GÜLLERİ SOLDURAN MAYIS AKŞAMLARINA AĞIT YAKMAK…
Her “Gülünün Solduğu Akşam” kızaran damlara vurduğunda bıçak
sırtı ayaz, ayılırım bir başka ve katmerli hüzünlenirim. En baba gülümü de
“Gülünün Solduğu Akşam” toprağa verdiğimdendir, bu dilimdeki dirilmiş
sözcükler, bu insani diyaloglar…
Gülün dikeni yüreğimize çentik üstüne çentik atmış bir kere
unutamayız. Başkalaşım başladığından sanal kahramanlığa özenti değil,
alnımızdaki zindan karası. ‘İdamlar ve babam’ hakkında unutkanlık ve acizlik
potansiyeli gösteremeyişimizdendir, kuşaktan kuşağa aktarılmasına taptığım bu
ağıt. Gerçi bir devrimcinin yaşamında çok kırılma noktaları olur. Olur, ama
hayatında iliklerine kadar işleyen ilkler ve beter acılar yaşamışlığı da
vardır. O variyet, keskin acıları yaşamışlıkla kontrolü çok az kaybettirecek
bir etkendir. Zaten yaşamın köklerine inildikçe ideolojiyi eleştirmeyi kültür
edinmişlik derinliği de belirir. Bu öyle bir devrimci kültürdür ki; yeni ve
sade hayatlar kurmayı sürekli engeller. Sıra dışı ve aykırı yaşamaktır haneye
düşülen not. Namı değer başkaldırıların sere serpe yayıldığı şu yüzyılda en yüz
akıdır o yazıntı.
Delice savrulan ve arzdan arşa sonsuzluğu içselleştirirken zaman;
onlar öldürüldüğünde, babam öldüğünde hiç ağlamadım kim diyebilir ki. Kim
diyebilir ki manifestolar kaleme almış olsalar bile ‘Duyguların Efendileri’
babasına ağlamaz diye. Babası öldüğünde ağlamaktır devrimcilik, defnederken de
aklından öpünce hayat, kalenderliği babasından geçmişçesine yutkunmaktır.
Yoldaşı öldüğünde ise gerçek hayatı çarpıtmadan yaşamaktır, benekli hayallere
dalmadan yaşatmaktır…
Her “Gülünün Solduğu Akşam” kaderin bir cilvesidir, onlarla
birlikte babamı da anarım yüreğimde hasret ve yanarak. Çıkışsız labirentlerin
esrarını ve sırrını hiçbir yazılı biyografi çözemez. Ama “yüz metreyi en hızlı
koşan çocuklar” seksenlik ihtiyara elverdiği, omuz verdiği veya kol kola
yürüdükleri gün, yersiz zamansız ölüme mahkûmiyetin ağırlığı tekletir kalpleri.
Yaşanmazı yaşamak incitir ve acıtır yürekleri. Acıyla dişlerimi yumruklarımı
sıkarım. Dünyanın en canlı renklerine hiç aldırmadan, tıknefes anmak ve
yaşamaktır övülmeye layık dostları ve kalender babayı. En sevilenler ayni gün
ölünce, o günü unutmak…
Her “Gülünün Solduğu Akşam” üç kırmızı karanfil Karşıyaka’da
dost bağına, yeşil çotanak babam Çavuşoğlu’nun bağrına yakışır. Haramzadeler
ile kurşun askerler ölüm korkusunu her an yaşarken onlar ölümsüzlüğe uğurlanır.
Zaten çanlar devrim için çınlamaya hazırlandığında tesadüflerle vurgulanan, hayal
kırıklıklarıdır insan beynini kuşatan. Kuşatılmışlık aslında kaç şekerli olduğu
belirsiz zifiri demli çay içmeye yolculuktur, darağacına kurulmuş veya cellâdın
tırpanından doğan yeni ha[1]yatlarda.
