TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...

26 Şubat 2024 Pazartesi

ARMANÇ...

 ARMANÇ...

Günden güne ana arterler fakir fukaralığa bağlanmışken, ‘enişte’ bu toprakların bereketiydi. An geldi bu ince, narin ve güzel adam ‘gece yolculuğu’na çıktı. Yetti gari deyip ışık şehrine göç eyledi. Armanç belli. Varını yoğunu derledi, ‘devrimden sonra’ya bırakmadan yeryüzüne ‘uçan melekler’i saçtı. Yetinmedi, Daha ‘sıcak tatlı yaz’ gelmeden ayvanlarda ay taçlandı. Veyis bitti. Ablası’ya da nazlı yârin harı kaldı...
Gerçek ötesi ustaydı. Daima ‘biri ve diğerlerini’ canlandırdı. Öyle her işte olmayandı. Olduğunda elmas gibi parlayandı. Uzunca zaman ‘radif’ gözlerde saklı bir damlaydı. Damlalar göl oldu, deniz oldu, devasa döküldü beyaz perdelere. Ocak, şubat ‘Ve güneşe kan sıçradı’. Erdemli yalazlarla ‘yolcu’landı ölümsüzlüğe. Geride yalımı çok, ılım ışık bir ‘iz’ bıraktı. Zamanla ‘düşler ve gerçekler’ birbirine karıştı, ‘tatlı dillim’ sol yanımızı dağladı...
Öyle bir kutup yıldızıydı ki; ar denizine yakamoz yakamoz düşer her bahar. Sıralı cemrelerde toprağa tohum, hamura maya. Mayası insan, mahlası ‘gariban’ oğuldur, eştir, kardeştir, en babadır. Bize eşikten içeri ‘enişte’. Kuşkusuz sürgün verir ilk fırsatta ‘tek başına’ dağ tepe. Tutkuyla doğar her gün ‘yirmi yıl sonra’ bile. Dört mevsim ölmez. Pamuk yumuşağı ovaları hasretle, hararetle turlar hasat zamanı. Sektirmez ‘zambaklar açarken’ yılmaz avcı olur her ‘av zamanı’. Yakılan film şeritlerine büyüleyici sıcaklığını katar tek kare oynamadan.
Utku nutku tutuşturan ‘deli mavi’ kirli hesaplardan şahlar şahı alacaklıdır. Armanç belli, kendine kazanç saymaz, ‘bedel’i mutlaka muhtaçlara dağıtır. Hiç durmadan ‘kader çıkmazı’nda karşılaştıklarının elinden tutar, ‘ekmekçi kadın’ı kurtarır. Özlemle kucaklar ‘fıratın cinleri’ni. Yani sonsuza dek ışığa döner ‘kadının adı yok’ yüzünü. Uzanır uzun boyuyla en uzaklara. Yakın çekim ‘aşkın zaferi’ yakalar hayatı. Öylece ‘yarın olmaz şimdi’ yakınlaştırır.
‘Yeşilçam denizi’nde yaktığı gemilerin kadife kaplı seyir defterine ışığı boca eder. Hüznü hazneler. Yürekler ısıtır. Çünkü gözü kara hayat yolculuğunun fırtınaları durultan en delikanlısı, en yakışıklısıdır. Duru mavi göğe uzayan merdivenleri de en korkusuz çıkandır. Gün olur tek hamlede güneşi kopartır kozmozdan. Sevdayla ‘gece yarısı vurgunu’ dünyanın emrine sunar. Tapınak sunaklarına yüz sürmez. Çünkü ‘düşman’ı bilen ‘akrebin yolculuğu’nu bilendir. Değersizleşen hayatın imlerine, imgelerine, simgelerine aldırmaz. Yoldaşını resmeder kare kare altın kozalara. Ve yok yoksul mısralar dökülür yalnızlığa. Yılgınlığı götüren ‘gölge oyunu’nda kendi derlediği deneyimleri efil efil dengeler. İşi filmlere doğmak ve en üst perdeden yorumlamaktır ‘kader çıkmazı’nı. Kederi yüzünde, ‘yarınlar kimin’ en doğruyu bilendir.
Ve bir gün derlenir, toparlanır ve gider. Gitti. Film şeritlerinden birer birer silinenlere ismini cismini ekledi. Demek ki buraya kadarmış, ‘ne umduk ne bulduk’ arayışı. Bu ‘öyle bir sevda’ ki kartal süzülüşünü çekmeye bir çift söz, anlatmaya bir çift göz ve anmaya bir şair yüreği ister. Ne gezer bizde. Eksiği fazlası fakire arka çıkan şairin sol eliydi. Tutulması, tadılması ve yaklaşılması yakıcı bir seyirdi. Seyrettikçe dayanılmazdı. Şahsına nevi. Filmin son sahnesi sol yanımıza ince bir sızı hançerledi. Bastı ‘parmak damgası’nı sonsuzluğa koptu. Denizden kopuşu herdem ayakta kalmaya, ‘maskeli balo’ya şahlanıştı.
Armanç su yeşili gözlerde şifrelenen bir şiir. Son fasılda ‘aslanların ölümü’ ile şiir, şairinden ayrıldı. Acı katmerlendi. Buharlaşan esintilerle dağıldı manzumeler. Fotoğrafın arka yüzünde biten yolculuk. Şiirin seyrini, filme yansıttı, jenerikte şaire ‘gönderilmemiş mektuplar’ yazdı.
Okumak lazım ay kızıla çalınca. Başlayınca bir başka yiğidin gidişi öyküsü. Sahne anılar senfonisi, ayrılığın manifestosu. Görüntüler vurunca akıl duvarına ‘nereye arkadaş’ durmak lazım. Karşıda ‘güneşli bataklık’ batak bile fesleğen kokar. Yolculuk ovalara, dağlara. Perdeye yansıyan yaprak yaprak savrulmanın çekimsiz filmine. Filim nice yıllara, bambaşka diyarlara ait.
Diyar ‘uzun bir gece’ye tüten ‘bir avuç gökyüzü’nden ibaret. Engin tasarımlı, dingin, rötuşsuz, kurgusuz bir senaryonun son sayfası böyle yazıldı. Ve ince, narin ve güzel adamın ruhu toz oldu. Tozlar beni, seni, bizi anlattı. Asla yanlış yoldan gitmeyen bir gönül adamı, görülmesi gereken bir dünyanın ‘bir umut’ göstereni. Tek ‘kıvılcım’ sayesinde ay taçlanır...
Sondan bir evvel ‘Beni sen anlat’ dedin de Usta, sonunda ‘toz ruhu’ma karıştı, karıştırdım. Derdo ‘candan öte’ ne desin, ışıklara yolculuğun filmini çek oralarda. Işık şehrinin ‘yüzleşme’ hikayesini. Geldiğimizde hep birlikte izleriz, tüm ‘enişte’ler...

25 Şubat 2024 Pazar

BU ŞUBAT ÇOK ÖLDÜK…

 BU ŞUBAT ÇOK ÖLDÜK…


Bu Şubat ölümün gölgesi çıldırmış olacak ki çöktü üzerimize, gitmek bilmedi. Sel haddin bildi, memat galip geldi o döndü yüzünü bize. Çöktü, çöktü, çöktü ve çöktük. Çok öldük kardeşim çok... 


Hey gidinin gücük ayı otomatik makine gibi işleyip durdu. Gerçeğe veya geleceğe ulaştırıcının emrinde kör tırpanını vurdukça vurdu. Çarptı, yıktı, geçti. Tetik olduk çektik, yaklaştırdık ölümü şah damarımıza. Bu Şubat çok çektik çok...


