TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...

31 Aralık 2023 Pazar

YENİLEN YENİLENMEYEN YILLAR



 

YENİLEN YENİLENMEYEN YILLAR

 

 

Al işte yenilen yıllara çakma yirmi dört ayar bir yıl daha

bu yılbaşı bu sahipli kente sehven de olsa kar düşer mi acaba?

El heykelliye düşse düşmese ne yazar, kim kızar? Çocuklar tabi ki.

Yıllar yılı yenilen yıllar ne hikmet yenilenmeyen yıllar

günbegün küçüklere büyüklere Pinokyovari masallar.

Kalp akılla kart karne kupon, jeton tiket etiket faslına yama

kar sepelerse akla o melun yakıştırmalar düşer mi acaba?

Dönem dünyayı en derine gömecek sinsi paylaşım dönemi

tek parti rejimi artı işbirlikçi paydaşlık yarınlarda her şey olası.

Al işte yenilenmeyen yıllara çakma marka bir yeni yıl daha

bu yılbaşı bilinmezliğe ilaveten düşler yanar ateş donar mı acaba?

 

 

Al işte sahipli sahipsiz memlekete yenilenmeyen bir yıl daha

bu yılbaşı bu despotizme masum dönem edebiyatı sığar mı acaba?

Yirmi dört ayar kıyasıya eleştirilere sebep varsa yoksa dünyalık

yıllar yılı savaş karşıtlığına karşılık sürdürülen düşmanlık.

Garabet kart karne, kupon jeton, tiket etiket edebiyatı

yıllarca halka arz acı hakikat hala eski günlerle tehdit.

Asıl tehlikeler es geçilecek sanısıyla ucuz politika bağlantısı

her yeni yıla çarpık ilgi kuşağı ilişki yumağına ters sarmal.

Girişilen ucuz oyunlar gönüllü seferberliğe faşist darbeler.

Camiilerde çürüyen buğday üzerinden nasiplenme yeltenişi

elde avuçta bir şey kalmayınca toplumsal morale negatif katkı

azgın suçlardan güç devşirmeler VIP görünümlü dip noktası…

 

 

Al işte yenilen yıllara layık jetonu plastik plastik politikacı eşraf

bu yılbaşı şu yirmi dört ayar kente otomatikman ottomanik tezgâh.

Hibe ekmeğe heba emeğe marketing politikası

punduna put muhtemel gaflet sefalete yeşil ışık yıldırısı.

Bahçe sarayda sultanı yegâh makamına namlı nakarat

kart karne, kupon jeton, tiket etiket, piyon ispiyon saltanatı.

Kutsalı itibarsızlaştırmanın neticesi mevcut durum muallak

moda karşıta racon kesmek direnenlere estek köstek

malum kader bağına inat dağılmaya yerli milli alkapon desteği…

 

Al işte yenilen yıllara çakma yirmi dört ayar bir yıl daha

bu yılbaşı bu el heykelli adaya iki düzine kor ataş düşer mi acaba?

Yıllar yılı dayanılan referans resmen sahtekarlık

yeni yıldan medet uman yok dört bir taraf zifiri karanlık.

Dertlerle yüzleşildikçe derin kayıtsızlık özgün asabiyet

yeni yıla sarkan tipik münasebet yüksek menfaat tam isabet…

 

Al işte yenilen yıllara çakma yirmi dört ayar bir yıl daha

bu yılbaşı sahipli sahipsiz ada kentlere kar yağar mı acaba?

Derdo al işte yıllar yılı yenilenmeyen son dakika kutlaması

yağsa ha yağsa saltanat kesik kesik kirlenmeden arınır mı acaba?

Pas pasak onca yıldan sonra işte orası belirsiz...

28 Aralık 2023 Perşembe

ÇOKBİLMİŞLER YILI VE SEÇİM…



 

ÇOKBİLMİŞLER YILI VE SEÇİM…

 

Yıl içi günbegün yaptığımız gibi yılsonu gelende attığımız her adımın muhasebesini yaparız. Çokbilmişler on yıllardır yeryüzünde mahşeri muhakeme kurduğundan biz hazretlerden ne İsa'ya ne Musa'ya yaranabiliriz. Ne de Muhammed'e yakın görülürüz. Yâre derin ama işin aslı hiç de öyle değil. Bilançoyu denk tutturmak başlıca görevimiz. Zaten denildiği gibi olmadığımızı biliyor, görüyor ve inanıyoruz. Ayrıca seçim bizim, tercih bizim, ilerisi gerisi kime ne…

 

Çokbilmişler için yeni yıl yüz birinci yıl. İkinci yüzyılın ilki. Bize göre 2023 bitiyor, iyi ki de bitiyor. Gerçi 2023’ün gelişi 2022’den belliydi. On yıllar bağıra çağıra geldi. Çığ gibi yaşanacaklar, çağ dışı öykünmeli bir önceki yıldan belliydi. Çokbilmişler bir türlü inanmadı, çok bildiklerinden şapa oturdular bal teknesi hayalindeler hala. 2024 yüz birinci yıl, yüzüncü yıldan daha beter bir yıl olacak sanki. Şu fakir memleket çokbilmişler yüzünden ileri gittik diye sevine şişine daha da geriledik sanki. Daha da gerileyeceğiz galiba. Yani hepten sinirleri gerici, dinsel gerici bir evrilme yaşıyor evren pulları.

 

Zalimler düzeni yıllarca burnunun ucunu şöyle bir gösterdi, buz kesti haneler. Dondu kaldı hayaller. Çok on yıllar öncesine döndü memleket. Onca gün, koca yıl, yıllar yılı yazdık çizdik karaladık okuyan yok. Kelle koltukta en söylenmez ne varsa söyledik durduk duyan yok. Kara sevdadan içimiz karardı, çokbilmişlerin yüzü hiç kızarmadı. Geçen yıllarda özellikle yılsonunda yılbaşında yeni yıla daima iyi dilekler yolladık, hepsi boşa gitti. Elbette yüz birinci yıla üç beş gün kala iyi temennilerde bulunmak istiyor insan. Ancak yeter artık temkinli kalıp, temennileri kısacağız ikinci yüzyılın ilkinde…

 

Yani yüzyıllık yalnızlığımız devam ediyor, bundan böyle aklımıza esmezse alışılageldik yılsonu, yeni yıl başlangıcı temennilerinde bulunmayacağız. Birinci yüzyıla dair tüm iyi dileklerimizi saklı tutuyoruz. Ne olacaksa olsun, yüzüncü yıldan daha beter olacak değil ya içgüdüsüyle susacağız. Belki ileriki yıllara da taşınabilir bu kesin kararlılığımız. Yalandan barış, huzur, mutluluk vesaire kim kime ne dilerse dilesin. Biz dilemeyeceğiz. Dilemeyeceğiz çünkü yüz birinci yıl daha girmeden çokbilmişlerin yılı hükmünün aynen sürdürüleceği belli. Bile bile lades de bir yere kadar. Artık yeter. Gözleri felfecri okuyan çokbilmişler yüzünden kötü fena geçeceği şimdiden besbelli. Yeni yüzyılda azgın kullara yaranmak yerine, Yaradan’a sığınıp mücadeleye devam edeceğiz…

