TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...

29 Eylül 2021 Çarşamba

ÖLÜM KALIM SAVAŞI

 ÖLÜM KALIM SAVAŞI


Hayat bazen zor geçen kirli paslı günleri, ölüm kalım savaşına endeksler. İşte o zaman görünen iki yüzü de keskinleşir yaslı şehrin. İster istemez siper kurulur, çanlar çaldıkça bozuk pusula parlatılır. Çünkü kor ateşe yakışan, ateşsiz silah ustalığıdır. Gerçeği  küsküleyecek belgeler, kurtarılmış bölgeler ve kutsanan gölgeler ise çıplak kının içinde belde tutulur. Haliyle can tatlı, can pahallıdır. Can pazarında canan aşkına bıçak sırtı yaşanan hayat ise salt ölüm kalım savaşıdır...

 

Soğuk savaş sonrası etrafa yayılan bir damlacık umut varsa eğer kontrollü öfke nöbetleriyle gelişen, can bedenden çıkmayana dek unutulamaz asli meseleyi, toptan halletme faslına özlemdir. Dağların öteki yüzüne dağılan beter korku ise şehrin loş sokaklarına saklanmış kara boşluklardır. Boşlukları mutlaka ılımışık doldurur. Hele haince zülfiyare dokunanlara ise resmen töre işler. Hatta öyle bir işler ki; kıta, ülke, bölge, şehir, ilke asla tanımaz. Kaşla göz arası törenle ikiyi birler, biri dörde parçalar, hayatın gerçeklerine kılı kıpırdamayanlarla beraber zül cenahına Cenabı Hak'kın kanunlarını anımsatır. Zaten satır arasına koyulan korkak ve silik saklambaç oyuncularına denklenebilecek hayat, kuytuda karaltıda körebeye yakalanmayla neticelenir...


Yani sımsıcak ten, soğuk çeliğin keskin yüzüyle  öpüşünce, suç ve ceza kapsamına giren ne varsa dört bir yana sıçrar. Tavında dövülmüş kor demir, kabuk bağlamış tüm yaraları yeniden dağlar. Ve şehirde tek bir yaprak kıpırtısız kalana dek ölüm kalım savaşı sürer ta ki can bedende soğumayana kadar. Sonuçta her gizem mutlaka çözülür ve kılıçtan keskin köprüde konukluk başlar. Bu sırat seyahati Kılıçlar Şahına ve ağır kalkanları yırtan Yatağan hamlesine selamı gerektirir. Elde olsun olmasın, el, bel, dil, din, iman çıkmazında bin yılların alın teri ve emeği tek hamleyle çalınınca, ömrün kalanı elbette toptan hakediş formatıdır. Bu formasyon bedduası bol dua gerektirir...


Hayat arenasında arsızlaşan akla hayale sığmaz ihanetçi hüner, ele avuca gelmez tuhaf komplocu tavır her koşulda aradan sıyrılmayı sağlasa da sadece toptan yok oluşu simgeler. Ve yol yordam tanımaz vakalar ardında kılcal izler bırakarak, nereye dokunursa oradan ölüm fışkırtır. Ve kara damgalı, ıslak imzalı yazgı kendiliğinden ama keskin cesaretle yazılır...


Ne yazık ölüm kalım savaşı bazen santimle canlı hayatın önüne geçer. Ve sanı kanı ile katmerlenen kirli paslı günler, günü geldiğinde bir güzel temizlenir...


Hayat işte tek gayesi temiz günler umuduyla yaşamak ve yaşlanmak...

26 Eylül 2021 Pazar

HİLESİZ HURDASIZ HAYAT FELSEFESİ

 HİLESİZ HURDASIZ HAYAT FELSEFESİ       

 

Hilesiz hurdasız yaşamayı hayat felsefesi sayanların işi iyice zor. Çünkü yurtta ve dünyada atmosfer çok karışık. Millet bedavacılık uğruna bir dava peşine takılmış gidiyor. Oysa ileride dramatize edileceği bariz kara günler kapıda. Yine de üst düzey aldırmazlık cazibe merkezi. Güdümlü robot medya ise hal ve gidiş, tarihte görülmemiş oranda berbatken hala fantastik çizgide çırpınıyor. Gidişat ne muhteşem kıvamında, bilimsel kavramları tersyüz ediyor, sosyolojik çalkantıya mani olabilecek malzeme kolluyor. Manidar ama mahşeri manşet cambazlığı devrede. Mevcudu yedirme telaşıyla pes edilesi yancılık, hile hurdayla pespaye yayıncılık zirvede...


Estirilen rüzgar ise karşıtları tam kışkırtma artı yarım yamalak ajitasyonla buzul çağı takımına amigoluk çağrısı. Mantıksal gerekçesiz uydurulan peri masalı ambalajında geri plan masalı. Topyekun saltanat heveslilerine hap gibi yutturulan sallamalardan, fren tutmaz kürsü atmosferinden marjinal faydacılık. Faraza sırtını  yeşil banknot balyalara dayama seferberliği ilanı. Resmen akıl tutulması günleri...


Bıkmadan usanmadan her gün yinelenen gündem ise milletin makûs talihi ve beka kaderciliği. Gelinen nokta hesabıyla dünyaca gülünç görülen ulubüyük, necip millet atmasyonu. Havadan sudan temaşa, havanda su dövme yalancılığı. Muhteşem denilen durum dip yapmış, memleket kurtarılamayacak denli kötü şartlara gebe, duyarsızlık had safhada. Bu yırtık yama tutmaz diyebilenler ise kısık sesler korosu. Yurttan sesler böyle olunca iktidarı muhalefeti hilesiz hurdasız yaşama derdindekileri unutmuş gibi. Zaten  dert çok, yıllar yılı evrim yok, devrim yok, umutlar bir bir tükenmiş, türevlenen daima aynı tas aynı hamam. Havadan iktidar  ve hava civa muhalefette sırf bu boğuk havadan. Sonuçta Bir Millet Uyanıyor şahikasından bir millet uyuyor, uyudukça batıyor döşeğine devrilmiş memleket. Melekeler forsalanmış herkes uydu, herkes suskun... 


Dalgalı denizde periskop bir aşağı bir yukarı kayıtta ama izlenilen macera aynı mecrada, görülen manzara aynı perişan manzara. Açık seçik havalanma, herşeyi hiçe saymanın getirdikleriyle övünme ve öykünme...

 

Kara öykü bu ya atmosfer zam selleri ve gam yelleriyle toptan küresel piyasalara tabi. Uygulanan hala bul papazı al parayı tarzı ekonomik probaganda. Palavralara yarı buçuk millet kalpten razı. Diğer yarısı saray rejimi ve rant ekonomisinin dayattıklarına metezori katlanmakla başbaşa. Daha bunlar iyi günler, millet daha neler görecek neler kapsamında gerçekçi senaryo üretenler ise bir fırsat yaratılıp ümüğü sıkılanlar hanesine kayıtlı...

 

İşte bu kayıt dışı piklenen sıkıcı atmosferde, hayat felsefeleri gereği hilesiz hurdasız yaşamaktan ödün vermeyenlerin hali harap. Ödeyecekleri bedel ise epeyce ağır. Günden güne daha da ağırlaşıyor...