Hayat memat çıkmazında kıyı köşe çıldırık dolaştı. Yakalanan cıldırığın boynu üzüldü. Şarkı şimalı, sılası gurbeti öksüz kaldı. Yarenler yetim kaldı. Eğreti bacak ölüm meleğinin uykusu ortadan ikiye yarıldı. İşini hiç yarım bırakmadı. Ölüm gecelerin de uyunmaz bilirdik meğer gece gündüz uyunmazmış öğrendik. Nar gözlüye inat akıllarda beynelmilel diriliş, dillerde durulmuş veda sözcükleri. En babalarımdan armağan, en babalara armağan anılar tükendi. Bu Şubat çok tükendik çok...


Bu şubat ölüm sanki cam gözlü bir gaybanaydı. Olaydı, onaydı, banaydı derken iyice baydı. Cam gözlerde parlak orak, kulplu çekiç bandı. Nar gözlü gabarayı çaktı, resmen kalbimize çalıştı. Bu Şubat çok öldük çok…


Hiçlik vakti gelip çattı, çat kapı kör kuyunun kapağı açıldı. Hiçliğin orta yerinde bir kara delik. Hep bizden birilerini yuttu. Günceleri ayıltan, ölüm şatosunu kuşatan akerga doğanı çığlığıyla çağ düştü. Ey ölüm gözlü Şubat bu kez haddini çok aştın çok... 


Hiçliğin orta yerinde korkusuz yolcular misk kokulu hazlara bürünür.  Nazlı ölüm olağanüstü dirençle karşılaşır. Gölgeleri çıldırtan içli bir şarkıdır yaşamak. Hiçlik aleminde cem etmenin bedeli, bam teline basıldığında ağırdan almak. Çok ağır güçlerimizi aldın bu Şubat çok...


Ahlar ulu orta başlar, bir ömür onur mücadelesi, kör kuyulara açılan yolları ışıtır. Sahte atmosferin süngüsü düştüğünde, kuru gürültü dağıldığında, parlamalar söndüğünde, hiçliğin içinden alnı açık çıkanlar sonsuzluğa kanatlanır. Ayakta ölmek işte budur. Bu Şubat koptu kanatlarımız, canımız çok kanadı çok… 


Bundan kelli her şubat ölümsüzlüğün gölgesi düşer akla. Ölümlerden ölüm beğenmezlere kutlu dava.  Güccük beğ, Büyyük aga insanlar; ‘İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar akşam ezanında ölürler. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır…’ felsefesi güder. Onlarla hiçlik vakti ölmeye gör ‘Büyümek yarı yarıya ölmektir…’ zaten. Büyüdükçe küçül ölümlerle diril gölgesinde bu şubat çok gömüldük çok...


Payına cennet meyvası ölüm alması düşenler, ölümün çıldırmış gölgesine hapsolur. Uzar anılar, zamana karışan evren zerresi azar. Altın varaklı köşkler, saraylar bir dokunuşta sapla samana karışır. Hatlar hiç karışmaz. Şamanlıktan bugüne ölüm şatosu meleği al tırpanı sallar. Öyle ki kalay, saray, duray dinlemez. Dile kolay bu Şubat gözyaşımız hiç dinmedi. İmanıma dinime

çok ağladık çok...


Duvardan duvara ışıldar, 'kör karanlıkta parlayan raylar'. Kısa keser dansı kelebekler. Arılar peş peşe kaybolur. Dertli doğa, doğanın pençesinde kavrulur. Yaldızlı gökyüzünde yıldızlar karanlığa boğulur. Kara delikler yutar nahif parıltıları. Ve ne güzel günlermiş meğer o günler diye diye nefes kırılır. Bu Şubat çok kırıldık, çok…


Tek kişiliktir ölümler ya hiç de öyle değilmiş. Sahiden solo değil koro halinde can kaybı. Gerçi ölesi tendir. Ölümün bir ucu terk edilmişlik bir ucu hasretlik. Mantığın başladığı yerde biter yolculuk. Kızıl alev kavşaklar geçilir.  Soluk soluğa dilsizliğin diline sıçrar tin. Zihni daraltan yalnızlık büyür. Su gibi geçip giden yıllar, acıtan anılar mührü tam alnın çatına vurur. Bu Şubat tırpana çok savrulduk çok...


Tahta kapılar Balormana açıldığında, kadim coğrafyaya alışır bahtsızlar. Kapı eşiğinden içeri gerçek boşluk. Koca boşluktan ibaret dünyaya, kozmik bilinç hükmeder. Hüküm kelamdır. Kale düşer. Her eli kalemli zata zıtlıkların ahengi düşmez. Bu Şubat kara toprağa düştük, çok üşüdük çok…


Belleksel seçkidir, izli gizli duvarlara kazınır karanlığın gülü. Hasılatı hayat, hasılası Şubat. Şu yazıt, zıt renklerin uyumu. Yazık, ölüm bizatihi uyumsuzluk. Ömür boyu sürecek sanılanlar tökezleyince, ömrün demi kesin mizan denkliği. Hayatın ahengi, izan mizan çakışması. Çatışmaların temeli medeniyet hizası. İlim irfan açılımı gez, göz, arpacık veya tek bir adacık meselesi. Bu Şubat mesela çok sela dinledik çok...


El heykelli adaya hapsolmuş devasa bir ömür. Öykünülen ömre adanmışlık fizik ötesine  kör bağlantı. Uzun yakarmalar, envaı çeşit dualar ömre ömür katmaz. Öyle dua yok varsa da kabul görmez. Görülenler çırçıplak görülünce affa hiçbir şey kar etmez. Hayat denilen şey tarihi eylemlilik. Ve ömür çok kısa. Bu şubat kıssaydık daha kısaldık, çok kısaldık çok…


Kıssadan hisse, 'bir ömre bedel' öyle bir deneme ki, bir dahası yok. Belki başlarken biter veya tam biterken başlar. Araya girenler iflah olmaz, iki arada bir derede asla sıraya girilmez. Pahada epey ağırdır ölüm. Vade dolduğunda gül diyarına tatlı bir tebessümle göçmek arzusudur, son arzu. Son nefeste kuruyan dudaklara değen bir damla sudur biten hayat. Her ölümlüyü kendine çeken sonsuzluk diyarında aşkla yanmak. Bu şubat komple yandık, çok yandık çok…


Ölgün esintileri bahara kavuşturmaya çabalayan bu Şubat, şu karanfil kokulu akşamlarda, karanlık denizin hırçın dalgalarına sığındık. Bu Şubat eşime dostuma çok matem ayırdı, çok öldük çok…

23 Şubat 2024 Cuma

BİR YEL ESER, FELEK ŞAŞAR…

 

BİR YEL ESER, FELEK ŞAŞAR…

 

Yerel seçim fitili resmen ateşlendi. Öyle bir ateş ki ekonomik kriz ayyuka çıkmış, enflasyon koyulan her sınırı geçmiş, tepegöz haddini aşmış, millet seçim değil geçim derdine düşmüş. Ellerde çarşaf gibi oy pusulası, kafalarda kısır siyasetin dayattığı yol yordam sıkıntısı, umut bunalımı, güven yitimi. Muhalefet ve iktidar yelpazesinde ise her seçimde olduğu gibi bir yel eser beklentisi. Derin devlette gücü gücüne yetene. Bir yandan bir soluk yel eserse eldekinden olmak kaygısı. Topluma deklare edilen listeler, dar perspektifli bir deklarasyon. Orada da tayfa bizden olsun tafrası. Oysa bir zor dönemeç daha ama bir acayip rahatlık, malum duyarsızlık. Her cenahta tablo aynı, aynı kaba saba alışkanlık. Derin bir korku tünelinde hapislik, çıkış takipçiliği aritmetik. Resmen capcanlı seyirlik. Sağda solda ortak payda, özlenen kucaklaşma bu bahara yine gerçekleşmeyecek görüntüsü...

