TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...

21 Temmuz 2024 Pazar

SIĞINMACI DALGASINDA GEVREK AÇILIM

 

SIĞINMACI DALGASINDA GEVREK AÇILIM

 

 

Üç beş gece ‘El heykelli Ada’da gece yarısı ve sonrası sahil boyu ve kale içi gözlemlendiğinde veya bir köşeye oturup imli simli sirkülasyon izlendiğinde tek bir gerçekle yüzleşiliyor. Fotoğraf karelerine girmeye hevesli sığınmacı ve yabancı istilası. Turizm budur, böyledir gevşekliği ve yakıştırması günün gerçeğini izahtan çok uzak bir yaklaşım. Aslında vaka deniz, kum, güneş edebiyatıyla açıklanamayacak denli vahim. Konunun derinlemesine uzatılması ve genel doğrularda kesinlikle uzlaşılması gerekiyor. Yerel kanunlara ve evrensel hukuk çerçevesinde insancıl hamlelerle bu temel sorunun çözülmesi gerekiyor. Aksi halde yerli ve milliler, gevrek sığınmacı ve gevşek istilacıların gölgesinde kalacak. Ve yeraltını ele geçiren bu vatansız yığın, elde vatan bayrak bırakmayacak...

 

Ekonominin dip yapmasıyla büyük şehirler özellikle deniz kıyısı kentler, turistik beldeler yasal dayanağı belirsiz, sosyolojik düzeneği bilgisiz, sığınmacı saldırısına uğradı. Mahaller mülteci yatağına dönüştü. Ortalıkta yaprak kımıldamazken garsoniyeri, daireyi, villayı, kapan bu savaş kaçkınları Misak-ı Milli’yi ‘ben-biz’ çizdik havasında kentin hakimleri oldular. Hınca hınç meydanlarda havalarından geçilmiyor. Tüm geçici sığınmacıların, kaçak veya mültecilerin kayıtlı olanı, kaçak olanı her nasılsa bir şekilde gayri menkul ediniyor. Bu yolla topu kayıtlı göründükleri şehirlerden kopup batıya ve güneye akıyorlar. O yüzden deniz kentlerinde boylu boyunca bedeli ağırlaşan çözümsüzlük eşik atlamış durumda seyrediyor...

 

 

Peki sonuç nereye gidiyor, çare ne probleme akıl ve bilim koyan yok. Malum iktidar kıyı köşe mesken edinen bu geçici koruma statüsündeki sığınmacılara gerisingeri yaptırım uygulamak yerine keyfe keder onların tercihine bırakıyor. Tam muhaliflik muamma. Yani sığınmacıların sebep olduğu yıkım görmezden gelinerek hala ademiyet ve hamiyet propagandası yapılıyor. Yağmaya göz yuman umacı yazar çizer takımı kullanılıyor. Oysa bu hinlik kokan himaye girişimi demografik yapıyı hepten tehdit edecek boyutta. Yarın çeşitli kalkışmalara katılımcı olabilecek artan sığınmacı birikimi söz konusu. Yani sürekli insanlık ölmedi demenin ve cilalanan din kardeşliği masalının faturası çok ağır. Şimdiye dek boşluğa sallanan resmi rakamlar dudak uçuklatan büyüklükte. Biz ‘büyük ülkeyiz’ böbürlenmesiyle gayrı resmisi ise hak getire. Yani yerli ve millinin gasp edilen temel hakları, resmen gevrek ve gevşek sığınmacılara aktarılıyor...

 

 

Memleketin göz bebeği denize kıyı kentlerde, karanlığa ıslık çaldıracak denli dehşetengiz bu konuşlanma konukluk dışına taşacak pervasızlıkta. Öyle ki her kıyı beldesinde her on kişiden biri kayıtlı veya kaçak sığınmacı. Dünya savaşları tarihinde bile böylesi bir istila yok. Üstelik bu ampirik birikim, yüzyılda zar zor elde edilmiş her birikimden, her şeyden, en doğal haklarıymış havasında pay alma hevesinde. Sınırsız konukluğu terk edip batıya kaçış peşinde. Kalmaya kanaat getirenler ise kendilerine aktarılan kaynaklardan doyumsuzca faydalanmanın ötesinde yeni talepler açma küstahlığında. Yani nüfusun yüzde onuna dayanan sığınmacı kesim, yan gelip yatarak günlerini gün ediyor. Konuksever ülke insanı ise sanki çilesi hiç dolmayan yabancı olmuş, sığınmacılar ise en küçük fırsatta ev sahiplerine efelenmeye kalkışan milli ve yerli olmuş. Yerli ve milli pozunda devlete ve millete dayılanma tavrı bile ‘ülkemde savaş var geldim' yalancısı ve kaçakların uhdesine geçmiş. Durum böyle hatta daha beteri.