 

Demek ki bize yine protest nostalji denizinde dalgalanmak düşüyor. Aklı sıra milletle kaset saranlara, saraylara inat. Kapkara gecelerin kimin suratını parlatacağını kiminkini patlatacağını bekleyeceğiz. Işık canavarı yine çetin ceviz geceleri yuttum sanacak ama kanacak ve yanılacak.  Çokbilmişler de vakti zamanı geldiğinde yanacak. Bu kutlu yolculukta biz yanacaksak eğer korkmadan gocunmadan yine yanacağız. Dayanırız dayanacağız. Seçim sathında harcamak ve harcanmak üzere kurgulanacaksa yeni yıl kurulsun varsın darağacı. Biz de ussal protestolarla harmanlanırız…

 

Madem yüz birinci yıl çokbilmişlerle açıktan mücadele yılı olacak ve yeni yıl için iyi dilekte bulunmayacağız o halde boş geçmeyelim şu son durağı. Yıllardır dini bir gelenekmiş ve de marifetmiş gibi sokaklarda, caddelerde ve meydanlarda sahnelenen bir cılk oyuna sokalım çomağı. Bir kez daha çokbilmişlerin hışmından korkmadan, yalandan yaranmak yerine Yaradan’a sığınıp acı gerçeklere odaklanalım…

                      

Öyle veya böyle geçip giden elli küsur yıla aklı selim bakıyoruz da ortak bir kader paylaşmıyoruz sanki bu hazretlerle. Dinler tarihi orada bakınız sayfa sayfa, İsa, Musa, Muhammed ve diğerleri, onca özveriye karşılık sanki yaranamadı gitti şu sıkı saf tutanlara. Yaranamadılar sadece yaralandılar. Biz biziz ‘Bir Garip Bencileyin’, asla yaranmayacağız sıradanlığa. Yağma yok hepsi bir yana, biri var ki koca bir milleti yedi düvele boğazlanmaktan kurtardı, kurtaramadı yakasını şu sıradan çokbilmişlerden…

 

Babamızın oğlu değil ama her yeni yıl öncesi şu rabıtasız memlekette, İsa’ya reva görülenlere ne demeli. Hazretin doğup doğurtulmadığı, öldürülüp öldürülmediği bile muamma. Son kez dünyaya dönüp dönmeyeceği açık seçik travma. Ama müslümü, gayrimüslimi onu yeryüzüne indirme gayretinde. Oysa hazreti bin küsur yıl öncesinden çoluk çocuğa karıştıranlar bile var. Dinler adına bin bir türlü ihanet, safsata bir yanda, dünyadan elini eteğini çekmiş yolunu gözleyenler diğer yanda. Dini de dinleri de bilmez değiliz, kitabını yazmışız hasbelkader. Ancak dini hakkınca bilmeyen çokbilmişlerden Yaradan’a sığınıp dosdoğruları sıralarız, acı gerçekleri…

 

Kendini yirmi beş bin hazrete inanan son kitap ehlinden sayanlar ve evlatlarından büyüğüne Muhammet, ortancaya İsa, küçüğüne Musa ismini ezanla kulağına fısıldayan softalar ön safta. Davut, Nuh, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, İlyas, Süleyman, Yahya ve benzer isimleri sırada bekleten çok bilmişler hemen arkada. Sofrada önce ekmekler bozulur, sonra isimler değişir en sonra güvendiğiniz düzen bozulur herkes farkında. Sonuç ne olur topunuza ne olur toplumunuza baka durur, şaşa kalırsınız. Onun için her yeni yıl arifesi tırnak içinde yılbaşı veya noelde elde malum icraata uydurulmuş kısa metinlerle bu sağa sola dökülmeler boşa hava. Kirlenmişlik kimin nesi kimin fesi, neyin aklı kimin nefesi belli. Kutsal metnin dışında sözler aranarak hazretin 2024 yıl önceki doğumuna, ‘Olduran ve Doğurtan’ gücün hikmetinden sual, su götürmez suistimal niçin sorarlar mahşer kalabalığında. Resmen doğduğuna pişman edilmiş hazret ve yıl 2024 halen sürüyor, sürdürülüyor yanlış üstüne yanlış. Son pişmanlık fayda etmez sonra…

 

Doğumu olsun olmasın, yılsonu ile yılbaşı hazretin doğumu değil aslında ama her sene sergilenen bu parodi hangi dinin değme versiyonu. Geçen giden yılı neşeyle, gülerek, eğlenerek uğurlamayı günah saymak, şahsa ve vicdana özel bir konuyu deşelemek hangi ucube yargı. Yok ayrıyeten senede bir gün ayıp veya günah olsa da kimseyi ırgalamaz. Çokbilmişler önce kendi yedikleri haltlara, deldikleri yasaklar, işledikleri günahlara bakacak. Ey çokbilmiş muhteremler, din adına yığınla karşıtlıklar varsa eğer resmen sizin ayıbınız. Her şeyi karman çorman eden sizsiniz. Yaradan’ın istediklerini yayma görevi yüzünden çarmıha gerilmiş hazreti sıradanlaştırmak, ikibin küsur yıl sonra peşine düşmek hangi dine düşkünlük. Kimsenin dini sizin tekelinizde değil, dinsizliğini yargılamak da sizin haddinize değil. Olamaz da. Sanki koca hazret, sıradan kullardan daha yakın değil ‘Rahman ve Rahim Olana’.  Çokbilmişler ölçmüşler biçmişler mesafeyi, kesmeye doğramaya yatkın çıkmışlar meydane. Maazallah…

 

Yahu bu dini ne bilmezliktir ne aymazlıktır, bu ne gaflettir diyen gerçek bir din adamı çıkmıyor şu ilmi yoksul mahallede. Son kutsal kitapta defaatle adı geçer bir hazrettir, her yılbaşı öncesi ve sonrası son dinin mensupları olarak, İsa'nın doğum gününü kutlamak günahtır demek bir nevi günahtır diyemiyor maalesef. Gerçi yılbaşı bir doğum günü kutlaması değil bir yılsonu müsameresi bir seremoni ama çokbilmişlerin işine böyle geliyor. Peki öyle olsun, doğum günü olsun, değil mi ki bu hazret seçilmiş kuldur, sıradanların anlayamayacağı ve hayal bile edemeyeceği kadar değerlidir. Tanrı katında müstesna yeri vardır. Yanlışa gitmez mi doğum gününde hazreti yaralamak.

