TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...

31 Mayıs 2022 Salı

ALINTI

 ALINTI...


Burada aktarılanlar tırnak içinde bir sosyal medya alıntısıdır. Yaşananlara çok alınan birisinin özeleştirisi veya iç yangınıdır. İçten içe biriken isyanıdır. Tüm insanlar bilsin! diye... 


Emperyal dünya hali. Kent isimleri değiştirilince çok şey birbirinin benzeri. Tüm unutanlara ve unutmak istemeyenlere gelsin; "Unutmayın ki Piteşti, Craiova, Câmpulung-Muscel, Bükreş'te araba fabrikalarımız vardı, Bükreş'te bir otobüs ve troleybüs fabrikamız vardı, Braşov'da bir kamyon fabrikamız, Braşov'da bir traktör fabrikamız, Craiova, Reșiţa'da lokomotif fabrikalarımız vardı. Arad ve Caracal'daki vagon fabrikaları, Arad, Timişoara ve Bükreş'teki tramvay fabrikaları, Timişoara ve Ploieşti'deki vinç fabrikaları, Iași'deki ağır ekipman fabrikası, Galați, Reșița, Hunedoara'daki çelik fabrikaları! 


Okumaktan bıktınız mı? Ama ebeveynlerimiz ve büyükanne ve büyükbabalarımız çalışmaktan bıkmadı. Bacău, Craiova'da bir uçak fabrikamız vardı, çimento fabrikaları, cam ve porselen fabrikaları, tuğla fabrikaları, tekstil fabrikaları, pamuk, ipek, yün işleme fabrikaları, iplik ve sentetik elyaf fabrikaları, plastik fabrikaları, yağ ve şeker fabrikaları vardı. Sebze ve balık konserve fabrikaları, mobilya fabrikaları, bisiklet fabrikaları ve müzik aleti fabrikaları ve daha birçok fabrika. 


Romanya'da her şey ebeveynlerimizin ve büyükanne ve büyükbabalarımızın sıkı çalışmasıyla yapıldı. Çocuklarınıza ve torunlarınıza, şimdi gördüğüm apartman bloklarının %90'ından fazlasının 1989'dan önce yapıldığını, barajların ve hidroelektrik santrallerin o zaman yapıldığını, sulama kanallarının yapıldığını, Karadeniz Tuna Kanalı'nın yapıldığını söylemeyi unutmayın. İnşa edilmiş seyrüsefer ve sulama, su ve doğalgaz temin edilmiş, binlerce kilometre demiryolu, yol, köprü ve tüneller yapılmış, taşkın yataklarında arazi iyileştirme çalışmaları yapılmış, Bükreş Metrosu ve Halkevi yapılmıştır. 


Stadyumlar, spor salonları inşa edildi ve Romanya sporu yüksekti. Hastaneler inşa edildi, kreşler, anaokulları ve okullar inşa edildi. O zaman gerçekten öğreniliyordu. Çocuk kültür evleri ve saraylar yapıldı.

Rumen filmlerinde şimdiki gibi değil bu milletin kahramanlarına saygı gösterilirdi. 


Rafinerilerimiz vardı, ticari ve deniz balıkçılığı filomuz vardı, petrol, doğalgaz, bakır, uranyum, altın, tuz, mermer, her şeyimiz vardı, kimseden bir şeye ihtiyacımız yoktu! Tarımımız vardı, toprak Romanya'ya ait, yabancılara değil. Bağlarımız, meyve bahçelerimiz, sebze ve çiçek seralarımız vardı, ormanlarımız vardı, güçlü bir hayvancılığımız vardı, sadece Tomeşti'de her yıl 1 milyon domuz çıktı, evet siz doğru oku, bir milyon.


İlaç fabrikalarımız, kimyasal gübre fabrikalarımız, silah fabrikalarımız, bira fabrikalarımız, sigara fabrikalarımız vardı. Tersanelerimiz vardı ve Bükreş-Köstence Otoyolu yapıldı. Deyim yerindeyse her şeyimiz vardı ama bir gün Noel'de Batı'nın uşakları ve bu milletin hainleri, bütün dış borçları ödedikten ve bunca işten sonra iyiye gitmeye başlamışken, bir süre sonra onu vurdular. Deneme karışıklığı!


O zamandan beri hiçbir şeyimiz olmadı, her şey çalındı, her şey yıkıldı, sanki buradan 5 dünya savaşı geçmiş gibi! Çocuklarınıza ve torunlarınıza böyle diyorsunuz! ”


Daha ne olsun, ne söylensin. Anlayanlara...

23 Mayıs 2022 Pazartesi

BİTİ VERMEK...

 BİTİ VERMEK...


Bu çağ teknoloji, uzay ve bilişim çağı olarak anılıyor. Çağdaş bilim insanları, on yıl sonra mini buzul çağına girilebileceğini öngörüyorlar. Ve mini buzul çağının, küresel ısınmaya üstünlük kurmasıyla insanoğlu kaybettiği elli yılı kazanabilir diyorlar. Yani dünya yaşına, biriken sorunları çözmek için bir yarım asır fazladan eklenmiş gibi olacak. İşte doğa böyle bir şey, onarıcı, düzenleyici ve üretimci. Dolayısıyla her çağ, insan çağı... 


Peki bu çağda bit olur mu? eğer çağ yakalanmış ise olur. Çağın gerisine düşülmüş ise fazlasıyla olur. Devasa nüans farkıyla. Çağın vazgeçilmezlerinden biridir bit...


Bit bilişimde kullanılan en küçük ve en önemli bilgi birimidir. Bilgisayarı oluşturan ve kullanılmasını sağlayan sayısal veri işlemcisidir. Özellikle programlama ve haberleşmede bilgi depolamanın, haberleşmenin veya kurulan bağlantının en minik ve en temel ünitesidir. Ayrıca bir cihazın veya fiziksel bir sistemin depolayacağı bilginin maksimum değeridir...