 

 

Yurtseverlik gereği bu realiteye dikkat çekenler, birilerince hemen mülteci karşıtı olarak damgalanıyor. Yani mülteci edebiyatıyla bir memleketi açıkça istila etmiş bu sığınmacı dalgasını makul görme havası pompalanıyor. Soruna çözüm arayanlara bildik tayfadan yıldırma tarifesi. Bu anlağa angaje kerkenezler, sırça köşklerinden çıkmadan, bilumum keyif metotları denerken, daha sığınma dendiğinde sığ akılla bu kendi vatanına ihanetçileri yayvan ağızla savunma yaygarasında. Bizzat sokağı yaşayanları hümanist olmamakla suçlama peşinde. Bu suç atar bonus dincileri ve fanus solcularının, yersiz ve gereksiz sığınmacı pratiğe bakışı, hiçbir teoriye bağlanamaz densizlikte. Yerli millet dip yapan ekonomi politikalarıyla resmen sığınmacı pozisyona evrilmiş, geçim derdine düşmüş, bunlar zevzeklik hevesinde.  Vakaya lafta hümanist pencereden bakıyorlar. Yarın sıkışan sığınmacı sığırtmaçlar kapılarını çaldığında çok geç kalmış, çok çok geç kalınmış olunduğunu anlayacaklar ama maalesef malzeme bu…

 

Bol kepçeden atan bonus dincilere kıytırık din kardeşi, sağ akılla sıkan fanus solculara çıkarcı iman taifesi olan bu geçici sığınmacılar her yerdeler. Sıfır vergi, sınırsız hizmet, kader kısmet gaspıyla geçici olduklarını bildikleri halde iktidardan güç alarak kalıcı olma gayesindeler.  Oysa tarife belli bu ensar-muhacir hislenmesiyle memleket batıyor. Gelmiş geçmiş veya gelecekte benzeri olmayacak milyonlarca sığınmacının emperyalizm ve yerli işbirlikçileri tarafından yerinden yurdundan edildiği bilindiği halde herkes sağcıl fark yaratma derdinde. Özgürlükleri için savaşmayıp sıvışan bu beş, altı, yedi milyonluk kavim-kabile artıkları kısa sürede toplumu gerisingeri dönüştürecek yetkinliğe erişecek. Peki o zaman ne alacak? Cevap yok, aile fotoğrafında yer alma ve masa kapma telaşıyla gevrek gevrek pişkinlik var…

 

 

Bu acı reçetenin asıl kimlere yaradığı belli. Bu sığınmacı topacın ekonomik çöküş nedenlerinden biri olduğu niçin önemsenmez. Şimdiye dek geçici koruma modunda sığınmacılara otuz beş-kırk-kırkbeş-elli milyar dolar belki de daha fazlasının harcandığı kayıtlara girmiş. Hal böyleyken yerli bonus dincileri ve milli fanus solcuları yıllardır süren bu sığınmacı dalgasının şimdilik nekroz, yakın zamanda nevroz sonuçlara gebe olduğunu niçin saklar anlaşılır gibi değil. Ayrıca bunlara harcanan para azımsanacak bir rakam değil, vadesi yakın ülke borcunun ‘beşte-onda’ biri…

 

 

Çok bilir bonus dincileri ve çok okur fanus solcuları kabul etmese de bu sığınmacı istilası tam bir beka sorunu. En temel sorun. İçeriden dışarıdan bu sığınmacı dalgası aleyhte körüklenirse sığınmacı cenneti bir anda cehenneme döner. İç ve dış güvenlik çöker. Kapıya dayanır felaket. Aynı gemideyiz hikayesi de biter. Yani kanun dışı demografik tazyik, dengeleri değiştirir, istikrarı bozar. Ve Cumhuriyet çöker…

 

Bu çıplak uyarıcılığı etnik ayrımcılık gören, yabancı düşmanlığı görenlerin, başta bonus dincileri ve fanus solcularının sanki başka memleketleri var da uyaranların yok. Ulusa burası son durak. Ayrıca biz kimiz, onlar kim? Bakın bakalım yakın tarihe. Keskin bıçak kemiğe dayanınca ‘olan olur, olmayan kader’ safsatasına gevrek ve gevşek sığınmalar artık yeter...

 

 

Malum iktidarın, geçici korunma altındakilerin, mülteci formatına asla sokulamayacak sığınmacı ve kaçakların, kısa vadede uzun yıllar giderilemeyecek hasar bırakacak saldırganlığına yeni açılım ise akıl dışı; ‘isterlerse giderler, biz göndermeyiz, gönderemeyiz’. Peki neden?

 

Üç beş yıla ‘El heykelli Ada’ya çıplak gözle bakıldığında yabancılar yerli, yerliler el olunca bizim gevrekler acaba neler geveleyecek? Bu gevşekleri ve kararan geleceği yaşayıp göreceğiz…

16 Temmuz 2024 Salı

TEŞEKKÜRLER ADA, TEŞEKKÜRLER EL HEYKELLİ ADALILAR!

 

TEŞEKKÜRLER ADA, TEŞEKKÜRLER EL HEYKELLİ ADALILAR!