 

Siyasette bir yel eser bekleyişiyle, ömür uzadıkça kısalır. O nedenle yerelde ve genelde toplumun üst düzey temsil edildiği liste beklentisi normal, evrensel ilkelere uyumlu politik anlayışa denk kadrolaşma hakimiyeti kurmak nedense anormal. Böyle olunca ezilen, sömürülen, horlanan, ötekileştirilen hatta yok sayılan sınıf ve katmanların çıkarlarını savunmak yeni yüzyıl da bir hayli güçleşir. Zaten egemenleştirilen inanış saplantısı, durduk yere bir yel eser millet her halükârda yine bizi seçer güvencesi. Yel değirmenleri hayal tüketirken, bir şekilde çoğunluk desteği alıp, destek vermeyenlere ilgisiz kalmak siyaseten sınıf atlamak. Sıfırcı hoca her seçim her sınav uyuyor, o yüzden yalan arenasında sular seller gibi yel bekleniyor…

 

Bir yel esecek, estirilecek şimdiki siyasetin rotası belirlenecek. Yelin nerden nereye vuracağını doğru kestiren yapay inanç eyyamcılarının sırtı sıvazlanacak. Sığınılan yat, kat, küp şeytan üçgeninde, açılan vanaların yallah tazyikiyle gemi azıya alınmış gemicikler sarmalına hizmet devam edecek. Şahsi ikbale yönelik siyaset etme kurnazlığıyla şarkı garba bağlayanlar, yer gök küser, aşkı muhabbet kısa sürermiş hiç dertlenmeyecek. Siyasette bir yel eser bir eser pir eser diller dönmez, eller tersine gitmez güvencesiyle lafta yüksek menfaatler gözetilecek. Yeni gözdeler netlik kazanacak, uygulanırlığı akla uzak projelerle kerevete çıkarılacak. Ferdi kurtuluş yolu sermayeden yanalara açık, alınteri ve emekten yanalara kapanacak. Temel felsefe bir daha kapitalizmin ipine sarılanlarla sarılmayanların ne oranda destekleneceği olacak. İşte bu destek köstek ayıracında bir yel eser ki siyasetin sonu olur, küçük kıyametler kopar, güdük siyaset te kendi batağına batar hiç düşünülmeyecek…

 

Batağa daha da batmamak için bir yel eser savına aldırmayanlar, kendi politik tarzını geliştirir. Yel mel beklemeden etkin ve yetkin siyaseti güdümler. Hedef kitle bazında kendi pratiğini hayata geçirir. Doğru verilere dayalı gerçekçi-gerekçeli proje ve politikalarla yerle yeksan olmuş kutlu değerleri günceller. Bir yel eser iradesini reddederek toplumlara, toplumu rahatlatacak, toplumsal projeler sunar. Sembolik olanlar dışında, tarihsel dayanakları zedelemeyecek değerlendirmeler ve tasarımları ciddiyetle ele alır. İşte yerelden beklenti tam da budur…

 

Yerelde genelde yıllar yılı öznel değerleri kutsallaştıran ve kutsandıkça toplumdan uzaklaşan zihniyetlerin tümü tek elden terk edilmelidir. Birilerinin has çıkarına özgü olduğu bilindiği halde terk edilmeyen ham alışkanlıklar, paslı çarkın mevcut işleyiş ve işletilişine tek nedendir. Evrensel ilkelerle bağdaşmayan kurgu sistematik ve yönetsellik ısrarcılığı bırakılmadıkça gün olur devran döner. Bir yel eser-esecek hevesi gittikçe bıkkınlık yaratır. Siyasal bilinç mevcut değişmez, değiştirilemez ve değişilmez normuna kilitlenir. İşte bu zor ortamda, bu modele körlemesine bağlılık güçsüzlüğü en tepeye kadar tırmandırır. Bağımlı büyüme, kâr payı dağılımlı büyütme ve sağır sağanak büyülenmeyle ulaşılan son nokta güç zehirlenmesidir. Bu zehre alışkınlar alışık oldukları şeyi yine yaparlar. Yani asıl sorun organiktir, inorganiktir ama resmen omurgasızlıktır.

 

Zıtların birliği ilkesi terk edildikçe, siyasette bir yel eser diye beklemek, bekledikçe beklemek suni bir tutumdur. Siyasette tez antitez sentez inşasını zedeleyecek bir yel eser evet esince de durum tam tersine döner. Yoğun terslikte bir yel daha eser işler ters teper, felek şaşar…

21 Şubat 2024 Çarşamba

YERELDE MASAL DEVRİ…

 

YERELDE MASAL DEVRİ…

 

Yerel seçim süreci, listelerin ‘Seçim Kurulu’ başkanlıklarına verilmesiyle birlikte resmen başladı. İş olsun yaklaşımlar, uzaktan direktifli eleştiriler, uygunsuz gaflar ve polemikler arasında sıkışmış yerel siyasete şimdi de liste küskünlükleri eklenebilir. Aday listeleri hazırlanırken belki demir tavında dövüldü ve çeliğe su verildi. Ama liyakat düşünülmeden, bir şekilde birilerine siyaseten yol verildiği de malum. Nitel açıdan pek hak etmeyenlere, nicel yapı gözetilerek yer açıldığı aşikâr. Şimdi tumturaklı tembihlerle sorun çözülür mü? zor görünüyor. Yani siyaset arenası ‘Gülen Ayva, Ağlayan Nar’ masalı temalı. Bu arada seçmeni bekleyen ise beyad beyanlı, bayat vaatli, sonu vahim masalsı bir seçim daha…

 

Liste yarışında geride kalıp kırgınlar kılavuzuna ismi yazılanların, yüreklerindeki kızgın protestoyu bastırıp bastıramayacakları birkaç güne netleşir. Eğer müzmin ayrışmayı bir kenara bırakıp, halinden muzdarip yolcu kıvamında, yola devam ederler ise ne ala. Etmezler, adaylaşma yolunda yolda bırakıldık iç güdüsüne kapılırlar, mevzileri bir bir boşaltırlarsa bir seçim daha yalan olur. Geçim berbat olur. Bu akla zarar gidişat yeğlenirse, nedense görmezden gelinen faciaya, feci sona sağlam zemin hazırlanır. İllaki billahi işlem tamam olur. Millet bu kez baş edemeyeceği bir büyük yıkımla daha karşılaşır. Zaten ittifakları iterek yol alacağını sanan muhalefet, özellikle ana muhalefet halt etti. Yani iktidar istedi bir göz, muhalefet verdi iki göz. Kiklop misali vasat Basat kapışması güncellendi. Küçüklere büyüklere ‘Tepegöz Masalı’…

 

On yıllardır seçimden seçime doldur boşalt manevralarıyla, siyasi mekanizmalar tamamen bozuldu. Bir türlü dengini bulamayan lafta özüne dönme eğilimiyle daha da bozulacak görünüyor. Siyaset tetiğinin boşluğunu bu kez kim düşürecek, bekleyip görülecek. Siyaset piyasasına sunulacak güruh, üçe beşe satılacak ruh da kalmayınca durum alenen bu çerçeveye devrildi. Hep söylenir ya gerçekten yine gelenler gidenleri aratacak gibi. Yani çaresizlik çare olunca gül bahçesi kurur, gülen ayva ağlayan narı oynayan siyasi figürler kendi çaplarında rol kapar. Masal biter sonuç sıfır…

 