Diğer yandan çağı gerisingeri işletme hevesi yüzünden bu çağda yakalanılan başka bir bit daha vardır. Bitkoin de var ama şimdi konu o değil. Konu bit denilince çoğunluğun bildiği, bileceği bit. Konaksever bu bit, yarım kanatlılar alt takımından, insan ve memeli hayvanların başında, saçında ve vücudunda asalak olarak yaşayan bir böcek. Yaklaşık beş bin türü bulunan ve yedi milyon yaşında olduğu varsayılan bir parazit. Bu kanatsız asalak böceğin, bilimsel ve genetik incelemelere göre üç ila dört milyon yıl önce insanın atasına geçtiği sanılıyor. Yüz seksen bin yıl önce de bilmeyi bilen insanla birlikte, güneyden eski kıtaya ulaşıyor... 


Biyolojik açılımlı bilimsel değerlendirmelere göre insan bünyesi ve kafası kendi kendine bit üretmez. Hatta aşırı kirlilikten veya saçın yeterli sıklıkta yıkanmamasından kaynaklandığı düşüncesi de doğru değildir. Bit, saça kişisel eşyaların ortak kullanımıyla veya direkt temasla bulaşır. Tek bilinen bulaş rotası kafadan kafayadır. Salt kafa temasıyla bit istilası başlar...


Bitler tüm yaşamlarını tek bir konakçı üzerinde geçirir. Bulaş gerçekleştiğinde bir anda kafa içerisine binlerce yumurta bırakarak çoğalırlar. Bitlerin üreyici yumurtalarına sirke adı verilir. Sirke içeriğindeki kimyasallar nedeniyle saç tellerine ve deriye yapışarak, kafada bir kaç hafta kalabilir. Yani bitlerin sirkeler vasıtasıyla kıllara veya tüylere yapışarak üreyen küçük bir dünyaları vardır. Yumurtadan çıkan larvaya yani bit yavrularına yavşak denir... 


İnsanların kafası, kafa derisinde yaşayan bitler ve saç tellerine tutuşan yavşaklar yüzünden acayip kaşınır. Dayanılmaz derecedeki kafa kaşıntısı hele ense bölgesindeki kaşınma eğer bitlenmeye yorulmaz ise parazitten kurtulmak epey zaman alır. 

Yani asalaklardan tam temizlenmek çok yorucudur ve de çok zordur...


Kurtulmak için önce saç diplerine etkili olduğu varsayılan muhtelif solüsyonlar sürülür, saç tellerine friksiyon yapılır ve belli süre beklenir. Kafa durulandıktan sonra saçlar ince aralıklı bit tarağıyla usanmadan taranır. Taranmak, taramaktan başka bir temizleme yolu da yok gibidir...


Bitlerin insanlara yerleşimi, sosyo ekonomik gerileme ve yeterli kişisel temizlik şartlarının yerine getirilmeyişine bağlanır. Çağ şartları gereği bu saptama kısmen doğrudur da. Yani kötüleyen durum ile bitlenme sıklığı arasında paralellik vardır... 


Bitlenme her çağda her insanda ve her yaşta görülebilir. Çünkü konağı da insan, insana bulaşı kaynağı da insandır. Oysa her çağda insanoğlu döner durur,  bitimi vermem der, biti verir, derken bitlenir...


Son söz, keskin sirke küpüne zarar ama insanoğluna yakışan biti vermemek, bitimi bile vermem deyip bitten yavşaktan kurtulmaktır...

18 Mayıs 2022 Çarşamba

İĞNEYLE KUYU KAZMAK...

 İĞNEYLE KUYU KAZMAK...


İnsanoğlu emek artı bilim ve teknolojiyle doğayı kökten değiştirilebilecek güce erişir. Bu sayede toplumsal zenginlikler üretilir. Ama tüm donanımlar ve donatılar siyasi ve ticari ellerde akıldışı atraksiyonlarla bir anda el değiştirir. Değişmeyen değişmezlik damgası...

***

Değişmez, her şey Tanrıdandır ama her kazanç ve kapital birikimi İnsan Emeğiyle sağlanır. Diğer yanda, Efendi bir kölenin efendisidir ama efendi de bir Efendinin kölesidir...

***

Kabaca kutsanan bu gibi her şeylere karşı protesto geliştiren devrimci bir süreç, toplumsal bilinç türüdür. Kaçınılmazdır...

***

Kaçak göçek de olsa kendi kaderini kendisi tayin edebilme hakkını kullandırmayan yasakçı irade, özgür toplumsal gelişmeyi durdurur. Düşünsel ve tarihsel gerileme güç odağı tekellerine bırakılır...

***

Temelden demokrasi tarihini biçimlendiren ilkelere, dayanakları ve kaynaklarına mütevazi bir perspektiften dahi bakamayanların, demokratlık sunma gayreti sahtedir. Sahtekarlık sadece büyük yıkımlara, yıpratıcı düşüşlere ve bir takım sert tartışmalara neden olur...

***

Tartışma geleneği dışlansa bile varılan sonuç bellidir. Şöyle özetlenir, çok geç kalındı ama artık denge kurulmalı. Sosyal, siyasal haklarda eşitliğe dayanan bir dünya kurulmalı. Kurgu ırk, din, dil, cinsiyet ve servet farkı gözetmeyen, antidemokratik yaklaşımlara karşı çıkan, demokratik özgürlükleri savunan bir model kurgusu olmalı. Denge acil şart...