 

Şu artık yeter gari Temmuz sıcağında, denizden kopan ılık bir esinti esnetiyor Ada sahilini. Meydanda bir kuru kalabalık kasım kasım kasılıyor. Topu ‘kitapsız’ soluklanmaya ve solmaya hevesli sanki sergilenen binbir çeşit kitapların yüzüne bakan yok. Kapışmaya namzet Adalı yazarlara şöyle bir nazar ediliyor. Bu arada yalandan ‘memleket kurtulmuş’ tragedyası gediklileri boy gösteriyor. Bir yanda kılı kırk yaran incelikle, uyarına nasıl söylenir ‘uyumsuzluğu’ kılıçların gölgesinde yazanlar. Diğer yanda zerre zümre kaderine boşluk yazılanlar. Gerçekte olanları veya olayların gerçeğini umursamadan, ummadıkları bir anda yeni kalkışmalar hortlayacak korkusu duyanlar. İç bayıltan hamur kokusu alanlar, aman canım hortlarsa hortlasın biz lokma ve meşrubat kuyruğuna girelim telaşına kapılanlar. Panayırlık lokma girişkenleri internasyonal bir çeşni sunuyor tedbirli temaşaya. Teşekkürler Ada, teşekkürler Adalılar anladınız siz ne söylemek istediğimi…

 

Vatan millet adına izlenimi verilmeye çalışılan, bir buçuk saat zor dayanılan hengâme, siyasetin ana gemisinin çoktan teklediği, dibinin iyice delindiğini bizzat tescilliyor. Bizimki resmen annaklamak, anılara tortu katmak. Yirmi küsur yıllık hayat bilmecesinde kareleri karartanların, bir geceyle zor aklanacağını veya artık aklanamadığını az buçuk görmek. Anıların tozlu raflarında kalacak balkon pozlarını postalamak. Mesele postalların izinde tarihe kara leke davudi şişinmelerin, eline som altın koz verilenlerin, yüksünmeden tam gaz gazlayanların mesajının nereye gittiğini sorgulamak. Sorma gitsin topuna Babil surları demek. Yerel genel intiba, iktidarın iktidardan sayılmazlığına ramak kalmış gibi. İllaki intibah. Millet ar damarı çatlamış ak sayıklamalara, her fırsatı bol kepçe yandaşlarına harcayanlara yeni bir fırsat tanımaz sanki. Temmuz karanlığında ruhu terki diyar edenlere yazık gerçekten. Ne uğrunaymış tüm çaba, iktidar nerdeyse çakılmaya yüz tutmuşken çok geç anlaşıldı. Bu temmuz kızgınlığında savaşkan nutuklar kurtarmaz malum zevatı. Teşekkürler Ada, ‘El Heykelli Ada’lılar neyi söylemek istediğimi anladınız siz…

 

El heykelli Ada’nın lafazan siyaset tellallarına aldırmayan adalıları, meydanı ve ikram kuyruklarını yabancılara ve gurbetçilere bıraktınız. Yerli yabancı turistlere kısmen köşe başıcılar, köşe dönücüler, deşifre olan feleği şaşan şahika, kurbağalama yüzen gurkalar, yüzde elliyi görmekten umudunu kesenler, suçu günahı yirmi küsur yıllık muhalefete yıkanlar, yalanı talanı Allah’a havale edenler eşlik ettiler. Yani zeytinyağı gibi üste çıkanlar, arapsabunu gibi kaygan balkon tiryakileri, ak saray havarileri, hariçten harçlıklanan hariciler, utanmazca ‘Mavi Gözlü Sarı Paşa’ya sarık sallayanlar, ‘istiklal marşı’ okunacak diye gerisingeri kaçan her daim mazlumlar, mumları yatsıya kadarlıklar, felekten bir gece daha çaldılar. Çalsınlar bakalım. Bunlar ki ülke yansa, mutfak yansa, kentlerinin ormanları yansa veya bir muamma yakılsa, muhteremin mahreminde kıllaşanlar, hileci hurdacılar, hülleci gülleciler, fildişi sedef kakma kutucular, kapalı zarf açık tasnif ihaleciler, tek renk kelebekler, siyah laleler, silkelendikçe sikkelenenler, sirke küpüne bal çalanlar. Topu ezik mezik meziyetsiz, dolandı meydanı. Fiyakalı fuarcılar, bu sözde ‘kitap’ severleri, kutsalı puta puntalayanları, boş bulduğu mezara sıvışanları, defteri kebiri sağdan almaya tapanları hiç takmadılar bile. Velhasılı kelam, bir ikram pir ikram mir kalemler, size de çok, çok teşekkürler. Teşekkürler Ada, teşekkürler ‘El Heykelli Adalılar’ anladınız siz neyi söylemek isteyip de harfiyen söyleyemediklerimi…

 

Yıllar yılı adım adım kısıtlananlar cennahında durmak ve direnmek kaydıyla, ısırgan Temmuz ortasına mahirane bir makale astarlamak için mastar ekleri de kifayetsiz. Ünlemler de işaretleri de. Artık bu tarifsiz keyifler muhitinde tanrı misafiriyiz, onu iyice anladık. Allah’ın çölünden, dağından mültecilere ne gerek, hipotezleri tiz hipotezcileri titiz bu meşum âlemde, kendi ülkesine yabancı ‘mülteci’yiz biz. Düş kırığı, ses kısığı, malum rastlantılar diyarında bir garip yolcuyuz. Hüzün dizilse de boğazımıza, her hazan yüzdesel tek başınalığa tepkili, inadına tek başınayız. Bu tekilleşmeye son söz; ‘Üflediğin can tükeniyorken canımızda ey canan, gücümüz yettiğince hala seniniz, ilelebet emrindeyiz, hedefine amadeyiz, her daim yolundayız, dönmeyiz yolumuzdan asla ve hala isyandayız…’