Masallarla yürümez, bilimsel gerçekliktir siyaset. Bu toz duman, kara bulutlu ortamlar, popülist siyasi kültür melankolisinden kaçanları her an illegal sayılabilecek bir eylemliliğe sürükler. O yüzden yerel seçimde, gülünç yanılgıların tuzağına düşmeden, yanılmaların yansımasına en doğru yanıtı vermek gerekir. Halk yardakçısı gibi davrananlara, siyasi serüvenin gerektirdiği tavrı apaçık göstermek gerekir. Türdeş medya köşelerine ve sırça köşklere aldırmadan, cazibeli yutturmacılara ve uyutucu yutturmacalara kanmadan, kanayan yaraya neşteri cesaretle vurmak gerekir. Aymazlığa ayna tutarak, salt uydu kentlerde boğaza nazır bol kepçe hayat yaşayanların ekmeğine yağ sürülür. Yağma düzeni devam eder. Ve masal dünyası her gün bir masal yutar…

 

Eğer ‘Gülen Ayva, Ağlayan Nar’ sarmalından tezelden çıkılamaz ise iktidarın genel seçime kadar eli rahatlar. Kazanımlarını çoğaltır, kaynakları kapar, kazan kaynar. Yüz yıldır damıta damıta imbikten süzülenler, tekrar helaline haram karışmışların küplerine akar. Ondan sonra küplere binmek hiçbir işe yaramaz.  Kaypak temelli, dinsel uydusal sosyopatlık daha da azar. Hatta vakti zamanında yel değirmenleriyle mücadele etmişlik de yetmez. Yani genel seçime kadar, geçmişe ilişkin yörüngesi kaymış izli-gizli hallenmelere takılmalar, demokrasinin ömrünü hepten kısaltır. O nedenle gün bu gündür. Sanılmasın ki deniz bitti, umut en umutsuz anda kapıyı çalar. Gına getiren ‘Yalancı Çoban’ masalı da bir yere kadar…

 

Her seçim arifesinde bol siyasi masal dinlendikçe, dürüstlüğün her şeyden önde tutulması gerektiği sonucuna erişilir. Bu erişim, bencil siyaset uğruna sarf edilen yalanlarla ne denli kötü sonuçlara gebe kalındığını görmeyi sağlar. Derin mana çözülür. Öyle ki ‘Yalancı Çoban’ masalından bile farklı dersler çıkarılır. Masal deyip geçmeden metni doğru okuyanlar, aklı-fikri-zikri tutuk, ‘Tepegöz’ zulmü altında yaşamı reddeder. Siyasette yer sarsıntısı ve zemin kayması arttıkça seçim geçim arasına sıkışan yığınların tek seçeneği kutlu isyandır. Baş eğme, boyun eğdirme, zorla saydırma baskısına başkaldırıdır. Bu zorlu süreç, sözüm söz diyenlerle seçim sonrası bakacağız diyenlerin yerelden genele taşınıp taşınmayacağı kararını netleştirecek süreçtir.

 

Madem böyle, bu ‘Gülen Ayva, Ağlayan Nar’ merkezli siyasi kargaşa ve propagandasal temaşa, partizanlık potasında eritilemez ise hiç istenmeyen arzulanmayan devrialeme hız verilir. Masal devri, ‘Tepegöz-Kiklop’ gözetiminde hazırlop sürer. O nedenle bugünden yarına kim ki inadına Basat olur, baş ve topuk selamı vermez, saygıda kusur etmeden dik durur ve direnir onunla olmak evladır. Protest çizgisine güvenilir, katıksız sevilme ve taraflı popüler olma derdi olmayana güç devşirilirse boş masal devri de sona erdirilir.

 

Siyaset arenasında yalan dolan masallara kananların, bukalemun gibi her koşula ve her ortama uyanların, siyaset mezarlığında yerini almaları mutlaktır.  Hatta bu kalemin hakkını vermeyenlerin siyasi enkazın altında kalması muhtemeldir. Eğrisi doğrusu ellisinden sonrasına ‘kara mizah’ zor gelir ama bu seçim bu kara masal komedyası nereye kadar demek şart. Yoksa siyaset sahnesine nice ‘Yalancı Çoban’ çıkar, aklı yaşında ve başında olmayanlara matrak acırak masallar anlatır.

 

Yerelde masal devri bu yüzden çok önemli. Aday listelerine kahırlanıp ‘Gülen Ayva, Ağlayan Nar’ debelenmek, sadece ‘Tepegöz’ü güçlendirir. O halde vasat Basat birlenmek doğru hasat gerekir. Çünkü yereldeki doğru seçim, genelde bambaşka masallara kapı aralar…   

17 Şubat 2024 Cumartesi

ÇÖKÜNTÜ DUVARI

 ÇÖKÜNTÜ DUVARI


Çoğul seslerin ritmiyle sarsıldım yine

geçen zaman penceremdeki izlerini silmiş…

Ahlaki çöküntülere direnen bir kentte

Adalı tarifesi tüm yaşadıklarım.

Adayı adaya bırakıp gideceğim derken

saray burması monologlar aklımı çaldı hemen.

Bilmem neden bedenimi askıya asıp

el heykelliye sıkı sıkıya sarıldım...


Çağıl çağcıl kuş türleri benimsenmez olmuş

kuşatıcı dertleri içimde saklamayı bilirim.

Unutulmazlar duvarı çoktan çökmüş

çöküntüde çoğul sesler ritmiyle sarsılırım.

Sevi becerisi yabancılaşmak üzerine

başka ne yapabilirim ki evrene inat

kalıplara dökülmekteyken hayat

işte ben de tek tabanca onu yaptım.

Bir sonraki ada bahar bahçe

bahtım kara bir adımda varlığa varım.

Hüda ister duysun ister dursun

tetiği çeker giderim...


Bu evrilme süreci başka fasıl

başka nasıl kurgulanabilir ki

eski diyara göçmek en kolay

sözleşme.

Sevmedikçe her şey sırf yalan

yalan söylemeyi bırakmışım çoktan.

Ada köy olsa köyün delisi  kentli olur

sarhoşluk böyle işte üstte yok başta çok. 

Dara yakın gecelerde yalandan yarenlik

beş paraya beleşe yaşar çoğunluk.

Keleş takılırım içtiğim hakikat şerbeti

kalleşler tapınağında cellat beklerim

sektiğim hakikatleri hakikat yapan yokluk...


Peşine takıldım zaaflarımın yiter giderim

kuşandım kendimi taşıdığım küfeyi

Ada sunağında külçe külçeyim

canıma yazık ömür boyu yoksulluk...


Direklerarası'nda orta oyunu meddah

çadır tiyatrosu çalgı çengi filan

içki de içermiş garibim fellah.

Ahlaki çöküntülere direnen bir kentte

eğlencesine bir duble atmadan ölmeyeceğim.

Gündüz sufi gece bektaşi elaman

huzura çıkanlar çıksın ben çıkmam.

Ortaya eğlence kusurlara inci gerdan 

kırılsın ruhum aklımı mahmuzlasın divan.

Kim düşerse ardıma azad eder giderim

tuşu doğrudan çoğul sese tıklarım...


Tekdüze tekil süse aldandım

serde nar

yar tarifesi yarım yamalak

derde zar.

Adayı adaya bırakıp gideceğim zahar

ta uzaklarda başka bir adaya har.

Zerre arkama bakmadan

gazete kağıdına tutkularımı sarmadan.

En üst rafa yığdım yazdıklarımı 

hay aklına şaştığım ara her yeri

tutkularımı tutuşturdum yanacağım.

Ve bir süre kaybolacağım lavlarımda

cin saklıyorum antika lambamda.

Bu adamcağızın saçına sakalına

aklar düşmüş tanıklığına.