***

Devletin tek bir ideolojiye mahkumiyeti, bağnaz ve muhafazakar idealizmi öne çıkarır. Devleti işleyen bu yoz tavır işgüzarlığı önce monarşiye, oligarşiye kaydırılabilir. Sonrasında teokrasiye, din devletine bağlayabilir. Nihayet tarihle sabit nasyonal sosyalizme ve faşizme geçit verilebilir. İlerisi gerisi, gerçisi gerçeği bu...

***

Bu yağma düzenine kanıp örgütlü sınıfsal mücadelenin uzağına konuşlanma, yoğun ve yaygın kuşatılmışlığa ortak eder geniş yığınları. Sonra sürekli bunalım, kallavi krizler ve siyasi kayırmalar. Katı kutuplaşma. Tek partili devlet mekanizması. Faşizm eksenli soyut devlet provası. Ve yağma yığma seferberliğinde ortaklık bozulması...

***

Ekmekler bozulunca, reform çizgisinden kopulur, klasik temsil anlayışı kalıplaşır, yönetenler evrensel normlardan uzaklaşır ve büyük sermayeyle uzlaşmacı tercihlere göre siyaset dizayn edilir. Oysa geçmişten geleceğe reform bağlantılı derslerden, ders çıkarma yeteneğidir çizgiden çıkmamak. Reform ile deform borsasında seviye tutturmak...

***

Tutkulu ama kısır ve pragmatik saçılımlarla asrın hedefinden sapıldığında saplanılan döngü, kuramsal derinlik içermez. İçte ve dışta ucuz kurgu ve estetik açıdan yetersiz somutlamalarla uyum, duyum ve uzlaşı çıkmazına düşülür. Hiç gereksiz ve tabansız ayrıştırmalarla zarzora bölünür küçük dünyalar. Artık her hamle kısır döngü, her atak hiç isabet, iğneyle kuyu kazmak karavanadır...

***

Manidardır kutlu manifesto, asır öncesinden kaçınılmaz  batışı ilanla, mevcut teori ve pratiğin yenilenme ve güncellenme gereğini sunar. Nutkun önsözü gri gölgelere sığınmadan vurgu gücünü kaynağında görerek, düşünsel ve kurumsal  hedefleri tanımlayıp anlamlandırır. 


Sonsöz mana dünyasına manifesto, yeni asırda da asaletinden değer kaybetmemiş ve geçerlidir...

13 Mayıs 2022 Cuma

CANA CANDIR CANAN...

 CANA CANDIR CANAN...


Can boğazda, Canan yürektedir… 


Yürek paralayıcı atmosferde, parlayan zülfikara tık eder yürek ve tekler. Kutlu veda haktır, ömürdür bir çırpıda geçer, son çırpınışlar boşa çıkar, ölümlüdür dünya. Elbet geri çekilecektir üflenen nefes. Zaten hayat başta ve sonda bembeyaz kumaşa çırçıplak sarılma hikayesidir. Mesele canlanıp kanlanıp gelindiği gibi kefeni cepsiz, canana göçmek meselesidir. Hayatın kadrajına ağlayarak girmek, hayat perdesinden sus pus çekilmektir...


Can suskun, Canan yüreklidir... 


Kılıçların gölgesinde ucu bucağına denk gelir, koordinatlar tutar, yalınkılıç ufka seğirtilir. Can ağızdan çıkana, Canan son nefesini verene dek durulmaz yürek. Naralar duyulmaz, nidalar susmaz, torbadan çekilir kura. Kati kural sırayla değildir ve sırası gelen gelmeyen sırlarıyla uçar gider mekansızlığa. Sonsuzluğa gömülür can ile canan. Duyulur duyulmaz fısıltılar ve ebediyen sus telkiniyle. Samimiyet koca bir yalan, sadakat aklı vuran dinginliktir. Direnilemez asla ihanete, buz tutar gözler ve göç kesinleşir...


Can küskün, Canan cesurdur...


Epey zamandır yolculuğa hazırsa da can, canan candan hislenir. Keremi keder vurur. Ecel perisiyle buluşma vakti, eceli gelmemişler daha bir heveslenir. Kader sultası, kederli güzellik havası. Kör karanlıkta yol ortası bir kör bıçak saplanır zamanın ruhuna, ruh üşür...


Can durgun, Canan rumuzdur...


Sineye sinen huzursuzluk, huzuru mahşer kalabalığını tetikler. Doğa kanunu gereği göksel anlaşma bozulur, son kez soluklanır hür doğan. Tılsımlı bir gün batımında candan ayrılma vakti hakiki hazineye ulaşır. Yalazlı bir siluet, aklın bir ucundan tutar, bir uçta aslan yürekli bir yıldızdır parlayan. Cananla bütünleşme vatan sathında gerçekleşir. 


Can derdest, Canan Denizdir… 


Düşünce belli hiçten gelinir hiçe dönülür. Manevi yalnızlığa tanrısal buyruklar yerleşince körü körüne ölmek ve göz kırpmadan öldürmek büyük günahlara dönüşür. Sadece gerçekleşmeyen düşler, gecikmiş kavuşmalar kalır mezara. Haliyle hava bozar, kan kusar sürülen tarlalar. Toprağa ekilen davalar toptan eksiktir. Yüzsüzlük kervanında, ölenle öldüreninki birbirine karışır. Apar topar puta tapar palazlanmalar resmen öz kıyım, öze kıyımdır. Geç anlaşılır…


Can tutsak, Canan özgürlüktür…


Hey özgürlük, kirli beyaz bir çaputa dolanınca türküler, zalimin zulmüne söylenerek gitmektir maharet. Cıscıbıl gelinir ve gidilir kıvamında, geldikleri gibi giderler diyebilmektir yiğitlik, giz değil iz bırakarak. Karşıt fikir pınarının gözüne serilmedir, gönülden sevilmektir aslolan. Ağırlığınca altın verilse satılmazlıktır cesaret. Artanı kalanı para etmez ve bir gün mutlaka çarpık sistem çöker, sırça köşkler yıkılır, can kırığı canlar kristal kubbeye dağılır. Yazı kalır, yazgı biter…


Can uçan, Canan kalıcıdır. 