 

Gezdiğim gördüğüm, incelediğim irdelediğim kadarıyla dünya hep ayni, istikrarını istatistiklediğim şu bereketli memleket bitik. Yıllardır ayni ahval ve şerait, ayni minval üzere birlik. Minnet ve ihanet deryasında adamcıklar ve adamsılar öbek göbek yayılıyorlar denizlerden içeri. Sanki onlarca yıl, iğreti ve irkilten bir karamsarlık tetiklenmemiş gibi her biri çoktan açığa düşmüş sinsi uyanıklığa sarılmış kurgucular.  Bundan böyle ara kesit aşikâr, keli fodulu yok kelsi fellisi yok, akde vefa yok vade yok, veda yok veda hutbesi yok. Zaten yok oğlu yok. Demek ki gücenmek vazgeçmek yok, tırsmak pırsmak yok, hapislere tıkılınsa sürgünlere uğranılsa yalpa yok, sellere kapılınsa zelzelelere uğranılsa zikzak yok. Çünkü ailede geçim yoksa genel seçim var. Teşekkürler Ada, Adanın damları, adamları iyi ki varsınız. Siz anladınız neyi niçin söylemek istediğimi ve söyleyemediklerimi…

 

Yaksın varsın Adayı güneşin altın ışıkları, sinemiz hazır hedef şaşırmasın gümüş okları. Özlemle özgür figürler yoğurulan toprağa, suya ve ateşe, benliğe bin bir rengin ahengini sunan havaya, aklın rengini doğaya sırıyan denize, pik harflerle yazılan güncelere demirlemek var bundan böyle. Demirden korkmayıp trene binenlere ihtiyaç var. Hayatın diyalektiğinde daha neler var neler. Var oğlu var. O nedenle yılmadan, cehennem azabına dönen sevgiyi yaşarız ömür boyu. Aşkla; ‘Hey gidi soya çekim solculuk’ sırlarımızı sabırla ateşe gömeriz. Bin ömür sır tutar, bir ömür sur yıkarız. Surun üflendiği güne nispet, kırmızıya yeşil, aleve kızıl, maviye deniz, kızgın demire can katarız. Kula pula, kuşa kurda eğilmeden, el etek öpmeden eriyip eriyip dirilir, ışığa pervane olur suya yazı yazarız. Yazgıymış demeden, aklın dengine, ahenkli kelimelere kim hükmederse biz o hükümetten oluruz. Gerisi hükümsüzdür bize. Bu arada değme keyfe gerekiyorsa en değerli hükümlülerden oluruz. İyi ki bize bizi anımsattın, bizi kendimize getirdin sevgili Ada, ‘El Heykelli Adalılar’ sonsuz teşekkürler. Siz neyi söylemek istediğimi çok iyi anladınız…

 

Hey, bu güzelim Adanın artık yeter temmuzunda, can yakıcı dolduruşa gelip kitap sergilerini pas geçen, bilabedel şerbetli lokmaya ve soğuk meşrubata koşanlar anladınız siz. Ummandan ummana hep aynı umursamazlık. Size tek paragraf daha harcamam, toptan anladınız ama amması var…

 

Not: Kıyı şeridi kentli gerçeğidir; Ada, Adalılar ve Ada yaşayanları yazın Cuma, Cumartesi ve Pazar akşamları ve geceleri meydanlar, sahiller aşkın kalabalık olduğundan zorunlu olmadıkça evlerinden pek çıkmazlar…

 

 

