TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...

4 Mayıs 2024 Cumartesi

GÜLLERİ SOLDURAN MAYIS AKŞAMLARINA AĞIT YAKMAK…

 

GÜLLERİ SOLDURAN MAYIS AKŞAMLARINA AĞIT YAKMAK…

 

Her “Gülünün Solduğu Akşam” kızaran damlara vurduğunda bıçak sırtı ayaz, ayılırım bir başka ve katmerli hüzünlenirim. En baba gülümü de “Gülünün Solduğu Akşam” toprağa verdiğimdendir, bu dilimdeki dirilmiş sözcükler, bu insani diyaloglar…

 

Gülün dikeni yüreğimize çentik üstüne çentik atmış bir kere unutamayız. Başkalaşım başladığından sanal kahramanlığa özenti değil, alnımızdaki zindan karası. ‘İdamlar ve babam’ hakkında unutkanlık ve acizlik potansiyeli gösteremeyişimizdendir, kuşaktan kuşağa aktarılmasına taptığım bu ağıt. Gerçi bir devrimcinin yaşamında çok kırılma noktaları olur. Olur, ama hayatında iliklerine kadar işleyen ilkler ve beter acılar yaşamışlığı da vardır. O variyet, keskin acıları yaşamışlıkla kontrolü çok az kaybettirecek bir etkendir. Zaten yaşamın köklerine inildikçe ideolojiyi eleştirmeyi kültür edinmişlik derinliği de belirir. Bu öyle bir devrimci kültürdür ki; yeni ve sade hayatlar kurmayı sürekli engeller. Sıra dışı ve aykırı yaşamaktır haneye düşülen not. Namı değer başkaldırıların sere serpe yayıldığı şu yüzyılda en yüz akıdır o yazıntı.

 

Delice savrulan ve arzdan arşa sonsuzluğu içselleştirirken zaman; onlar öldürüldüğünde, babam öldüğünde hiç ağlamadım kim diyebilir ki. Kim diyebilir ki manifestolar kaleme almış olsalar bile ‘Duyguların Efendileri’ babasına ağlamaz diye. Babası öldüğünde ağlamaktır devrimcilik, defnederken de aklından öpünce hayat, kalenderliği babasından geçmişçesine yutkunmaktır. Yoldaşı öldüğünde ise gerçek hayatı çarpıtmadan yaşamaktır, benekli hayallere dalmadan yaşatmaktır…

 

Her “Gülünün Solduğu Akşam” kaderin bir cilvesidir, onlarla birlikte babamı da anarım yüreğimde hasret ve yanarak. Çıkışsız labirentlerin esrarını ve sırrını hiçbir yazılı biyografi çözemez. Ama “yüz metreyi en hızlı koşan çocuklar” seksenlik ihtiyara elverdiği, omuz verdiği veya kol kola yürüdükleri gün, yersiz zamansız ölüme mahkûmiyetin ağırlığı tekletir kalpleri. Yaşanmazı yaşamak incitir ve acıtır yürekleri. Acıyla dişlerimi yumruklarımı sıkarım. Dünyanın en canlı renklerine hiç aldırmadan, tıknefes anmak ve yaşamaktır övülmeye layık dostları ve kalender babayı. En sevilenler ayni gün ölünce, o günü unutmak…

 

Her “Gülünün Solduğu Akşam” üç kırmızı karanfil Karşıyaka’da dost bağına, yeşil çotanak babam Çavuşoğlu’nun bağrına yakışır. Haramzadeler ile kurşun askerler ölüm korkusunu her an yaşarken onlar ölümsüzlüğe uğurlanır. Zaten çanlar devrim için çınlamaya hazırlandığında tesadüflerle vurgulanan, hayal kırıklıklarıdır insan beynini kuşatan. Kuşatılmışlık aslında kaç şekerli olduğu belirsiz zifiri demli çay içmeye yolculuktur, darağacına kurulmuş veya cellâdın tırpanından doğan yeni ha[1]yatlarda.

