MAYIS UĞURLAMASI
TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...
31 Mayıs 2024 Cuma
MAYIS UĞURLAMASI
27 Mayıs 2024 Pazartesi
SÜTLÜ KAHVE
SÜTLÜ KAHVE
Peynelmilel Pederpan, peykesi pederane parapaj, peyda çiya
çiya çığlık. İbrişim kuşaklı birinci uşak Pederpan. Heder edilen hayatlara
‘enel hak minel aşk’ peyderpey öyküler yükleyen Çolpan. Anlatayım da duyun işin
aslını astarını, bir bileni kim kaldı ki benden başka diyerek en eski
dostlardan ‘bal kuşunun intikamını’ ballandıran. Pederpan’a göre akıl akar,
gözler kayar, yürek sızlar, çifte sırım öykülerin gölgesinde bir fincan sütlü
kahve iyi gider. Şekersiz veya bol tatlı, asla orta kararı yok, tam uçlarda.
Lafın ucuna ekler, iyi bilirim Asmalımescit’te sütlü kahve içince kalp krizi
geçiren adamı der. Ayası yaban, yaftası hareli, ‘Pembe İncili Kaftan’ı güveli
figüran. Elbette öze göze, saza söze ve sicim gibi yazıya güvenmek lazım.
Mevzuu ‘diyet’ ve masumiyet. Hususi malumat, Sıraselviler’li sırça köşk
madamdan. Peynelmilel rivayet, vaktiyle bir deniz yolculuğu tanışıklığı. Yol
Denizin Kara’sından Marmara’ya. Taflan marmelatı, fındık ezmesi taşıyan
vapurla. Yolculuk mutedil dalgalı denizde iki günlük. Hava muhalefeti varsa
taşı toprağı altın şehre dört gün…
Pederpan deyişiyle para pangnot yerine ful pul, damga pulu,
posta pulu artı devlet bonosu geçen yıllar. Kapak atılan liman, halat merdivenlerle
inilen Tophane. Merdivenlerinde yatılan Haydarpaşa Garı. Kaçak saçak uyunan
Topkapı mezarlığı. Sonrası eksik aksak, akilane tek göz hane. Ergenlere
‘Asitane’de erime dönemi. Zamanın asilere, asillere girizgâhı aşırı izaha gebe.
Çat patlasın çal oynasın, çat kapı gelenlere yazı kışı tek iş, ‘Kırkayak
Lastik’ fabrikası. Mevcuda saat ücretli, fazladan mesai düzenekli. Keskin
havadan kapılan, çetin hayat mikrobu. Tedavi-siz zannedilen dünya gailesi.
Kuzeyden kalma deniz alışkanlığı baki. Bitmeyen muhabbet, usanç abidesi kara
humuslu toprakla haşır neşirlik. Keyfin daniskası dostun dosta kurnazlığı,
düşmana kusursuzluk. Bilahare öğrenilen tavuklu şehriye çorbası. Bu afakan,
düşman başına atakan günlerde, iki elim yakanda huzursuzluğu. Çapı adam boyu,
dökme taş borular denize her gün likit atık salıyor. Atık katık uğursuzluğu
kan, kara lastik kokuyor. Namı değmez sıralı saralı askeri müdahaleler,
hanelere zehir zıkkım yalnızlık aşılıyor. Arafta çalınıyor taş plaklar. Herkes
mucize bekliyor.
Ballı mucize Rumeli
Hisarı ötesinde, Bebek Belediye Gazinosu sah-nesinde. Şakıyan yarı çıplak
dilberler, oynak kıvrak çengiler, masalarda kellifelli efendiler. Sahil boyu
sıralanmış tektekçilerde küçük kara balıklar. Perperişan kılıklar, kılçıksız
görüyorlar şişenin dibini. Şekilden şekil şakülsüz, ipsiz kuşaksız yangebez
yaratıklar erketede. Çamlıbel’ler tutulmuş, herkes ‘Han Duvarları’ yağızı.