KILIÇLARIN GÖLGESİNDE KİTAP YAZANLAR…

 KILIÇLARIN GÖLGESİNDE KİTAP YAZANLAR…

Her kitap fuarında veya yazarlar buluşmasında ‘kılıçların gölgesinde yoldan çıkış’a kitaplarıyla ayna tutan yazarlar için ‘Kitap’ önemlidir ve okunasıdır. Sergilenip, sıralanıp, toplanılası hele sandıklarda saklanılası değildir. Zaten kitaplar kendiliğinden değer kaybetmez, bir gün mutlaka değeri anlaşılır. Ancak zamanında okunursa değerlenir kitap. Korkmadan, gözünü kırpmadan kitapların büyülü dünyasına dalanlar, gittikçe yozlaşan dünyaya ve kısır döngüye hatırlı kişiler, hayati vakalar, varoluş sırrı ve bilgi kıvılcımı ekler. Haliyle ‘Kılıçların Gölgesinde Kitap Yazanlar’ın gözü pekliğini görürler ve cesaretlenirler. Bir de kitap gerçekliğine epey uzak, malum mevzuya eften püften bahanelerle, çivileme dalanlar var. Onlar dev kara dalgalara dalgakıran görevi üstlenen kitaplara dönüp bakmazlar bile. Yazarların ne yazdığına hiç aldırmazlar, kitabı salt boş vakit eğlenceliği görürler. Zamanı değiştirme şansını ıskalarlar ve bir bardak suda kopan fırtınada boğulurlar. Bu ıskartalara müzikal duyarlıkla ne dense boş…
“Saza niye gelmedin? Söze niye gelmedin?
Gündüz belli, işin var. Gece niye gelmedin?
‘Üç gün’ dedin, ‘Beş gün’ dedin
Aylar oldu, gelmedin…
Geçen cuma gelecektin, Haftalardır gelmedin…”
Kordonda süslü püslü salınırken aklına kitap gelmeyenler ile aklı yücelten kitaplardan ve ‘Kılıçların Gölgesinde Kitap Yazan Yazarlar’dan kaçarak, iş yaptığını sanan kindarlar bir arpa boyu mesafede karakter ile karizma arasına sıkışırlar. Bu süzme akıllılar, kılıçların gölgesinde doğan kitaplara korku ve şüpheyle bakarlar. Zifiri karanlığı ışıtan, nemrut zehri sağaltan, insanlığı yücelten, uygarlığı ayağa kaldıran, sonsuza dek saf cevher kalacak kitapları, kendilerine olmasa da çocuklarına sunmaktan dahi kaçınırlar. Güneşin zaptına yol veren, zirveye çakılı loş ışıkları yutan kitap denizinde, bilgi çağını canlı tutan mutedil dalga kitapları en baştan gömerler. Kemale erdiren en keskin dost kitaba ayıp ederler. İlahi istek İkra’dan beri okumayı erteleyen, bilgiyi örten ve bilimi öteleyen coğrafyanın makus talihini yenmesine mania koyarlar. Dolayısıyla okuyanı az, kitabı bol mahir memleket, kof bilgiler kültürüyle gericileşir. Kitapsızlık, hayata ve akla örülen kalın duvarları tek hamlede sıradanlaştırır.
El heykelli adada, geleneksel buluşmayla, ‘Kılıçların Gölgesinde Kitap Yazan Yazarlar’ kendi çapında, ellerinden geldiğince, akılları yettiğince bu sıradanlığa karşı çıkıyor. Kitap kokusunun, kitap korkusuna dönüştürüldüğü genel ortamda, engel ve yasak tanımadan bu yerel buluşmanın tarafı olan okur-yazar-yerel iktidar herkes yaptığıyla gururlanmalı. Gururdan öte, yürekler kitap kitap attıkça zincirlenemez topluma öncülük ediş mükafatlandırılmalı. Deniz kıyısına konuşlandırılmış platform üyeleri, kitap yolcusu dostlarına rengarenk kitaplarını sundukça güzelleşir ve güncellenir hayat. İşte bu yüzden bir yerel kitap fuarından ve kent hemşerisi yazarlarla buluşma fiyakasından fazlası bir etkinlik ve etkileşimdir hayata geçirilen. Aşkın ve devrimlerin kıskanıldığı bir çağda, paslı çarkına isyanın, kültürel akıl kültüyle kütleleşmesidir bu buluşma. Zaten anca böyle, kitlelerden kopanların yüreğine korku siner. Yerelden genele ‘geçim yoksa, seçim var’ olgusu harmanlanır…
Edibi edibesi, ‘Kılıçların Gölgesinde Kitap Yazanlar’ yorulmaz eylemci kıvamında uzun ve sancılı yılları, gecikilmiş yazarlığı sunar dostlar meclisine. Deniz esintili bu geleneksel buluşmada kitap kokusu ve yazar çeşnisi güzel günlerin habercisidir. İşte bu eşsiz buluşmayı görmezden gelenlere, özgün geleneğine duyarsız kalanlara gelsin ara nağme; “Deniz kıyısı fuar. Fuara katılan her yazar bin nefer. Her nefer bir kitap, her kitap bir siper. Her yazar bir başka sefer, günden geceye uzayan başka fuarlar özler...” Ismarlama duyarsızlıklara müzikal son söz…
“Çaldığım saza mı yana'm? Ettiğin naza mı yana'm?
Ala'm seni koynuma Kış yata'm, yaz uyana'm…
"Üç gün" dedin, "Beş gün" dedin
Aylar oldu, gelmedin…
Geçen cuma gelecektin, Haftalardır gelmedin…”
Dün buluşamadık. Bugün de buluşamazsak, yarın? Bugün yarın? Ya hiç buluşamazsak... Asla yılmayız buluşuruz altın kalemle ve ‘Kılıçların Gölgesinde Kitap Yazanlar’ kervanıyla yolculuğumuz sürer. Yol boyu bir sonraki buluşmaya yetiştirilecek ‘Romanların Gölgesinde İsimsiz Romans’ı yazmaya devam.