Evet, “Onların başı dikti ve hayal ettikleri güzelim dünya için,
ülkeleri için, memleket için, sıla için, anaları, babaları, kardeşleri için
kurtuluşa eren isyanları vardı. O yüzden sehpaya, musallaya yürümekten
çekinmediler hiç asla korkmadılar. Asla yılmadılar, baş eğmediler ve asla
eğilmediler, dimdik durdular ve gittiler. Çünkü onların ince gelecek hesapları,
kişisel kaygıları yoktu. Sadece pırlanta akılları, altın yürekleri, gümüş parlağı
bakışları ve gencecik umutları vardı. Tek cümle ile izahı, onların cesaretleri
ve umutları vardı yığınlara mal olan…”
Her “Gülünün Solduğu Akşam” neden gam çekerim şu bedeni ve
zihni yorgunluk günlerimde bilirim. Şimdi cümle alem bilsin ne gam. Bilirim
karşı kıyıda çelikten ağlara takılıdır aklımın ince gülü, gülleri. Uyku bozuğu
gecelerde yıpranmış kalbe kuvvet bütün orijinalliği ile karşımda olurlar buket
buket.
Ve her “Gülünün Solduğu Akşam” iskele, sahil, meydan, memleket
esenliği için turlayanlara babamın da eklendiğini hissederim. Acılarımın
zirveye tırmandığı o anlarda tembel bir gevşeklik kaplar bedenimi, ama en
enerjik halden daha hallicedir. Sabah uykusunun en birinci özlendiği o çocukluk
yıllarımdan süzülen hayat önünde, babama ve onlara rastlarım. En güler yüzlü ve
sıcak sarılırlar düşlerime. Babam ile övülmeye layık dostlar ve ben izlenecek
yolların en izmlisine vururuz adımlarımızı. İnandıkça gören, gördükçe inanan ve
etkilendikçe güçlenen yüreğimizle ideleşiriz.
Aslında gücümüze, çok gücümüze gider zamanı iyi
değerlendirememişlik. Zorumuza gider, bir parça günlük hayat huzuru tatmadan
gerisingeri devrilmek. Gerçeğin özüne zamansız girişin mükâfatıdır, elli küsur
büklümlü nazım da kırklara özlem. Tarihi sulandırmaktır, tahminen
sulandırılmasıdır insanın içini en çok acıtan. Ve zayıf düşmemek içindir, her
mayısın ilk haftası dördü ile altısı arası, şu anda en lüzumlu ve özlenenler arasından
onları çekip çıkarmak. Derin uyku hali haraca kesmişken düşünceleri onlara
sığınmaktır bilgece, kösnül yalnızlık ve tekdüzeliğe inat. Varsın olsun ayrılık
şarkıları, yaratının kalıtsallığını bozmayacak aykırılıklar. Nasılsa her içli
şarkıda titrer zaman, her gül mevsiminde…
Her “Gülünün Solduğu Mayıs Akşamlarında” kurtuluşa mukabil
ise yolculuklar, dayanılır babında hayat şeridini bir ucundan diğer ucuna
eşkıya farkıyla dolaşırım. İmgeler yeşerdikçe, simgeler kızardıkça gece sohbeti
yapacak dostlarımı ararım. Naaşımız kara toprağı öpene dek, Onlardır, Babamdır
aradığım, unutmadığım ve unutamayacağım…
Sınırlı sınırsız bilgiler gölgesinde devrimlere inanmak insana
gerçekten kuvvet verir. Zamanla güç kaynağı bile olabilir çekilen acılar. Ancak
son yıllarda ortalığı sürüyle sözde rahmani yeşillik, bilumum zerzevat istila
etti. En nazlı yetişir olanlardan şu an hiçbir haber yok. Ey Çıfıt çarşısı
kıyafetli ölüm, ölümün kör meleği, ölüm tek celselik aşk, gel bakalım. Ve yüzüne
vurulacak daha çok ayıp var, çok ayıplısın sen. Bilinsin ki; ozan özür dilerse
en sansasyonel biçimde diler, sinkaflayacak ise eğer Kaf Dağı’ndan başlayarak
sinkaflar. Bari öğüt vermeye kalkışanlar, Karadeniz’in diplerinde ayıp
arayanlardan olmasa. Gülün dikeni yüreğimizi kanattığından iğneleyici sözler sarf
etmeyeceğiz bugüne özgü, üzgün edip mantığıyla…
Can babam akşam güneşini çimdikleyince yarım kalmış sevdalar,
çok düşünerek yazmak hiç düşünmeden söze başlamak gibi bir şey sana ulaşmak.
Affet babam can yanmalarda. Ve biraz daha zaman tanı, elbet geleceğim. Daha
zaman var sararan yapraklara ve lacivert taş üzerine kazılı bilgeliğe.
Her “Gülünün Solduğu Akşam” sizi özlemle anıyorum ve en kısa
zamanda buluşmayı bekliyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.