Mevcut durum olacak gibi değil ama olduruluyor. Hayat felsefesi olmayanların, olacak o kadar sürahisi hileyle hurdayla dolduruluyor...

25 Eylül 2021 Cumartesi

İZLİ, GİZLİ SEMBOL ASRI...

 İZLİ, GİZLİ SEMBOL ASRI...


Son çeyrekte bin yıllık maddi manevi değerleri yozlaştıran enstrümanlar bir bir yer altından çıkarıldı. Hatta çıkarılmaya koşut geniş coğrafyalara monarşik otorite bazlı merkeziyetçilik iyice yayıldı. Böylece oruncu zorlayıcı tersine gelişim mayalandı. Efsanevi hikayelere dayandırılan parlak tapınak temsilciliği  ilahlaştırıldı. Çağın yeni düzeni izli, gizli semboller ve derin sırlarla yüklendi. İzmlerin izi tarihten silindi. Lokal yükümlülük güne kurtarmaya yönelik hale getirildi. Oran kanunu bozuldu ve işler hepten sarpa sardı...


Bu çarpık yeni düzende illa ki zanaat mitolojisi prim yapar hale getirildi. Çıraklar, kalfalar, ustalar ve işçiler düzeneğine uygun, duvarcı teması üzerine inşa edilen bir despotik sistem geliştirildi. Labirentimsi geleneğe özgü anlayışla, başına çekiç, şakağına çekül, diğer şakağına tesviye aleti simgeselliği her fırsatta mimlendi, tasfiye edildi... 


Bu minval üzere modern dünya yönetimleri dahi inanç birikimine ait alegorilerle dizayn edildi. Haliyle körkörüne adanmışlık gizli güçlere alet oldu. Modası geçmiş ritüeller uğruna tarihi kanıtlar tahrif edildi. Ve üstadlık makamının onursal derecelendirmeyle, tarihin kilidini açabileceği varsayıldı. Bu varsayım otoriteyi perçinleyen, asra zıt yeniden gecekondusal bir sürece evrilmeye neden oldu. Zamanla kurgusal şüpheler, kurumlu sefahat düşkünlüğü ve kutsal değerlere saygısızlık gittikçe arttı.

 

Öyle ki öncül her düşünce, yeni bir düşünce değildir bağlamında alınıp, çağa inat eğreti model tescillendi. Saltanat sultalandı. Lahitler arası vizyonla yükselmeler, müsvette yüceltilmeler özellikle yerel sunumlarla genele ulaştı...  


Bu dehliz kurgusunda değme düşünürlerin idelerini ve hayallerini yeni dünyaya algılatmak da zorlaştı. Resmen göç simsarlığı etkinleştirildi. Kamu tanrıcı bir formasyona tabi oldu. Tamu kıtalaştı. Gizliden gizliye, izli izmli çelişmelerin eksik parçalarını bütünlemeye dönük yeminli murakıplık, lafta ileri demokrasiye hizmetçilik yaygınlaştı. Bu anlayışla yeni dünya düzeninin tohumları ekildi. Olduğu kadarıyla meçhul filozofluk, iyi hatiplik şartı yüksek mertebe görevler için yeterli donanım adledildi. Sarfedilen her sözün kanun sayılma ve emrivaki kanun yapma dönemine geçildi. Geçiş dönemi psikolojik baskı, sosyolojik yağma ve kelebek etkisiyle yürütüldü. Sonuçta devasa bir yetki ile yetkilendirme ve politik itibarlandırma modeli sınırsız güce erişti. Bu haksız itibarlanma zamanla temel prensipleri de yok eden yönetme zeminini oluşturdu. 


Algı yönetimi her an izli masumiyet, her an izmli mazlumiyet ve gizli aleniyet çerçevesinde hatırlı teslimiyeti ayyuka çıkardı. Yine de bu gizliden gizli izli, izmsiz semboller ve sırlarla yüklü, lokal yükümlülük düzeni açılan kredileri hepten tüketti. Gaf ve laf enflasyonuyla seçilmiş azınlığın ekonomik ve politik otoritesi sıfırlanınca da sona yaklaşıldı...

Görünen o ki gelen çeyrek asır tekrardan yer altına çekilme asrı...

24 Eylül 2021 Cuma

GÖÇ, DENİZ MAVİSİ YOLCULUĞU...

GÖÇ, DENİZ MAVİSİ YOLCULUĞU...


Özgürlüğe susamışlığa yakışan rengi arama eylemidir göç. Gökkuşağı altında en aykırı serüvenleri yaşamışlığın deneyimiyle yeniden yaşam dizaynıdır. Ne bir vedalaşma ne sıradan uzaklaşma ne de kader külahının altına sinmedir. Gayet açık güneşe düşen gölgelere ateş gülleri savuran kuvvetli bir sille girişimidir. İlave olarak illiyeti Denizaşırı güncellemedir. Güngüne denklenen gayretle bir deniz mavisi yolculuğudur göç...


Her göç aslında göçük altında kalmamak için kutsal kazanımlar biriktirme yetkinliği, sorumsuzca sollanan gerçeği ispata açık çağrıdır. Çapsızca özele uzanan  köryılanın başını ezmek için güç toplama tavrıdır. Boyu, toyu ve soyluluğu sonlandıran arsız taşkınlığın taş duvar ölçüsüyle hizaya çekilmesidir. Çatkapı çarpıklığı çatlatacak öç duygusunu, deniz mavisi göç ile olay mahallinden uzaklaştırmaktır. Ayrıca  her göçün insanlık ölçeğinde kutlu yolculuk ve utku boyutunda en kutsal olduğunu cümle aleme ilandır...


Malum manzara kuzeydoğuda bir yerde marazaya evrilince, mevcudu yerle bir edecek

deniz mavisi yolculuğa aşırı şartlanmadır göç. Can suyunun kurumasıyla, serde göçerlik, tünelin ucunda ışığa ulaşmak için kaçınılmaz bir yaz mavisi dayanışmasıdır göç. Işığı usturuplu planlayıp, hesabı asla mahşere kalmayacak karanlık bir durumu ziyadesiyle kati karara bağlamaktır göç. Asla geçmişe sünger çekmek değildir deniz mavisi yolculuk, süngersi akıl çıkmazındakilere ve zemin çakılmasına dalanlara ebedi davayı her fırsatta anımsatmadır. Ezeli davayı silbaştan başlatacak, cibiliyetsizlerin ceddine rahmet okutacak, sırası geldiğinde de kılı kırık yaracak kutsal isyandır göç. Göçer giderler arenasında kutsal mirasa ihaneti affetmeyip arı kovanına çomak sokmaktır göç. Geç kalmadan sınır ötesi yolculuk hatta zaman ötesi mekanlara bilabedel tek yönlü bilet kestirmektir. Kör karanlıkta alabora olmamaktır tek mesele. Mesela hiçbir göçün keşkesi olmaz, özünü kaybetmişlere de hiçbir göç, hiç bir deniz mavisi yolculuğu rahatlık sunmaz. Her tutsak adımda rastgele sunak sunar ve dahi tuzak kurar...