Kaçıncı kattır erişilmesi arzulanan Tanrısal tecelli, kimdendir ilahi teselli. Bilinç nedir, varlık nedeni hangi gönüldedir. Tek bilinen bilinmeze yolculuktur, o yüzden korkmadan kapıyı çalan beklenir. Gizem çözülür, bir arastada yol tükenir. Karınca kaderince kara tırpanlı celladın yolu gözlenir. Güneşin tutulduğu günlere doğar müjde. Her cana canan bir yıldız saklıdır semada. Yolculuk orayadır, güneşedir. Sevda güneş tenli yapraktır. Yaprak yere düşmeden acı tatlı rüyalar görülür, telaşla uyanılır ve tekrar uyku basar. Bitti biter film ama Son yazmaz... 


Can toprak Canan güneştir... 


Bir can bölünmesidir tırpanlanan. Sonra pıhtılar sarar kızıl ateşi. Gök gürülder, yer yarılır, başı sonu bilinmeyen notalarla bezeli son beste beklenir. Güfteler buharlaşır, gök bir günde alçalır. Yer gök tamu tamamı düz tepsiye dizilir. Geride gerilen yay atılan ok kalır. Güneşe oluk oluk akan insanlıktır. Kor demir, kör duvar, taş mezar, başucuna mermer parçası en tanıdık nişanlardır... 


Can âşık Canan gökkuşağıdır… 


Rengârenk kuşanılan kusursuzluk öyküsüdür. Ölümsüzlüğe öykünenlerin yıllar yılı yinelediği, bunca emek Denizleri aşıp okyanusla kucaklaşmak içindir. Bir ölüp bin doğmaktır. Tarihi sorumluluk arzın merkezine çekilmektir. Yerle göğün birleştiği yerde otağ kurup, gönül tahtına kurulmaktır. Çılgınlık sayılsa da sayılmak ve saygınlık kazanmaktır ömrün bereketi…


Can ölümlü Canan kalıcıdır...


Canana can vermenin özü bembeyaz bir kumaşa çırçıplak sarılmadan önce, önce can sonra canan makamında ömrün son demini, içtenlikle selamlamadır. Selam olsun…

12 Mayıs 2022 Perşembe

KORKU DUVARI...

 KORKU DUVARI...


Korku duvarı, resmen hayatı zehirler. Pervasızlar zehri zevkle zerkederler kılcal damarlara. Zehir başta korkak zevatı baştan çıkarır. Çıngıraklıları zehir zemberek zulmeden davalara, verilen zalim kararlara zorlar. Bu çapsız korkaklığın, resmen başarısızlığın tescillenişidir... 


Teslim olunan korku ruhu boşaltır, aklı daraltır, cesareti zayıflatır. Ve moral değerler, mesleki kariyerler bir kalemde sıfırlanır. Tektip benlik aşkıyla sağlıklı düşünülemez, dahası cahil cesaretiyle üzeri kapatılmaya çalışılanlar kesinlikle böyle kapatılamaz. Sonuç, evrensel düşünceler zaafa uğrar ve çaplı çatı çöker...


Çıldırtan çöküntüyle birlikte geleceğe dair kolay kolay hayal kurulamaz. Hafıza kaybı yaşanır, zihin yorulur, hatıralar hoyratlaşır. Hatta onlardan hiçmi hiç faydalanılamaz... 


Fay hattında ise korkudan harekete geçilemez. Haliyle eylemsizlik olağanlaşır ve korku duvarı bir anda her şeyi yok eder, zamanla yer bitirir. Susmazları sindirir. Ve yarın çok geç olur...


Açık denizin tam ortasında, sonsuz derinliğin bilinmezliğinde, bilindik fısıltılar duyulur. Fırsatları bir bir tepen yarımadada asıl korku denizden gelir. Diyarsız duasız korkuluklar direnci duyar duymaz canavarlaşır, ağzı ateş kusar. Kahır basar, kumsalda görünmez olana dek sürer çivit mavisi. Sonra dertest molası verilir. Moladan sonra korku deryası delinir... 


Korku deryasında yıldızların parıltısı irkiltir taş duvarları. İllede iniltiler hissedilen ve ilentiler indirilen yerleşkelerde korku dağlardan iner. Suya yansıyan bir kımıltı yanıp söner ve tepelerde sürüp giden çarpışmalar dik yamaçlardan göğe tutunur. İlerisi gerisi korkuyu doğuran koskoca bir boşluktur...


Zifiri boşlukta mahkumiyet, duvar yamacında sis duman,   çöl yatağında din iman baskısı. Ama en amansız korku ormandan gelir. Ortama aklın alamayacağı tehlikeler de eklendikçe, renkli bulutların gösterdiği dehlizlere saklanır cesaret. Aklı şuuru susturmaya odaklanmış yasaklar, mor incili kaftan hikayesine yaslanır. Hiddetle itibarsızlaştırma cenderesi,  güç kuvvet, nispet kudret cahillemesi. Zehre zehrin akıtılışı sonrası şehirlere korkuluklar hükmeder. Daha sonra korkular şehrine yapışan acayip hikayelerle zehir çeşitlenir. Evveli olanları sonrası olmayanları da etkiler bu zehir ve korku duvarı kanar...