 

Ayrıca madem dünyada var olan din zaten onun yaymaya çalıştığı din değildir. Ömrü de vefa etmemiştir asli görevini sonlandırmaya. Evet, kitabı tahrif edilmiş, dini de bozulmuştur din bezirganlarınca. Öyle olmasa zaten son din de olmazdı. O halde hazrete bu sahte ve softa düşmanlık nedir, niyedir. Son dine mensup olmak hazretin doğduğu gün ile başlıyorsa ki kronolojik sıralamaya göre öyle, yılın son gününde onu anmaya engel midir son din.

Anlaşılır tepki görülebilir madem eğlence ıvır zıvır istenmiyor, hazreti son dinin dini motiflerine uygun yöntemlerle dua ile hu ile Yaradan’a secde sonrası yakarışla yad etmek neden akla gelmez, getirilmez. Huşu içinde böylesi bir divanelik gerçekleştirilir ise günah bunun neresinde. Kim diyebilir ki hazretleri sevmek ve anmak günah. Bu günah tacirliği kime ne fayda sağlar. Ayrıca kimden yetki alınmıştır kim yetkilendirmiştir bu zatları. Günah saptayıcıları olarak her yılsonu niye sokağa dökülür bu zevat. Zaten kayıt altında değil mi her şey. Bu kayıtları aklı sıra sıfırlamak, tersine döndürmek kimsenin haddine değil. Ayrıca sıradan veya sıradışı sanılan kulların vazifesi de değil. Hele büyük hesap günü hazretin doğum gününe karşı durmak, ona buna çatmak ve çıkışmak günahtan sayılırsa ki muhtemeldir vay haline o çokbilmişlerin.

 

Kahır yüklü geçen yüzüncü yılın son günlerinde hazretlerden ne İsa'ya ne Musa'ya yaranmak değil derdimiz, Muhammed zaten bizim. Takıntımız her dinde var olan aymazlara, din ve dincilik adına ortaya çıkanlara ve yapılan zulüm serisinedir. Yüz birinci yıl da önceki yıllar gibi bu çokbilmişlerin yılı olmaya namzet. Biz yine ikinci yüzyılda çokbilmişlerin hali nedir, vakti necedir, gidişat nereyedir izlemeyi sürdüreceğiz. İlk seçime kadar böyle. Sonrası çokbilmişler yılına isyan…

ZOR BELA YILI


 ZOR BELA YILI

Zor bela geçen bir yıl
üç beş gün sonra yeniyıl
Yüzbirinci yıl…
Hemen yılbaşı sonrası bıçak sırtı hayat
heyhat bermoda şeytan üçgeni.
Defedilemeyen bol varyantlı geçim gailesi kapıda
gayet yakın kapıkulu seçim derdi.
Mevcut iktidar çolpan çoğunluğa karşı
yıllar yılı zekası orta seviye çolpa saçmalığı...
Taklitçi kesilen farklılıklar asla fark edilmez
nihayetinde incinmeler pik yanlışta ustalık.
Çağdışı inisiyatifler kurt kapanında dip
güçlü ittifaklar iki geri bir ileri zar zor kıpırdanmalık.
Zar zor bir yıl daha umut hepten yitirmelik
velhasıl sudan bahanelerle es geçilmiş on yıllar
ceremesi zorun zoru bir yıl daha kapılardan içeri…
Yeni yıl cetvellere işlenmemiş kesin hesap yılı
nice dertler defi zor afra tafra sağanağı
tipik zamane zamları kar tipisi.
Dibine dek hesapsız kitapsız saltanat
pik yapmış azar katar dipsiz diplomasız diplomat.
Pik olmuş safahatla sefalete saf tutturuyor siyaset
emanet koltuklara kurulmuşlar zehir zemberek…
Egzantirik eğilim ecdada tapınmak millete zehir akıtmak
akı karası yıllanmış gecikilmiş kesin hesap yılı
yıl yüzbirinci yıl…
Malum manevraların farkına varıldı faraza şimdiden
vakti zamanı gelince anlaşılır arıza dünden illet
yıl boyu yol boyu adalet herkese lazım velinimet.
Zihinlerde tabansız tavansız girdap
yıllar yılı zirveden zırva nakarat.
Tarihi potlarla belirginleşen mental travma.
Milletin ahvali vahim
hesap vermekten kaçış molası iktidar havası.
Afiyet zafiyet arasına hapsolmuş saray ittifakı
Bin yılın pozu zehre zakkuma mecburduk itirafı
yeni yıl hesap yılı devletin yüz birinci yılı…
Küllüğü külliyesi seçimleri bekliyor
saray lehine döndürecek muhasebeyi kodluyor
mazlum çoğunluk nasıl bir sonuç tecelli eder derdinde.
Ederse eder mevlam güzel eyler
ederi bedeli birilerine yıkılış birilerine diriliş olur.
Küllerinden doğuş yedi düvele tez olur
sonrası diğer yılın yılbaşı armağanı kaderine...
Zor bela geçen günler Kerbela bir yıl
üç beş gün sonra yeni yıl
yana yakıla yüz birinci yıl…
Kime ne bu yılbaşından yarından önce kesin hesap yılları
açık hesapların tetkiki zor biter yıllar yılı.
Bilinen zor bela geçen yıldan sonraki bilinmezlik
unutmalar ve unutturmalar diyarında zula boş temenniler.
Temkinlilik güneşi sevdiğince var olursun geceleri
nice ömür tüketecek ağırlıkta koca bir yıl kaldı geride.
Kimsenin gıkı çıkmadı kamunun kamelyasında
Tamu bir doldu bir boşaldı beyin arkasında eski dürtüler.
Karınca kararınca karardıkça olağan yaşamlar
akışına bırakıldı günler ellerin yazdığını akıl saklar
aklın sakladığını zorun zoru yıllar ortaya koyar.
Zor bela geçecek bir yıl sanki Kerbela bir yıl
Derdo üç beş gün sonra tezden yeni yıl
yaza yıkıla yüz birinci yıl…