Kurumlu kurumsuz evrensel rastlantı saltanatına isyan derinleşince göç kendiliğinden başlar. Deniz mavisi göç saklı dünyaların ve arayışı sürdürülen büyük hesap gününün de keşfidir. Kesintisiz keşif sürdükçe de o bilindik muamma ve aşkın dürüstlük deniz mavisi göçe hız verir...


Sona yakın hız dört dörtlük kıvama erişince, bir başka deniz mavisi yolculuğu göç başlar...

22 Eylül 2021 Çarşamba

KUŞADASI ŞARKI SÖYLÜYOR...

 

Kuşadası hudutları  dışında, gittikçe özgüveni silkeleyen sinsi ve karamsar düşler dağılıyor derya deniz. Kuşadası dahilinde denizden içeri zeytinliklerin betonlaştırılmasıyla iyice yalnızlaşan kumsallar ağlıyor. Durgun denizi sarmalayan altın sarısı kumlar güneşi kana kana içerken, tutarlı tutarsız tercihlerin prangalandığı, savruk dalgaların marjinal kimliksizliği tırmandırdığı bir fanusu yaşıyor kent. Üstelik pandemi ölçeğinde komple kuytulara sinmiş ıtırlı koku ve imparatoryal korku telaşıyla. Kahır karatoprağın en serinliğine kirli tırnaklarını saplamış ama nemli köklerden, ılıman meltemlerle salınan titrek yapraklara dek, börtü böceğinden asla doğaya nankörlük etmeyen canlılarına, envaiçeşit familyalarına dek denizde karada en  komplike, en doğal orkestrayla, tumturaklı güftesi olan

şarkılar söylüyor Kuşadası...


Kainatın sınırlarını zorlayan ritmle herkesin bildiği ve mırıldanabileceği, o en sahici, en sihirli, en duru, su gibi berrak şarkıları söylüyor Kuşadası. Hemde kin ve nefretin bilinçleri kör ettiği, cehaletin kulakları sağır ettiği bir ortamda. Doğru basılan notalar doruklara uzanıyor, nakaratlar yerle göğü birleştirmiş ufka sarkıyor. Derin mavi dinginliği yaşıyor ve yaşatıyor. Usuldan şarkı söyleyor Kuşadası. Şarkıların müzikal ahengi, sırça fanusundan çıkamayanların asla istemeyeceği türden protest ve sıkı. Sanki milyonlara motivasyon kaynağı. Mavi atlası enstrümantal uyuma ortak eden, lacivert geceyi şarkılara eşlik ettiren eşsiz doğallığı yaşatıyor Kuşadası. Öyle ki; uykuya zor direnen Denizin uykularını bile kaçıran mucizevi bir dilde. Kendi dilinde şarkı söylüyor Kuşadası...


Dil duyusal ve duygusal körlerin tek kuple anlamayacağı formda. Kulaktan kulağa yayılan, kulağın pasını silen, kalp gözünü açan sınırsız özgürlüğün ve eyleme dökülen adaletin akla dokunan notalarıyla. Şarkıyı şarkı eyleyen bir adaptasyonla. Kesinkes ulak ve kurye aramadan. Olmadık zamanda, uygunsuz yerde akla gelen ve kıt kanaat duyulan bir şarkıyı değil ama. Ortak yaşamsal güzellikleri, evrensel  değerleri yere göğe, toprağın altına üstüne, denizin dibine, dağların pikine nakşeden şarkıları...


Buzdan kalpleri bile eritecek şarkıları söylüyor Kuşadası. Kodlanmamış Kuşadası  şarkılarını. Salt kalp gözüyle görenlerin farkına varabileceği kıvamdakileri. Yıllar yılı ağların, dağların, denizlerin ve zeytinliklerin  hafızasına yer etmiş her ne varsa tüm çıplaklığıyla işte o şarkıları. Keşke bende duyabilseydim pişmancalığını pekiştiren kısa ve uzun menzilli şarkıları. İşte o şarkıları söylüyor Kuşadası. Binlerce yıllık coğrafi kurgunun yamacında, denizin kucağında... 


Kuşadası  şarkı söylüyor, adalılar şarkı söylüyor; Si bemol majörden başlanan.  Ancak ruha mıhlanan sesler asla kontrolsüz ve ayarsız değil. Si diyez sıfır arızalı. Çünkü salt muhteşem müzikal ayar peşinde Kuşadası. Tek amaç var müzik sehpasında ve sol anahtarının nota aralıklarında; hırpalanan hayata derman, hakedenin katline ferman şarkıları bestelemek ve söylemek. Zaten şarkılar düzensizliğe isyancı ve istim üzerinde. Magmadan fezaya her notası dip vurgunu... 


Antik bir disiplinle doğal doku ihanetçilerine dokunan şarkılar söylüyor Kuşadası. O şarkılar ki, her mevsim dünyanın tüm renklerini giyinen  zeytinliklerin, zihinleri uyaran denizin isyanı ve bitmeyen mücadelesiyle bezeli. Bilgesel ve belgesel yolculuğun Kuşadası'nda nihayetlenişinin işaret fişeği o şarkılar. Yıkılan birlik, bozulan dirlik ve altı oyulan kutlu düzene umudu haykıran şarkılar. Elbette duymasını bilene, eşlik etmesini bilene...


Büyük yaratıcının himayesinde  kendi şarkılarını söylüyor Kuşadası. Sakince kendi halinde, kendi dilinde, silkelenen özgüveni yeniden  kazandıran ustalıkla...


Usta 'Kuşadası şarkı söylüyor' bugünden yarınlara...

21 Eylül 2021 Salı

MAZERET SOSLU HAYAT...

MAZERET SOSLU HAYAT...


Hayat, her zorlanılan meseleye mazeret bulmak, bahane aramakla sıradanlaştırıldıkça kuryelik tiryakiliği ağır basar. Ve niçin nasıl düşünülmeden tek amaç hasıl olur, içten pazarlıklı zihniyetle mahiyete girmek. Ve de  kuryelikle pekişen mazeret soslu hayat pişkince kalabalıklardan içeri salınır. 


Bu merkezde belirleyici maharet Truvavari girdapta gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmaktır. Vicdanı en acıtan ise en ağır hasarı bırakan tokadı maziye gömmektir. Maziyi temizlemek, gelecekteki kirlenmeyi silmek yerine hıyanete asortik mazeretler üretmektir. Asparagas bahanelerle  hayatın simetrisini bozmaktır. Paspas olunası derecede  yerden göğe haksızken, haklı çıkma çabasıdır. Salt günü kurtarmak maksatlı, alacakaranlığı köpürten, Doğan ışığı karartan, yazgıyı körelten, körpe fidanları gücendiren mertebeye evrilmektir. Yani makbul sayılan tamamen yolunu yitirmişliktir...


Bütün banal mızmızlanmalar aslında içten içe acayip bir kirlenmenin eseridir. Öylesine bir kirlenmedir ki bu sırf mazeret üretme düşkünlüğüyle temizlenemeyecek seviyededir. Aklanmaya çalışılan resmen seviyesizlik  ve  pervasızlıktır. Yıllar yılı yenilen içilen kaba edilen ayıptır. Çetrefilli oyunlarla kör kuyunun dibine çöreklenmedir. Çelbeşik akıl hovardalığıdır...


