TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...

27 Eylül 2022 Salı

MİLLİ MÜDAFA EKİBİ...

 MİLLİ MÜDAFA EKİBİ...


Ne yazık ki, milli ve yerli savıyla viplenen tüm arenalarda  boşa övünç ve eksik hizmet neticesi hezimet, hezimet üstüne rezalet kapıları birer birer çaldı. Bu kez ayarsız seyreden çapraz kur ve büyük kusur kurgusuna, kunduz ve ayaktopu milli ekibi de eklendi. Hazin biçimde diz çöktü milli müdafaa ve yerli müdahale ekibi. Ağurtop dahil, dahli olanların topu bu kepazeliği çek edip aradan çekilmeli bir zahmet. Ayaktopunda olur bunlar eyyamcılığına ve kibir bukalemunluğuna bulaşmadan vira. Hemen şimdi...


Ayaktopu, bir yarı sahada üç direk bir kale, diğer yarı sahada üç direk bir kale daha. Dahası alelade bir seyirlik. İki ekibin tek bir amacı var, küresel meşin topu karşı kaleye sokmak. Yani ayaktopu basit usulde meşin yuvarlağı kapudan geçirmek kuralına dayalı bir organizasyon. Ayrıca önceliği orta direğe faşizanca dayatılan bir sektör. Resmen milyonları, milyarları peşinde sürükleyen endüstri. Ayaktopu endüstrisi. Endüstri ötesinde herkesin direk veya endirek kapıldığı globalleşme hevesi. Artısı eksisiyle milli ve yerli bir heyecan atmosferi...


İşte bu atmosferde ayaktopu milli ekibi, ekibin başı kunduz ve ağurtop ile şürekası kötüsünün kötüsüne dipledi milleti. Son etapta fore kazık çakıldı toprak zemine. Milli müdafaa çöktü, müzelik bir skorla koca ekip toptan ayağa düştü. Harbiden tarihe düşülen umulmadık ve tuhaf bir durum gerçekleşti... 


Sürpriz değildi aslında çünkü uzun süredir sibop hava kaçırıyordu. Dengi olmayanlara denk getirilen şişirme performansla pik yapıldığı lanse edildi. Ancak meşin top ansızın patladı. Zatı muhteremler muhtemel sona koşu mesafesi ayarı çekerek, vatan kurtaran şabalak rolünü benimsediler. Ve birileri için mucize netice, bilumum hezimete ikna ve eklenti tarzı güncelleyenler için ise suçüstü hali netleşti. Dahası hezeyan pozunda cereyan etti münazara. Hemen heyet himmetiyle aşırı hisli hava, histerik şaka mahiyetinde monologcu manzaraya sığınıldı. Her zamanki gibi muhasebe sıfır, verilen telkin sabır. Vazgeçin bu sevdadan faslına yuvarlanan başına buyruk realite ise hemen hazır. Motivasyon denen yamalı bohça ise masaya vurma ruh haliyle cihana sığmazlık yakıştırması. Oysa bu takırdama vurgun yemişliğin resmen dışa vurumu. Balık baştan kokar misali... 


Mazallah milli ve yerli müdafaa ekibi elbirliğiyle ayaktopu milli takımını da kendine benzetti. Milli ruh, albayrak ve yüce millet üçlemesini lafla ayyuka çıkaranlar bir anda tökezledi. Dayanma gücünü ortadan kaldırdı, direnci aradan çıkardı. Manzara malum, durum feci, yenilgi yenilir yutulur gibi değil. Ancak mütemadiyen ayni muamma...


Bundan sonrasında kunduz ve ağırtop eğer devam ederlerse her top filelere dolar, altın gol günlerine dönülür. Milli ve yerli ayaktopu tutkusu söner, nefes yanlış tercihler ve kısır hamle kıskancında tükenir. İlla ki herkese ve her kesime soğukduş... 


Cümle alanda yükselen krizler, ayaktopu ekibini de teknik taktik açıdan yerle bir etti. Ama azametini göstere göstere gelen bu krizi görmeyenler, ciddi kritiklere asla aldırmayanlar bu tabloya açık davetiye çıkardı. Ters taklaya sebep oldu. Böylece ayaktopu davası, kırk numara kırk ayak metoduyla geriye sardı. Harca harca tükenmez farz edilen kredi bitti biter kıvamda. Yani tam destek güveniyle formdalara forma giydirmeyenler bariz ofsayta düştü. Hatta yeşil çimlere gömüldü. Gel gör ki aynı pişkin pişekarlık. Balık baştan kokar resmen bu olsa gerek...


Ne fayda eski tas eski hamam. Fore fora forsalık. Hamam parası olsun hazımsızlığıyla hazneyi, hazineyi hiçe sayanlardan yeniden ayaklanmayı beklemek ise nafile umutlanmak. Resmen milli ve yerli iflas. İflah olmaz derecede hallice marifet, yerlisi yabancısıyla yürek dayanmaz hezimet...


Bu milli ve yerli felakete kısmet babında bakanlar, kalenin düşmesine asgari kıymet, azami gıybet penceresi açanlar, kaçan kaçana. Sır kümbeti neyse ki yıkıldı. Şımarıklık da bir yere kadar... 


Bundan sonraki fasıl, alın topunuzu çıkın aradan bir zahmet faslı. Ama nerede farkındalık, nerede o cesur yürek...

