ARMANÇ...
Günden güne ana arterler fakir fukaralığa bağlanmışken, ‘enişte’ bu toprakların bereketiydi. An geldi bu ince, narin ve güzel adam ‘gece yolculuğu’na çıktı. Yetti gari deyip ışık şehrine göç eyledi. Armanç belli. Varını yoğunu derledi, ‘devrimden sonra’ya bırakmadan yeryüzüne ‘uçan melekler’i saçtı. Yetinmedi, Daha ‘sıcak tatlı yaz’ gelmeden ayvanlarda ay taçlandı. Veyis bitti. Ablası’ya da nazlı yârin harı kaldı...
Gerçek ötesi ustaydı. Daima ‘biri ve diğerlerini’ canlandırdı. Öyle her işte olmayandı. Olduğunda elmas gibi parlayandı. Uzunca zaman ‘radif’ gözlerde saklı bir damlaydı. Damlalar göl oldu, deniz oldu, devasa döküldü beyaz perdelere. Ocak, şubat ‘Ve güneşe kan sıçradı’. Erdemli yalazlarla ‘yolcu’landı ölümsüzlüğe. Geride yalımı çok, ılım ışık bir ‘iz’ bıraktı. Zamanla ‘düşler ve gerçekler’ birbirine karıştı, ‘tatlı dillim’ sol yanımızı dağladı...
Öyle bir kutup yıldızıydı ki; ar denizine yakamoz yakamoz düşer her bahar. Sıralı cemrelerde toprağa tohum, hamura maya. Mayası insan, mahlası ‘gariban’ oğuldur, eştir, kardeştir, en babadır. Bize eşikten içeri ‘enişte’. Kuşkusuz sürgün verir ilk fırsatta ‘tek başına’ dağ tepe. Tutkuyla doğar her gün ‘yirmi yıl sonra’ bile. Dört mevsim ölmez. Pamuk yumuşağı ovaları hasretle, hararetle turlar hasat zamanı. Sektirmez ‘zambaklar açarken’ yılmaz avcı olur her ‘av zamanı’. Yakılan film şeritlerine büyüleyici sıcaklığını katar tek kare oynamadan.
Utku nutku tutuşturan ‘deli mavi’ kirli hesaplardan şahlar şahı alacaklıdır. Armanç belli, kendine kazanç saymaz, ‘bedel’i mutlaka muhtaçlara dağıtır. Hiç durmadan ‘kader çıkmazı’nda karşılaştıklarının elinden tutar, ‘ekmekçi kadın’ı kurtarır. Özlemle kucaklar ‘fıratın cinleri’ni. Yani sonsuza dek ışığa döner ‘kadının adı yok’ yüzünü. Uzanır uzun boyuyla en uzaklara. Yakın çekim ‘aşkın zaferi’ yakalar hayatı. Öylece ‘yarın olmaz şimdi’ yakınlaştırır.
‘Yeşilçam denizi’nde yaktığı gemilerin kadife kaplı seyir defterine ışığı boca eder. Hüznü hazneler. Yürekler ısıtır. Çünkü gözü kara hayat yolculuğunun fırtınaları durultan en delikanlısı, en yakışıklısıdır. Duru mavi göğe uzayan merdivenleri de en korkusuz çıkandır. Gün olur tek hamlede güneşi kopartır kozmozdan. Sevdayla ‘gece yarısı vurgunu’ dünyanın emrine sunar. Tapınak sunaklarına yüz sürmez. Çünkü ‘düşman’ı bilen ‘akrebin yolculuğu’nu bilendir. Değersizleşen hayatın imlerine, imgelerine, simgelerine aldırmaz. Yoldaşını resmeder kare kare altın kozalara. Ve yok yoksul mısralar dökülür yalnızlığa. Yılgınlığı götüren ‘gölge oyunu’nda kendi derlediği deneyimleri efil efil dengeler. İşi filmlere doğmak ve en üst perdeden yorumlamaktır ‘kader çıkmazı’nı. Kederi yüzünde, ‘yarınlar kimin’ en doğruyu bilendir.
Ve bir gün derlenir, toparlanır ve gider. Gitti. Film şeritlerinden birer birer silinenlere ismini cismini ekledi. Demek ki buraya kadarmış, ‘ne umduk ne bulduk’ arayışı. Bu ‘öyle bir sevda’ ki kartal süzülüşünü çekmeye bir çift söz, anlatmaya bir çift göz ve anmaya bir şair yüreği ister. Ne gezer bizde. Eksiği fazlası fakire arka çıkan şairin sol eliydi. Tutulması, tadılması ve yaklaşılması yakıcı bir seyirdi. Seyrettikçe dayanılmazdı. Şahsına nevi. Filmin son sahnesi sol yanımıza ince bir sızı hançerledi. Bastı ‘parmak damgası’nı sonsuzluğa koptu. Denizden kopuşu herdem ayakta kalmaya, ‘maskeli balo’ya şahlanıştı.
Armanç su yeşili gözlerde şifrelenen bir şiir. Son fasılda ‘aslanların ölümü’ ile şiir, şairinden ayrıldı. Acı katmerlendi. Buharlaşan esintilerle dağıldı manzumeler. Fotoğrafın arka yüzünde biten yolculuk. Şiirin seyrini, filme yansıttı, jenerikte şaire ‘gönderilmemiş mektuplar’ yazdı.
Okumak lazım ay kızıla çalınca. Başlayınca bir başka yiğidin gidişi öyküsü. Sahne anılar senfonisi, ayrılığın manifestosu. Görüntüler vurunca akıl duvarına ‘nereye arkadaş’ durmak lazım. Karşıda ‘güneşli bataklık’ batak bile fesleğen kokar. Yolculuk ovalara, dağlara. Perdeye yansıyan yaprak yaprak savrulmanın çekimsiz filmine. Filim nice yıllara, bambaşka diyarlara ait.
Diyar ‘uzun bir gece’ye tüten ‘bir avuç gökyüzü’nden ibaret. Engin tasarımlı, dingin, rötuşsuz, kurgusuz bir senaryonun son sayfası böyle yazıldı. Ve ince, narin ve güzel adamın ruhu toz oldu. Tozlar beni, seni, bizi anlattı. Asla yanlış yoldan gitmeyen bir gönül adamı, görülmesi gereken bir dünyanın ‘bir umut’ göstereni. Tek ‘kıvılcım’ sayesinde ay taçlanır...
Sondan bir evvel ‘Beni sen anlat’ dedin de Usta, sonunda ‘toz ruhu’ma karıştı, karıştırdım. Derdo ‘candan öte’ ne desin, ışıklara yolculuğun filmini çek oralarda. Işık şehrinin ‘yüzleşme’ hikayesini. Geldiğimizde hep birlikte izleriz, tüm ‘enişte’ler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.