Zaten mazeret soslu hayatın yaralayıcı ve yıkıcı yönü keskinleşince haraç mezat tezgahı da karışır. Bu yüzden edebi ve edibi zorlayan  her taşı ayrı tekmelemek gerekir. Yani her kara taşa  ayrı muamele çekmek. Bu arada planlananlar dışında gelişen plastik hayat, akla evrensel korkuyu da yapıştırır. Yine de  çirkin süprüntüleri cesaretle süpürmek azmi, zaman ve mekan ayıracında en maraza korkağı bile aslana çevirir. Çünkü bazı mevzuların maruzatı, mazereti, bahanesi olmaz. Ayrıca etiksel heyelanı ve aşkın hezeyanı tetikleyen mazeret soslu hayat doğru dürüst idare edilemediğinden  ruhsuzca kayboluş veya fütursuzca kaybediş durumu bizzat gerçekleşir. Bu durumdan vazife çıkaranlara söylenecek son söz, çapsız kazanımlar mutlaka çaplı kaybedişleri de günceller sözüdür. O yüzden mazeret tüccarlığına gerek yoktur... 


Meziyetmiş gibi hantal tutkuların esiri olmak kesinlikle mazeret kabul etmez. Çünkü mükkem manzarayı bozan, Denizi karartan her kim ise lisanı harbi ile harp başlatan da odur. Kepazelik ve pespayelik pimini çeken de. Bu yüzden hiç çekinmeden meselenin özüne hercai sebepler sıralayanlar, tecimsel vesikalara bananeci tavır sergileyenler suçtan ve suçlu olmaktan yakasını kurtaramaz. 


Kısa yoldan anlatılacak olursa kısasa kısas kutusu devamlı akıl karıştırsa da kara çalılıklar çalımla hışırdayınca sinsi pikin ördeği bile titrer. Bu titreklik kahırlı ve sığıntı bir hayata yakınlaşmadır. İşte bu atmosferde edeplice edipten uzak durmak, hayat mezatında meze olmamak için ilk şarttır. İkinci şart mazeret soslu hayata kanmamaktır. Üçüncü şart ise çekirge bir sıçrar iki sıçrar üç... hikayesidir.


Dört, dört koldan mazeret  soslu hayat savunucularını, bahanelere başvurmadan dört dörtlük sorgulamaktır...

19 Eylül 2021 Pazar

AYNI KOVANDA YOLCULUK...

 AYNI KOVANDA YOLCULUK...


İnsanların dünya macerası 300 bin yıl, Arıların ise 100 milyon yıl yani yeryüzünde daha insan yokken arılar milyonlarca yıl vardı. Sonra insan arı misali, aynı kovanda yolculuk...


Doğada, eşek arıları, yaban arıları, bal arıları, duvarcı arılar, yalnız arılar, işçi arılar, toplayıcı arılar, kraliçe arılar, bambus arıları, başıboş arılar, bal yapmayan arılar envai çeşidi var. Hakeza benzer halde insanın da...


Bu sosyal böcekler özellikle bal arıları, topluluklar halinde yaşar, topluluğa da koloni denir. Koloni; ana arı, işçi arılar ve mevsimlik arılardan oluşur. Bir koloni içerisinde yaklaşık 30.000 civarında bal arısı, hiyerarşik bir düzen içinde, genetiğine işli işler çerçevesinde bıkmadan usanmadan çalışırlar. Arılar, salt bal üretmez ayrıca doğal tozlaştırıcı, polen taşıyıcı, yaşam yayıcıdırlar. Bu doğasal sistematik içinde bal arıları çiçek türlerinin %80’inin tozlaşmasını ve üremesini sağlar, kalan %20'sini de diğer arılar yaban arıları, eşek arıları ve kelebekler gerçekleştirir. Yani arıların sadece bal için kodlanmadıkları, polenler vasıtasıyla 130 bin farklı bitki türünün üremesini sağladıkları kozmik gerçekliktir. Bal arıları ve yaban arıları eko-sistemin vazgeçilmez parçasıdırlar. Sözün özü arılar yoksa insan da yoktur...


Arılar beslenebilmek için çiçeklerin nektarına, bal özüne gereksinim duyarlar. Bitkiler ise polenlerini yaymak ve üremek için bir dölleyiciye. Doğanın mucizevi dengesi de böylece kurulmuş olur... 


Doğanın dengesinin bozulmayışında arılar ve nektar en önemli unsurdur. Nektar, çiçekli bitkilerin arıları, böcek ve kuşları üstlerine çekmeyi sağlar. Sonrasında tozlaşma gerçekleşir. Nektarın yapısındaki maddelerin türü ve miktarı bitkiden bitkiye değişir. Bu durum değişik taşıyıcıları özellikle arıları cezbeder. Arıların bal yapma veya yapmama durumuna gelince, arılar 1 gram bal üretmek için çiçekleri yaklaşık 180.000 kez ziyaret ederler. Bir arının ömrü boyunca topladığı bal miktarı ise sadece bir çay kaşığının 1/12’si kadardır...


Elbette bu üretim kovansız olmaz. Kovan fabrikadır. Kovan vatandır. Arılar, balı kovanlardaki peteklere doldurur. Kovanlar ayrıca yiyecek stoklama, larvalarını büyütme veya barınma ihtiyaçlarını da karşılar...


Petek, kusursuz takım çalışmasıyla inşa edilen kusursuz altıgenlerdir. Kovanlar matematiksel bir mucize, mühendislik ve mimarlık harikası algoritmalardır. Arı grupları, bu altıgen bölmeleri arı bir çalışmayla üretirler. Altıgenler, ortada birleştiklerinde asla birleşme yerleri anlaşılmaz ve altıgenlerin açılarında en ufak kayma görülmez. Hatta hücrelerinin duvar kalınlıkları bile eşittir. Bu muazzam çerçeveler için gerekli balmumunu arılar  karınlarının altında yer alan 4 çift salgı bezinden salgılarlar. Birbirlerine kenetlenerek balmumu için yeterli sıcaklığa ulaşırlar. Isı sağlandığında balmumu salgılanır. Böylece binlerce altıgen hücre üretir ve ürettikleri hücreleri birleştirerek petekleri oluştururlar. İşte arılar, ballarını bu doğa harikası peteklere yığarlar...


Bu yığma yoğunluk için toplayıcı arılar nektarı  çiçeklerden toplar. Balını midesine depolar. Bu arada bazı enzimler depolanan nektarın yapısındaki disakkaritleri, özellikle sakkarozu, glikoza ve fruktoza parçalar. Ve toplayıcı arılar topladıkları nektarı kovandaki işçi arılara verirler. Kovanda bekleyen işçi arılar toplayıcı arılardan aldıkları nektarı yaklaşık 15-20 dakika boyunca içip geri çıkararak, geri içip tekrar çıkararak, sakkarozun glikoza ve fruktoza dönüşmesini sağlarlar. Dönüşünce kovandaki işçi arılar balı peteklere aktarır...