23 Eylül 2022 Cuma

ZEHİR VE ZEHHAR…

 ZEHİR VE ZEHHAR…


Yerdegezen sinsilik, her yere sürünen caka satar aymazlık ve hiç yersiz sürdürülen sere serpe hainlik resmen serpentes simgesidir. Akaryakıt çalımlı, sere serpe yalımlı sürünen sakıt serpentes alt takımı üyelerinin teni birbiri üstüne çullanan pullarla kaplıdır. Bu allama pullama tabaka, vakti gelince vücuttan sıyrılır ama kutsal arınma asla gerçekleşmez. Çünkü arsız serpentler, sınırsız dürtülerle ve hareketli çeneleri vasıtasıyla, kafasından büyük avları yutmaya ıkınırlar. Salgıladıkları zehir avı eritir. Sinergasiloz çatal dil, ağızdaki yarıktan dışarı sarkar ve kara mamba kör kapıların ardında sonsuz serinliğe uzar. Zehir ve zehhar diyarına zinhar panzehir…


 Serpentler ilkel, dinsel, cinsel yaşamda, gizemsel ve büyüsel öge olma özelliğiyle dünya öncesi varlığı mitleştirir. Kıvrımlı iblis moduyla mitolojide belli çıkarlar için karşısındakileri sömüren role bürünür. Sosyal yaşamda ise bir seri vakada, serpent kafalı derbent insanı bedenli, sürüngenliğin kavisli kurnazlığı sergilenir. Öz yaşamla sınananların ve özellikle olur olmaz zırlayanların tümünde snake şeytanlığı, sessiz ve sinsi snopluk fışkırır. Emanete hıyanet eğilimli, tılsımlı tıslamalarla snake dansına kalkışanlar, snake pit diplemesi ile serpentis piki arasında yüzsüzce tırmanırlar. Tırısa geçilince bireysel duyarlılıklar zehirlenir, hayvansal ağulu tek bir ısırık yeter. Zahar külliyen zarar.…


Islak ısırık zehirlenmesiyle birlikte akıl ötesi kin, akıl dışı düşmanlık ve beter kötülük yerleşir cıvıyan zihinlere. Sokma akıl, softa garezi ve gereksiz diş bileme sürülür kılcal damarlara. Ara yerde kalınca ophido bocalamasına tutulanlar yüzünden hayat zehir olur. Zahiri hayata hepten borçlanılır. Ancak mutlaka hesapsız kitapsız sürüngenliğin ve hayasız saldırganlığın hesabı gün gelir verilir…


Yerdegezenler, çene ve karın kaslarını gıdıklayan titreşimlerden beslenirler. Duymazlar, yalan yanlış hissederler ve korkuyla titrerler. Duygusuzluk tavan yaptığından üç beş adım sonrasını dahi görmezler. Itırları koklayamazlar, hatır bilmezler, salt uzun ve çatal dillerini kullanırlar. Zehirledikleri avın peşini bile körlemesine sürerler. Pusu kurup, punduna getirip, yakalayıp yutarlar. Çünkü diş dibinde sakladıkları peptit karışımlı zehir, avın kas sinir iletisini keser, kalp uyarım sistemini bloklar. Halden bilmezler yüzünden anında şok hali…


Zevkle zerk edilen zehre karşı duramayış, zevke zevahif duruşu, durduk yerde denge bozgunu ve yön sapması yaşatır. Mort hali ve mortal sin hevesi, hayatın uyumlu düzenini, zihinsel ve duygusal uyumu, tinsel ve dinsel ahengi bozar. Böylece bozuk düzene sıvanılarak, yerdegezen serpuşu takılır ve puşti sürüngenlik başlar. Kemik plaklanma ve yalan yumurtlama süreci, ziftli asfalt yüzeylere yayılır. Yanılgı anlaşılınca gerçekle yüzleşmekten korkulur. Herpeton bilinçsizliği suda ve karada tuhafçalığı, turfanda gerilemeyi günceller. Günler günceler reperkusyonu repertuara stoklar. Zehirli kıl kuyruklara kapalı durak sendromu sızar. Yakalandığı yerde akla zarar…


 

Sel gibi vuran sere serpe sürgünün üst takımı ağır kusurlu kuyrukçuluk ve serpentes teslimiyetçiliğidir. Serpent çalgısıdır uluorta çalınan. Çalınan hayatlara serpelenen ise günden yarına ertelenen nokta vuruştur. Vuslata yakın serpençelere rast gelineceği gerçeğidir akla yamanan. O yüzden pullu dilekçelerle, puslu dilenmelerle, paslı sıvışmalar yeğlenir. Hepsi boşa hille. Sıvışık hallerin ve yılışık gevelemelerin, gemi azıya almış hale büründürülmesi de kurtarmaz kumpasçı takımını. Zeval zevatı…


Emniyeti elden bırakarak amniyot omurgalı etçil serpentlere öykünme ölümdür. Ölümden beter olma, başta soy çizgisi evrilmemişlik, iskelet ve kıkırdaklar barındırsa da kendi içlerinde sınıflandırılması gereken omurgasız hayvanlıktır. Umursanmayan sindirim bozukluğu ve doymaz açlık hissettiren etobur beslenme alışkanlığıyla serpentis alt kümesine düşmedir. Formika masalarda fornikatör iptilası ve iptidai akılla iptal girişimleri, forumdan kolayca sepetlenir. Serpentvari hayat hevesiyle sürgün veren kurguda coşkusal rezillik, kurvatura cinslik, sere serpe serpentlik ağır basar, kusur perdesi aralanır. Piyes başlar başlamaz perde iner…


 Serpentes, milyonlarca yıldır nemli toprak, ot dibi, taş altı, orman, su, çöl, kayalık, çayır, çimen, gölge, güneş, kızılötesi hasılı yeryüzü habitatında habisini aranır. Hayra yorulmaz sinir sistemini felç eden tahribatla masum hayatlara dadanır. Periyodik deri değiştirmelerle, katakulli dökülmelerle, silme silikleşilir. Küllenemez genetik yanılsamayla serde sürüngenlik, arza geçme, arzdan arşa haddini aşma, arsızlığın kulpuna yapışma uğursuzluğu sergilenir. Bu sere serpe serpentes familyasına aşkın düşkünlük ve aşırı taşkınlık asla hafifletilemez, affedilemez. Kahır dergahında sabır gerektir belli zaman. Kâh zehirlenmeye neden olan mikropların halline, kâh nalına kâh mıhına, zıkkımın kökü, ziftin peki hazırlığıyla geçer zaman ve…