Günah kazımış diyeceksin çarmıha

kaç can kurban etmeliyim sunağına...


Çöküntü duvarı ada tarafında çökmüş

geçmiş zaman penceremdeki dirilişi silmiş...

Derdo kaç canım var ki uğruna vereceğim 

çoğul seslerin ritmiyle öldüm yine...

12 Şubat 2024 Pazartesi

UMUT OĞLU UMUT

 

UMUT OĞLU UMUT

 

Umudun oğlu umut

daha göz aşıları sona ermeden doğan

adı kulağa okunan bildik bir destan.

Dağlara boncuk boncuk dökülen baharla yıkanan

umulmadık bir zaman kara ummanda boğulan.

Umulara atılan umacı kancası

uma uma muma döndü umarsızlar tayfası.

Umucu taifesi umumiyet prensibini tek savunan

usta denizci tarifesi umudun kızı umut…

 

Umudun evladı umut

her yaz başı fidesi fidanı dikilen zemzemle sulanan

güzün gizeminde gözün nurunda filizlenen.

Kara kışta beyaz beyaz salınmanın özü

Umuda yolculuğun beylik sözü bilgiyle doğan.

Acı deneyimlerle kanayan demagojiye kanmayan

ilimle bilimle yaşayan umudun oğlu umut...

 

Umudun abisi layemut

doğanın kanunu bir sırf kendi kendine inan

en alımlı alnaç kaynaçlarda kaybedilen iman.

Ateş yanar döner söner kara toprağa kaynar

kaymasın gönlün genç ölümlere hiçbir zaman

umudun kardeşi deniz rengi dengi bizmut…

 

Umut konseyine çarpıldı nemrut

Derdo upuzun bir tekrardan ibaret insan

adı kulağıma okundu yabancı bir lisan.

Kalem aşıları tuttu daha doğmadan güneş

Arinna’nın kızı umut oğlu umut...

10 Şubat 2024 Cumartesi

'MAMALİA DEMOKRATİK CUMHURİYETİ’ LİDERİ

 ‘MAMALİA DEMOKRATİK CUMHURİYETİ’ LİDERİ


İyi ki ekol okullar var. İyi ki ekol yoldaşlıklar var. Her zaman ilmi bilimi çarpıtan, soyut duyarlıkla geçinen, hümanist duyguları eriten, çağdışı doyumlarla yoğrulan tipik projelerin hayata geçirilmesine ekol okullar karşı koyar. Tıpkı Pertevniyal gibi. Pertevler dönemsel dayatmaları daima ret eder. Otorite tanımaz. Arka bahçe olmaz. Küçük bir kıvılcımla evrimleşir, devrimcileşir. Tıpkı sınıf ve sıra arkadaşım Ali Galip gibi. Ama bugün çarpık düzenin yıkamadığı Aligalip ölüme yenildi. Daha lise yıllarında şakayla karışık ilan ettiği sülale devleti, mimarı olduğu ‘Mamalia Demokratik Cumhuriyeti’ liderini kaybetti…


Kaybın acısı daha çok taze, acı dinmez asla ama sevgili eşi ve evlatları özel evrakları içinde mutlaka bulacaklardır, kurulu düzene bu espritüel karşı koyuş sancağını. Bir ömür sonra, ekol liseli bir gencin mevcut düzeni tiye alan devrimci demokrat çıkışını belki de bu sayede öğrenecekler. Canım ‘Pertev kardeş’ ışıklarda uyu, yıldızlarda bekle, sıralı sırasız geleceğiz nasılsa. Ben, Rahmi, Nurdan, Mustafa Kemal, Önder, Hasan Tahsin… yarenin yoldaşın tüm pertevler. Dostum arkadaşım, okuldaşım sonsuzluk denizindeki ‘Pertev Adası’nda yolunu gözleyen adam gibi adam sevgili Güray’a da selam söyle...


Kendi ekolünü yaratmış okullu olmak, mezunlarından olmak ömür boyu sürecek bir sevda, büyük bir onur ve haklı gurur. Unutulmaz hocalarımıza selam olsun. Ali Galip arkadaş, işte o ekol okulun sınıflarında tebeşir tozu yutarak, mürekkep yalayarak, bildiri yazarak, derslerde dergi okuyarak gerçi sen sürekli test çözerdin ya daha o yıllarda çabuk adam olduk sanki.  Hatta Millet Caddesi başında trafiği kapatarak, Ufi tarafında korsan koyarak, okulda forum yaparak, okul müştemilatında yatılı bir buçuk manga askerle cebelleşerek, çatıda kiremitlerin altına emanet saklayarak, gençlik başımızda duman kantinin tuzla buz olan cam kapılarının altında kalarak, Valde Camii bahçesine kaçan toplarımızı vermeyen müezzine haddini bildirerek, fraksiyonel kargaşanın ve sözde anarşik ortamın tam göbeğinde büyümek, büyürken daima dost kalarak ve asla ders kaynatmadan liseyi bitirmek mucizesini gerçekleştiren gençleriz biz. Şimdi çocuklarımızın eğitim hayatına bakıyorum da dönem mucizesiydi gerçekten her yaptığımız. Öyle ki, neredeyse hepimiz yüksek tahsil yaptık çünkü ‘Valde Mektebi’ çocuğu ‘Pertev’leriz biz. Bunu senede bir gün ‘pilav ve aşure’ gününde ve fırsat buldukça sınıf kahvaltılarımızda çocuklarımızla taçlandırdık yıllar yılı. Özellikle senin istemenle ki ‘aramızda içen içmeyen var, kahvaltı sonrası gün uzun ve bizim’ deyişin ve hayata geçirdiğimiz sek alışkanlık unutulur değil. Ada moda bakmadan, nerede olursa olsun arta kalanlarla mutlaka senin şerefine masa başı yaparız inancındayım dostum. Son Pertev kalana dek…


Eğitimde çağdaşlık ve bilimsellik, insanlık tarihinin binlerce yıllık deneyimi ve en verimli kazanımı. Maddiyat bir yana manen kendi ekolünü yaratmış ve köklü eğitim kurumuna dönüşmüş bir yapının ‘yetişenlerinden’ olmak büyük mutluluk. Evrensel ilkeler, akıl ve bilim doğrultusunda düşünen, düşündüğünü korkusuzca ifade eden, ülke sorunlarını irdeleyen sorgulayıcı birey olmak çok güzel. Güzel adamdın Mamalialı Ali Galip. Sonsuzda otağın güzel olsun, yüzün gülsün…


Son yıllarında siyaseten formatlama ve formatlanma işgüzarlığına kırıldın belki biraz. Eyüp Sultan Belediye başkanı adaylığı yaptın, mevcudu sandığa gömmene ramak kalmıştı. Hatta birlikte vekil aday adaylığımız da var. Sen aday oldun, ben aday adayı kaldım çünkü önseçim yapılmadı. Sanki yapılsa ne olacak ama sen abi siyasetini de kotarmasını bilendin listeye girdin. Öncesi veya sonrası mı bilemedim, üzerinden uzun zaman geçti, bizim ilçeye gelmiştin sayın Güneş’le. Kısa bir kendini tanıtma konuşması yapmıştın. Hatta benim konuşmam için, ‘yoldaş bu konuşmayla seni aday yapmazlar ki’ demiştin beni de koruma içgüdüsüyle, tüm samimiyetinle. Zamanla sen de önseçimsiz hiçbir şeyi değişmez gördün. Anladın ve usandın sanki legal politikadan. Zaten illegal birikimimiz zamanla çok şey kaybedildiğini de açıkça ortaya koydu. Bildiğim hep direndin yoldaş. Hedef tahtasına dönsen de yıkılmadın.  Her karanlık döngüde itibar düşer, sen değerlendin. Sarmal kollarını sardıkça sarar forsalık ama Pertevler forsalığı en umulmaz boyutta, ilelebet reddeder. Sen de özgür kalmayı yeğledin. Zaten kafayı kuma gömme adabından tüm artı değerler uçtu gitti. Şimdi sen de uçup gittin can okuldaşım. Bugünden ileri pilavdan dönenin kaşığı kırılsın, okuldaşın sınıfdaşın tüm Pertevler tek yürek tek yumruk…