İşte 100 milyon yıllık bal macerası, doğanın tılsımı, dünyanın var oluş modeli bu. Hatta insanın 300 bin yıllık dünya kiracılığının devamı da 'aynı kovanda yolculuk' pratiğine ve arılara başta bal arılarına bağlı. Yani yaşamın sürmesi; bal arılarına, ansızın ortaya çıkan, oyuk ağaçlarda ve çalılıklarda yuvalanan, soktuğunda ciddi acı hissettiren yaban arılarına bağlı. Ahırlarda, kuytularda, ağaçlarda yaşama devam eden, aynı anda ısırıp soktuğundan öldürücü olabilen Eşşek arılarına bağlı. Köylerde kumlara, yumuşak toprağa ve ağaçlara yuvalanan, tipi ve görünüşü bal arılarına benzeyen pek saldırgan olmayan Yalnız arılara bağlı. Evlerin çatlaklarına, harca, sıvaya kümelenen saldırgan tür olmayan Duvarcı arılara bağlı. Bal Arıları ile karıştırılan çiçeklerin üzerindeki nektarı sistemli uğraşı sonrası bala çeviren 

Bombus arılarına bağlı. Ve de her çeşit başıboş bal arılarına bağlı...


Bu bağlamda arasöz; Dünya ve dünya yaşamı, beyinleri pirinç tanesinden küçük arılara endeksli. Çoğunlukla soktuğunda iğnesi kırılan, zehir torbası ve ifrazat bezi yırtılarak ölen ve öldürebilen arılara muhtaç. İnsanlık 'aynı kovanda yolculuk' bilincinden saptıkça veya sapıttıkça, kim kimi yaşatır, kim kimi yok eder, nasıl bir yeni dünya şekillenir büyük muamma...


Arısöz, doğanın düzenini dizayn eden arılara aldırmayıp, yalan dünyaya aldanıp 'aynı kovanda yolculuk' gerçeğine ihanet edenler, cennetten kovuldukları gibi dünyadan da kovulurlar. Eğer evrende dünya kalırsa...

18 Eylül 2021 Cumartesi

TRAKONİA ÇARPANI VE FANİ DÜNYA...

TRAKONİA ÇARPANI VE FANİ DÜNYA...


Trakonia, bilinen ismiyle 'çarpan balığı' bu balık 'Trachinus Dracu' familyasındandır. Özellikle dikenleri yüksek dozda drakotoksin zehri barındırır. Yani ampirik dünyaların en zehirli belalarındandır trakonia. Davetli davetsiz, her türlü çapraz yaklaşım ve çapsız yakınlaşmalarla en yakınından başlayarak zehirler ve çarpar. Resmen neye niyet kime kısmet ölüm meleğidir...


Çoğunlukla karanlık derinlikte, bazen puslu yüzeysel sığlıkta ama her vakit çamur çorak, paslı kumluk zemine kendini gömerek ve daima gözleri dışarıda yaşar. Normalde pek tehditkar görünmese de, acayip derecede  tehlikelidir. Kıssadan hisse kıyı köşe kışkırtılmaya hazırdır. Kapıdan dışarı kışkırtıldığında ise gizlendiği kumdan, kilden, ininden çıkıp saldırır. Karşısına çıkana kafasındaki dikenleriyle vurmaya çalışır. Verdiği darbesel zarar başta hissedilemez ama zaman ilerledikçe sorun artar. Neredeyse anında ölmeye yatılır...


Tropik denizlerdeki kadar olmasa da üç tarafı deniz yarım adanın da en zehirli ve en tehlikeli kancıl balığıdır trakonia...


Tabiyatıyla trakonia çarpması çok ciddiye alınması gereken, apaçık  ölümcül bir zehirlenmedir. Zehirlenmeyle zahir bölgede ciddi travma başlar. Tedavi biran evvel yapılmalıdır. Yoksa kısa temas zamanla çok acı verir. Kötü sonuçlar alınabilir. Ölümden beter  hallere düşülebilir... 


Trakonia, gözler faltaşı açılsa da, buğudan güneşten, gizlendiği  yerde pek görülmez. Görülmeyince de sonsuz  maviye yolculuk başlar. 


Trakonia sulu yapışkan zeminde en zehirli güçtür. Trakonia ahbaplığı geri dönüşü çok zor göçtür. Resmen adam göçürtür. Gerçi doğanın ve denizin iç yüzünü bilmeyenlere  trakonia, nerede trak orada bırak tarzında  yalanda ısrarcılıktır. Aslı ise uzun uzadıya sahillere özgü bir balıktır. Kıyı şeridi kumluk olan tüm sulara ve geçiş bölgesi boğazlara egemendir. Kuzey kıyılarda coğrafi ve iklimsel nedenlerden dolayı nispeten azdır ve popülasyona açık tehlikesi yoktur. Ancak diğer denize açılan yönlerde ve ara yönlerde trakonia elektriklenmesi veya çarpmasına bulaşmamak için azami dikkat gerekir.  


Trakonianın çevresel koşullara uyum sağlama kabiliyeti yüksektir bu yüzden sahil kesimlerde hızla çoğalır. Çarpan balık üremesine ilişkin bir doğa yanılması söz konusudur. Sırf bu yanılsama yüzünden görüldüğü an ivedilikle  def edilmelidir. Bertaraf edilmelidir. Aksi halde bitaraf olmak da yetmez. Ölüm tırpanı acımasızca işler...


Tırpan işler çünkü trakonianın denizde, denizden çıktıktan sonra karada, hatta öldükten sonra bile, zehirli hali sürer. Sürüyle çarpar. Sinirleri felç eden yapısıyla tehdit unsuru olmasının nedeni, trakonianın bünyesinde, sırf kendisine ait olduğu düşünülen ve tanımlanamamış bir aminoasit grubu barındırmasıdır. Bu asitik madde, 'kapsüllerden dolaşıma giren diğer kimyasalların adeta çok daha etkili olması için girmiş olduğu bünyedeki sinir sistemini noradrenalin sayesinde bir anlamda bozar ve sinirsel iletileri neredeyse durdurur.' Sinirsel metobolizma bir kez aksayınca yeryüzünde ve su kürede nicel patlama yaşatan asilik bile kar etmez. Asil manada denizlerden karaya, yerküreden fezaya tabiat matlaşır, deri donuklaşır ve içten en dışa, alttan en üste acayip bir katılaşma başlar. Bu kemikleşme öyle bir  noksanlık veya fazlalık yaşatır ki; çarpılma ve zehirlenme salt trakonia balığı ile izah edilemeyebilir.   Çünkü yılışık yapışık akılla orta yerde dolananlar, sırtlarında binlerce trakonia su canlısı ve can kıyımı ile dolaşırlar. Trakonia işte bu dolaşım bozukluğu yaşayan ve burnunun ucunu dahi göremeyenleri ansızın avlar...


Trakonia çarpılması ilkin beyinde başlar. Ağır zehirlenmeye bağlı çarpıklık beyinden sonra kollara, bacaklara ve iç dış organlara bir çırpıda yayılıverir. Neticede aklın hangi sihirli mekana demirleyeceği belirsizleşir. Doğruyu söylemek gerekir ise bir noktadan itibaren ölüm illaki evladır...


Evvel ahir övgü veya sövgü paralelinde geleceğin ve sonsuzluğun zehirlenmesi resmen trakonia erbaplığıdır. Yarınların çalınması, millet lisanıyla 'çarpan balığı'nın dozu yüksek drakotoksin zehrinin durduk yerde en ücraya bulaşması ise ılımışık dünyaların karartılmasıdır. 