NERİYA


 NERİYA

'Neriya' bir düşülke ismi, Neriya bir ilk roman. Nerede, neresi bu Tanrı ışığı yayan karaütopya ülkesi? Besbelli aslında. Sonunda 'herşey çok güzel olacak' bir ülke orası. Sanki orası burası, burası bir nebze orası. Yaklaşık 500 sayfalık roman oylumlu olgularla, bol oyunlu olaylarla akla takılan her gerçekliği sorguluyor. Okura bir ilk roman olma esintisinden ötesini sunuyor. Ese Katrancı'nın Neriya'sı, bu ilk kitabı özü sözü itibariyle peşinden gelenlerin ve de geleceklerin apaçık müjdecisi...
Salt o nedenle dahi kitabın üstün körü incelemeyle, sayfaları boş dolu geçmeyle, sıradan veya hızlı okumayla asla bozulmayacak bir iç dinamiği var. Kitabın epeyce emek sarfedildiği bariz kurgusu, okuru hiç farkettirmeden kısır ve kıraç bir ortamdan güneşli gelecek yolculuğuna çıkarıyor. Güneşe yolculukta zihne vakit kazandırıyor.
Roman okur kitlesi kazanımı gözetmeden, bilerek isteyerek standart roman anlayışı dışına çıkıyor. İçine dozunda kara roman, distopya, polisiye gizliyor. Biraz dışavurumcu ve nehir roman havası da estiriyor...
Yazar tüm roman türlerine bir yakınlaşıp bir uzaklaşarak iktidarıyla, muhalefetiyle, istihbaratıyla; aşk, ihtiras ve iktidar üçgeninde demlenen siyasi kavgayı net bir şekilde veriyor. Gizli ve yasak aşklara radikal vurgu yapmaktan da çekinmiyor.
Siyasetin sert vadisine ve çağcıl vaatlere korkmadan ışık tutuyor.
Roman, hayatın her evresinde her safhada doğanın gizemli gücüne inanan, bir kuzey yarım küre ülkesinin yani Neriya'nın, yedi sekiz yıl içinde gerisingeri dönüşümünü kayda geçiyor. Sistemin bozularak ve kurumsal yapısının içi boşaltılarak, asla hesap sorulamaz bir yönetsel hegamonya ile halkın nasıl doğaüstü güçlere tutsak edildiğini irdeliyor. Rejimin ve başkanın zamanla katıksız dincileşerek, lafta ilerici modelin despotizme, faşizme kayışını gözler önüne seriyor. Yazar negatif gelişmelere karşın tekrardan kurtuluşa dair reçeteler öneriyor.
Yazar doğaya saygıyı yücelterek tüm roman kahramanlarını, doğal varlıkların ismiyle veriyor. Yani romanın kişilerine, doğada varolanlarla, olması gerekenlerin isimlerini, isim ve soyisim olarak yaraştırıyor. Bir nevi romanı doğanın dengesine oturtuyor veya doğayı romanın merkezine güncelliyor. Hatta roman sınırlarına giren her kişilik, yazar sayesinde ismine uygun tavır ve eylemlilik gösteriyor.
Roman belli bir coğrafyada geçen bildik bir hikaye izlenimi verse de, vakaların kronolojik bir akışı olsa da sanki olmayan bir dünyanın ürünüymüş gibi duruyor. Romanın gerçek dünyayla benzerliği tek kutuplu sömürünün, çokuluslu gizli servissel sembollerle sürekli dizaynı. Ayarsız çekilen ayarlar, azarlar paylamalar paralelinde ilerleyen roman, okuru macera yüklü yolculuğa çıkarıyor. Öyle ki jeopolitik önemi yadsınamaz bir ülkenin süper güçlerce çivisi çıkmış, huzuru kaçmış, kargaşaya bulaşmış bir ülkeye nasıl dönüştürüldüğü ortaya koyuluyor. Bu uğurda stratejik planlar, gizli hesaplar gırla gidiyor. Veryansın edilmeden, ileri demokrasi yalanıyla halkın yarısına yakınının nasıl gericileştirildiğinin altı çiziliyor. Toplumsal gerilemenin politik yansımaları da, sırf dikkatli okur için bir güzel adrese teslim gönderiliyor.
Yazar karanlık atmosferin uludevlet, ulukent platosunda dağılacağının ipuçlarını veriyor. Başkanlık için Güneş ile Bulut'un kapışmasını doğru siyasal zemine oturtuyor. Ancak bir yandan da bu yasal zemine, şiddetten medet uman illegal unsurları boca ediyor. Romanı baştan sona taşıyan bu iki kişiye yani Güneş ile Bulut'a destek ve köstek olan yan karakterlerin her biri başlıbaşına bir roman. O yüzden ana karakterlerin hayatları gençliğinden orta yaş sonuna kadar bir şekilde kesişiyor. Yazar sayesinde ayrışarak ilerliyorlar veya virajda birleşiyorlar. Başkanlık yarışında bu karşılıklı etkileşim zirve yapıyor.
Romanın tümüne hükmeden, kesin olan bir şey varsa emperyalist yapılanmanın ve kapitalist sömürünün odağında daima derin devlet var. İstim üzerinde istihbarat teşkilatları var. Her biri her koşulda iktidarı elde etmeye veya iktidara ortak olmaya çalışıyor. İktidarın tepesine mutlaka bunların gergefinden geçenler getiriliyor.
Yazar başa geçişin mutlaka halkın oylarıyla olması gerektiğini önemsetiyor. Kimselerin gidişatın önüne farklı şekilde geçmesine izin vermiyor. Özellikle silahla, suikastlerle, komplolarla, orantısız şiddetle bastırılmaya çalışılan kamuoyunu diri tutuyor. Onlara yarattığı karakterlerin ağzından yönlendirmelerde bulunuyor. Patlama noktasına gelmişliğe yasal çerçevede başka yöntemler öneriyor. Nasıl sa iş olacağına varıyor kolaycılığına saplanmıyor.
Roman hiç umulmadık grift ilişkilerle, direkt iletişimle, gizli servis atraksiyonlarıyla kendi liderini yok ediyor, kendiliğindenmiş gibi bir başkasını yaratıyor. Bir tarafta mevcut lider siyasetini güdüyor, diğer tarafta siyaset yeni kahramanını güdümlüyor. Yazar da bunları parlatıyor. Tabii burada ülkenin iki dönem emanet edildiği zatın iktidar sarhoşluğuna isyan gözden kaçmıyor. Konular irdelendikçe zaman içinde hasta birine dönüşen mevcut başkanının aslında kendi sonunu kendi hazırladığı da bir gerçek. Diğerinin siyasette çıkış yakalaması da kendi özel gerçekliği...
Yazar, ilk romanlarda pek rastlanılmayacak derecede rahat işliyor konuları. Romanın baş kahramanı Güneş'i üniversitedeki eğitiminden başlayarak akademik çalışmalarına kadar takip ediyor. Ana karakterin aşkına, arkadaşlarına, ailelerine, evlenişine, çocuklarına, okurun tanışıklığını artırıyor. Ondan iyi bir eş, iyi bir aile babası, iyi bir evlat, arkadaş dost yaren bir kişilik yaratıyor.
Yazar bu kişinin derin devleti bilen, gerekirse istihbaratta gereğince çalışan, korkusuzca teröristlerle çatışan, vatansever profesör profiline denk resmini çiziyor. Zamanla profesör konumundan emperyalizmin tuzaklarını boşa çıkartacak olan başkan adayına evrilmesini de sağlıyor.
Yazarın bu özgün romanında yaklaşık 500 sayfa boyunca 'Neriya üzerine pırıl pırıl bir güneş doğana dek' heyecan bitmiyor. Siyasi mücadele 'Neriya'nın gökyüzünde parlak maviyi karartacak, Güneş'i gölgeleyecek tek bir Bulut kalmayana dek' sürüyor. Berrak bir dünya için Güneş üzerine düşen görevleri layığıyla yapıyor. Ve başkanlık seçimi sonuçlanıyor...
'Neriya' bir roman. Asla son olmayacak bir ilk roman. Tanrının ışığı bir ütopik ülkede katran karası atmosfere güneşli bir rüzgar esintisi. Samimi olmak gerekirse mutlaka okunası bir kitap, okumak gerek...