Mucizevi rastlaşmalar cana can katar…
Gizem dünyası işte, belki hiçbiri yaşamadı. Ama öykü gerçek.
Öyküye sızmış düşgün hallerin encamı orijinal. Orijiniyle oynanmış ama
yaşanmış, yaşatılmış, yaşayan bir öykü, başı sonu yok. Girizgaha notu
düşülmeyen başkaları da var sırasını bekleyen. Hur hurafe inananlar otağında,
pişmiş aşa su katmak değil iş, başka zaviyeden bakmak haya-ta. Bahse değer
bulunanlar birbirine benzer. Mutlaka birileri bu hususi niyeti kaşır ve okkanın
altına girenler iki arada bir derede bu hassas yazı-ta karışır. Hokkanın kapağı
açılır ve Pederpan öyküyü biçimli hale sokar. Peynelmilellik bu kadar.
Anlatıcısı ve dinleyeni bol muammalar…
Sütlü kahve aralara serpiştirilince, arayan herkes bir eksik
bir fazla kendini öyküde bulur. Bir kahvenin kırk yıl hatırı var. Yaşanan veya
transit geçilen kirlenmişlik, halt etmişlik ve halt yemişlik başka öykülerin
kanırtmaç hesabı. Üzgü üzengisinde hayatın cilvesi. Allah'ın mahluğu diye biten
ne facialar var. Bulaşıklara bulaşmaya gör, önü sonu belli, ele mutlaka kan
değer. Kapanırsın el heykelli adaya, ere yiğitlik katan özel kokuyu arar, aşk
kokusunu ustaca ayıklarsın. Uçup havaya karışma-dan, bahar tazeliğindeki yazı
kışa çevirmeden kesin hesaplaşmanın tadı damakta kalır. Ağız tadını bozanlar,
ipe un serenler, serden geçenler mimlenir. Çıplak akıl asla yalana eğilmez,
konu nereye varacak bilir. Bilgelik nice cahal cadolozları ve mostralık
molozları çetin günlerin beklediğini göstermektir. Kök hücrelere dek
hırpalanışın hırsıyla tek el atış, iş tamam. Avantacılar temel varlıkları
vantuzladığından beri ‘ben derdimi kimselere söyleyemedim.’ Hatta ‘Dedem Korkut
Hikâyeleri’ bile korkutur, geceleri kendi başına ağırlayan öykücüyü…
El heykelli’de ‘öykülerin gölgesinde sütlü kahve’ içince
kalp krizi geçirmeyen adamı ve güveli ‘Pembe İncili Kaftan’ı giyen madamı aynı
masada görünce Peynelmilel Pederpan öykülere son noktayı koydu…
20 Mayıs 2024 Pazartesi
FUTBOLDA TEK TABANCA REJİMİ BİTMELİ
FUTBOLDA TEK TABANCA REJİMİ BİTMELİ
Bu gidişle zor ama körekör amigoluk artık bırakılmalı. Futbol
için korkmadan ‘her şey çok güzel olacak’ denilmeli. Demokrasinin mihenk taşı seçimler,
nasıl yerel kurtuluşu tescillediyse, faşizmin gölgesinde futbol veya futbolda
tek tabanca rejimi de mutlaka sonlandırılmalı. Toplumu orta çağ karanlığına
çekecek bu futbol projesinden vazgeçilmeli. Zaten teoride tuttu, pratikte
tutmadı. Koca ülkede birkaç takım ve taraftar kitlesi dışında gidişattan memnun
ve mutlu olan yok. Hatta Fenerbahche sondan bir evvel, yılların kumpasına,
kurgu sisteme, tek tabanca modeline hem de sahada on kişiyle ama saha dışında
on milyonlarla direnerek dünya liderliğini cümle aleme gösterdi. Dosta düşmana gerçek
şampiyonun kim olduğunu bu hafta ilan etti. Sonrası malum saltanat…
Şimdi hafta sonu tek tabanca rejiminin kuklası, kaypak