Zaten tüm karartma gecelerinde insana özgü erdem hırpalanır. Tekrar tekrar yaşamaya kurgulanmış elde ne kaldıysa durakotoksinlenir. Haliyle normal gidişat duraksar. Son durak 'Trachinus Dracu'dur. Bilinen veya bilinmeyen trakania kıvamındaki ölüm meleğini durduramayanlar haliyle sudan çıkmış balık gibi mavi sonsuzluğa sığınır.


Trak tiraje, 'dünya fani, insan mortal fani'...

15 Eylül 2021 Çarşamba

TECRÜBE ŞART...

 TECRÜBE ŞART...


Tam da sonbaharı terazisinde tecrübe etmeye yakın, herşey bir anda tersine döner. Sözde yazgı bu ya ocağa köz düşer, sirk ve şirk cambazlarıyla sinir harbi başlar. Haliyle tecrübe salt yaşla doğru orantılı gitmez. Artı son yazı tecrübe etmek yazgıyla ters orantılıdır. Yani herkesin yazgısı kesinlikle kendi elindedir. Ayrıca nesepsiz bozgunculuğu yazgıya dayandırıp, ömür boyu değer verilenleri bir anda silkelemek ise açıkça sonsuzluğa ihanettir. Bunlar bir gün mutlaka silkelenirler veya vakti zamanı geldiğinde usulünce yerin dibine savurulurlar. Yerinde savlarla ömre değer katmak asla savurganlığa savrulmadan gerçekleştirilen sıkı tecrübe işidir. Sözün özü hakkınca ömre değer biçmek için tecrübe şarttır...


Diğer yandan sırf tecrübesizlik eseri güce tapınmak, sırf hayat herkese adil davranmadığındandır. Veya hayata hiç adil bakılmadığındandır. Kendini es geçip sırf bir başkasının gücüne güvenmek ise adaletsizliği pekiştiren yaman çelişkidir. Sırf dışarlık heyecandır. Resmen us dağılması, üs kaybedilmesidir. Zaten en üstten en alta us bir kereliğine dağılınca tecrübelilik hiç bir işe yaramaz. Çünkü acı tecrübe sadece büyük yanlışlar ve katmerli hatalardan beslenir. İşte o yüzden hayatın içinde doğru ve dürüst kalmayı becermek güçleşir. Öyle ki bir anda en olmadık işler  başa gelir, kör ve sabit bir noktaya kilitlenme gerçekleşir. Fikrisabite kapılmayla birlikte saygıda kusur kusurlanır. Ve ilk başta güven çemberi daralır. Dahası ise ağır mahkumiyettir..


Sonrası hayatın doğasında var olan her doğal hali yok sayıp, hayatı çatkapı acı tecrübelerle domine etmektir. Bu tavır omurgasız dominantları asla arzu ettikleri noktaya ulaştırmaz.  Çünkü tecrübeyle sabit gerçekliktir, kutsal değerleri silkeleyenler en uygun zamanda hayattan bizzat kendileri silkelenir. Bu arada sirk ve şirk cambazlarına hakettikleri sonu halketmek ise çok sabır gerektiren haldir...


Unutmamak gerekir ki iyi veya kötü hiçbir film yarıda kalmaz. Hiç bir oyundan yarısında çıkılmaz. Tahammül dip, sıkıntı pik yapsa da her ucuz gösteri bile sonuna dek izlenir. Akıl ve bilimle işler yoluna koyulur, fişler çekilir ve finiş  beklenir. Hayatın altın veya rütun tüm ikramlarına rağmen hayat oburlarına beklenmedik bir anda acı tecrübeyi tattırmak için sıraya girilir. İşin sırrı zihnin sihrinde gömülü tünellerden ve kara yoz labirentlerden yüzakıyla çıkmaktır. Çıkış yolu ve çakış yolculuğu için tecrübe şarttır. Hatta yayıldıkça yayılan yavan yaban pandemiden kurtulmak bile acı tecrübelerledir. O yüzden yamuk yüzleri ebedi korkuyla tanıştırmak için telafisi zor telafata aldırmadan, telaffuzu zor teneffüs güncellenir. Yani yanlış posta oturmuş, yalandan dost  postuna bürünmüş hileci düşmana, sırtını dönme sersemliğiyle bir daha sersemlememek için tecrübe şarttır... 


Şartı şurtu bellidir, bu kapkara karma atmosferde yaptığından ettiğinden, bu teferruatlı tahribattan bir nebze olsun suçluluk hissetmeyenlere, ömürden çalan acı tecrübelerle güçlenerek, kızılca kıyametin kopuşunu tecrübe ettirmektir şart olan. İşin özü vakti zamanı denk düştüğünde kılıçların gölgesinde tecelli edecek olanı bu şarlatanlara gereğince göstermektir tecrübenin doruk noktası. Yani tüm sirk cambazları ve şirk madrabazları eninde sonunda mutlaka iyice saçmalayarak şahmat olurlar. Hacamat olurlar. Ve medeni çerçeveden silkelenme bir güzel gerçekleşir. İsim cisim siliciler iş başındadır...


Son olarak bu tecrübe cellatlarına ez cümle, iş işten çoktan geçmiştir...

12 Eylül 2021 Pazar

12 EYLÜL... İNSANLIK SUÇU...

 12 EYLÜL... İNSANLIK SUÇU...


Arsızca topluma anarşi pompalayıp, askeri darbeye zemin hazırladılar. Hayasızca ‘asmayalım da besleyelim mi?’ dediler. Utanmazca, ‘intihar etti’ dediler. Ve anlamsızca omzu kalabalık ‘beşibiryerde’ye peşkeş çekildi koca ülke. Ve ülkenin akıllı, onurlu, dürüst, yurtsever insanlarının hayatı karartıldı. Geleceği kotaracak, yeniden kuracak insanlar genç yaşlı zindanlarda çürütüldü. Bir kuşak resmen ezildi, sindirildi, yok edildi. Birilerine gün doğdu …


Yolcusu, solcusu, devrimcisi, ilericisi, demokratı işkenceden geçirildi. Cuntacılar gözü dönmüş canilerden beter caniydiler, Allahsızlardan beter Allahsızdılar. Yarım ömür 12 Eylülü yaşamak, yaşanmazı yaşamak tarihe kazındı.


12 Eylül gece yarısı  bastıran evren tufanına, 78 kayıp-yitik kuşak genç yaşta yakalandı ve umut bitti. Papucun ressamı, Marmaris paşası sağcısına, solcusuna, futbolcusuna zulüm etti…


Ve yarım kaldı bir şeyler. Darbe hediyesi olarak dayanılması güç bir dönem, bu günkü iktidarları hazırladı. Hep herşey o melun darbenin eseri. Bir çırpıda otuz küsur yıl geçti, kapitalizmin ve emperyalizmin menfaatleri adına herşey mübah  sayıldı. Pentagon merkezli ve işbirlikçi destekli kafalar yediden yetmişe musallat oldular. Putlar kırılacaktı, puta tapılır hale gelindi. Değersizler putlaştırıldı. Tüm değerler yerle yeksan edildi. 