STOKTAN HARCANMAK



 STOKTAN HARCANMAK

Öykünülesi bilgelik bilgiçlik tükenmiş stokta
stoklarda tepeleme gaflet
depmece çarşafa dolanan artniyet.
Akıl stoklayan hazin öykülere ısyan
satır arası neofaşist baskı neopolitik ısrar.
Kör siyasi yöntem ispatı varlığa darlık
dağarcıkta ütopik korku stoktan mimarlık...
Tapınılan mihmandar depresyon deposu
durağanlık debdebeye kanıt
tutkuyu yetkiyi harcıalem harcama tek yanıt.
Dört yanlışa feda bir doğru
dene döne yanılanlara stoktan destek
resmen stoktan harcanma...
Gözlemci analizler boş inanç sarmalında
cehalete bel bağlamışlar sal sektirmez.
Anı stoklayan hazin öykünün devamında
çok bilir zatlar hazırolda.
Stokçu zihniyet karşıtlığına parayla denek
dönek saldırısına veresiye direnç...
Stok listesinde ileri geri savruluş
tutku ve yetki yarışı stokçu duruş.
Öyküye son noktayı koymak kolay
herkesi stoklayan hazin öykünün devamı zor.
Derdo dört dörtlük işlemin sağlaması mesele
bilgelik bilgiçlik tükenişi ilginç
stoktan harcanış solda sıfır…

GÖZLER YANDI



 GÖZLER YANDI

Karanfiller fidanlığında kanıyor ulu çınar
gözde can tükendi gözler yandı.
Dağılmakta her dağınıklıkta yasaklar
gizlilik her dağınık atakta kör anılar.
Tutsak duygulara tahliye vurulmuş
gözdenin eline toprak bulaşmış.
Gözler kan çanağı son çare
tek göz odada sarılmak ateşe havaya suya...
Göze can değdi canlar yandı
dağınıklığın üzerine yağdı yağma düzeni.
Soldurmadığın çiçek mi kaldı kahpe evren
adalet yerini bulur elbette zamanla.
Sayfalar dolusu isimsize esas duruş
mazbatası sahte kozalar masum goncalar
ipek kanatlar fundalıkta tutuştu.
Yere batasıca ayrıntılarda gizli gözdeler
çelik zırhını kuşansa da gölgeler
ölüm gelir bulur doğanı şahin gözünden.
İğne deliğinden geçer zehir
iğdeli havaya karışır zifiri geceler...
Değişir herşey minik ter damlasında
tek tanesi bir ömre gebe.
Nasıl erişilirse erişilsin doğrudan sonsuza
bülbül kafesi ellerde paramparça.
Ezberde kutsal buyruklar
sevgi selinde kutsuz detaylar.
Kovalanan ruh ölümsüzlük
kuyruğundan akan sır görünmezlik.
Ne çare bülbül
sevgisini giyindiğin yolculuk ölüm...
Kuşandığın zırh delinir bir seferlik
göğsünden vurulur keklik.
Azı dişlerin arasında kurşun çekirdeği
yabani çiçeklerin boynu bükük.
Ağladığın şeye bak artık anla gözüm
her ölümle kirlenir beyaz kan.
Derdo çeliğe aldanınca akan sular
toprağa düşer canlar kırılır kalpler.
Soluk yüzlü gençler eksik sevdalı
canlara ilişen ölüm acılı sancılı...

SPARTAKÜS...

 SPARTAKÜS...