federasyonun şampiyonu belli olacak. Sonra bu sezon kupanın kulpuna yapışan,
son haftaya taşınan atbaşı yarışın tarafları, başkanlarını seçecek. Şimdi bu iki
güzide kulüp gerekeni yapmalı. Memleket futbolunun gelecek sezonda, tek tabanca
rejimi etkisinde kalmaması için tavır alan adaylar seçilmeli. Eğer fanatik taraftarlık
ağır basar, mevcut suni kurguya direniş gösterecek, futbolda da güzel şeyler
yaşanabileceğini kanıtlayacak adaylaşmaların önü açılmazsa, seneye futbolun vay
haline. Seçimler kayıkçı kavgasına dönüştürülerek, gündeme sokulan genel
iktidar destekli yaklaşımlara yol verilirse alenen yolun sonu olur. Futbolun ruhuna
el fatiha. Bu kafayla zorun zoru ama olası Avrupa şampiyonası başarısı da mevcut
zevatı kurtarmaz. Yani onlar da ilk
seçimde gümler. Ayrıca tek tabanca rejimine bel bağlayanlar unutmamalı artık
ezici üstünlükle kazanan yerel iktidarlar ve parlementoları var. Yani tek
kutuplu düzenek sarsıldı. Futbolda mevcut düzenin yıkılacağı günler de yakın
gibi. Hele bu sezon bitsin bakalım derdinde camialar. Sonu baştan belli Avrupa
macerası da geçsin iş tamamına vardırılır düşüncesinde…
Bir nebze de olsa altüst edilen dengeler, yıkılan moraller aylardır
her hafta yakılan Fener sayesinde düzeldi. Sahada, saha dışında ve tribünde, futbol
ve memleket geleneğine ve değerlerine bağlılığını zedelemeden haksızlığa karşı
koydu Fenerbahche. Elbette bu değerler silsilesine sahip çıkış, direnç güncellemesi
ve muhalif tavırlılık birilerinin işine gelmedi. Düğmeye basan tek tabanca
rejimi ve futbol uzantıları korakor mücadeleyi önleyici pozisyona evrildi. Pentagonvari planların gerçekleşmesine dönük dalavereler
ayyuka çıktı. Açığa düşmesine karşın tezgâha devam edildi. Hatta dünyanın en
büyük takımı, sırf biat etmeyişin ceremesini çekti. Kaç şampiyonluktan edildiğini
anlayabilmek için sayı saymayı bilmek lazım. Zaten ilerde tarih topunu yazacak.
Nasıl lafta tarih yazanları kulüp tarihinden, milli ve yerli futbol tarihinden toptan
sildiler, çok yakında kendileri de silinecekler. Yani bu dönemin tarihi illa ki
yeniden yazılacak…
Futbolu faşizanca kamplara bölerek, takımları ve taraftarları
düşmanlaştırarak iş görmeyi öncelemek boşa hayal. Tutmaz bu senaryo. Tüm takımların
idari yapısı ve siyasal ağırlığı irdelendiğinde bir adım yol alınamayacağı
görülür. Öncelikle her klasmandaki ekipler, kendi başkan ve yöneticilerini
seçerken güçlü irade koyacakları seçmeli. Anca böylelikle malum iradenin racon
kesmesine karşı çıkılabilir. Bunu yapabilecek takım sayısı sayılı. Elbette Fenerbahche
bunlardan biri ve foyası meydana çıkanlardan en büyük darbeyi de o aldı. Alsın da
futbolun fıtratında bunlar var denilemez artık. Çünkü kasıtlı hatalar ayan
beyan ortada, kamera ve ses kayıtlarıyla malumun ilanı her şey. Ancak bir kez
daha futbol tanrısı, siyasal iktidar ve muktedirin, tek tabanca rejimi
murakıplarının yoluna taş koydu. Yıllardır öyle veya böyle geçit verilmeyen