SAHİLDE IŞIK YILI

 SAHİLDE IŞIK YILI

Yıllar sonra sahile vurdu ışık güncem ışıl ışıl
dik açıyla aynaya ışığın vurdu yazık
sahiden çatlattın aynayı artı kadeh de kırık.
Kırık sevdalar üzerine çılgınlık masasındayım
rakı ispirtolu sanki yarımlık yarı sahte.
Sakınmadan kıyı boyu oynamaya vurdun nurum
oynattın aklımı tozuttun benliğimi ayılttın belleğimi.
Üstelik kalp ezelden kırık
Portolu rakkase yarı çingene pek tanıdık
dansı fortifiye şarabı için üzüm çiğner gibi aydınlık.
Bir yudumda aynada yüzü soldu tüm özlemlerimin
sararttınız aynayı günceler zaten kader de kırık.
Nakkaştepeli gül satar işportacının sesi kısık
sahte cennet sahilinde öze can değerse artık
mürvet güle yakınsa özüm öylece yakılsa gerisi boş.
Yıllar var güneş doğanda er vakit aynaya vurur nurun
Gücenmiş aklım sıralar günceleri usul usul…
Sahilde ışık yılı kordon boyu aşık yolu
düşeydim düşlerine altın sarısı sahillerde ışığın kızı
cam vazoya vurmuş gölgenle yüz yüzeliğe razı
susuz çiçeklerden susmayı öğrenirdim beş paraya.
Dinledim aynada yankılanan sesini
Deniz masmavi ve serin
buzlu cama vurmuş gölgen ses canbazı.
Vazgeçilmez tuzaksın geçilmez yasaksın gecikmeden sevin
sevgili Puşkince istiyorum sevinmeyi yıllardan sonra…
Bu temmuz akşamları ipek şallı floş puşili peri kızı
kadehlerde yuvarlanan kırık aşklar nazlı.
Çınlatır dünyayı sahile vuran ışıklar hazlı hazlı
çatlattığın aynaya hülyalı ışığım vurdu güncem.
Işık hızıyla savuşturdum aşkın dalgaları uzağıma
özlemlerim sahile vurdu kırk ayna karşıma kuruldu
Derdo yıllar sonra aynada kendimi gördüm tanıyamadım…

13 Temmuz 2024 Cumartesi

BENİ AŞK

 BENİ AŞK

Beni aşk senin için sütlü kahve
şiirsiyi bilmem ama bana limon kuşu şakıması.
Tek kelime tek cümle azık dehlizi
benim için aşk sayfası hep bol şiirli.
Boğulduğum deniz nane likörü denizi
takılı kaldım sonsuz aşka izm'li.
Yüzümde siyah lale beni aşkın isi pisi
çözemez derdimi nane mollaların hiçbirisi.
Dilim elim belim tenim beni aşk karalısı
özlem çok çarem yok özü çalınan sınırdayım.
Derdo benim ben bizzat sen yaralısı
vınlayan kurşunu eliyle tutan güneş sevdalısı
bir dokunsam semaya binlerce aşk narası...
Nara razı nalanım hayal fuarında kitap
Denize vermişim sırtımı dosta düşmana karşı.
Al yazmalıya kara yazgı kanlı hitap
nazlı nazlı süzülmeyi bilmiyorsam da öğrenirim.
Hazan hüzün girdabında dibe batmayayım
harlı yüzeye tutunayım yeter gayrı...
Unut beni pozunda tüm direnişçi sevdalar
kutup nişanım tipim teneşim tekçe eşimdin hani
tutup aşkı nazar beni oyuna getirdi yine.
Hiç endişe duymuyorum sanma sakın
teke tek yakınmalara karnım tok artık
çünkü yıllardır beni aşka aşkla asıldım.
Beni aşk diyarına sen sütten çıkmış ak kaşık
son denemem sütsüz bir fincan acı kahve
kahır dönemi artık ilerisi gerisi çok karışık...
Saklamışım aslan gibi yüreğimde beni aşkı
derlemişim aşkın suçlamadan öykülerin gölgesini.
Aşkla yudumlanan sütlü kahve mevsimini
ben sende tutuklu el heykelli de yazmışım.
Derdo ne sen söyle ne ben duyayım artık
zeyno bilesin dört bir yan zehirli sarmaşık.
Son arzum en sonra kesilsin son nefesim
beni aşk için senin için benim için can lazım
ömür dediğin okyanusa zerre derya denizim...

PALYAÇOLARA PALİNKA İNKA

 PALYAÇOLARA PALİNKA İNKA

Palyaço suratlı ağlak şapşalak anlatıcı
dinlemicem artık seni olsan bedavaya
boşa güldüren komutların olsun hiç aldırmayacağım.
Palinkaya boğulan hayalciyim aklı sır tutmayan
İnkalardan beri böyle asi geçer zaman
sadece seni kendimde yaşıyorum darma duman…
Sen ikinci kişiliğimsin kızıl palya
illa ki ağlayacaksın ileride adım gibi biliyorum
her sabah en erken uyanıp atıla katıla dalya
bir sütlü kahve içimi süresince parya.
Dön bak geçmişe hiç de aynı hissetmeyeceksin
palinka da katsan ruhuna boş inka yok tepende.
İnkarla kaynadın ruhuma ömrümü çaldın damla damla
palyoşa fasikül fasikül yazıldın isyanıma.
Geç anladım seni sevmek en baştan fiyasko
öpüş aynı eski öpüş gerisi aceleye getirilmiş kaşkariko
ikinci baharımı en temel içgüdülerle kandırdın.
Ahlar ahular aslar asular dergahında aşk devre dışı kaldı
egzozu patlak karavanda en popüler şarkılara yandım.
Çırçıplak güverteye ulaşınca şarkın nesli nesnesi
bir yol severcesine keramik aşklar esintisi.
İlerleyen zamanda yaratı kükremesi küskün dövüş patlaması
değişen hiçbir şey yok orda korda her şey yalan.
İlla ki yanacağım ileride adım gibi biliyorum
düşler düşesi sitinpolis yakılan aşkların dum duma dumanı…
Kendi kendine koyduklarını yasaklar cehennem dağı
asılacağını anlayamamış kulların belleği cennet bağı.
İlla uyarılsın katlanılmaz hasretin palideleri
palyaço suratlı ağlak sağlak şavalak anlatıcı
öldüren komutların artık oldukça pahalıya.
Yüz güldüren palinka inkadan hemen sonra
pastel kurşuniye boyadım postu deldiren palyaçoları…