Duvar ardı korku sultanlığı sultalar, puntalar, panolar eşliğinde eşiği geçer. Ve pus içinde parlar korku yontusu. Doğanlar dağları beklerken  beklenmedik biçimde bir anda mermerden bloklar çatlar, bentler delirir, aksular taşar. Coşar yürekler ve her korku kendi sırrına erişir. Sıradanlara tapanlar, kemendi kendine saklar. Korkulardan kurtulma garantisidir sanki kesin yargının kestiği. Eğer kesim resim bir kere zehirlenmişse, korku duvarının sonu epey kötüdür. Duvar ergeç yıkılır... 


Yıkılmayanlara öyle güzel gelir ki korkusuzluk, daha kokusu alındığında tüy gibi hafifler yürek. Akılda  isyan, gökkubbede sessizlik. Densiz dinsizler, savruk kavruklar zevat zehirleyen duygulara hizmet eder. Eletek hizmetli korkutucu korkuluklar çekinik karşıtlık ve çirkin karakter fiyakalanmasıyla yılışık ve çelişiklik iddialarla özdenetim çıkmazına yakalanırlar...


Tarihe yön verenlerle, geleceği kuracakları zehirleyen korkuluklar, bumerang korkularla eninde sonunda yüzleşir. Kuram ve pratik, kuşku kundakçılığıyla işletildikçe, adaleti bile korkutan korkuluklar zalimin zehrine zehir katar...


Tarihle sabittir, korku duvarları çekilen kirli dünyayı korkusuz rüyalar temizler. Korku yolu korkusuz isyanlarla aşılır...


Aşkolsun ilelebet korku sultanlığını sarsan, korku duvarını yıkan, yarınları kuranlara...

9 Mayıs 2022 Pazartesi

PARADOKS

 PARADOKS...


İleri derecedeki dengesizlik parayla pulla değil allanıp pullanan palavrayla palazlanır. Palavraya kanmayanlar ise elde patlayan planlı protokol ayıbını ve paradoksal duygusuzluğu tersine çevirir. Durağan toplumsal dengeyi ivmelendirir. İlla ki tertipli siyasal kurgu bozulur. Alalade ahenksiz konu bambaşka mecralara akar ve sıradışı tepkiler sırayla sıralanır. Haklı itirazlar sonrası, işbaşında densize danışan asla özür dilemekten kurtulamaz. Probagandist paçayı bu işten kolay sıyıramaz. Tabiyatıyla tutkulu tarz ve siyasi ikbal saçma sapan savunmalarla harcanır gider. Çünkü tescilli tetikçi ve ilkel iftiracı zevatla alçı sıva tutturma yanlışı küçük büyük herkesin unuttuğu sanılan kusurları ve ihanetleri ihaleye dahil eder. Sonrasında öyle veya böyle mobing uygulamakla ve uygunsuz ataklarla yazılı kader değişmez...


Kaderini derme çatma akılla yönlendirmeye çalışanlar ve dalgalı denizden kaçıp sığınacak liman arayanlar farklı fantezilere sarılır. Hemen kural tanımaz ahenk bocalamasıyla, paralayıcı paradoks kurulur. Politik doku uyuşmazlığı hayatın sırrına erişmeyi, karmaşık organizasyonlara tutsaklığı kurumsallaştırır. Evaniyi evrensel denklemlerden uzaklaştırır. Kalıbımı basarım ritmiyle, 'kaba kaba kalabalıklar kabataşta bacıma neler neler yaptılar' yalanlarını utanmazca sallayan bu yalakalarla yakınlaşmak elbette masumları kederlendirir. Hele boy boy posterlikler çekinmek, renkli vesikalıklar vermek mayayı bozar. Anında alçı biblolar çatlar, çatlak duvarlardan selvi fışkırır...


Nihayetinde ölümlü dünya. İtiraz geçmişi unutanlara, kirli dünyaya ve 'bu kardeşiniz' diye savrulan ölümlü jargonuna. İtiraz, ele güne, dosta düşmana karşı ihtimamla vakayı geçiştirme gayretkeşliğine. İhtirasla sosyal siyasal felaketlere yeşil reçete yazmaya. İsyan cemaat cemiyet sığıntısı kumpas davacılarına, kampana çalınca yalancı pehlivanlığa soyunanlara. Reaksiyon kendi cenneti ve cehennemine ihanetle, raayonaliteden uzak bu aksiyonerlerin topunun kayırılmasına...


Öyle taban tavan, dik pik şirretliğiyle şiir düzmek sadece düzene uyumu hazırlar. Tam tırısa geçmişken adımlar geriler ve gergin vızlamalar gün olur yüze vurulur. Zaten nerede hileli inanç yoğunlaşması ve ilkesel kargaşa varsa kendi yanaşık aksiyonerlerini yaratır. Dogma gereği araya günah bataklığı yamanır. Hele iman ve ecdat  bocalamasının dayanılmaz ağırlığı heybedeyse imamı cemaati yol şaşırır. Çünkü yaşamın diyalektiğinin tersine yaşamlar, yaşama dair demagojiden başka bir şey üretemez. Birileri de o demagajilerden demlenir...


Hayal kırıklığının nedeni, yakın zamanın iktidar yalakalarına  hayranlık ve yakınlık fotosentezine mimleniştir. Basılan fotoğrafın çirkinliği, derin darbeci baskın tiplerin ağırlanma ve baş köşe yastığı kullanımıdır. Kullaşmaya tav olmaktır. Belki konu çok başka yerlere çekilir, gören gözler başka şeylere çevrilir ama bu arada gerici zihniyet bir kez daha tescillenir. Malesef mecburiyet fikri de zedelenir. Yeryüzü cehenneminde kimse kimseye ölümüne mecbur değil. Değerli veya değersiz çok  sahneler silinir akıldan ama silme paradoks ve tiksindirici retorik asla unutulmaz... 