Fenerbahche adına, sondan bir evvel ki kurgu maça asasını dokundurdu. Zevatın zerzevatın
erken şampiyonluk hevesini çimlere gömdü. Şimdi izin verildiği oranda, kozlar haftaya
paylaşılacak. Varyasyonlar hazırdır mutlaka veya hazırlarlar alelacele ama
birbirlerine düştüler. Göreceğiz kimin eli daha güçlü. Ecel kapıda, düşmek de
var kalmak da…
On yıllardır bir devrin deviricileri, top yuvarlaktır ve maç
sahada kazanılır realitesini kendi söyledi kendi unuttu, unutturdu. Bileğinin hakkıyla hakkedenlerin hak edişi,
hakemler ve ceza yağdıran diçiplin eliyle resmen tırpanlandı. Sonuç itibariyle maratonu
göğüslemek bazı takımlara acayip zorlaştırıldı. Fenerbahche karşıtları,
maçlarda canını dişine takan düşkünler ve payanda paydaşları el birliğiyle futbolun
çehresini kararttı. Futbolda da her şey çok güzel olacak sinyaline kapıları
kapattı. En umulmadık anlarda, umulanı yapacak bazı takımlar sırf bu yüzden
sahaya çıktı. Çıkarıldı. Futbol, spor, başarı hikâye oldu. Kim ne derse desin mevcut
iktidara muhalifliğin faturası ödetilmeye çalışıldı...
Demek ki bu pazar, çarşı pazar karıştı. Haftaya karışıklık
derlenip toparlanacak, tek tabanca rejiminden torpilli, yerli ve milli futbol
şampiyonu tur atacak. İçten dışa, ele geçirilen kalelere bir yenisi eklenecek. Veya
eklenmeyecek. Evet, Fenerbahche çok yakıldı bu sezon. Yerden göğe haklı isyanda.
Masa başı oyunlarla bertaraf edilme girişimleri sahada tutmadı. Deplasmandaki on
kişi ve on milyonlar skandal kararlar, şaibeli düdükler, projeci atraksiyonlara
aldırmadı. Mesleğinin hakkını verdi, tam saha direndi. Tümden, ‘tam yol ileri’ dedi. Tek tabanca
rejimi artık futboldan ve dahi her şeyden elini eteğini çekmeli gerçeğini, naklen
yayında tüm futbolseverlere izletti. Nakletti…
Şimdi başta mevcut iktidar, federasyon, hakem komitesi, war,
takımlar, her düşünceden her inançtan taraftar, futbol hakkının gaspıyla
palazlanmayı kitabından çıkarmalı. Tek
parti, tek tabanca rejimi futbolda kurduğu hegemonyanın ikilik ve kaos yarattığını
artık görmeli. Dayatılan ‘Faşizmin Gölgesinde Futbol’ ile profesyonellik ve
sportmenliğin tarihe karıştığı da aşikâr. Kongreler yakın, seçilecek başkanlara
duyurulur, bundan sonraki ide ‘futbolda her şey çok güzel olacak’ olmalı. Aksi halde
iş işten çoktan geçmiş olur. Futbol bitmeden ‘futbolda tek tabanca rejimi
bitmeli’ eğer bitmez ise futbol ölür, yaşasın fitbol…
Gelecek hafta sonu muhtemelen turlayacak Fitbol federasyonu
ile hakem figürasyonunun şampiyonuna, piyonistliği hayırlı olsun. Piyonist muazzam
film, ‘Zaferin Rengi’ filmi de fena değildi!
15 Mayıs 2024 Çarşamba
İLK KURŞUN GAZETECİLİĞİ...
İLK KURŞUN GAZETECİLİĞİ...
KUTLUM KUTSALIM 'CANIM ANACIM'…
KUTLUM KUTSALIM 'CANIM ANACIM'…
BAHAR BAYRAM REDDİ MİRAS
BAHAR BAYRAM REDDİ MİRAS
İLENÇ DUVARI
İLENÇ DUVARI
4 Mayıs 2024 Cumartesi
BABAM...
BABAM...