İsa'dan önce yetmişüç ila yetmişbir yıllarında, İtalya'nın güneyinde büyük isyanın, devrimci ateşini bir köle gladyatör yaktı. Spartaküs...
İki yıl süren tarihin bu ilk büyük devrimci isyanını sürükleyen, özgür doğmuş bir Trak idi. Şimdiki Napoli kırsalında, bataklık şehir anlamı taşıyan Capua şehri arenasında çarpıştırılan Trakyalı bir gladyatör...
İmparatorluğa karşı en kalabalık orduyu kuran, Roma lejyonerlerine en büyük yenilgileri tattıran, en geniş toprakları ele geçiren bir köle ordusu başkomutanı; Spartaküs...
Devir öyle bir devir ki, köleleştirilmiş ve özel eğitilmiş gladyatörlerin, zevk için amfi tiyatrolarda, kendinden geçen kalabalık seyirci kitlesi önünde ölümüne kapıştırıldığı acımasız bir antik dönem...
Gladyatörlerin akıllarında ise zincirleri kırma ve kurtuluş planları. Bu tutkulu ideali başaran Spartaküs ve bir avuç arkadaşı. Yüz kadar yoldaş prangaları kırıp yola koyuluyorlar. Kafileye yolda katılanlarla birlikte yükleniyorlar Vezüv’ün zirvesine. Oraya üsleniyorlar...
Spartaküs günden güne gelişerek, bir yılda efendilerinden kaçan köleler, eski askerler ve köylerden katılan güçlü dinamik gençlerden düzenli bir ordu kuruyor. Yüz kişi ile başlanılan isyan yüz binlere ulaşıyor. Bu ordu Romalı komutanları ağır yenilgilere uğratıyor. Her kazanılan savaş ve şehir Spartaküs’e yeni asker, bol ganimet ve yeterli cephane sağlıyor. O yüzden karşılarına kim çıkarsa çıksın sürekli yere yıkıyorlar, ezip geçiyorlar.
Ancak ihtişamlı kazanımlar Spartaküs'ün ordusunu ikiye parçalıyor. Galya lideri Crixus, o kıvırcık saçlı isyancı alıp başını kuzeye gidiyor. Daha Maceracı ve daha saldırgan bir politika izliyor...
Spartaküs ise sakin ve daha komplekssiz temkinli bir yol izliyor. Kendine inanan ve güvenenlerle güneye akıyor. Proto-komünist bir yaklaşımla birliği zayıflasa bile yağma ve talana hiç yanaşmıyor. Bükülüp eğilmiyor. Barbarsı hiç bir eylemin içinde olmuyor. Yeniden büyüyor. Efsaneleşiyor...
İşte Roma, asıl bu ilgiden ve tavırdan korkuyor. Çünkü bin yıllık egemenlik sarsılıyor. Köleler yığın yığın, artan yoğunlukla Spartaküs’e bağlanıyorlar.
Öyle ki, ekonomiyi ayakta tutan, efendiler namı hesabına karın tokluğuna çalışan ve üreten köleler uyanıyor. Beyaz efendiler kölelerinin bu büyük isyana katılmasından endişe duyuyorlar. Koskoca imparatorluk tarihinde egemenleri hiçbir ayaklanma ve isyan girişimi bu denli korkutan aşamaya ulaşmıyor. O yüzden Spartaküs’ü önemsiyor ve yenilmesi için her türlü fedakârlığı yapıyorlar.
Ayrıca bu tarihi köle isyanı Spartaküs'ü daha iyi komutan, büyük lider, beklenen peygamber ve büyük devrimci konumlarına getiriyor. Yüceltiyor…
Elde kesin bilgiler olmamasına karşın, Spartaküs'ün kökeni Trakya'ya dayanıyor. Varsayılan o ki Spartaküs Trakya'dan kaçırılan, sonrada köle pazarlarında satılan bir genç. Geçmişinin bu olduğu doğrultusunda genel bir kanı var. Belki de Kırklareli’li. Gladyatör okulu veya askeri eğitim aldığı da, yaygın düşünceler arasında.
Spartaküs’ün tarihe damga vuran, akan tarihin yörüngesini değiştiren, kölelerin özgürlük mücadelesinde rol tip olduğu, savaşın öncüsü ve önderi olduğu yadsınamaz bir gerçeklik. Bu kutlu yürüyüşün ve özgürlüğe yolculuğun en başında olduğu da sol literatüre geçmiş bir değerlilik...
Roma'ya yürüyüş aslında imparatorluğun dört bir yanında kurulan köle pazarlarına, arenalarda ve amfi tiyatrolarda birbirlerini ölümüne hırpalamalarına, pazarlanan katliamlara, gladyatörler panayırına ve şiddetli sömürüye karşı duruştur. Yiğitçe karşı çıkıştır. Cesur bir karşı hamle, bin yıllık kurulu sisteme en ciddi başkaldırıştır.
O yüzden Spartaküs asla yerleşik düzene, toprağa bağlı yaşama geçmemiş, göçebeliği yeğlemiştir. Tam iki yıl boyunca hep ilerlemeyi öncelemiş, ilerlediği güzergâh boyunca kölelerin kurtulmasına, kurtarılmasına yol açmıştır. Hürriyete yolculuğa ana sebep olmuş, kendini salt bu iddiaya adamış ve ölümüne dek yılmadan ilerlemiştir.
Spartaküs’ü yolundan şaşırtacak binlerce bahane olmasına karşın asla durmamıştır. İstikametinden milim sapmamıştır. Bilinen ve denilen o ki hep medeni bir rota izlemiş, daima mantıklı davranmıştır. Hatta şiddeti bile belli seviyede tutmuştur. Yani gerektiği şekilde, kurulu düzene direnmiştir. Toplumsal bir eylemcilik ortaya koymuştur.
Böylece korkulan ve saygı duyulan, yenilmez isyancı devrimci olarak kalmayı da becermiştir. O yüzden binlerce yıl sonra bile unutulmamıştır...
Diğer yanda sözde medeni Roma, onu otuzsekiz yaşında en kanlı ve vahşi biçimde ortadan kaldırdı. Spartaküs ve binlerce askeri Apulia yolunda çarmıha gerildi. Yani tarihin bu ilk muhteşem devrimcilerine, ilk kitlesel infaz uygulandı. Ama asla yok edilemediler. Hala yaşıyorlar...
Medeniyetler çatışması ve egemenler çarpışması, İsa'dan iki bin yıl sonra yine ayni rotayı izliyor. Sanki tarih yeni Spartaküsleri hazırlıyor...

22 Aralık 2023 Cuma

ANKARA’DAN HABER GELDİ

 ANKARA’DAN HABER GELDİ


Beklenti açıkça belli; “ Ankara’dan haber geldi. Seçimde evlere şenlik bayram havası”…


Ancak örgüt denetimli önseçim olmayınca neresinden tutulsa, neresinden bakılsa elde kalan, ağırlıkla eskinin benzeri bir adaylık süreci yaşanıyor. Anketçi genel merkez yoklamalarıyla örgütün, yılların getirisi acıya ve yokluğa itilmişlikten kurtulması zor görünüyor. Yine emeğin gonca gülleri ıslanacak gibi. Büyük umutlarla yüreğe saplanan değişim yine kor anılara sarılacakmış gibi. Aykırılık sözlere ve forsa göre değilmiş demek ki. Yepyeni gösterilen bu siyasi atmosfer şekillenmesi kısa sürede sarpa saracak gibi. Ön seçimsiz şemada kıvranan düşünceye ve tavra uyum göstermeyen, siyasal tutarlılıktan asla ödün vermeden adaylaşan kadrolar kırılacak gibi. 


İşte o zaman “ Ankara’dan haber gelmedi. Evde bir matem havası”nakaratı seçime damgasını vurur…


Bugün ülkede toplumsal muhalefetin önünün özellikle muhalefet partileri tarafından tıkandığı besbelli. Kırk parça yamalı bohça tavır takınma, üflense parçalanacak iktidar ortaklarının elini güçlendiriyor. Zaten onlar da irili ufaklı mevzii kazanma derdinde. Keskin muhalefetin her nevisi içeri tıkıldığından, toplumun her kesim ve katmanında özgürlüğünü yaşama, yaşatma ve temel demokratik haklarını kullanabilme özlemi ve beklentisi dip yapıyor. Pik yapan faşizan baskılama toplumcu siyaseti ve siyasal başarıya ulaşma yolculuğunu erteletiyor. Ve hatta özgürlük ve demokrasi mücadelesini yükseltecekler her neden ise bir şekilde tırpanlanıyor.


“ Ankara’dan haber geldi gelecek. Eli kulağında bir bayram havası”…


İşin doğrusu, kalmış bir avuç insan hala eğriyi doğruyu sorgulayıp düşünüyor. Sanki eskiler yeni sayıldığından, küçük olsun benim olsun mantıksızlığı hala siyasi yelpazeye egemen. Zaten basmakalıp davrananların artmasından dolayı, sıradanlığa teslim olmuşluk hızlanıyor. Güce ve güçlere boyun eğiş siyasetten sayıldığından, eğmeyiş suçlandığından, baş kaldırış gerekliliği geri plana itiliyor. Oysa kitlesel değerler ve evrensel ilkeler doğrultusunda, yürekli siyasetçi sayısı artırılmadan örgütlülüğün güçlü kılınamayacağı açık.


Hal böyle olunca çok sorunlu ülkenin öncelik sıralaması tek cümleye kitleniyor. “ Ankara’dan haber geldi. Evde bir bayram havası”…


Ankara’dan gelecek haber geciktikçe içte ve dışta içinden çıkılamaz özel, tüzel, yerel ve genel problemler katmerleniyor. Sıkıntıların çözülmesi, zorlukların aşılması, ağırlaşmış ekonomik açmazların giderilmesi genel merkez kapısında bekleyenlerin azmini azaltıyor. Sorunlara isim koymak yerine, aday listelerine isim soyisim önerme ve yazdırma uğraşısı efor kaybına neden oluyor. Hatta güven kaybı netleşiyor.  Olmadı yine, şu olmadı bu yapılmadı, yapılsaydı edilseydi biçimli politikleşme ve politikacılaşma sol siyasetin nüvesini zedeliyor.