Sinirli sinirli parmak sallayarak 'akilli olun' sihirli emrini ve daha nice ayarsız söylemi literatüre

sokanlarla mesafeyi kapatmak için araya alçıdan konu mankenleri koymak ayıptır, yersizdir. Açıkça kibir ve salgın operasyonudur. Küçük detaylarda boğulmayalım fikirdaşlığıyla kirlenmektir.


Kara kaplı kitaplara girecek bu umur ve uslup budalalığıyla tılsım kaçar. Her çatlağa alçı dondurmak, selvi diplerinde küçük protipler dolandırmak doğru gidişatı bozar. Herşeye bir kalemde yazık edilir. Devamındaki dengesiz davetlerle gerçeklik hepten çarpıtılır. Öncesi ve sonrasıyla özenti ve imitasyon tuzağına düşülür...


Düşleri bile bozan bu hamasi pozlarla ve dayılanmalarla 'şimdi ne olacak' darboğazına girilir. Siyasi beyan, algı ve yaygara üçgeninde tüneyen şeytanlara da gün doğar. Böylece çarpıklığa ve karanlığa hizmet bittiği yerde başlar.


Sinekten küçük sivriler, onur kırıntısı taşımayan selviler ve alçı vazolar el üstünde taşındıkça, onların namıhesabına yana yakıla alakasız savunular savruldukça tasarım defosu, aykırı emboli belirir. Paslı paradoks kuşatır etrafı, ıvır zıvırlarla akıllar resetlenir. Emir telakki edenlere protokol retoriği hazırdan repetlenir, 'bu kardeşiniz'...


Paradoks ve dokunulmazlık, 'bu kardeşiniz'...

8 Mayıs 2022 Pazar

KUTLUM KUTSALIM 'CANIM ANACIĞIM'…

 KUTLUM KUTSALIM 'CANIM ANACIĞIM'…


Er ya da geç ama mutlaka 'Canım Anacığım' diye taçlandırılması gereken, en umulmadık anlarda babadan da baba olmaktan asla gocunmayan, goca yürekli ana, bacı, sevgili, yaren, evlat, dost, arkadaş, yoldaş, eş, tüm kadınların; 'Anneler Günü Kutlu Olsun'. Senin de Canım Anacığım…


Her yiğit kadın için bir kadın varmış, bir kadın yokmuş diye başlar büyülü masal. Peşine 'masal gibidir Anne olmak' diye devam eder… Dayanılması zor yürek acıtan, en gerçekçi masallarda bile, bile isteye derya deniz olur her ana yüreği. Şefkatle kucaklar analar, alabora olmuş alkanlara boyanmış gözünden sakındıklarını. Gözlerinin akında evlat uğruna hayattan vaz geçişler ve kızı kızanı adına nice haksızlığa uğramışlıklar saklıdır. Kadının kadınlığın hapsedildiği hücre duvarlarında “anneliği” simgeleyen madalyonlar asılıdır...


Yeryüzü masallarının asıl kahramanı, asil insanı masa üstündeki sehpaya vurulduğunda beyninden vurulan milyonlarca, milyarlarca annedir. Feri kaçmış gözlerine mil çekilse de, her türlü baskı ve zorbalığa kurban edilse de annelik içgüsüsüyle asaletli duruşdan milim şaşmayanlardır...


Şaşırtıcı durum, peri masallarında bile kadın, doğan erkek olduğunda sevinendir. Pembe melek bir kız doğurduğunda ise sevincini ürkekçe yaşayandır. Masal dünyasında bile kadınlığı düşer aklına sanki ürperir. Kadınlara masal işte orada biter. Ve bitkin düşer düşler, üşür anılar. Masalın sonunu hiç kimse düşünmez, 'Bir kadın varmış, bir gün yokluk doğurmuş, insanlık yok olmuş' son...


Dünya dünya olalı beri cümle âlemin bildiğini sandığı ama gereğince bilemediği, beylik yok oluşları pazarlar masallar. Var oluşun ilkesel tanımı ve dünyayla ilk tanışmanın anne kucağında öğrenildiği satır aralarına gizlenir. Gizemli masalın karanlık yüzünde yüzen kahrolası berbat diktatör, ana kuzusu demez şefkat ve masumiyet masasını devirir. Sonra kusursuz mana dehlizinde ömür boyu insanlığını arar durur. Masal bu ya asla bulamaz...


Her kadın; ana, bacı, sevgili, yaren, evlat, dost, arkadaş, yoldaş, eştir ve asla eşiti olmayandır. Hayatı var edendir, hayatın efendisi, hayatın ta kendisidir. Çok boyutlu dünyadır hatta dünya ötesidir…


Senden ötesi yok, dünyam ahretim, tacım tahtım, mahirim mahşerim, kutlum kutsalım 'Canım Anacığım' kal sağlıcakla. Haydi hoşça kal...


Binbir gece de sürse masal elbet biter ve kerevetine çıkılır...