İşte o zaman, çok sıkıştığında deri atmalara rağmen tatlı su serpentesliğinin zehir zehhar diyarında kalan ortalama ömrü taş çatlasa üç beş yıl. Zehir zemberek zinhar zehhar…

19 Eylül 2022 Pazartesi

AKIL YÜRÜTME DEVRİ

 AKIL YÜRÜTME DEVRİ


Akıl yürütme yöntemleri yerine kafadan kapkara boşluğa takılanlar, göğe fırlatılan her cisim gibi yere düşerler. Hatta devir değişmeye yakın son bir hamle katı keskinlik ve esnek genellemelerle daha da gericilerek, düşüşlerini hızlandırırlar...


Hayatta akıl yürütmeden kesin yargıya varan bu hız tutkunları öncül ve sonuç önermeleri arasına sıkışırlar. Bu sıkı yancılar asla bilgisel değeri olmayan yığma ifadeler ve karayoz pratikle toptan yokoluşa zemin hazırlarlar. Genel mantığa ters tipik faaliyetlerle, güncele ilişkin hangi arguman varsa aklısıra bir bir ayar çekerler. Çekilen yetmez yoğun gündem güdük münazaralar ve çürük manzaralar eşliğinde devamlı değiştirilir. Açıkça evrensel düzeydeki eşitliği bozacak akıl yürütümlerle, saf enerji tüketen akıllar programlanır...


Uygulanan uyduruk programlarla formatlanma nitelik ve nicelik sayacını da bozar. Fırsattan istifade algısal ayıraç akıl yürütme verilerini iyice karmaşıklaştırır. Böylece doğruluk değeri zayıf bir dünyaya hiç yargılamadan teslim olunur. Çağla çelişik yüklemelerle mevcut karasal yük daha da ağırlaştırılır. Suya atsan batmaz hava, havanda su döven akla bir güzel yerleşir. Öyle ki bilimsel temelden yoksun, tamamen soyut kavramlarla evreni kavrama dürtüsü yeğlenir. Salt çağrışım yollu bağıntılar ve itaatkar bağımlılık doğrultusunda, ileri sürülen ilahi bağımsızlık seçeneği kolayca kabullenilir. Oysa yarım yamalak yaratılan bu üstün körü ilericilik sadece sanal söylem üretimiyle sınırlıdır. Tek dayanağı ise nihayetinde dünyalar arası geçiş üstünlüğü sağlar hilesidir. 


Bu fos formal sarmalda bocalayan akıl yürütme fonksiyonu, içsel ve dışsal uyarılara rağmen en uyguna yönelme eğilimini bir türlü geliştiremez. Umulmadık anda hiç  beklenmedik durumlar ve olaylar ortak miras olur. Bu kitlesel mirasyedi tavrı kısa zamanda çağcıl ve akla uygun yürüyüşü de gerisin geri çevirir. 


Zaten akıl yürütme yetilerini kullanmayanlar, varolanı da aklı yürütme yetkililerine bağışlayanlar sürekli yanan bir ışık, yavan bir simge veya sağaltan bir sembol beklerler. Bu akılzedeler malum işaret çakıldığında eğrisine doğrusuna bakmadan, yalanları potansiyel üstünlük sağlayacakmış gibi sahiplenerek faşizan bir yörüngeye otururlar. Dahası doğaüstü varlıkların uydusu konumuyla imkansıza erişme disiplinine diplenirler...


Başlangıçtan bu yana elenerek gelen evrensel amaçlardan bir kerelik dahi sapıldığında geleneksel kanıtlar zaafa uğrar. Kozmolojik denge zedelenir. Be safsata fikir, kısır kanaat ve suni görüşler akıl yürütme faaliyetini direkt etkiler. Azla yetinme artar, uzaduyum silkelenir. Bu yetersizlik zıtların çatışmasını zorunlu kılar. Bu arada kılı kırk yaran karşıtların birliği de değişim sürecini başlatır.


Akıl yürütme eylemini salt kendi çıkarlarını önde tutarak gerçekleştirenler bizzat egemen çıkarına hizmet ederler. Evrensel etik kurallar çiğnendiğinden otomatikman pragmatik pratiğe gömülürler. Teori pratik uyuşmazlığıyla tüm kurum ve kurallar büyük sermayeli otoritenin tekelinde işler. Ve hayatta herşey hiçlik boyutuna evrilince anarşizm önü alınamaz bir çılgınlığa erişir... 


Akıl yürütme faslı, sürekli fasılaya uğradıkça, ayrıyeten ortak değerler hiçe sayıldıkça önyargısız veya önyargılı kapsayıcı faaliyetler pik yapar. Böylesine derin kapışmada ne yazık ki evrensel haklara saygı, farklılıklara hoşgörü de sıfırlanır. Çağlayan çılgınlık azar, tek elden tertiplenen gizli kötülükler, sırttan vurmalarla yürütülür. Çağdışı ısrarla asla akıl yürütmeyen, punduna getirdiğinde durmayan, puşideni puştluk olan puştlar, pus dağılınca purtelaş ilahi puşende, bizatihi puşendei hata peşine düşerler. Yani akıl yürütme devri dip yapınca, olanca aklı yürüterek pik yaptığını zanneden zevat da dip yapar...


Pikapta ayni plak, istiflenen fon dip fonu...

15 Eylül 2022 Perşembe

KANATLI RÜZGAR...

 KANATLI RÜZGAR...