 

Evet, “Onların başı dikti ve hayal ettikleri güzelim dünya için, ülkeleri için, memleket için, sıla için, anaları, babaları, kardeşleri için kurtuluşa eren isyanları vardı. O yüzden sehpaya, musallaya yürümekten çekinmediler hiç asla korkmadılar. Asla yılmadılar, baş eğmediler ve asla eğilmediler, dimdik durdular ve gittiler. Çünkü onların ince gelecek hesapları, kişisel kaygıları yoktu. Sadece pırlanta akılları, altın yürekleri, gümüş parlağı bakışları ve gencecik umutları vardı. Tek cümle ile izahı, onların cesaretleri ve umutları vardı yığınlara mal olan…”

 

Her “Gülünün Solduğu Akşam” neden gam çekerim şu bedeni ve zihni yorgunluk günlerimde bilirim. Şimdi cümle alem bilsin ne gam. Bilirim karşı kıyıda çelikten ağlara takılıdır aklımın ince gülü, gülleri. Uyku bozuğu gecelerde yıpranmış kalbe kuvvet bütün orijinalliği ile karşımda olurlar buket buket.

Ve her “Gülünün Solduğu Akşam” iskele, sahil, meydan, memleket esenliği için turlayanlara babamın da eklendiğini hissederim. Acılarımın zirveye tırmandığı o anlarda tembel bir gevşeklik kaplar bedenimi, ama en enerjik halden daha hallicedir. Sabah uykusunun en birinci özlendiği o çocukluk yıllarımdan süzülen hayat önünde, babama ve onlara rastlarım. En güler yüzlü ve sıcak sarılırlar düşlerime. Babam ile övülmeye layık dostlar ve ben izlenecek yolların en izmlisine vururuz adımlarımızı. İnandıkça gören, gördükçe inanan ve etkilendikçe güçlenen yüreğimizle ideleşiriz.

 

Aslında gücümüze, çok gücümüze gider zamanı iyi değerlendirememişlik. Zorumuza gider, bir parça günlük hayat huzuru tatmadan gerisingeri devrilmek. Gerçeğin özüne zamansız girişin mükâfatıdır, elli küsur büklümlü nazım da kırklara özlem. Tarihi sulandırmaktır, tahminen sulandırılmasıdır insanın içini en çok acıtan. Ve zayıf düşmemek içindir, her mayısın ilk haftası dördü ile altısı arası, şu anda en lüzumlu ve özlenenler arasından onları çekip çıkarmak. Derin uyku hali haraca kesmişken düşünceleri onlara sığınmaktır bilgece, kösnül yalnızlık ve tekdüzeliğe inat. Varsın olsun ayrılık şarkıları, yaratının kalıtsallığını bozmayacak aykırılıklar. Nasılsa her içli şarkıda titrer zaman, her gül mevsiminde…

 

Her “Gülünün Solduğu Mayıs Akşamlarında” kurtuluşa mukabil ise yolculuklar, dayanılır babında hayat şeridini bir ucundan diğer ucuna eşkıya farkıyla dolaşırım. İmgeler yeşerdikçe, simgeler kızardıkça gece sohbeti yapacak dostlarımı ararım. Naaşımız kara toprağı öpene dek, Onlardır, Babamdır aradığım, unutmadığım ve unutamayacağım…

 

Sınırlı sınırsız bilgiler gölgesinde devrimlere inanmak insana gerçekten kuvvet verir. Zamanla güç kaynağı bile olabilir çekilen acılar. Ancak son yıllarda ortalığı sürüyle sözde rahmani yeşillik, bilumum zerzevat istila etti. En nazlı yetişir olanlardan şu an hiçbir haber yok. Ey Çıfıt çarşısı kıyafetli ölüm, ölümün kör meleği, ölüm tek celselik aşk, gel bakalım. Ve yüzüne vurulacak daha çok ayıp var, çok ayıplısın sen. Bilinsin ki; ozan özür dilerse en sansasyonel biçimde diler, sinkaflayacak ise eğer Kaf Dağı’ndan başlayarak sinkaflar. Bari öğüt vermeye kalkışanlar, Karadeniz’in diplerinde ayıp arayanlardan olmasa. Gülün dikeni yüreğimizi kanattığından iğneleyici sözler sarf etmeyeceğiz bugüne özgü, üzgün edip mantığıyla…

 

Can babam akşam güneşini çimdikleyince yarım kalmış sevdalar, çok düşünerek yazmak hiç düşünmeden söze başlamak gibi bir şey sana ulaşmak. Affet babam can yanmalarda. Ve biraz daha zaman tanı, elbet geleceğim. Daha zaman var sararan yapraklara ve lacivert taş üzerine kazılı bilgeliğe.

 

Her “Gülünün Solduğu Akşam” sizi özlemle anıyorum ve en kısa zamanda buluşmayı bekliyorum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…

  EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…   Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...