4 Mayıs 2022 Çarşamba

DÖRT İLA ALTI MAYIS KAHIRLANIŞI…

DÖRT İLA ALTI MAYIS KAHIRLANIŞI… 


Hani candan çok sevilenler için fizik ötesine sıralı göçler yeğlenir ya öyle işler bazen doğanın kanunu. Tıpkı Mayıs'ın dördü ila altısı arası gibi. İşte mahşerin üç günü, malum kentlerin sapağına siner nar gözlü hüzün. Derin yaralı yüreğim kanar. Aklım tutuşur, kahırlanırım. Ve her dört ila altı mayıs arasında bir kez daha derya deniz ölümsüzlüğe uğurlarım, Terzi’yi, Denizleri ve canım Babam seni sonsuzluğa. Kainatın bağrına gömülü sönmez Fikri, solmaz üç kırmızı karanfil ve iki cihanda şahım babam Çavusolu. Nefesim kesilene dek sizi unutmam. Bizdeki harlı hasret işte bu…


Kime ne, kelimelerin efendisi olan duygulanır ve karanfil kokulu mayıs akşamlarında, babasına ağlamazmış diye. Oysa sessizce ağlarım. Kim demiş duyguların efendisi olanlar  yoldaşlarını anmaz diye. Yüksek perdeden anarım. Devrimcilik biraz da babası öldüğünde ağlamak, devrime and içmiş yolcuları bir bir anmak. Yaşamak ve yaşatmak. Unutulmuşları da unutturanlara inat kaidesiyle anlatmaktır…

 

Atambabam, bak anlatıyorum, yılbaşından itibaren yüzyılın krizi kuşattı dört bir yanı. 

Ekonomik deprem memleketi acayip sallamaya başladı. Forslu felaket kor ateş gibi yaladı hayatı. Mart geçti, Nisan geçti dağlarına bahar gelmedi memleketin. Resmen çöküş, bitişe sürükleniş. İşaret fişeği çok günler öncesi çakılmış gören yok. Ve güncelere eklendi gelecek korkusu bir kez daha, korku dağları sardı...


Babam, dostlar, yarenler; çok zor günlerden geçiyor millet ve memleket. İyi bilirsiniz, 'helalin adı kaldı bilen yok, haram kapış kapış yiyen çok’. Tek bir gün geçmiyor ki, milletin alın teri çalınmasın. Etiketlere ayarsız ayar çekilmesin. Zaten hak, hukuk, adalet ve kalkınma resmen dip yaptı. Umursamaz haller pik yaptı.  Yerden göğe hak edilmiş ne varsa yazıkmış, günahmış hiç tınmadan ekâbir kesime kaydırıldı. Karunlar hala kerevet derdinde. Resmen koptu kızılca kıyamet. Yani candostlar yeni rejim bitik, milletçe maddi manevi bittik...


Babam benim, ilk kez rahat bir nefes alacağız derken takatten kesildik. Yüreğimizdeki kanarya can çekişiyor. Hakikatler yalpaladı. Dolar doymuyor. Altın el altından, zulada. Borsa tepetaklak. Çarşı pazar ateş pahası. İşsizlik had safhada. Rekor kıran katlı rakamlı faturalar fiyaskosu her haneye dayandı. Yüzsüzlük pes derecesine tırmandı hala pes diyen yok...


Babaeren ahval böyle, millet  ah vah çekiyor. Kıt kanaat geçiniyor. Doğrusu geçinemiyor, ortamı bu hale getirenlerde güllük gülistanlık edebiyatı. Dertler yetmezmiş gibi milyonlarca mülteci istilası. Resmen memleket bekası tehlikede. Ağızlarda hala arap baharı, arap sevdası. Millete üç beş kuru laf, sonrası muamma. Resmen rejim garabeti… 


Evet, Babayaren işin kötüsü en ağır acılar en zirvede. Dahası çekilmez günler tırmanışta. Topuna isyan sanki çok yakın ama hala fos bilgelik, bilime tercih ediliyor. Gerçeklerin farkına varılması önleniyor.  Hayata kazınan hayati hatalar anında formatlanıyor. Forsalıktan kurtuluşa biraz zaman daha var gibi. Olsun varsın usla, usanmadan, sabırla beklenir. Ve çetin ceviz rüzgârlar viran iskeleye demirlemiş, sessiz gemiyi bulur. Yelkenler şişer ve pupa yelken...  


Babadost, meçhule giden gemiden seslenirim dünyaya, asarım anılarımı rengârenk bulutlara. İçimdeki yalanlar soyunur, çıplak doğrularım giyinir. Devasa yangınlarda pişerim. Asla al benekli hayallere dalmadan, gerçek hayatı çarpıtmadan dirençle patlarım. Bakarsınız pat diye gelirim. Babayar, yeniden demlenecek yıllar, kömür gözlü ömür kalmadı cepte. Ölümsüzlüğe doğmak gayesiyle, bir ölür bin gelirim mekanınıza...


Beynelmilel babam merak etmeyin hiç bir gün mutlaka. Atlas maviye kanatlanmayı, sınırsız boyuta uçmayı, Denizlerle buluşmayı kim özlemez. Denizi karartan imanla, fındıklıkları yeşerten inançla sonsuzda kucaklaşmayı içtenlikle kim arzulamaz. Ama az biraz işimiz var. Emanetçi ihanetiyle hesabımız var. Bıçak sırtı yakan güneş, iç karartan dört ila altı mayıs akşamlarında kızaran damlara vurduğunda, gülün dikeni hala yüreğimizi çentikler. Ruhu ruhsuzlaştıran fırtınalar kopar arzdan arşa. Sanki sonsuzluğu içmeden önce alnımıza zindan karası değecek. Şimdilik baba ve oğulları misali, beynelmilelce buluşmaya hazır değiliz sanki... 


Dedesoylum, ebedi kurtuluşa az bir zaman kala yırtılır tarihin duvarı. Yılışık duvarlar yıkılır. Darağaçları kurulur. Çarmıhlar çatılır.  Dişler kırılır. Gözler kararır. Asılanlar asılır, çarmıha gerilenler gerilir. Narin boyunlarda buz keser buseler. Ve sünepe melaike, ölüm yüzlü melanet medet arar. Kıyı bucak, kenar köşe saklanan ihanetin ölüm yüzlü süflülerinin yakasından tutar. Tutarsızlığı darağacında hizaya çeker adalet. Ondan sonrası aşkla, hiç çekinmeden gelirim. Sıramızı savsaklamadan savarız, fizik ötesini yaşamak buysa yaşarız…


Atababam durum vaziyet bu. Toptancı azgınlara inat zihnimdeki beynelmilel diriliş ve dilimde dirilmiş sözcükler bu kadar. Hepinize selamlar, saygılar…

1 Mayıs 2022 Pazar

EMEK DÜNYASI, EKMEK KAVGASI...