Her karanlık dönem, yüzlerce yıllık ekol okulları, türdeşler sınıfına kaydetmeye çalışır. Geriletilmiş, hoş ama boş mekânlara dönüştürmeyi arzular. Elbette boşunadır sevgili Ali Galip. Bu okullar, okulumuz nice isyana ev sahipliği etmiş, kurulu düzen karşıtlığı duvarlarına sinmiş. Tıpkı Pertevniyal. Tıpkı biz, tıpkı sen. Nice Perteviz, gevheriz, çetiniz. Dört koldan sızmalara ‘ölüm’ hariç boyun eğmeyiz. Kara melek seni çok er yakaladı can dostum. Daha emperyalizmin kurulu köhne düzeniyle, işbirlikçi sahtekârlarıyla, kapitalizmin her türlü enstrümanlarıyla, dinci faşizan planlarla, kafatasçı faşist projelerle mücadele edecektik. İlerici devrimci yolculuğun hakkını verecektik. İllaki arada bir felekten bir gece çalacaktık birlikte. Yolundan dönenin kafası gözü kırılsın, tanıdığım tüm Pertevler tek yumruk tek yürek…


Daha ‘Pertev’ çağında yüksek mimarı olduğun ‘Mamalia Demokratik Cumhuriyeti’ lideri Ali Galip, katıksız karşıtlığın, omuz omuzalığın yılmaz adamı, can dostum, arkadaşım, okuldaşım ömür boyu ölümsüz olman dileğiyle. Yolun açık olsun yıldızlar yoldaşın olsun. Güle güle…

9 Şubat 2024 Cuma

KAFA VURUŞU SERT

 KAFA VURUŞU SERT

Bulandıkça bulandı yazı kışı sevgili
kafada hüzün aşk meşk gülümseyişi bitti
bit kadar sevmem hep ömrümden gitti.
Bahçe duvarları üzerinde şişe cam kırıkları
dikine dikine bilerek el bilek parçalamalık.
Hatırla sevgili keyifle geçen gençlik yıllarını
bir garip tutku çarpar beyin çeperime.
Aman bozulmasın dengeler faslı
budalaca vazgeçilendir yazı kışı sevgili…
Sert bir kafa vuruşuyla harabe her yer
yıldızlar sönük enkaz kent ıssızlığındayım.
Biricik sevgili kucağında bir sokak kedisi
buz kesmiş kuzine dibinde kedinin kuzmanı.
Kızardı anıların arsız metabolizması yine
kaybın yareni metaforik yalnızlıklar...
Sert bir kafa vuruşu evren yerle yeksan
eğsen kafanı her saçak altı sevgili yaren.
Soğuk dumanı tüter hala ıpıslak odaların
sıcak nefes sırsıcak ıslık zarar ziyan.
Asık yüzlerde vefasız bir gülümseyiş
ağır titreşimli facia kof kafalı vurgun.
Kostümlü badanacılar tarihi adayı fırçalarmış
eğer kaldıysa kucağında bir hane sevgili
hanende melek kısmen çıplak ve boyasız...
Sert kafa vuruşu çelik duvarı yıkınca
ilenç kuşatır her saçak altını.
Kazara kurtulanlar ipeka sevgilileri kutsar
ayla güneş ve deniz maviş hatrına.
Ilık su dökünerek arınılır hatıralardan
Veda hutbesi dinlercesine saygılı vakur.
Asansör kaç kişilikse aşklar göğe taşınır
son bir umutla eksik kalış bulutlara.
Buluşmalar şişecam kırıklı duvar diplerinde
kavuşmalar sağlam kalmış
en yakın dairede...
Sert kafa vuruşunu sevgili gözünde tanırım
nabzımı tut anlarsın yazı kışı kim bulandırmış.
Baştan kopuk sevgide görmek ölümü
her hatırlayışla bir daha ürpertir gönlümü.
Kendi kendini tutuklatmak yarım ömür
keyfi kehribar benim senle çok işim var.
Kafa kafaya verdiğinle düşersin kucağıma
cümlenize sert bir kafa vuruşu fazla.
Derdo yarısı boş yarısı dolu dünya sihirli
yara derin kafadan koparan sahici
budandıkça budandı yazım kışım sevgili...

6 Şubat 2024 Salı

DEPREM KARDEŞLİĞİ, REİSHİ MANTARI…

 

 

DEPREM KARDEŞLİĞİ, REİSHİ MANTARI…

 

Ne depremler yaşadı, küllerinden doğan, enkazından dirilen şu beğenilmeyen Cumhuriyet. Millet yıllar yılı deprem olduğunda, kapkara bir dehlize düştüğünde, daha dibe batmamak için, boğulmamak için, kurtarılmak için devletinden ilgi ve destek bekler. Ama son çeyrekte her deprem sonu depremzedelere hayat mantar. Mantar hayatın mucidi Reishi mantarı...

 

Reishi mantarı, bir adı ‘ölümsüzlük mantarı’ ama resmen ölüm meleği. Dört bin yıldır bilinen bir mantar türü. Sert ağaçlarda ve ağaççık halindeki odunsu bitkilerde türer. Çoğunlukla ticari olarak yetiştirilir. Ovaldir. Kafası bulunmaz. Kafa yerine boynuzları veya parmakları andıran bir görünümü vardır. Nemli ve tozlu bir tene sahiptir. Islak veya kuru fark etmez parlak ve ışıltılı bir yüzeye sahiptir. Polipordur. Yenmez, genellikle kurutularak ince toz haline getirilir ve suda çözündürülerek içilir. Hayali boldur, lafa gelince iyileştirmediği hiçbir hastalık yoktur. Akla ne gelirse, her derde devadır. Ama gerçekte Reishi’nin yaptığı, yaşam kalitesine bir miktar katkı, bağışıklık sistemine bir miktar destektir. Sonrası katil hücreleri yükselten büyük etki. Yani asla mucizevi başarı sağlayamayan bir mantar tipidir. Ölümsüzlüğe çare oluşu martaval, keskin tavrı toptan mantar ve aldatmaca…

 

Deprem gerçeğiyle bu denli yüz yüze yaşayan millet yer sallandığında, toprak ayakların altından kaydığında ‘Deprem kardeşliği’ni mutlaka başarıyor. Kardeş kardeş ne faciaları ne depremleri dayanışarak atlattı. Yıkım, sömürü ve ölüm rejimine karşı duruş sergiledi. Alıştı sanki kolektivizme. Ancak gerçekçi deprem siyaseti olmayan, deprem politikaları olmayan, deprem bakanı olmayan, deprem danışmanları olmayan, deprem kurumları olmayan, deprem okulları olmayan, deprem haritasına aldırmayan ve devlet aklı olmayan siyasetçiler her fırsatta bu kardeşliği yıkma peşinde. Etkili yetkili makamlar, siyaseten milletin gazını alma gayreti peşinde. Doğal afete bakış açısı gittim, gördüm, gözlerimi kaparım vazifemi yaparım vaziyeti. İktidarda gün geçtikçe nükseden kalıtsal hastalık ayarsızlık, aymazlık ve acizlik. Tek gaye yeniden seçme ve seçilme meselesi…