Akılda kalan ve tek hatırlanan “ Ankara’dan haber tez gelseydi. Evde bir şenlik, resmen bayram havası”…


Toplumsal gerçeklik sol değerler içine asla sığmayan manevralarla yön ve zaman kaybediyor. Topyekûn çaresizliğe ve çağdışılığa nazire yapılırcasına bu günlerin geride kalması ve sonlandırılması güçleşiyor. Gerçi siyasetin ereği, gereği ve gayesi, yıpranmışlığa karşın cesaret ve direnç gösterenlere, özgür beyinli kadrolara bırakılmıyor. Muhalefet olmanın gereği, temel ve değişmez dayanaklardan uzaklaşılıyor. Yönetimlere gelme çabası, parti kadrosu olma ve geleceğe borçlu olma erdemliliği yok sayılıyor. Diyet borçlusu kalmaya on yıllardır dur denmediğinden bu noktaya gelindiği unutuluyor. Ve ön vermek, yön tayin etmek, yer bulmak, kulvar açmak, yıllardır emek verenlere hiç değilse emek vermeden yükselenlerle ayni havayı solutmak, eşitlik adalet ile barışı sağlamak ve büyümek ve büyütmek istenci ısmarlama metotlara bağlanıyor.


Sonra “ Ankara’dan haber geldi. Evde bir bayram havası”… terennümü…


Ülkede sınıflar ve katmanlar arasındaki uçurum makamların yeterlik ve yetkinlik yeri olmaktan çıkmasıyla doğru orantılı bir gerileşim. Siyaset insanlığı yitirmeyle ve öğütmeyle özdeşleştiğinden, kişisel ideolojik eksiklik ve tutarsızlıklar görmezden gelinerek, her şey programsal geriliğe atfediliyor. Yıllar yılı emekçi kadrolar dururken vitrinsel devşirmeler ve dünsüz dönüştürmeler yeğlendiğinden kayıplar yaşandığı özeleştirisi yapılmıyor. Hala sıfıra indirgeme ve takınılan kolaycılık sistemleştiriliyor. Ve örgütsel kademeler arası iletişim koparılıyor. Yeni bir yol haritasına gerek duyulduğu halde, çözüm önseçim olduğu halde yine rafta unutuluyor.


Bekle ve gününü gör politikası, “ Ankara’dan haber geldi. Seçimde yalnızlık, evde bir bayram havası”…


Tabanda ve tavanda üreten ve düşünenlerin nicel değerlemelerle ötekileştirilmesi ve ayrıştırılması bu kez benmerkezci iradeye bırakılmamalı. Günün şartlarını güncelleyerek, dışlamalar, yıpranmalar, kopuşlar, uzaklaşmalar, yerli yersiz uluorta dert yanmalar sarmalı kapanmalı. Bariz aritmetiği temsil edenlerin varlığı, niteliği temsil edenlere üstünlük sağlaması engellenerek, tüm yanlışlar sollanmalı. Velhasıl yıllardan sonra tarihsel dayanakları belli kavramlar ve evrensel ilkeler doğrultusunda tepeden tırnağa yenilenmek için, tüm içinler, niçinler irdelenerek tek noktada buluşulmalıydı. Önseçim…


Ama gidişat ne yazık ki oraya, “ Ankara’dan haber geldi. Gelmez olaydı. Seçimde evlere zarar bir sitem havası”…

20 Aralık 2023 Çarşamba

KAN KIRMIZI CAN

 

KAN KIRMIZI CAN

 

Birkaç damla kan

süt beyaz kumaşa düşen iki nar çekirdeği

kırmızı parlak noktalar dünyaya can.

Bediray suyla bakıştı pırıl parıl yansımalar yıldızlandı

uçsuz bucaksızlığa kanat çırptı gönül

peşinde birkaç yaren aşkı bülbül.

Kaçış biter iğne deliğinden geçer zaman

kızgın ateş topu yuvarlanır denizlere.

Çelik zırh kuşanmış günübirlik heyecanlar

ateşe koşan kızıl korsan yalanları.

Boyun vurduran sevdalıklar ilahi tragedya

birkaç damla kan süt beyaz kumaşa…

 

Ateş denizinde sallanır yelkenliler mavnalar

süzülür harp gemileri kruvazörler gambotlar muhripler

zevk zehrinden uyuşmuş sırtılaci balıklar

zehirlenmeyen zehir mavi sonsuzluk.

Denizler ateş rengi kara kıta baştan kara

tahrip ve imhalar ihmale gelmez muamma.

Sondördün ateşlemeye tek bir iğne yetmez

tepegöz devlerin uyanışı çelik zırh ağırlığında.

El yordamıyla elenmeyecekler salt denizaltıları

yerde ve gökte ve denizlerin derinliğinde sıfır anı

birkaç damla kan düşer süt mavi atlasa…

 

Ateşten dizeler asılır yaralı gönüllere

‘gizli günahlar yapana, açıktan günahlar herkese zarar

 engel olmak gerekirdi ama olmadınız…’

Yaprak kımıldamayan akşamlar tufana denk geceler

dost masalarına çöreklenir masalsı ejderhalar.

Gözyaşlarında birikir ön hazırlıksız savruluşlar

karadan ve denizlerden sıralı sevkiyatlar.

Direniş en kudretlilerin boğazlarını kurutur

Derdo kan kırmızı canlar ateş topuna dönüşür.

birkaç damla kan alabeyaz kumaşa…

19 Aralık 2023 Salı

BOZOK TENHASI


 BOZOK TENHASI


Bozok tenhasında kızıl kan akıtmış gözler

turna çırpınışı yüreklerde tuz basılı yaralar.

Kolayca önlenebilir hiç nedensiz kaos

kirletti tarihi faşizan başıbozukluk.

Vahşi cıvık kanlı prova

Ondokuz Aralık Dokuzyüzyetmişsekiz...


Bozoklu sıradağlar başına buyruk

Bozok diyarında boz okaylar

bahtı karalara karalar bağlamış analar.

Gül celaller kılıç lokması kılıçların gölgesinde Nurhak dağları

Bozok ovalarına güneş doğmaz...


Bozok deryasını çıldırtan  sinsi çıban

yediden yetmişe katliam.

Kara kaplı kitaba kara leke

kayıtlar kanlı kalemle kıyım

cellat kılıç kızgın ateş kırım

yüzyıllarca resmen soykırım...


Bozok fonuna egemen ölüm fermanları

kıyım fetvaları fetbaz oyunları

çürük çarık kaypak çarpık senaryo.

Zalimin zulmü planlı programlı muhabere

iti biti kesiti resmen jenosit…


Çepeçevrelenen çaresizler tanık

üçok bozok çepni avşar yörük kınık.