EMEK DÜNYASI, EKMEK KAVGASI...


Emek en yüce değer, ekmek en kutsal nimettir. O yüzden her zaman önce ekmekler bozulur, sonra mükemmel kurgu emek dünyası. Ancak bozuk düzenin emek ve ekmek kavgası sonsuza dek sürer...


Sürer çünkü sürgit ekmek kavgası emekçileri bilinçli bireylere dönüştürür. Amaçlar çoğalır ve amaçlananlara ulaşmak için girişilen kavgalar çeşitlenir. Emeğin verimliliği arttıkça, emekçinin sosyal yapıdaki yeri değerlenir. Bilimsel ve teknolojik gelişimle emek ayrıcalık kazanır. Emeğin ayrıcalığını ve önemsendiğini hisseden sermaye, kısır döngüye düşer. Evvela çelişkili yaptırımlarla emeğin dip düzeyde alımını koşullar. Alınteri karşılığı verilen ücret asla harcanan emeğin karşılığı olmaz. Ve yeryüzü ucuz emek cennetine döner…


Sonra dört bir yan ucuz emek cenneti olmasına karşın, daima emeğin örgütlenmesini yasal veya illegal enstrümanlarla engeller…


Rahatlayan vahşi kapitalist sistem, emeği zor koşullarda artı değer üretmek zorunda bırakır. Emekçi, kendisine ödenen değerin kat kat üzerinde artık değer üretir. Kapitalizm, üretim fazlasıyla ve emekçilerden kanını emercesine kırpılan haklarla, vahşi düzenini yıkılamaz boyuta taşır. Bu haksız zenginleşme, emeğin özgürleşmesini hep geri bırakır. Yani burjuvazi durmaksızın zenginlerken, emekçi sınıf gittikçe fakirleşir. Kapitalizmin, kapitalist birikimin mutlak ve genel yasası olan yaygın yoksulluk makine gibi işletilir...


İşte emek ile sermaye arasındaki bir türlü çözülemeyen temel çelişki bundandır. Çelişki daha da yamanlaştıkça üretim araçları ve ekonomik varlıklar tamamen belli bir sınıfın, toptan kapitalist sınıfın hâkimiyetine geçer. Geniş yığınlar temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz hale geriler. Hal buyken büyük sermayenin konuşlandırdığı iktidar erkinin gerileme ve gericiliği kapitalize etme durumu, kolektif yapılanmayı geciktirir. Emekçi sınıf iş derdinden, aş derdinden başını kaldırıp örgütlenemez. Böylece egemen sınıfın istediği ve dediği olur... 


Bu aşamada kapitalizmin ağır yükünü yine emekçi sınıf taşır. Kapitalizm taşkınlıkları önlemek için güdük sağ siyaseti palazlandırır ve saldırganlaştırır. Faşist sağ, kıpırdayan solu ve alternatif sol bileşenleri şiddetle bastırır. Emekçileri zorbaca yıldırır. İşbirlikçi sağ, istismar, aşırı sömürü ve tahakkümü artırarak özellikle sosyalist ütopya ve proleterya pratiklerini en baştan çökertir. Bu kirli iş daima siyaset mezarlığı ve tarih çöplüğünde çürüyeceklere ihale edilir...


İhaleci süreç emek ve ekmek kavgasını sürekli engelleyerek, mevcut siyasal düzenin olduğu gibi devamını sağlar. Vahşi sömürü ve emperyal yayılmacılık taraftarları, toplumsal değişimi öncüleyecek kolektif eylemleri her fırsatta kötüler. Kapitalist sınıf her türlü özgürlük arayışını sindirir ve özgürlükçü model sempatizanlarını hırpalar. İhanetçi darbelerde acımasızca cezalandırılmalarını körükler. Kitlesel karşı çıkışlara kitleniş militarist güçlerle bastırılır. Oligarşi, pentagonvari baskınlarla faşizme geçişin provasını tezgahlar...


Sol tahlilde siyasal ve toplumsal gelişmenin dinamik gücü emekçi sınıfı, çokuluslu sermaye ve yerli işbirlikçileri tarafından birbirine benzer türlü taktiklerle pasifleştirilir... 


Yeni bir toplumsal düzen, alternatif bir model ve sol sosyalist bir sistem için devrimci yola girecek emek dünyası, ekmek kavgasında yalnızlaştırılarak minimalize edilir. Derken, hayaller biter, acı gerçekle yüzleşilir. En yaşanmaz görülenler sıra sıra başa gelir...


Oysa sıradan senaryolar geniş zamanda tutmaz. Çünkü hikayenin başı sonu bellidir. Emek ve ekmek kavgası mutlaka, bir gün mutlaka akıl ve ilim, bilim ve teknoloji, özgürlük ve dayanışma, kapasite kullanımı ve yapay zekâ, üretim ve adil paylaşım, dijital evrim ve sürekli devrim çerçevesinde, devrim dünyasına yön verir...


İşte bu yön tayin eden emek ve ekmek kavgasının, bu yöntem çeşitleyen ezeli ve ebedi kutsal mücadelenin en korkulan, dünyayı yese doymazları acayip korkutan tek bir sloganı vardır, Tek Yol Devrim…

EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…

  EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…   Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...