 

Deprem kardeşliğine inananlar, göçükler altında can vermişlere yanar, kum ve çakıl yığınından sağ çıkanlara sarılır, tedaviye alınanları canı gönülden kucaklar. Kardeşlerine cansiperane yardım edebilmek için insan üstü gayretle çırpınırlar. Deprem kardeşliği neferleri, şoven, ırkçı, ayrımcı, ayrılıkçı, dinci, faşist, mezhepçi ve muhafazakâr söylemlere aldırmazlar. Deprem kuşağı mahkumiyetine özgürlük elçisidir deprem kardeşliği. Depremle iç içe yaşayan milleti, depremin yok edici, yakıcı-yıkıcı ve sarsıcı etkisiyle dünyası değişiverenleri ve her an değişebilecek olanları, siyasal tercihine göre katogorize etmek resmen Reishi mantarı ayıbı. Deprem kardeşliğine düşmanlıktır. Aman dikkat, Amanita virosa…

 

Deprem politikası gözetilmediğinden havada karada ölüm davası. Liboş müteahhitlik, mezhepçi mücahitlik, farazi vaaz ve rantçı vaatler üzerine kurulmuş din kitap tüccarlığı belirliyor deprem siyasetini. Bu usulde, iktidar erkini kime sunmalı noktasında milletin aklı karıştırılıyor. Deprem gerçeğine rantabl çözüm sunan, insan odaklı projeksiyon tutanların yetkilendirilmesi erteleniyor...

 

Oysa on yıllardır yaşananlar, asla kaçınılmaz son değil. Asla kader değil, asla fıtrat değil, kader kısmet hiç değil. Devleti devletlisi, yerkabuğuna yapılan yanlışta hiç payları yokmuşçasına davranıyor hala. Depremi siyasi malzemeye dönüştüremeyince de imaj çabası, montaj gereksinimi doğrultusunda saçma sapan taktikler geliştirirler.  Suçlu ama güçlü babında, önlenebilir her acıda kutsallık arama eğilimi, suçlu erklerin kuyruklu yalanıdır. Planlı programlı erksiz siyaset yanıltmasıdır. Lafta olağanüstü güçlerle donanmışlığı, her depremde dona kalmayı bin bir bahane saklama telaşı salt seçim için. Mevzuu maraza muhabbetten ve şatafatlı mabetlerden çıkmayanların, zelzelelerle vatandan milletten uzaklaşması. Zaten mevcut iktidar, depremin ağır hasarını önlemeye dönük politikaları mantar çıkınca, devlette süreklilik esasına asla uymayan imaj ve montaj fırsatçılığına tutunuyor. Bu fırıldaklık altyapı ve çevre şartlarını zorlayınca, salt zirvede kalma yarışı önemseniyor. Mevcut yıkıma artı yükler getireceği açık, bambaşka sorunlar doğmasına sebep olacak hedef şaşırtma pratiğinin güncellenmesi hep o yüzden. Yani malum şekillerde, akla gelmez anlarda, merkezi noktalarda seri kurşunlar yağar, kumandalı bombalar patlar, anında gündem değişir...

 

Kum-çimento saati iki bini yirmi dört geçerken yüzler kireç, bedenler güneş kırmızısı. Değişmeyen tek gerçek doğanın deprekasyonu. Yer kabuğu enginden derine çıtkırıldım hazırlığını sürdürüyor. Bir anda kallavi katmanlar yerinden oynar, fay kırılır, kıta yer değiştirir, felaket dış çevreye titreşimler yayar. Deprem sarsıntılarla devinir, yaygın bekleyiş sarpa sarar. Millet Reishi mantarıyla yüzleşir. Sismik dedektörlerin kaydettikleri artık boşunadır. Sistematik kaosa tek başına ‘deprem kardeşliği’ direnir. Kardeşliğe düşmanlık, yönetimsel ihmal ayıbıyla yine ‘kader’ çizgisine çekilir...

 

Soru şu bu neyin kafası? Cevap aynı kafada değiliz. Soru şu aynı gemide miyiz? Ne yazık ki aynı gemideyiz. Ama ‘deprem kardeşliği’ bu kafa bunalımına geçit vermez. Çünkü bilinir ki Reishi zehrine panzehir dayanmaz. Alegorik seçim manevralarına can dayanmaz, algı mimarlığına akıl yetmez. Toplum mühendisliği yerelden başlar. Pek yakında yerel seçim var...

4 Şubat 2024 Pazar

KURT POSTUNDA ÇAKALLAR

 

KURT POSTUNDA ÇAKALLAR

 

Bu gece son vereceğim yalnızlığıma

on yıllardır her şey aynı

hala kurt vakti hala kurt kapanı.

Can dostum her yol bir yere kadar

dosta uzak düşe düşman başına kurt postunda çakallar…

 

Yedi tepesi de düzlenmiş ‘Ey kavgamın şehri’

Uzaklarda ‘El heykelli Ada’da seni düşündüm bu gece

beton yalnızlıkta senle ben yine baş başa.

Hata üstüne hata yaraları derinleştirir

Yıllar yılı beynimi kemiriyor azgınlaşmış faşizm

beyim paşam gücünüz yetmez devrim aşkı sonsuza.

Hala da öyle içim deniz beynim amansız

zayıflamışım kavrulmuşum tutuşmuşum sana ne.

Kurt postlu çakalların iğdiş ettiği gecelere inat

kurtlar sofrası davetlerine bağdaş kurmuşum kime ne.

Soyka soytarı geceler şahsıma ısmarlama

bu gece gülerken ağlar mıyım çıkar mıyım yarına bilmem

bildiğim tek şey devrim sarhoşluğu yakışır yalnızlığıma…

 

Bu gece son vereceğim yalnızlığıma

kendi halim kendi kararım sarıldım mavzerime.

Bunca vakitsiz özlenir mi ölüm tepeden tırnağa

özlenirmiş baktım ki vakit dolmuş 

kurt postunda çakalları bağıra çağıra kendi çukuruna.

Yılışık ulumalarla sürüklendik kavga diyarına

belleğimde hep o haklı savunma

devrimci kimliğim üst üste özgür düşlere.

Kurt inlemesi inleten dinleti nasılsa nasıl

kara kaplı kitabın arka kapağına yazılı sonsuz aşk.

Bir gün açılacak çifte kapan

gene aşk istenirse okunacak ilk sayfasından başlanarak.

Esne nesne kapışması derin uykuya dalana dek

İt dağlaması it dalaşı dertli aşıklara resmî tatil.

 

Bu gece son vereceğim yalnızlığıma

Tatil bitti sadece kendime ait bir gün daha.

Yangaboz yangında taş bile eridi

epidermis depremlerle taş bile değişti 

yamru yumru taş kafa heybeti kurt kapanında beberuhi.

Nasıl da hayatta kalmışlar ve hala nasıl ayaktalar

afallatmak var ya topunu şahsa özel kafa atışıyla

beş yıllık erteleme infazım yanar.

Her kafadan bir çatlak ses kurt sesine karıştı

aynı saçakta titreşen kurt postunda çakallar barıştı.

Kim yaygın yayvan inanca boyun eğer ki canım

façası bozulmuş günler tutsağıyım yıllardır.

 

Bu gece son vereceğim bitmeyen kavgalara

Kurt baklası yakama yapıştı yüreğim yandı

yanağıma kondurulan ıslak öpücük pahalıya mal oldu.

Ateşim alevim devim darılma ama yalazım seni de aştı

‘Ey kavgalarımın şehri’ alışamadım sanki buralara

Devrimci yolda ne kavgalar bir garip kavgacıyım

keskin acılar yıpratamaz artık küllenen anılarımı.