GÜLLERİ SOLDURAN MAYIS AKŞAMLARINA AĞIT YAKMAK…
GÜLLERİ SOLDURAN MAYIS AKŞAMLARINA AĞIT YAKMAK…
Her “Gülünün Solduğu Akşam” kızaran damlara vurduğunda bıçak
sırtı ayaz, ayılırım bir başka ve katmerli hüzünlenirim. En baba gülümü de
“Gülünün Solduğu Akşam” toprağa verdiğimdendir, bu dilimdeki dirilmiş
sözcükler, bu insani diyaloglar…
Gülün dikeni yüreğimize çentik üstüne çentik atmış bir kere
unutamayız. Başkalaşım başladığından sanal kahramanlığa özenti değil,
alnımızdaki zindan karası. ‘İdamlar ve babam’ hakkında unutkanlık ve acizlik
potansiyeli gösteremeyişimizdendir, kuşaktan kuşağa aktarılmasına taptığım bu
ağıt. Gerçi bir devrimcinin yaşamında çok kırılma noktaları olur. Olur, ama
hayatında iliklerine kadar işleyen ilkler ve beter acılar yaşamışlığı da
vardır. O variyet, keskin acıları yaşamışlıkla kontrolü çok az kaybettirecek
bir etkendir. Zaten yaşamın köklerine inildikçe ideolojiyi eleştirmeyi kültür
edinmişlik derinliği de belirir. Bu öyle bir devrimci kültürdür ki; yeni ve
sade hayatlar kurmayı sürekli engeller. Sıra dışı ve aykırı yaşamaktır haneye
düşülen not. Namı değer başkaldırıların sere serpe yayıldığı şu yüzyılda en yüz
akıdır o yazıntı.
Delice savrulan ve arzdan arşa sonsuzluğu içselleştirirken zaman;
onlar öldürüldüğünde, babam öldüğünde hiç ağlamadım kim diyebilir ki. Kim
diyebilir ki manifestolar kaleme almış olsalar bile ‘Duyguların Efendileri’
babasına ağlamaz diye. Babası öldüğünde ağlamaktır devrimcilik, defnederken de
aklından öpünce hayat, kalenderliği babasından geçmişçesine yutkunmaktır.
Yoldaşı öldüğünde ise gerçek hayatı çarpıtmadan yaşamaktır, benekli hayallere
dalmadan yaşatmaktır…
Her “Gülünün Solduğu Akşam” kaderin bir cilvesidir, onlarla
birlikte babamı da anarım yüreğimde hasret ve yanarak. Çıkışsız labirentlerin
esrarını ve sırrını hiçbir yazılı biyografi çözemez. Ama “yüz metreyi en hızlı
koşan çocuklar” seksenlik ihtiyara elverdiği, omuz verdiği veya kol kola
yürüdükleri gün, yersiz zamansız ölüme mahkûmiyetin ağırlığı tekletir kalpleri.
Yaşanmazı yaşamak incitir ve acıtır yürekleri. Acıyla dişlerimi yumruklarımı
sıkarım. Dünyanın en canlı renklerine hiç aldırmadan, tıknefes anmak ve
yaşamaktır övülmeye layık dostları ve kalender babayı. En sevilenler ayni gün
ölünce, o günü unutmak…
Her “Gülünün Solduğu Akşam” üç kırmızı karanfil Karşıyaka’da
dost bağına, yeşil çotanak babam Çavuşoğlu’nun bağrına yakışır. Haramzadeler
ile kurşun askerler ölüm korkusunu her an yaşarken onlar ölümsüzlüğe uğurlanır.
Zaten çanlar devrim için çınlamaya hazırlandığında tesadüflerle vurgulanan, hayal
kırıklıklarıdır insan beynini kuşatan. Kuşatılmışlık aslında kaç şekerli olduğu
belirsiz zifiri demli çay içmeye yolculuktur, darağacına kurulmuş veya cellâdın
tırpanından doğan yeni ha[1]yatlarda.