Sinsi sarsak planlar eşliğinde ufalan ufukta, ışıklarla oynaşan rüzgar şehir kıyılarına doğru salınıyor. Kıyıboyu köpüğe kesmiş kesimlerde, rulosuna kan kokusu sinmiş filmleri çekiyor evren. Sanki suskun akıl, vurgun yemiş bedenler. Eyyamcı ekip, ekin renkli yüzlerdeki donuk gülümsemeyi sorguluyor. Akıl duvarını yıpratan, kiremit renkli bir gökyüzü kanatlı atlar gibi saldırıyor yeryüzüne... 


Rüzgar, kurşun gibi ağır, kör karanlık geceyi kucaklıyor. Her şeyiyle koca dünyayı geleceğe saçıp savuruyor. Solgun anılar, solmayan sevdayla daha güzel bir dünyaya akıyor sıcak sıcak... 


Yoğun kriz ve faşizan baskılar kaosa ve çırılçıplak bir çıkmaza sürüklüyor yaslı dünyayı. Haliyle dünden daha kapsamlı, planlı ve örgütsel çaba arşa yükseliyor ister istemez. Kararlı ve azimli direnç sınıf bilincini yüceltiyor ama nafile. Çünkü burjuvazi ve oligarşi işbirliği her dertten vazife çıkararak dersini ezber ediyor, kıyasıya eziyor...


Bu arada ağlak gülenyüzle güdümlenen devlette kadrolaşma ve devlete sızma girişimleri yüz yıllardır süregelen eski heyelanı dalgalandırıyor. Yeryüzü öldürücü ölçekte sarsılıyor. Sarsak salgın ve kontrolsüz öfke taşmaları kula kulluğu önceliyor. Öyle ki öncesi ve sonrasıyla adil ve güzel bir dünya özlemi şiddetle sindiriliyor. Hatta fırsat belleyip delice esen rüzgara dahi saldırılıyor... 


Durum bu olunca durduk yerde deniz durgun, duru düşünceler fırtınalı. Azgın fırtınada işin sonu nereye nasıl varacağı ise belirsiz. Dört bir yanda kabul görmez bir keskinlik, katran karası geceye sarkıyor. Eninde sonunda eskinin planları bir bir bozuluyor. Başbaşa kalınan bozgun, zifiri karanlıkta kör yılan gibi parlıyor. Yine de solgun rüzgar estikçe, soluksuz kalmak uğruna sonsuzluğu bir sonuca bağlamak aşkla arşınlanıyor.


Korkusuz kordonboylarında şok. Eşsiz Deniz manzarası çelişkiler yumağı. Sağlı sollu virajlarla çıkılan yolun sağı solu uçsuz bucaksız uçurum. Uçurumun dibi ise pik yapma sevdasıyla havalananlar hurdalığı...


Histeriye tutulmuşçasına hurya alınteri ve emek düşmanlığı. Düşkünlere ekstra prim. Gerisingeri evriliş farklı metodlarla iş başında. Kapitalizmin en vahşi yüzünü takınanlar ve kalantor sırtı sıvazlayanlar sert rüzgarın üfledikleriyle avunuyor. Umarsız bir yolculukta, kararlı keskinlik katran karası geceye sarkıyor. Çünkü kaçak rüzgar estikçe hürriyet sunuyor, hürya hürriyet...


Hurra kendi halinde dönen dünya hep yarım kalan hesaplaşmaları kusuyor. Küskün dünya hasımlık ile hısımlık arası çatışmalarla gürlüyor. Günlerce sahnelenen oyun ne derece basit olsa da anlaşılmıyor. Apansız uyanan rüzgar belli sahnelere yerleştirilen yeteneksiz figüranları yutuyor. Ve yere göğe alacakaranlık çöktüğünden çöp adamlarla Eylülün güzelliğini kanıtlamak iyice abartılıyor. Oysa her gün ayni masal, derin sularda aynı tehlike...


Bir düzine macera yalı boylarına ılık ılık yayılırken iliklerine dek üşüyor dünya. Daha güzel olma haykırışı boğuluyor sırça kafeslerde. Sonrası kökten, kökünü kurutma merasimi. Korkunç boşluk bıçak keskinliğinde kuşkularla yırtıyor mavi atlası. Rüzgar hırçın dalgalarla boğuşan Deniz kuşlarını serseri mayın gibi kıyılara dağıtıyor. Kurşun gibi ağırlaşıyor hava. Havada asılı kalıyor acı tecrübeler... 


Sinsi susak provalar eşiğinde temiz ve kutlu kalmak üzerine verilen sözler de yeniyor. Ancak yeniden çeşitleniyor umutlar ve hayaller. Kızıla çalan ufukta oynaşan uğursuz anılar toprağa gömülüyor. Tekdüze dünya bir kalemde bir başka matemli maceraya sürükleniyor. Ve akıl duvarına aşan hıza erişiyor kanatlı rüzgar...


Dahası dört duvar tonlarca yükün altında ezilenler, sol sürgün verdiğinde daha güzel bir dünya için kanatlı rüzgarla birlikte geleceğe savruluyorlar...

12 Eylül 2022 Pazartesi

FAŞİST 12 EYLÜL'Ü TARİHE GÖMMEK...

 FAŞİST 12 EYLÜL'Ü TARİHE GÖMMEK...


Tarih 12 Eylül 1980 idi, Atatürk 100 yaşına daha yeni girmişti. Sözde ‘Atatürk’ adına, özde kapitalizmin ve gözde emperyalizmin çıkarları doğrultusunda düğmeye basıldı. Beklenen kırmızı telefon geceyarısı çaldı ve 12 Eylül sabahı bastırdı Evren tufanı. Pentagon merkezli, askeri ve yerli işbirlikçi zevat ülkeye ansızın el koydu. Uzaktan kumandalı faşistler, yürek sızlatan tonda yediden yetmişe musallat oldular...


