler tahtı aydınlanınca dil çözülür. Seviyesiz mertebeler kat edenler, kara taşların göbeğindeki zehirli akreplerle yarenleşir. Hakikatin alazında kendi kendini sokup zehirleyen her boynuzluyu da kızıl karıncalar taşır…” O yüzden fazladan taşkınlık taşlaşmayı beriler. Ötesi berisi belli ama hesaplanarak ebedi uyum için söylenenlerin dili bilimsellik ister. Bilimlerden bilim beğenmezler bilmez ama zatı şahaneleri çok iyi bilir; “Seçkin dili öyle bir şeydir ki Karadeniz'in en dibinde, kara kayanın üzerindeki küçük kara balığı bile içmeden sarhoş eder. Ve her yanlış seçim akıllandırır. Her doğru seçim aklın melekelerini parlatır, balık hafızasını doldurur. Kolayı zor eder. Zoru kolaya koyar. Ta ki o kutsal uyanış tüm atmosferi kapsayana kadar…”
Kapsama alanı dışında kalan zatı şahaneleri bizzat kapı kulları yüzünden, mevcut halleri en doğru zannederken, yapılanların topunu doğru yaptığına hâllenirken, hep başkalarını zan altında bırakır. Dillerde hep aynı ölçümler hep aynı öyküler. Elde ayakta külçeler. Hep ondan bundan travma. Hep aynı kapıda tavsama. Dilenildiğinde büyük kandırmaca ve ayni kandırılmışlık timsali. Oysa zatı şahanelerine bırakılsa tam kıvamında aklar kör karanlığı. Bırakıldı da ne oldu ne gördük tavrı yarı yarıya ama elde “nalıncı keseri, boyunlarda yasak incir takımı, takım taklavatsız acizlik. Ayartılan karanlık. Cehenneme dolacak bir aymazlık. Biteviye günahsızlık, gök pencereye dağılan kara duvarlara karabaşlı çivi çakmalık…” Oysa tekrarı yok karanlığın, buğulu bunalımın tekrarı tam eziyet, bilinçsiz hezimet.
Eziyetin ve çekilenlerin de haddi hesabı olmalı. Ondan sonrası hanelerde ‘kurtulmak’ zamanı. İşte bu gerçeklik zatı şahanelerine hep unutturulur. Zatı şahaneleri de millete unutturur. Gelir zaman gider zaman, toptan gider yapmanın taraftarları da ayan beyan azalır. Karanlıklar açık seçik ayazlanır. Zatışahaneleri de içten içe duyar, karanlığa yayılan ulu nidayı; “Razı edin şu rıza göstermeyenleri de. Tembihlere uymayanları da. İkaz edin. Gündüzü bulun. Arayın her yerde. Bulun ve göğe asın. Güneş çıksın…” Elbette her karanlığın sonuna güneş doğar. Güneşe akın başlar.
Zatı şahaneleri için heybede günde üç öğün ilaç niyetine “…öğün çalış güven…” babında daha çok güzellemeler var ama iki bayram arası düğün olmaz. Hem bayramlık ağızları açtıracak olan, hariçten gazel zatı şahane damarı şimdilik düğün dernek helecanlısı. Hele bir geçsin cicim ayları, şahmerdan damardan…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.