Evet, “Onların başı dikti ve hayal ettikleri güzelim dünya için,
ülkeleri için, memleket için, sıla için, anaları, babaları, kardeşleri için
kurtuluşa eren isyanları vardı. O yüzden sehpaya, musallaya yürümekten
çekinmediler hiç asla korkmadılar. Asla yılmadılar, baş eğmediler ve asla
eğilmediler, dimdik durdular ve gittiler. Çünkü onların ince gelecek hesapları,
kişisel kaygıları yoktu. Sadece pırlanta akılları, altın yürekleri, gümüş parlağı
bakışları ve gencecik umutları vardı. Tek cümle ile izahı, onların cesaretleri
ve umutları vardı yığınlara mal olan…”
Her “Gülünün Solduğu Akşam” neden gam çekerim şu bedeni ve
zihni yorgunluk günlerimde bilirim. Şimdi cümle alem bilsin ne gam. Bilirim
karşı kıyıda çelikten ağlara takılıdır aklımın ince gülü, gülleri. Uyku bozuğu
gecelerde yıpranmış kalbe kuvvet bütün orijinalliği ile karşımda olurlar buket
buket.
Ve her “Gülünün Solduğu Akşam” iskele, sahil, meydan, memleket
esenliği için turlayanlara babamın da eklendiğini hissederim. Acılarımın
zirveye tırmandığı o anlarda tembel bir gevşeklik kaplar bedenimi, ama en
enerjik halden daha hallicedir. Sabah uykusunun en birinci özlendiği o çocukluk
yıllarımdan süzülen hayat önünde, babama ve onlara rastlarım. En güler yüzlü ve
sıcak sarılırlar düşlerime. Babam ile övülmeye layık dostlar ve ben izlenecek
yolların en izmlisine vururuz adımlarımızı. İnandıkça gören, gördükçe inanan ve
etkilendikçe güçlenen yüreğimizle ideleşiriz.
Aslında gücümüze, çok gücümüze gider zamanı iyi
değerlendirememişlik. Zorumuza gider, bir parça günlük hayat huzuru tatmadan
gerisingeri devrilmek. Gerçeğin özüne zamansız girişin mükâfatıdır, elli küsur
büklümlü nazım da kırklara özlem. Tarihi sulandırmaktır, tahminen
sulandırılmasıdır insanın içini en çok acıtan. Ve zayıf düşmemek içindir, her
mayısın ilk haftası dördü ile altısı arası, şu anda en lüzumlu ve özlenenler arasından
onları çekip çıkarmak. Derin uyku hali haraca kesmişken düşünceleri onlara
sığınmaktır bilgece, kösnül yalnızlık ve tekdüzeliğe inat. Varsın olsun ayrılık
şarkıları, yaratının kalıtsallığını bozmayacak aykırılıklar. Nasılsa her içli
şarkıda titrer zaman, her gül mevsiminde…
Her “Gülünün Solduğu Mayıs Akşamlarında” kurtuluşa mukabil
ise yolculuklar, dayanılır babında hayat şeridini bir ucundan diğer ucuna
eşkıya farkıyla dolaşırım. İmgeler yeşerdikçe, simgeler kızardıkça gece sohbeti
yapacak dostlarımı ararım. Naaşımız kara toprağı öpene dek, Onlardır, Babamdır
aradığım, unutmadığım ve unutamayacağım…
Sınırlı sınırsız bilgiler gölgesinde devrimlere inanmak insana
gerçekten kuvvet verir. Zamanla güç kaynağı bile olabilir çekilen acılar. Ancak
son yıllarda ortalığı sürüyle sözde rahmani yeşillik, bilumum zerzevat istila
etti. En nazlı yetişir olanlardan şu an hiçbir haber yok. Ey Çıfıt çarşısı
kıyafetli ölüm, ölümün kör meleği, ölüm tek celselik aşk, gel bakalım. Ve yüzüne
vurulacak daha çok ayıp var, çok ayıplısın sen. Bilinsin ki; ozan özür dilerse
en sansasyonel biçimde diler, sinkaflayacak ise eğer Kaf Dağı’ndan başlayarak
sinkaflar. Bari öğüt vermeye kalkışanlar, Karadeniz’in diplerinde ayıp
arayanlardan olmasa. Gülün dikeni yüreğimizi kanattığından iğneleyici sözler sarf
etmeyeceğiz bugüne özgü, üzgün edip mantığıyla…
Can babam akşam güneşini çimdikleyince yarım kalmış sevdalar,
çok düşünerek yazmak hiç düşünmeden söze başlamak gibi bir şey sana ulaşmak.
