TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...

25 Şubat 2024 Pazar

BU ŞUBAT ÇOK ÖLDÜK…

 BU ŞUBAT ÇOK ÖLDÜK…


Bu Şubat ölümün gölgesi çıldırmış olacak ki çöktü üzerimize, gitmek bilmedi. Sel haddin bildi, memat galip geldi o döndü yüzünü bize. Çöktü, çöktü, çöktü ve çöktük. Çok öldük kardeşim çok... 


Hey gidinin gücük ayı otomatik makine gibi işleyip durdu. Gerçeğe veya geleceğe ulaştırıcının emrinde kör tırpanını vurdukça vurdu. Çarptı, yıktı, geçti. Tetik olduk çektik, yaklaştırdık ölümü şah damarımıza. Bu Şubat çok çektik çok...


Hayat memat çıkmazında kıyı köşe çıldırık dolaştı. Yakalanan cıldırığın boynu üzüldü. Şarkı şimalı, sılası gurbeti öksüz kaldı. Yarenler yetim kaldı. Eğreti bacak ölüm meleğinin uykusu ortadan ikiye yarıldı. İşini hiç yarım bırakmadı. Ölüm gecelerin de uyunmaz bilirdik meğer gece gündüz uyunmazmış öğrendik. Nar gözlüye inat akıllarda beynelmilel diriliş, dillerde durulmuş veda sözcükleri. En babalarımdan armağan, en babalara armağan anılar tükendi. Bu Şubat çok tükendik çok...


Bu şubat ölüm sanki cam gözlü bir gaybanaydı. Olaydı, onaydı, banaydı derken iyice baydı. Cam gözlerde parlak orak, kulplu çekiç bandı. Nar gözlü gabarayı çaktı, resmen kalbimize çalıştı. Bu Şubat çok öldük çok…


Hiçlik vakti gelip çattı, çat kapı kör kuyunun kapağı açıldı. Hiçliğin orta yerinde bir kara delik. Hep bizden birilerini yuttu. Günceleri ayıltan, ölüm şatosunu kuşatan akerga doğanı çığlığıyla çağ düştü. Ey ölüm gözlü Şubat bu kez haddini çok aştın çok... 


Hiçliğin orta yerinde korkusuz yolcular misk kokulu hazlara bürünür.  Nazlı ölüm olağanüstü dirençle karşılaşır. Gölgeleri çıldırtan içli bir şarkıdır yaşamak. Hiçlik aleminde cem etmenin bedeli, bam teline basıldığında ağırdan almak. Çok ağır güçlerimizi aldın bu Şubat çok...


Ahlar ulu orta başlar, bir ömür onur mücadelesi, kör kuyulara açılan yolları ışıtır. Sahte atmosferin süngüsü düştüğünde, kuru gürültü dağıldığında, parlamalar söndüğünde, hiçliğin içinden alnı açık çıkanlar sonsuzluğa kanatlanır. Ayakta ölmek işte budur. Bu Şubat koptu kanatlarımız, canımız çok kanadı çok… 


Bundan kelli her şubat ölümsüzlüğün gölgesi düşer akla. Ölümlerden ölüm beğenmezlere kutlu dava.  Güccük beğ, Büyyük aga insanlar; ‘İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar akşam ezanında ölürler. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır…’ felsefesi güder. Onlarla hiçlik vakti ölmeye gör ‘Büyümek yarı yarıya ölmektir…’ zaten. Büyüdükçe küçül ölümlerle diril gölgesinde bu şubat çok gömüldük çok...


Payına cennet meyvası ölüm alması düşenler, ölümün çıldırmış gölgesine hapsolur. Uzar anılar, zamana karışan evren zerresi azar. Altın varaklı köşkler, saraylar bir dokunuşta sapla samana karışır. Hatlar hiç karışmaz. Şamanlıktan bugüne ölüm şatosu meleği al tırpanı sallar. Öyle ki kalay, saray, duray dinlemez. Dile kolay bu Şubat gözyaşımız hiç dinmedi. İmanıma dinime

çok ağladık çok...


Duvardan duvara ışıldar, 'kör karanlıkta parlayan raylar'. Kısa keser dansı kelebekler. Arılar peş peşe kaybolur. Dertli doğa, doğanın pençesinde kavrulur. Yaldızlı gökyüzünde yıldızlar karanlığa boğulur. Kara delikler yutar nahif parıltıları. Ve ne güzel günlermiş meğer o günler diye diye nefes kırılır. Bu Şubat çok kırıldık, çok…


Tek kişiliktir ölümler ya hiç de öyle değilmiş. Sahiden solo değil koro halinde can kaybı. Gerçi ölesi tendir. Ölümün bir ucu terk edilmişlik bir ucu hasretlik. Mantığın başladığı yerde biter yolculuk. Kızıl alev kavşaklar geçilir.  Soluk soluğa dilsizliğin diline sıçrar tin. Zihni daraltan yalnızlık büyür. Su gibi geçip giden yıllar, acıtan anılar mührü tam alnın çatına vurur. Bu Şubat tırpana çok savrulduk çok...


Tahta kapılar Balormana açıldığında, kadim coğrafyaya alışır bahtsızlar. Kapı eşiğinden içeri gerçek boşluk. Koca boşluktan ibaret dünyaya, kozmik bilinç hükmeder. Hüküm kelamdır. Kale düşer. Her eli kalemli zata zıtlıkların ahengi düşmez. Bu Şubat kara toprağa düştük, çok üşüdük çok…


Belleksel seçkidir, izli gizli duvarlara kazınır karanlığın gülü. Hasılatı hayat, hasılası Şubat. Şu yazıt, zıt renklerin uyumu. Yazık, ölüm bizatihi uyumsuzluk. Ömür boyu sürecek sanılanlar tökezleyince, ömrün demi kesin mizan denkliği. Hayatın ahengi, izan mizan çakışması. Çatışmaların temeli medeniyet hizası. İlim irfan açılımı gez, göz, arpacık veya tek bir adacık meselesi. Bu Şubat mesela çok sela dinledik çok...


El heykelli adaya hapsolmuş devasa bir ömür. Öykünülen ömre adanmışlık fizik ötesine  kör bağlantı. Uzun yakarmalar, envaı çeşit dualar ömre ömür katmaz. Öyle dua yok varsa da kabul görmez. Görülenler çırçıplak görülünce affa hiçbir şey kar etmez. Hayat denilen şey tarihi eylemlilik. Ve ömür çok kısa. Bu şubat kıssaydık daha kısaldık, çok kısaldık çok…


Kıssadan hisse, 'bir ömre bedel' öyle bir deneme ki, bir dahası yok. Belki başlarken biter veya tam biterken başlar. Araya girenler iflah olmaz, iki arada bir derede asla sıraya girilmez. Pahada epey ağırdır ölüm. Vade dolduğunda gül diyarına tatlı bir tebessümle göçmek arzusudur, son arzu. Son nefeste kuruyan dudaklara değen bir damla sudur biten hayat. Her ölümlüyü kendine çeken sonsuzluk diyarında aşkla yanmak. Bu şubat komple yandık, çok yandık çok…


Ölgün esintileri bahara kavuşturmaya çabalayan bu Şubat, şu karanfil kokulu akşamlarda, karanlık denizin hırçın dalgalarına sığındık. Bu Şubat eşime dostuma çok matem ayırdı, çok öldük çok…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…

  EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…   Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...