Öyle böyle geçen 30 küsur yıl içinde etnik ve dinsel ayrımcılığın temeli sağlamlaştırıldı. Vaktiyle kart-kurt, çaput-bez denilerek bu günler planlandı. Terör yasallaştırıldı, palazlandırıldı. Terör örgütleri ‘yok ettik` denilerek, el altından desteklendi. On yüz binlerce haksız gözaltı, savunmasız tutuklama, sebepsiz faili meçhuller, insanlık onurunu sıfırlayan işkence ve öç alıcı idamlar. Hala hesabı açık, kapatılamamış bir envanter. 


Ve Sol bir daha belini doğrultamadı. Zamanla Dabbe-Darbe şakşakçıları şaşalı yaşamlar sürerken, yığınlar otuz yıl süren davalarda harcandı. Ülke açık seçik  yüz yıl geriye götürüldü 12 Eylül ile. 12 Eylül 1980 ve sonrası sinsi bir virüstür, sıradan bir mikroptur ülkenin gövdesine bulaşan...


Bu arada “ Yarım ömür 12 Eylül`ü yaşadık..." diyenler asla unutmaz, unutamaz meymenetsizin yüzünü...

5 Eylül 2021 Pazar

4 EYLÜL-9 EYLÜL...

 4 EYLÜL-9 EYLÜL...   

             

Dört Eylül, dört bir taraftan emperyalistlerin işgaline uğramış koca imparatorluğun, umutsuzluğa kapılmış biçare ulusun, Mustafa Kemal önderliğinde küllerinden dirilişinin, yedi düveli İzmir'de denize dökene dek durmayışının simgesidir... 

 

Cumhuriyet tarihinin mihenk taşıdır 4 Eylül 1919, Sivas Kongresi. Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin başlangıcı ve kuruluşun sinyalidir. Asla yıkılamaz bir Cumhuriyetin hüviyeti. Hürriyet ve medeniyetin inşası...

 

Yeryüzünde nice devletler yok oldu, ne imparatorluklar yıkıldı, ne sistemler çöktü, ne modeller harcandı, ne düzenler battı, ne ekonomiler dip yaptı ama temelleri 4 Eylül ve 9 Eylülde atılan Cumhuriyet her şeye rağmen hala ayakta ve hala güçlü...

 

On yıllardır dört bir taraftan, içeriden dışarıdan yıkılmaya çalışıldı ama bir türlü yıkılamadı. Yıkılamadı çünkü asli gücünü gelgeç heveslerden ve yanlış kişilerden değil, Milletinden alır, vazgeçilmez ilkelerinden asla ödün vermez bir ruha sahiptir Cumhuriyet...


İşte o ruhla Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın bu bereketli topraklara serpildiği gündür 4 Eylül 1919. Kongrede alınan tarihi kararlar ve vazgeçilmez ilkeler, kutsallar üzerine yemin artı kutlu inanç tek cümlede gizlidir; asla "Manda ve Himaye kabul edilemez." Ulusal Kurtuluşun reçetesi işte bu cümledir... 


Emperyalizme karşı şanlı tarih işte bu doğrultuda yazıldı. Anadolu toprakları düşman çizmesiyle ezilmekten bu sayede kurtarıldı. Hasta adamdan Laik Demokratik Türkiye bu ilkeyle doğdu. Hemen kongre ertesi beyannameleştirilen ilkelerin hayata geçmesiyle, memleketin kaderini değiştirmek için inanç ve azimle sürdürülen kutlu direnişin, kutsal isyanın ilk adımıdır 4 Eylül 1919. Son adım ise 9 Eylül 1923`te dört yıllık kurtuluş mücadelesinden sonra İzmir Karşıyaka’dır.

 

Sonrasında ise dünyada eşi benzeri, tek bir örneği bulunmayan bambaşka bir mücadele başlar; " Kul iken yurttaş, ümmet iken ulus olunmasını sağlayan, yüce meclisinde oturmaya sandalyesi dahi bulunmaz iken bir yandan yıkılan İmparatorluğun mirası borçları ve savaş tazminatlarını ödeyen, demir çelikten, Sümerbank’a, şekerden, çimentoya, demir yollarından limanlara kadar temel kurumları bir bir kuran" geniş perspektifli mücadele. 


Yüzyılın yıkılamaz devrimini başlatan ve yaşatan tarihlerdir; 4 Eylül ve 9 Eylül...


Yıllar yılı kaynatılan saltanat aşkı ve kindarlığa, hilafet hevesiyle gareze, palazlandırılan küllenmemiş sömürgeci tiryakiliğine karşın büyük devrimler gerçekleştirmiş bu tarihsel birikim ve öz değerleri asla yıkılmaz. Ne güç yeter ne akıl. Ayrıca bunların topu sıkıştıklarında topyekun Cumhuriyete selama durur. İşte belki de salt bu yüzden, yüz yılı devirmiş bir Cumhuriyet var. Tarihi var edenlerin çizgisinde ve izinde, gelecekte de var olacak. 


Sözün özü Cumhuriyet tarihsel geleneğini koruyarak, tarih yolculuğuna yakışır biçimde ilelebet var olacak. Hatta faşist dönemler dâhil, dönüm noktası yaşanan her an 4 Eylül ve 9 Eylül ruhuyla  emperyalizme kafa tutulacak. Tıpkı yüzyıl önceki gibi…

4 Eylül 2021 Cumartesi

FINDIK DÜNYASI...

 FINDIK DÜNYASI...


Fındık dünyasında eylül başı ilk harmanlardan piyasaya dökülen fındık ikibuçuk yuronun az üstüne gitti gider. Yağmur güneş işi tamam etmeyi bu tarihe denk düşürenler fiyatı kapar. Bir daha fındık ayni rakam veya üstünü asla görmez, görürse uzun yıllardır beklenen mucize gerçekleşmiş olur... 


Ancak maalesef daha Eylül ortası fındık düşüşe geçer. Borç harç yüzünden yoğun arza bağlı, fiyat daha da düşer. Fındık dünyasında her yıl hep ayni hikaye. Ama  üretici fiyat çıkacak diye bekler de bekler...


Özellikle Doğu Karadeniz Bölgesi'nde tam 600 yıllık gelenek fındık. Çok eski tarihe de dayanabilir mazisi. Her sene yaklaşık 600 bin aile, yaklaşık 700 küsur bin hektar fındıklıktan, yaklaşık 600-700 bin ton civarında dünyanın en kaliteli, sanayi fındığını toplar. Eğer  yağmur izin verirse, güneş punduna gelirse, üretici harmanlanan  mahsülü bir an evvel çarşıya  indirmeye çabalar. İnmeye görsün ufak tefek, inişli çıkışlı oynamalarla, emeklerinin karşılığını bulamayacağı bir fiyat anarşisiyle karşılaşır. Çaresiz  görüntüde santimle en çok fiyat verene mahsülü döker.


Taban fiyata rağmen fiyatı düşüren muhtemel firma sirkülasyonu ve düşürecek olan dış destekli tüccar spekülasyonu en baştan bilindiği halde boşboşuna kürek çekilir. Denizin bitmişliği görmezden gelinir. 