Bu planlı oldu bittiyle, omzu kalabalık beşibiryerdeye peşkeş çekildi ülke. Hainler ülkenin onurlu, dürüst, yurtsever insanları için hayasızca ‘asmayalım da besleyelim mi?’ dediler. Utanmadan, ‘İntihar etti’ dediler. Gencecik hayatlar bir bir karartıldı. Mutlu geleceği kuracak milyonlar zindanlarda çürütüldü, sindirildi, yok edildi, işkenceden geçirildi. Gomonisttir, Allahsızdır, mezhepsizdir dediler, her birine en yaşanmazı yaşattılar. Hatta daha 17 yaşında çocukları sahte kemik raporlarıyla astılar. Sehpaya gönderemediklerini ise allahsızca pencerelerden attılar. Resmi kanaldan resmen insanlık suçu işlediler...


İşin doğrusu direnmesi, dayanması güç bir dönemdi. Kanlı darbeyle etnik ve dinsel ayrımcılığın temeli sağlamlaştırıldı. Devlet terörü yasallaştırıldı. Yüz binlerce haksız gözaltı, savunmasız tutuklamalar, sebepsiz faili meçhullerle, insanlık onuru sıfırlandı...


Dahası dabbe, darbe şakşakçıları kefeni yırtıp şaşalı bir yaşam sürdüler. Diğer yanda işkenceler ve öç alıcı idamlarla ülke solu bir daha belini doğrultamayacak biçimde tırpanlandı. Yani kimine iktidar tahtı, kiminin kara bahtı oldu 12 Eylül faşist darbesi. İşte bu güne kadarki ve bu günkü iktidarlar hep o melun faşist darbenin eseri...

Faşist 12 Eylül darbesi ve katil Evren bir kalemde ülkeyi yüz yıl geriye götürdü. Yetmedi erki eline geçiren beslemeleri bir yüz yıl daha ekledi gerilemeye. Açıkçası yüz yıllar geçse de anımsanacak, anımsatılacak ve unutturulmayacak karanlık bir mikrobu ülkenin gövdesine bulaştırdılar...


Bulaşıda baş piyon  bir sabaha karşı şeytan düdüğünü öttüren, alınteri ve emeği kanla yoğuran, kutsal emaneti hiçe sayan, adaleti görmezden gelen, gençliğe kıyan, emperyalist dünyanın faşist ürünü, uğursuz katil Evren. Pratikte pabucun paşası, emeklilikte tatil beldesi kıytırık ressamı ve besleme piyoncukları çok yürekler yaktı. Şeri şürekasıyla lanetlik, faşist nesnelere dönüştüler...

Dahası kasvet kusan kanlı döngü unutulur zannettiler. Oysa katil Evren ve beslemelerine rağmen devrim fonunda Devrimciler var oldukça faşist 12 Eylül asla unutulmaz. Önce akla bir harf düşer, harfler Deniz olur, yapılanlar apaçık ortaya serilir. Belki kemikler erir, ciltler yanar, kafalar koparılır, işkence baskı zulüm acımasızca uygulanır ama maziyi unutturmaya yetmez. Zaman içinde korkunun gölgesi, emperyalizmin kölesi olanlar kutsal kavgaya bağlılığı, Devrime imanı ve devrimciliği gördükçe tırsarlar. Nefret ve haset kıskacında kıvranırlar. Zaten kervan kuralsızlaştıkça geçmişe kulp takmak da kolaylaşır. Ama zoru görünce tekrar korkak ve silik sünepelere dönüşürler. Çünkü kıblesi denize dökülen düşman, açığa demirlemiş düşman zırhlısı olan yüzsüzlük, yüzde yüz katıyen ilelebet tutmaz. 

Tutmaz çünkü faşist 12 Eylül'ü bizzat yaşayanlar ve katil Evreni tanıyanlar çok iyi bilirler; daha çok yol var gidilecek, çok işkence var katlanılacak, çok kahır var çekilecek, çok mutluluk var görülecek, çok deniz var aşılacak, çok mahirlik var sergilenecek, çok sınır var ulaşılacak, çok makine var el değiştirecek, çok zincir var kırılacak. Ve çok form var yeniden formatlanacak...

İşte bu formül üzere Faşist 12 Eylül ve katil Evren beslemelerini eşi benzeri görülmeyecek bir son bekler. Çünkü sudan sebep bahanelerle bulandırılan hayalden ibaret günler, gün olur gelip geçer. Ve direndikçe güçlenen, doğru bildiğinden milim şaşmaz, devrim hedefine kilitlenmişlerin devri başlar...

Ve Atatürk 100 yaşındayken "gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde" bulunan faşist darbeciler ve karanlık düzenleri, doymaz beslemeleri, Cumhuriyet 100 yaşındayken ilelebet tarihe gömülürler...

7 Eylül 2022 Çarşamba

ÜZÜLMEK ÜZERİNE NOTLAR, BUMERANG...

 ÜZÜLMEK ÜZERİNE NOTLAR, BUMERANG...


Güpegündüz üzgü sabuklaması yepyeni üzüntüler ve üzgünler yaratırken, ağırlaşan hüznü dağıtan tek şeydir; bedeli ödenmeyecek günahlar, hatalar ve yanlışlar yoktur gerçeği. Hiç kimsenin asla ihmale ve suistimale getiremeyeceği evrensel kanun ise kanunların yaygın ihlalinin mutlaka bir iadei üzünç yaratacağıdır. Yani bumerang atmosferinde her şeyin, özellikle derin üzüntü veren arsız duygu, kısır düşünce, kötü söz, çılgın arzu ve çapsız eylemlerin ebediyen canlı kaldığının asla unutulmaması gerektiğidir. Zaten değişmez sanılan mevcut durum değişince bunların topu bumerang gibi üzüklere gerisingeri döner. Böylece  üzgü neticesinde doğan zarar yüce adalete özgü düpedüz tazmin edilir... 