Yönetim mekanizmasında dinci yozlaşma

zulme gözlerini kapatan mezhepçi yobazlaşma...  


Bozok bozgunu suni ülküsel düşmanlık

egemen güçlerin yazdığı yönettiği film.

Pentagonvari serüvende ilk ilmik

yıllar yılı vasıflı silah kuşanmışlar

düzensiz silahlı güçler

faşist darbeye ilk gedik.

Yok edilen yüzlerce can hain vahşet

tarihten bir kesit vicdan körlüğü...


Bozok terasında bozguna yürüdü tarih

bozuk düzen ayıbı kör talih.

Yıllar yılı öç göç göçerlik göçebelik

akıllardan asla silinmeyecek kara leke.

Güneş doğmadı doğmayacak

Nurhak'a

Bozok sana emanet dağlar denizler...


Bozok bozgunu dinsi vahşet faşizan kıyım

derdo vurgunu unutanların unutturanların

gül dalı kırılsın kalbi kurusun...

18 Aralık 2023 Pazartesi

AYDINGER SİYASETİ VE SİYASETÇİLERİ



 AYDINGER SİYASETİ VE SİYASETÇİLERİ


On yıllarca köy, mahalle, belde, İlçe, il, büyük il, yurt sathında “ide ile değil, bi dene” mottosuyla palazlandırılan aydınger siyaseti ve aydınger siyasetçilerin önü açıldı. Büyük sermaye temsilcisi ve işbirlikçi aydınger siyasetçiler, yerelde genelde kopya siyasetin yerleştirilmesi için hatta millete faşizan baskı kurmak için alabildiğine egemenleştirildi. Yetinilmeyerek yeni dünya haritası çizimlerinin ve eş yükseltili reprodüksiyon haritaların yaygınlaştırılmasında kullanıldılar. Böylece kaygan yüzeye sahip siyaset arenasında, toplum mühendisliği ve gerici siyaset dizaynı mimarlığı kolaylaştırıldı. Daima basmakalıp sağ ve sığ politik anlayış kazandırıldı. Tüm katmanlar ve paydaşları ise en baştan kaybetti. Oysa reel siyaset “ide ile olur, bi dene ile, olmadı bi daha dene ile” olmaz…


Politikanın kaygan zemini, yarı saydam veya gölgeli, yerelde genelde kopya veya kopyacı temele oturtuldu. Hal böyle olunca paraya ve paralanmaya endeksli adaylaşma furyasında takdir alma, tercih edilme, listeye girme, yarışta psikolojik üstünlüğü ele geçirme, sayısal üstünlük kurma arayışları aydınger siyaseti daha da güncelledi. Yani zor oyunu bozar bağlamında, özgür siyaseti gereğince doğru sonuca ulaştıracak önseçim devamlı dışlandı. Hele her türlü seçim yaklaştığında aday adaylık cehennemine baş kaldıranların, siyasi cesaret gösterip adaylaşanların karşısına anında dar kadrocu aydınger zihniyet dikildi. Yani dur duraksız hakkı salt kendinde bulan aydınger siyasetçiler yüzünden nitel adaylaşmalar bir fırsatı yaratılıp engellendi.


Değişen dünyaya paralel ideolojik cepheler düştükçe, aydınger siyaset tüccarlığı ağır piyonları ileri sürdü. Haliyle her koşulda pazarlık zemini kolladı. Değme siyaset simyacılarına dönüşmüş aydınger siyaset planlayıcıları hemen klişe isimler üzerinde uzlaştı. Ve bu tekdüze anlayış tersyüz edilmediğinden nice seçim kaybedildi. Yalandan iyi niyetli görünen, daraldığında görkemli cellada dönüşebilen, dar çerçevede gözde büyütülen, özde değil sözde siyasete ve siyaset göçebelerine gün doğdu. Sonuçta “ide ile olmaz, bi dene ile, olmadı bi daha dene ile” olur aydınger siyaset tavrı, adaylaşma sürecini geriletti…


Aldatı menzilinde aldırmazlık arttıkça özellikle yakın gelecek için merkezde, merkez solda ve solun solunda tüm muhalif yapıları yok etme gayesi tescillendi. Milleti siyasete motive edebilmek daha da güçleşti. Muhalefetin öncü olduğu bir yönetsel yapıya ulaşım öngörü dahilinde kaldı. Total beklenti içten dışa yükselirken, adaylaşmalar topluma dizayn çeken aydınger siyasetçiler inisiyatifinde dıştan içe güdümlendi. Bu güdük yapıyla zinciri kırmak bir yana, mevcut yapılanmanın devamı arzusu pik yaptı. Eskiden kalma, taşralı siyaset yapma usulleri dip yaptı. Aydınger kağıdıyla kopyalanmış gibi belli yüzler adaylaştı. Affı zor aydınger siyaset yüzünden fikri hür vicdanı hür siyasiler ve prestij acayip derecede zedelendi. Yani siyasi ağırlığın gittikçe hafiflediğini içine sindirmiş aydınger siyasetçilerin yerelden genele temsili suni başarı sayıldı. Tüm bu nedenlerle yaklaşan yerel seçim, herkesin kendisine çeki düzen vermesi, kendini çek etmesini sağlayacak son fırsat görülmeli.


On yıllarca ülkeye zarar veren aydınger siyasetin ve aydınger siyasetçilerin organizmaya işleyen kurumsallığı kesip atılmalı. Aksi halde siyaseten bitme noktasına varış hızlanır.

İşte bu nedenlerle seçimde toplumu bir yerlere getirecek siyasal güçlerin, sorunların üstesinden gelebilecek kadroların tercihi için ön şart önseçim olmalıdır. Zaten aktif siyasi hayatlar aydıngere geçirilince hayal rüzgarına kapılmadan yol almak kolaylaşır. Burada esas olan muhalefetin yaşadığı siyasal karmaşadan bir an önce sıyrılmasıdır. Seçimlerden siyaseten dağılmadan, güçlenerek çıkmanın tek koşulu açık seçik bellidir. Yani aslolan yeni sanal safsata portreleri yaratmadan aydınger siyasetten ve siyasetçilerinin bitmez tülenmez gerginliğinden uzaklaşmaktır. Çünkü reel siyaset “ide ile olur" aydıngere kopyalanan "bi dene ile, olmadı bi daha dene” mottosuyla olmaz...


Milletin her seçimde öyle veya böyle denenmemişi deneme lüksü vardır. Ancak yaklaşan zorun da zoru bir seçim. Yani seçim o seçim değil.  Hatta " ne olursa olsun, madem bizim oğlan değil reis olmasın." idesizliğiyle aradan

sıyrılma manevraları hiç etik olmaz. İdesiz idealler dahi halkla böyle buluşturulmaz. Zaten aydınger siyaseti ve aydınger siyasetçilerden usandı bu millet. Millet mutlaka gereğini yapar, yapmalıdır...

EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…

  EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…   Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...