Gel git derken 'Her sezon öncesi fındık rekoltesi yüksekten açıklanır. Daha hasat dönemi başlamadan fındık alım fiyatlarına böylece takoz koyulur. Fındık pazarı rekolte yüksekliğinden  dem vurarak fiyat kırar. Daima üretici aleyhine zemin oluşturulur. Bu  kaygan zeminde fiyat belirsizliği bilinçli şekilde kesinlikle ortadan kaldırılmaz. Çünkü nihai hedef üreticinin elindeki fındığı, tek alıcı için en ucuza kapmaktır. Açıklanan taban fiyatların tutmayacağı açıktır ama laf ola beri gele fındık üreticisine sahte müjdeler verilir. Randıman esasına göre, kaliteli kabuklu fındığa taban tavan fiyatı lanse edilir. Ama levant kaliteli kabuklu fındık fiyatı yerlerde sürünür. Üretici fındığını alenen zararına piyasaya sürer. Taş çatlasa başabaş fiyatına bir yıllık emek, heba olmaktan kurtarılmaya çalışılır. Ancak nafiledir çünkü kurulu fındık tekeli fındık dünyasını çoktan cehenneme çevirmiştir. Yetkililer bu bilindik soygunu görmemek için gözlerini başka taraflara çevirir. Tekelci ana alıcı ise artık keyfekeder ne fiyat vurursa malı kapar. Üretici makus kaderiyle başşbaşa kalır...


Bu arada Temeo ve içi dışına çıkarılmış  Fiskobirlik hiç ortalarda görünmez. Yalandan denizde zerre alımlar yaparlar. Hal böyle olunca kabuklu tombul fındık fiyatı  gün güne dip yapar. Kuruş kuruş azalan fiyat ikibuçuk yüronun da altına çekilir...  


Yani denetimsiz serbest piyasaya toz kondurmayan kapitalizm işbirlikçisi bir güruh, fındık fiyat politikasını bir güzel yönlendirir. Üretici perperişan edilir. Sonradan peşi sıra hep ayni kısır kritikler yapılır ve hiç bir şey yapmadan  bir yıl daha geçer gider.


Genel geçer söylem aynıdır, 'Serbest piyasa illetine hiç değinilmeden, tek alıcı feraro fettanına dokunulmadan fiyattaki düşüş daima gurbetçilerin fındığını erken satmasına, sorun okullar açılmadan önce üreticilerin pazara yoğun fındık indirmesine bağlanır. Büyük tonaj alış yapan firmaların parasal dönüş yapmamaları es geçilir. Dönüşe geçen gurbetçi sonrası fiyatlar yükselebilir yalanı savrulur...'


Yükselse de yükselmese de süre gelen ekonomik krizde üreticinin artık bekleyecek hali yoktur. Seneden seneye yoksullaştırılan üretici tam ihtiyaç günü pazar fiyatı neyse üçe beşe bakmadan fındığını keş satar ve anında harcar. Zaten fındık  harcı borcu artık ödemez haldedir. Ve bu durum salt tüccarın lehine bir durumdur... 


Umutlarını Eylül sonu ve sonrasına bırakan tuzu kurular ise yıllardır sözde serbest piyasada fiyat pik yapacak ve mahsülünü satacaklar hayaliyle avunurlar. Olmaz tabii ki. Bu işte bir büyük yanlış var denir durulur ama on yıllardır baştan kuyruğuna kimse el atmaz. Millet ve devlet zarar ettikçe  eder...


Ne yazık ki fırıldakların fiyakalandırdığı fındık dünyası budur işte...

1 Eylül 2021 Çarşamba

BARIŞ, ADALET VE DEVLET…

BARIŞ, ADALET VE DEVLET…


Devlet on yıllardır, ileride  ağır kusurlu sayılabilecek tutumla seyrediyor, şimdilerde ise zoraki beğeni topluyor. Ne yazık ki adalet ve barışa tenezzül edilmeyen gerici bir formatla millet ve memleket  geriliyor. Gericileşiyor. Mesele “ Aynı şeyin aynı bağlantılar içinde, aynı durumda olması veya olmaması olanaklı değildir.” önermesini haklı çıkarıyor...


Barış için adaletli davranmak, hak ve hukuku herkese eşit kullandırmak devletin başlıca göreviyken hatta “Devletin temel amaç ve görevleri, kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan, siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya çalışmaktır.” Anayasasında birebir kayıtlıyken çoğu zaman  babalar gibi  muhteva dışına çıkılıyor. Yani devlet kuvveti, insanı barış ve  adaletin tecellisi için çalışmaktan vazgeçiriyor. Kanun ve nizam neredeyse “Adalet mülkün temelidir” şiarıyla hiç işletilemiyor...


Adil olunamayınca da, barış çubuğu tüttürmek gittikçe zorlaşıyor. Moral değerler sıfırlanıyor. Dirlik düzen bozuluyor. Bir anda barış yerine paradoks embolisi toplumsallaşıyor. Oysa barış insanlık tarihinin üzerinde en çok emek harcadığı ve en çok bedel ödediği bir değerdir. Eğer devlet varsa, devlette adalet varsa  barış da vardır. Yani barış, adalet terazisinin eşit kefelerinde tartılır. Hiç tartışmasız  adalet kökünden gelmeyenler, bunu bilemezler. Bilim yoksunları asaletin kökenine inemezler. Anca pik ve dip arasında bocalar dururlar. Bu durumda kısık sesle dahi barıştan söz edilemez. Doğal denge kurulamaz. Yeryüzü  gerçeğidir, barışın önü ve gerisi  mutlaka yüksek gerilim ve savaştır. Savaşın ardı arkası barış sonrası yine savaştır... 


Devlet on yıllardır aksi programlar ve doğanın tersi planlar dahilinde geriletildiğinden özlemle yolu gözlenen barış bir türlü gelmez. Çünkü şark kurnazları, kurnaları son debi açar, keskin mukavemet mukavva hamuruna dönüştürülür, müzmin muhalefet de bu yüzden evrimleşemez. Böylece on yıllar içinde adalet ve barış rafa kaldırılır. 


Rafı, marfı, safı, gafı bir yana  mevcut düzeneğin barış ve adalet mekanizması salt sosyetik rezidanslara çalışır. Kalanı kuralsız kaidesiz kırpılmaya, kırılmaya çalışılır. Böylece devlete ayta vurgusu, meta vurguncusu, kusurlu haytalık, avantacı kuryelik egemen olur. Ve "Egemenlik kayıtsız  şartsız  milletindir" ilkesi zedelenir.


Diğer yandan adalet ve barış istemi, faşizan baskılar ve faşiat darbelerle budanan, soyka faşistler tezgâhında tırpanlanan vazgeçilmez tutkudur hala. İnsanlık adına mücadele aşkının manyetosudur. Çünkü hiç manasız, hiç nedensiz adalet adil işlemeyince, devlet işlemez. Devlet doğru işletilemeyince de varolan barış dahi zmanla zamanla buharlaşır...


Bu arada hanlar hanına öykünmek de fayda etmez sonra “Aklı öldürürsen, ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. Kadıyı satın aldığında adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür.” İşte o vakit hancı yolcu biraraya gelse de kalıcı barış adına çok gecikmiş olunur…


Ve mevcut yöntemlerle bir daha barış, adalet ve devlet üçgeni açı tutmaz...

EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…

  EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…   Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...