Demek ki zorlama çeşitlemelerle verilen yoğun zarar, bir gün bizzat zarar veren kişiye geri döner. Onca negatif enerjili saldırı, temsili durum tükenince en başta saldırı sahibini etkiler. Hiç farkında olmadan, bilinçli veya bilinçsiz kötülüğe dair üretim, resmen ikame üretiyi  vurur. Tüm yalan yanlışlar, kontrol  kaybı ve yayvan hükmetme tarzı ihtiyaren ama duyarsızlıktan kaynaklanır ve herkes kontrolü kendi elinde tutmaya kalkışır. Kalkışmacılar bambaşka varlık kontrolleriyle lafta varsıl enerji elde eder. Bu kısıtlı enerji bunalımı ise güven kaybı, inanç soğuması ve iç bunalım olarak seviye düşüklüğünü getirir. Seviyesiz talepler doğru orantılı fazlalaşır ve karşılıklı nefreti geliştirir. Gelişen nefret bilinçaltında  buyurganlık ve kendini yok etme programına dönüşür.

Böylece uyum bozulur, eksik iletişim fac facialara yol açar...   


Beklenmeyen felaket aşamasında aşırı ve aşkın bağımlılık, doğal arzulara gem vurmamayı, katmerli korkuyu, depresyon ve öfkeyi tetikler. Kategorig tonda sert ifadelerle tertiplenen, tektip yapılanmadır yeğlenen. Bu yapısal karmaşa karunların hem kendine hem de başkalarına zarar verebileceği bumerang etkisi yaratır. Bu kötü alışkanlık ve ezeli hastalık asıl kaynaktan kayıp yıkıcı güç yayan yavanlığa dönüştür...


Kısa aralıklı keskin dönüşlerle resmen kötülüğün ana kaynağına düşülür. Ve mevcutların mevcutlu baskılarıyla, mevcuttan memnuniyetsizlik duyanlar hepten üzüntü verici hallerle sınanır. Ancak tüm yaşanan talihsizlikler birikir birikir, döner dolaşır tılsımlı asa değmişçesine talihi dönenleri de bulur. Bu fasit döngünün süresi azbiraz uzatılabilir veya kısaltılabilir ama nihayetinde bumerangtan kurtulmak çok zordur. 


Zora düşülünce merhamet beklemek veya sempati aranmakla yıllar yılı yaşatılanlar ve yaşananlar geçiştirilemez. Ayrıyeten son pişmanlık, akla pinekleyen korku ve sırf üzüntü dolu aktiviteler anında aşırı yüke dönüşebilir. Açıkçası akıl sağlığına zarar veren bu tutum mümkün olduğunca saklansa da maddi manevi temelde ödeme, övgü veya ödül günü etketede bekler. 


Öyle bir zaman gelir ki, hiç bir arınma ve aklanma şekli ruhban aracılığıyla tutmaz, tumturaklı havayla yapılanlar asla affedilmez. Bu arada derin içsel çelişkiler, ilkel değişimler de mümkündür. Ancak bu bukalemunları sadece düşüncede değil, ruhta da affetmemek en uygunudur. Çünkü üzülenleri geçmişe en çok bağlayan şey, affedilmeyen acılardır...


Gecegündüz güce tapınıp hiç hak etmeyenleri gücendirenler, sürekli üzgü salması salvolayanlar, yığınla üzüntü ve yarınsız üzgünler yaratanlar yani hummalı hüznü ağırlaştıranlar, kara bulutlar dağılanda bir kalemde bumerang burgacı etkisine girerler. Artık çanlar kimin için çalar, kalemler kimin için kırılır bilinmez. Ve bukalemunvari minvalde bedel ödemeyeceklerini zannederek, minareye kılıf ayarlayanlar, matah zanaatmışçasına her fırsatta dünyaalemi üzen ve

gücendirenler doğanın vazgeçilmez ilkeleriyle bir güzel yüzleşirler...


Son güzelleme, despotik potlarla uğruluk üleşenlere, üzülmek üzerine notların umursamaz

bileşenlerine, yüzde yüz Boomerang...

5 Eylül 2022 Pazartesi

OYUN BİTTİ BİTER, YENİDEN BAŞLAR...

 OYUN BİTTİ BİTER, YENİDEN BAŞLAR...


Israrla tek tip öykülere öykünen dünyanın ince detaylardan arındırılmışlığına, her şeyin hızla tüketilişine koşut er veya geç oyun biter. Bitti gitti denilir ama aslında bitmez, öykü boyutlarında romanlaşır hayat. Ve beşibiryerdelere inat ayrı ayrı yerdelere özgü renklenir öykü dünyası. Her danesi atiye atılan imzadır.. 


Hayatın içine içine doğan, akla takılmış veya gönülden yaşanmış ateşli çığlık barındıran nice öyküler vardır. Uzun yıllardan sonra durulur deli gönül ve karanlık günerdiğinde duyulurlar. Bunlar hüyükte kalmamış ve diğerlerini tümden yutmaya hazır davetkar öykülerdir. Her biri gül kurusu akşamlarda ele avuca sığmayan lebiderya öykülerdir. Ağır rutubetin derin yoksulluğa kalem gibi işlendiği mahallerde dejavu etkisi yaratırlar...


Oyun bittiğinde, geri planda kalanların hayata tutunma yükü ağırlaşınca hüzün kadar ışıl ışıl umut yağdırırlar yarınlara ve tutunamayanlara. Her biri tutam tutam tutku sunar kütleyi tüy gibi hafifleten koflaşmalara. Çağladıkça çağlayan sıra dışı öyküler hayatın anlamını hak etmek zorundalığını anımsatır her kelimede. Gelgeç dünyanın harfiyen en kalıcı mirasıdır geleceğe...