KAPAK

 KAPAK

“Peynelmilel Pederpan, heder edilen hayatlara peyderpey öyküler yükleyen çetin çolpan. Anıların aslını astarını bilen, ‘bal kuşunun intikamını’ ballandıran doğan. Öykülerin gölgesinde akıl akar, gözler kayar, yürek sızlar ve bir fincan ‘sütlü kahve’ iyi gider. Vaktiyle bir deniz yolculuğu. Yol Denizin Kara’sından Marmara’ya. Kapak atılan liman, halat merdivenlerle inilen Tophane. Merdivenlerinde yatılan Haydarpaşa Garı. Kaçak saçak uyunan Topkapı mezarlığı. Sonrası eksik aksak akilane, tek göz bir hane. Ergenlere ‘Asitane’ erime dönemi. Zamanın asilere ve asillere girizgâhı, namı değmez sıralı saralı askeri müdahaleler. Arafta herkes mucize bekliyor, mucizevi rastlaşmalar cana can katıyor…
Gizem dünyası işte, belki hiçbiri yaşanmadı ama öyküler gerçek. Öykülere sızmış düşgün hallerin encamı orijinal. Orijiniyle oynanmış yaşayan öyküler. Hiçbirinin başı sonu yok. Okkanın altına gidenler iki arada bir derede yazıta karışır. Hokkanın kapağı açılır, Pederpan öyküleri biçimlendirir. Peynelmilel pınarda, sütlü kahve aralara serpiştirilir. El heykelli’de ağız tadı bozulanlar, ipe un serenler, serden geçenler mimli. Derdo simli. Kalp krizinden korktuğundan, ‘Öykülerin Gölgesinde Sütlü Kahve’ içmeyen adam ve bir ömür lavanta kokan madam aynı masada. Gönül gözü görünce, öykülere son noktayı koyar, Peynelmilel Pederpan…"

KORKULAR KRALI...

 KORKULAR KRALI...

Korktu fırlak sürpriz yumurta ikizi
korkusundan nice sürprize kaydı gözleri.
Korktu tırlak korkuluk
korkusundan aşka kapandı not defteri
korkular kralından zırlaklara zırnık aşk dersi.
Muhteşem hayat çıkmayacak fallara el uzattı
kırmızı çizgilerle beyne aşk mesajı.
Geç yakalandı muhteşem tanımlı birincil hayat
korkma korkular ecesi ders işte o ders...
Hususi hisler sil baştan savruldu
kırmızı mukoza yüzeyinde polip uzantıları
kör şeytan vesvesesi nice zevklere öncül.
Postu delen kahverengi korkular vücuda yayıldı
göğüste bir sıkışma midede bir bulantı.
Hiç kimse bir türlü duymayacak serçelerin sesini
sahipsiz konuşmalar çalacak yeri göğü.
Korku kapısını aşındıran gönüllü
konuşmalar
konuşma olmaktan çıktı çıkacak.
Korkuyla çeyiz hazırlığında körpe kızlar
pembe yanaklara gölgesi düşen acı tecrübe
efsaneyi yerle bir edecek köhne kavramlar.
Kendi kendine kavranılamaz bir dünya yaratısı
dünya içinde tepelenmiş kokusuzlar
bir daha iflah olmaz gönlü kor hoplamışlar...
Korkaklara haya duygusu acımasız düşman nefesi
Şiirsilerin gölgesinde konaklayan palyaço hayalci
panoda palyaço suratlı popülerlik nesnesi.
En dibte arsız mahkumiyet
Deniz koptu geliyor yeriştikçe eridi masumiyet.
Pikine dek usturupsuz uyumsuzluk
uyarına gelirse kazılır herkesin kör kuyusu kendine
sürpriz yumurta kırıldıkça kalmadı haysiyet.
Hasılı haspam artık çok geç
havayı kuşatıyor ağır hasarlı hasılat
aldatıcı palyaço ortada kuyu var yandan geç...
Korkaklar korosu mütevazılığı bir kenara bıraktı
koristler artık frensiz bisiklet sürecek kıyamete
nice sürpriz yumurtanın yüzünde cehennem alazı.
Alayı razı alarm arızalı
Derdo son bir defa duvarın arkasına gizlendi.
Yumuşak tipler yağmurdan kaçarken
korktu tırsak korkuluk sırıdı kurşunu
korkular kralının pelerini delik deşik
nice sürprize kapandı kahverengi gözleri...