Affet babam can yanmalarda. Ve biraz daha zaman tanı, elbet geleceğim. Daha
zaman var sararan yapraklara ve lacivert taş üzerine kazılı bilgeliğe.
Her “Gülünün Solduğu Akşam” sizi özlemle anıyorum ve en kısa
zamanda buluşmayı bekliyorum…
DEVRİMCİLER DE ÖLÜR; DEVRİMCİ GİBİ DENİZ GİBİ…
DEVRİMCİLER DE ÖLÜR; DEVRİMCİ GİBİ DENİZ GİBİ…
Cılız serçe yavruları bile ağlaşır, yüreğindeki kanayan yaraya
tuz ve deniz suyu basmış analara, bacılara ve bir çınar gibi ayakta ölen
babalara…
Günahlar ve sevaplar dibe vurunca, tüm yollar denizlere çıkınca
ağrır durur boyuna kafanın içi ve acıdan tekler kalpler. Ve geriye vasiyetler
kalır. Vasiyetler tek sayfalık aceleye gelmiş mektuplar olsa da o anda akla
gelenler alabildiğine özlüdür, rotası bellidir ve en küçük kardeşe emanetler
tarihe yolculuğun en ciddi tanıklığı ve yol haritasıdır. Acı olur geleceğe; ‘Mektup
elinize geçtiğinde ben...’
Devrimciler de ölür; devrimci gibi, Deniz gibi…
Yiğitler yiğidi, devrim inancının dev adamı Rodrigo’nun gitar
konçertosu aşığı, demli çaya katık eder bütün sevdalarını. Ama geleceği
göremeyecek olsa da bilse de hasretini ve prangaları umutla nakleder not
defterine. Dudağında ilk ve son kırmızı uçlu sigara, kulağa çalınan o ünlü
konçerto ile sanki mutluluk giderayak gelmiş kapıya dayanmıştır. Bir mısra
boyudur o sehpaya yürümek ve onlar için hayat macerası asla sonlanmaz sürer,
sürer gider.
Devrimciler de ölür; devrimci gibi, Deniz gibi ama…
Ellerinde hiç doğmayacak, doğmasına doğurmasına izin verilmemiş
bebeksi kalp atışları ile ipeksi bir sıcaklık kalır. İşte yalanlar cehenneminde
yanmak, yakılmak budur. Cennete yazılmak ise hilali çıplak görmekle
orantılıdır. Yıldızları kral görmek, kralları yıldızlaştırmak devrimcilerin
insan yanına sığmaz. Devrimcilik kralı çıplak görmektir ve âlemlerin yılanına
zehirlenmemektir. Ve denizler, yalanlar korusunda korumasız dolaşır, yiğitçe ve
dürüstçe. Devrimciler de.