Her biten oyundan sonra yaratılan oylumlu öyküler, körfeze açık köpürmüşlüğü külçeleyen bahçesi yüksek duvarlı kırık beyaz badanalı konaklara konar. Konar geçer dünya yaratısıdır her biri. Her biri yıkılanın yerine sil baştan hayat kurma pusulasıdır...


Pusula şaştığında, özlem ve sevda yüklü öyküler olmasa

hayatı sıfırlama ya da sanal boşlukta kaybolmaya adaydır tutunamayanlar. Bu tutukluk anlarına milattır anılar. Ansızın uzun tünellerden çıkar gelir, kusursuz kurgulanırlar ve oyunu bitirecek çeşit çeşit öyküler olurlar...


Hayatı zehirleyen zenginlik, tutulmayan sözler ile yerine getirilmeyen vaadlerin çokluğudur. Bu aksi durum düş yorgunluğunu artırır. Artı günsönümü saatlerde kurumuş akıl yatağında kitabesi zor okunur öyküler uyudukça uyur. Ancak bunlar bile her eylülde sular seller gibi yayılan kahra katlanamazlar. Böylece ayıltan gökyüzü altında bayıltılan zihinler canlanır...


Doğanın canlanmasıyla birlikte asla yitirilemeyecek alışkanlık eni konu tiyatral dünyayı resmeder yeryüzüne. Zamanı yavaşlatan, zamanı ağdalaştıran hiç alakasız kemikleşen yalnızlıktır. Yalnızlığı giderecek dosyadan ilk öykü provasız seçilir. Dosta düşmana karşı okunur. Ve düğüm çözülür, arızalar onarılır...


Oyunu bilinen şekliyle oynamayı bilmeyenler için her biten oyun, ölüyor ama ölmüyor demektir. Yani farklı tonda inleyen dertli dolaba tekrar tekrar girmektir. Aylaklanan zamana ağırlığını koymak için her öyküde sayfa sayfa farklılaşan zaman kavramını doğru kavramaktır. Direnç ölçer yalan dünyada her bitiş bir başlangıçtır. Yolun sonundaki neye benzediği bilinmeyen karartıları bir şeylere benzetme sanatıdır doğru kalarak yaşamak. Hayata kendi çapında katkıdır oyunu öğrenmek için her hamle. Gecenin ayazına ince ayar çekmektir, aklı karıncalandıran  hayatın otomatikman heyecansız bir kısır döngüye devrilmesini önlemek. Bunun için tek çıkar yoldur öykülere yolculuk. Öykülerle hayata tutunmak... 


Hayatın kredisi tümüyle harcanmadan, oyun ebediyen bitmeden hemen önce son bir kez olmak olgusuna gökkuşağı katma arzusudur öykülere. Öykülere kapılmak bu kapıyı açan ve kapatandır. Açığı kapatan da, aklı kanatsız uçuran da odur öze öz, söze sözdür.


Oyun bitti biter ama üzerinden dozer geçmiş yıpranmışlığı hızlı tükenişe bir tık kalmışlığı giderecek bir başkası başlar. Yani oyun içinde oyun, öykü içinde öyküdür hayatın özü...


Öze ve söze dair oyun bittiğinde ise çok çeşitli öykülerdir ömre ömür katan, hayatı kurtaran, herşeyiyle yeniden başlatan...

4 Eylül 2022 Pazar

ÖLÜM KALIM SAVAŞINA İLK ADIM, 4 EYLÜL...

 ÖLÜM KALIM SAVAŞINA İLK ADIM, 4 EYLÜL...


Egemen dünya bazen açıktan bağımsızlığı yok edecek, haksız işgalleri güdümleyen kirli paslı günleri günceller. Ancak tarihe saplanan bu kitlesel imha planları umutsuzluğa kapılmış ulusları tam bağımsızlık sevdasına, ölüm kalım savaşına endeksler. Tıpkı Mustafa Kemal önderliğinde küllerinden doğuşun, dirilişin, canlanışın ve emperyalizmi İzmir'de denize dökene dek, "ya istiklal ya ölüm" ilkesiyle durmayışın simgesi, 4 Eylül Sivas kongresi gibi...


Cumhuriyet tarihinin başlangıcı, kurtuluşun ilk adımıdır 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi. Yepyeni bir hüviyet, hürriyet ve medeniyet kazanımına imandır... 


Kongre peşine işgal altındaki yaslı şehirlerde siperler kazılır, cepheler kurulur, haince zülfiyare dokunanlara soğuk çeliğin keskin yüzü anımsatılır. Çanlar çaldıkça bozuk pusula özgürlüğe parlatılır. Kor ateş tüm Anadolu'ya yayılır.  Kurulan can pazarında vatan aşkına bıçak sırtı yaşanır, çağlayana dönüşen bir damlacık umutla nice canlar ölüm kalım savaşına katılır. Ve can bedenden çıkmayana dek direnilir, emperyalist toptan halletme faslı bu kutsal topraklardan ilelebet def edilir...


4 Eylül 1919 Sivas Kongresi, devrimci ruhla Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın memleket toprağına serpildiği gündür. Kuruluşun mihmandarı, felsefesi, milletin yılmaz irade kaynağıdır. Kutlu inanç tek cümledir; "Manda ve Himaye kabul edilemez."...


Bin yılların alın teri ve emeğinin emperyal hamleyle çalınmasına, kalan ömrün ihanetçi hüner, komplocu tavır ve aradan sıyrılma yarışına karşı koyuştur. Korkmadan "Ya istiklal ya ölüm" şiarıyla toptan yok oluşa simgesel isyandır.  