PALYAÇO

 PALYAÇO

Şiirsilerin gölgesinde hayalci palyaço
panoda palyaço suratlı popülerlik nesnesi.
En dibte arsız mahkumiyet
Deniz koptu geliyor eridi masumiyet.
Pikine dek usturupsuz uyumsuzluk
uyarına gelirse herkesin kör kuyusu kendine
nesle ne gerek kalmadı haysiyet...
Hasılı artık çok geç
ağır hasarlı hasılat
Aldatıcı palyaço ortada kuyu var yandan geç...

DERDO CAN

 DERDO CAN

Vaktiyle canıma can değdi
vamp kadınların elinde can verdi düşlerim.
Küreselleşmenin kabuk atışını göremeyenler
Adadan kuzeye camdan kalpler uçurdu.
Uçurumun kıyısında kıvrandı canan
herkesin arzulayacağı sonsuz mutluluğa sarılanlar
çırpınan protest proleter şarkıları yaşadılar.
Nakaratlarda can verme çağrısı çınladıkça
asri tarihçiler bir bilseniz
her yeni şarkıda doğan biz.
Bir de vakitsiz doğranan kara deniz
kalmadı gerginliği azaltacak halimiz vaktimiz...
Vakitlice kör saldırıların dibindeyiz
coşku yoğun nakaratı ezberden biliriz
pik yapan eller havaya eşlikçilerine
kahraman yaratısı kara korsanların elinde giz.
Kuşkusuz muğlak anıları yağmalananlar isimsiz
ardına takıldım tökezleyen cam kürenin
hani mahsustan eğleşiyoruz sanılmasın işimiz.
Canıma çöken iblislerin kulağı çınlasın
cano can en derinde camı kıranlar korksun
şimdilik vakti zamanı değil adayı keşifteyiz...
Zevkle seyredilen perdede vamplar vampı pusuda
anılara doymayan kaynar kazan köprü altında
daha kaç can vermeliyiz tahtına sarayına
ağrılı başımla anlamaya çalışıyorum.
Hala anlayamıyorum duble duble çaresizim
bir sır var benden içeri geç yaşta çözemiyorum...
Genç yaşta sona irkilişim saçma sapan biliyorum
geçmiş zaman penceremden cana değer izleri silmiş.
Eskimiş hayalleri yaşıyorum üçü bir yerde
özgürüm özgürsün özgürleştim bir kalemde.
Derdo şimdilik canımdan can koptu
özüme döndüm
Cano vamp kadınların eline doğdum her gece
öldüm öldüm bir türlü dirilemiyorum...

LİMONİ İBİBİK

 LİMONİ İBİBİK

İbibikler susar susmaz limon öter
imbikten süzülür hasret basar kahır
Daha ‘Güneş batar batmaz’ Deniz gözlüm sararır.
Öylece her akşam saat kaç buçukta istersen gül gayrı
hasretlik çağıran halüsilasyonlardan usandım.
Budist tapınağındaki rahip usuma dadandı kel alaka
bu da geçer elbet kanyaklı öksürük şurubu yutağımda
yegane ilacımsın limon bakışlım buçuktan sonra da gel gayrı…
Uzaktan kumandanın pili zayıfladı güller mevsiminde
boşa uğraşmayacağım asıl çile zaten kucağımda.
Limon kafesinde suskun kafam düşkün ebabil
yarın akşam saat kaç buçukta gönülden istersen gel
bebiş gözyaşlarıyla karşılayacağım seni ada rıhtımında.
Paketlenmiş hayatın süsü püsü darağacının yağlı ipi
tarçından ürken yarasa gibi geceden vurdu tipi
zürafa boyunlu küskün telgraf direklerini takip et gel gayrı…
Yol desen yesi kalmamış yester yolcunun kalbi kırılmış
çirkin mandarin ördekler dere boyu buzdan heykel
heyhat limonun kafes kapısı geceden açık kalmış.
Bizans entrikası geceler vurgun yemiş rengi tipi kaymış
hayat ol desen olamam kuş kadar gücüm kalmamış.
Buz tipi yarasa gibi geceyi gecelere ekledi
limon açık kapı havasına kapılıp boş düşlere kanatlanmadı.
Kanadı yüreğim haraç mezat kaldın üzerime limoni kadın
kalma git uzaklara diye şakıyor limoni ibibik kanma gel gay-rı…
Takas mevsimi hasada durduğunda şakayıklara şakır limon kuşu
gök kuzgunumsu ibibikler öter ötmez akıl karışır
çavuşkuşu peder ibonyo usumdaki haritayı imler kuşbakışı.
Oyunu kuralına göre oynamasını bilmekten geçer her yol
hep ayni manzara duy sesimi şarkılarla yarım buçuk yarim ol gayrı.
Lütufkar düşünceler kervanıyla sürüklendiğim umman yeter
umarım o unutulmaz nakarata takılır limon kuşumun aklı.
Derdo ‘Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu.’ imbatın aslı
susadım mavi gözlüm limon kuşum diyor geç kalma ‘gel gay-rı’…

EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…

  EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…   Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...