Devrimciler de ölür; devrimci gibi, Deniz gibi ama ebediyen…
Düşlere dolanan denizin en karasını boylamaktır bazen hayatın
realitesi. Yol belli yolcular belli iken o fena gidişe dur diyebilmektir
yılmadan ve korkmadan. Dosdoğru ve yalansız, talanlar cennetinde darlanmaktır
yiğitçe. Dolanlar değirmeninde öğütülmekten ise hilafsız âlemlerin kralına yeri
geldiğinde kafa tutmaktır, Karşıyakalılıktır devrimcilik. Hilali çırçıplak
yıldızları devrim görmektir ipek yumuşaklığında. İşte dilimi yutarım ama
dilsizliğimi bile haykırırım yürekliliğidir devrimcilik ve Deniz gibi olmasa da
devrimci olmak da vardır hayatta. En zalim baskılara asilce başkaldırıp,
asiliği ayni torbadaki kurada çekebilmektir devrimcilik. Mecliste her çekilen
kurayı Kurandan sayıp zırlamamaktır devrimcilik. Tarihte ilk ve son yıkılmış ve
yakılmış biz olmayacağız deyip yürümektir denizin en dayanılmaz sıcağına. Tek
tabanca kalmaktır devrimcilik.
Devrimciler de ölür; devrimci gibi, Deniz gibi ama ebediyen
yaşarlar…
Suçludur devrimciler ve de devrim. Evet suçludurlar. Falan filanlarla
geçen ömürlerin törpüsü olmaktır tek suçları. Yangından mal kaçırırcasına karar
verip yağlı ilmeğe sığınanlara, suçsuzluğa ve ara deyişlere ket vuranlara,
devrimci bir nazar, kaş göz karartmaktır büyük suç. Oysa yakasından tutulan
hayata tutunmak, en derin uykulardan kalkıp uyanıp öğrenilendir devrim. Tek ve
en büyük suç budur, devrime inanmak. Bildiğimi bilirim, bilmediğimi bilmek
isterim ve öğrendikçe hesap sorarım yalnızlığıdır devrim suçu ve devrimcilerin
suçu.
Devrimciler de ölür; devrimci gibi, Deniz gibi ama ebediyen
yaşarlar tümü…
Denizin kara sıcak, sımsıcak dalgalarında ninnilenmek veya
cahilim öğret bana demeden pişkinlikle öğrenip, yağmalanmak da var hayatta.
Hayatını denizin en derin mavisinde geçirmek de var. Pirini, birimini,
himmetini, methiyeler düzmeden nursuz nimetsiz sabahlara, ak sulara devrim
adına haykırmak da var hayatta. Denizin en derin karasında ay gibi güneş gibi
parlamak da var hayatta, Deniz gibi.
Devrimciler de ölür; devrimci gibi, Deniz gibi ama ebediyen
yaşarlar tümü tüm…
En derin mavilerde en kör kuyularda kalıp, ‘bir deli bir kuyuya
bir taş atar, bin akıllı çıkaramaz’ vecizine inanmamaktır işin aslı. Bir ölüp
bin, bin ölüp sonsuza doğmaktır işin özü. Ulaş’ılan menzilde Aslan’ca davranıp,
naçarlığa direnmektir İnan’çla işin gerçeği. Kütüphaneler dolusu öğüdü bir
sayfa mektuba, bir gitar konçertosundaki o küçücük ama eşsiz tınıya, ‘uzun ince
bir yol’u yüz metrelik sonsuz bir maratona, Mahir’ce sığdırabilmektir işin
değeri. Selam olsun Kara Deniz’in soldan dalgalanışına, o ve onlara, o en
değerlilere…
Devrimciler de ölür; devrimci gibi, Deniz gibi ama ebediyen
yaşarlar tümü, tüm devrimlerde…
3 Mayıs 2024 Cuma
3 MAYIS BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ GÜNÜ
3 MAYIS BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ GÜNÜ
EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…
EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM… Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...
-
YANGIN CEPHESİ GENİŞLEDİ... Binbir nedenle mutasyona uğratılarak genişletilen yangın cephesi, insanlık adına, millet memleket adına kaçınılm...
-
TOPRAK VE GÜNEŞ Toprağa güneş aktığında bülbülün ötüşü rana dinlemesi bir tuhaf haya. Hayat cilalı taşları çatlatan gül ağacı ömür boyu çek...
-
İLK KURŞUN GAZETECİLİĞİ... Onlar, bunlar, şunlar gelmeden önce revaçta meslekti gazetecilik. Değerliydi... Bugün değeri sıfır, kim ne pala...