Asli gücünü gelip geçici kişilerden ve boş heveslerden değil, Milletinden alan, kuruluşun temeli olan vazgeçilmez ve ödün verilemez ilkeleriyle Ulusal Kurtuluş reçetesidir, 4 Eylül. Hemen kongre peşine beyannameleştirilen ilkelerin hayata geçmesi için canla başla başlar mücadele. Yani doğuşun kıblesi Sivas Kongresidir...


Kutsal isyan 4 Eylül 1919'da Sivas’ta başlar ve 9 Eylül 1923'te dört yıl süren kurtuluş mücadelesinden sonra İzmir Karşıyaka’da biter...


Ölüm kalım savaşı bazen santimle canlı hayatın önüne geçer. Şehadet sanı, milletin kanı ile katmerlenir. Egemen dünyanın uşakları ve işbirlikçilerinin işgalle dayattığı kirli paslı günler, bir güzel temizlenir...


İşte tek gayesi tam bağımsız günleri yaşamak olanların ve bu umudu yeşertenlerin "ya istiklal ya ölüm" diyerek yola çıkışının ilk adımıdır 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi...


Sonuçta egemenliği millete verecekölüm kalım savaşına ilk adımdır 4 Eylül Sivas...

1 Eylül 2022 Perşembe

SİYASETE Sİ..

 SİYASETE Sİ.. 


Sırada siyasetin si bemol günleri ve si bemol major günlerin yaşanması var. Sıradan karnaval havasında geçiştirilen yüzsüzlüklere isyan şartı var. Tabandan tavana, dipten pike resmen kontrolden çıkılmışlık durumuna karşı duruş gerektiği var. Yani si bemol, si diyez, her makamdan tiplere ve malum maraza seslere metodik direnç hali güncellenmesi var. Çünkü darlığa varlık dayanmaz. Üstelik çıkan tıkanan, tiz çalınan tüm sesler arızalı. Ara Taksim sonrası si bemol adam ol çağrısı, si diyez daha diyeceklerim var vurgusu gecikmiş. Artık müzikali ayakta tutma eğilimi müzmin minvalde... 


Sıkıntılı siyasete si, kromatik semi tondayken müzikalitesine bakmadan övülen ve övünülen periyodik sistem çöktü. Siyasete yürek paralayıcı, kara pazar ayarlayıcı ve panayır katkılı ayarlamalar ile her katında son kalan rezervleri de tüketecek denli gevşeklik hakim. Rotasız, adaletsiz ve trajik sona son sürat gidiş hayırsızlığı gündem. Günden güne notasızlık, arsız tapınma ve toptan kaybediş hazımsızlığı güncel...


Bu hazırlıksız manzara mi den azınca, solfeji faşizanca kontrolde tutma çabası azımsanamaz boyut. Somut olan genel çaresizlik. Soyut imlerle akıllar ele geçirildiğinden, sanal siyasi odaklanma tek boyut. Neticesinde yaşama giren itirafı zor hayal kırıklıkları. Umudun tükeniş nedeni kısır siyaset ve emre hazır siyasetçilerin bastırdığı si diyez...


Ne diyersek odur manasına siyasetten semirenler besbelli. Kusursuz kemirilenler dramatik ve trajik gidişata akıllarını kilitleyenler. Siyaseten sömürülenler ise gelecek diğer konvoyu gözleyenler. Oysa traşlanan trafik sıkışık, işler çok karışık... 


Siyaseten oto kontrolden kopulduğundan kontrol tamamıyla kontrol dışı yabancıların tekelinde. Sonuç, akılla bağdaşmayan siyasetik diplomatik notalarla müzikal ahenk resmen kaybedilmiş. Sürekli yanlış notalara basılarak ruhlara mıhlanan ayıplar müzikal değeri düşürülmüş. Bundan diyatonik uyum negatif etkilenince yerelden genele tam gaz, gam...


Gamsız siyaset, ruh halini yansıtmayan portrelerle mayalandıkça, konumu kontrolde tutma eğilimi ortadan iki. Cehalet akılları kör ettikçe kontrol dışına taşma tavrı üç. Doğan çatışma ve kamplaşmayla kontrolün hepten emperyalist tekellerin insiyatifine geçişine hız ayarı dört. Böylece dörtdörtlük farzedilen akış bir anda tersine. Dahası deniz bitmiş ve eksik etik, kiloş etek arasındaki yüzsüzlük yüzünden enflasyon yüzlü basamaklarda...


Sonrası siyasetin siyini eken, ektiğini biçen sirlerin topuna si, topuna sin ve kontrollü sinkaf. Çünkü beş para etmez bir kelebek etkisi dört koldan çarpınca malumu marjinalleştirme jesti. Peşinden makul perspektifi akla perçinleyenlere si diyez notasıyla kelepçe. Bütün suç sol anahtarında çıkışıyla porteden adamdan sayılan nice adamsı portrelerin, siya siya silindiğini unutturma cakası. Hali harap silindire, siyaset sirlerinin havası cakası, cilası civası yetmez. Çünkü çok geç de olsa da acı anılar canlanır...


Can çıkmadıkça anılarda kalan si bemol benzeri, si diyez örneği silkelenen siyaset ve sağlakların sol anahtarına aralıklı dizilişi olur. Ve belli zaman sonra yazılı kurallar çerçevesinde sibemol-sidiyez dibe çakılmanın porteden tek notayla kaldırılışı gözlemlenir...


Gözler açılır ve ansızın anılara girer port porte çıkmazında bocalayan siyaset. Sınırlı siyasetin sadece muhtaç insan trafiğini idare eden polisiye görevleri yüklenişi. Oysa her metropolis yükü arttıran her şeyin farkındadır. Farkındalığın müzikal açılımı ise "ne sen bunun fakındasın, ne polis farkında" ara namesidir. 


Siyasete si, sol anahtarı...

EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…

  EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…   Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...