Kavgalı bir kitap var kurt postunda çakallar bile okumadı

yıllar yılı Kavgam’ı övenlerle kavgalaştım durdum.

 

Derdo durum aynı merkezde

‘Kavgamızın şehri’nde kurtlar kurt postunda çakallar.

topuna inat bu gece son vereceğim bitmeyen kavgalara

saltanata inat bu gece son vereceğim ‘yüzyıllık yalnızlığıma’…

YER GÖK ÇÜRÜK BETON…

 

YER GÖK ÇÜRÜK BETON…
Günü 6 Şubat, yıkış saati 4.17. Sinsi depremin yıl dönümü yaklaşıyor. Aynı gün aynı saat, sabahın köründe 'El heykelli Ada'da saygı ve farkındalık nöbeti tutulacak. Hala acı derin, acı yaman...
Facia dört bir yanda bir günlüğüne gözler yaşlı anılacak, kayıpların yası tutulacak. Yine tutulmayan sözler bir bir sıralanacak. Sonra resmi, gayrı resmi kayıtlarda büyük resim unutulacak. Yıkıcı yeni bir deprem daha yaşanana dek eski tas eski hamam olacak. O yüzden şu garip memlekette deprem, kendi gerçekliğini anımsatır. Asla unutturmaz kendini. Sıkça uyarır, ikaz eder, sallar yıkar. Ama nafile hala yer gök çürük beton…
Kadersizliğe kurulu köyler, kusurlu kasabalar ve küsurlu kentler modernize izlenimi verse de kıyı köşe, tepeden en dibe çürük. Kayıtlı kanıtlı gerçeklik bu ne yazık ki. O yüzden onca debdebe anlık depremle çöküverir, şatafat biter, ocaklar söner. Hemen her şey enkaza döner. Arama kurtarma ve enkaz kaldırma süresiyle sınırlı, deprem odaklı politik ve ekonomik manevralara girişilir. Sonrası gerinin gerisi pratik. İnsanlık dahil nicesi pas geçilir. Yıllar içinde deprem ciddiyetine dikkat çekmelerden bile vaz geçilir...
Sanki umudunu ve geleceğini betona bağlamış, devasa yatırımlarla övünmesi enkaza dönmüş iktidar tavrına hala bel bağlanır. Gökdelenler bir yandan hayasızca havalanır. Resmen havanda su dövülür. Ama mevcuda siyasi destek gırla, al işte en yaman çelişki...
Zelzele vuranda yasal kurum kabiliyeti kuru gürültü. Zaten çoktandır yemeyen domuz suretinde deniz bitti. Koca bir yıldır ne arayan ne soran. Artık hangi parlak ambalaja sığar bu sağırlık. Yer gök çürük beton, yerel seçim yakın. Yerel siyasetin geleceği varsa göreceği var. Gidenin devri çoktan kapanmış. Gelen giden çok, garip gurabayı bakan gören yok...
Zadeler zede olmuş, var olanı deprem yıkmış, varlık varidat sıfır. Zor bir hal ayakta kalmışlığı ise batık ve sürdürülemez ekonomi dayatması yıldırmış. Su yüzüne çıkmış, on yılların boş verdimcilik delili ağır krizler. Olası büyük depremler, daha nice afat kapıda. Yetmezmiş gibi yüzyirmi sekiz milyar dolar buhar olmuş. Yedek akçe yenmiş içilmiş. Hazine tamtakır. Felaket için toplananlar bile başka politik programlarla sarf edilmiş. Hepsinin hesabını sormak bir yana seslemek bile zinhar yasak. Durum berbat, tekerlek dönmüyor. Yaprak kımıldamıyor. Yaradana sığınıp sallamalar, baştan savma izahlar hala oy derdinde. Yani on yıllardır salt koltuk kurtarma çabası...
Oysa deprem sağır sultanın bile duyduğu acı gerçek. Faciayı firardaki de fizandaki de biliyor. Yıkımın maliyetini cümle alem yakından hissediyor. Ama tedavüle sokulan bilim dışı ben bilirimcilik. Mevzubahis net, vadi sulak, dere yatak, çepeçevre fay hattı, yer gök çürük beton...
Beter tablo kıpkızıl. Olay vahim. Kâinatın kuruluşundan beri dünya sallantıda. Ama hep aynı ruhsal reaksiyon. Dinsel inanç sapması. Bilim düşmanlığı. Ve göz göre göre facia. Üstelik iyilik hep kendinden, kötülük başkalarından menkul hesapsızlığı. Yalandan iç ve dış hesaplaşmalar, abartılı hurafe tuzağında yaklaşımlar. Acı deprem deneyimlerini, büyük travmayı teolojik armağan babında, akla zarar zeminde içselleştirme gayretleri. Bu arabesk beton seviciliği, fay hatları ile kuşatılmış bu coğrafyada daha çok kıyıma neden olur. Konu gayet açık, uygulanan ucuz politika neticesinde, yer gök çürük beton...
Kıyım kıyamet, kalıcı ve kapsamlı bir devlet politikası geliştirilmedikçe sürer. Deprem konisi gittikçe genişler. Daha beter hallerle karşılaşma sıradanlaşır. Acı kapıda biter. Yer gök beton aşkıyla milli tarih yazma hevesi bir zelzeleyle çamur çorağa karışır. Sıralı depremlerden yine ders çıkarılmaz. Makro düzeyde yıkım, mikro önlemlerle geçiştirilmeye çalışılır. Gördüğüne inanmak ve görmediğini kabullenmek zor ama bir anda milyonlar moloz yığınlarının altında kalır. Bir kez daha herkes kaybeder. Asla kazananı olmayan büyük felakettir deprem. Deprem duyarsızlığı ise bir başka büyük felaket…
Belki de bir daha, vakit epeyce ilerlemiş bir gece yarısı, pencerelere serinlik dolar. Saatler kırık dökük bocalarken, yine en şiddetlisinden bir deprem vurur. Olağanüstü birkaç dakikada uyanıklar, uyuyanlar, sessizce kör karanlığa, derin boşluğa savrulur. Kızgın geceyle canlar cananlar enkaza döner. Kış kıyamet küçük kıyametlere...
Kim bilir? Belki de yer gök, gri betona tapıcılar yüzünden çürük. Çürük beton severler yüzünden yeryüzü moloz yığını olmaya aday. Kentlerin inşası imarı bilim yerine himmet hükümdarlığıyla ve de tek elden yönetiliyorsa bir deprem vurur, acı gerçekler ortaya dökülür. Deprem bu, şamarı esaslı vurdu mu yer çatlar, deniz kabarır, dereler taşar. Göğün sonsuzluğu uygunsuz çürük beton yığınlarını yutar. Konserve kutusu evler ahaliyi yerle bir eder, moloz mezarlara gömer. Aşina yollar, caddeler, sokaklar, binalar, haneler, ters yüz olur. Ne yazık ki hemşehriler de. Kof debdebe, bir deprem ve artçılarıyla yıkılacak konforda...
Yıkım saati belirsiz bir gece, denizin ortasında diplerde bir fay kırılır, sıkışan gaz boşalır. Dizginleri boşalan deprem ardında gözü gönlü kırık kentler bırakır. Çürük beton köyler, kasabalar, kentler yerle bir olur. Elbette deprem büyük felaket, kısmen kıyamet ve an meselesi. İşte onun için aşırı özen gerek, acil önlem gerek, kentlerde yenilenme gerek. Yerinde dönüşüm veya kentsel dönüşüm gerek. Asla rantsal gelişim değil...
Yer gök çürük beton sarmalında, bu betonsu düşler girdabında kanser olmuş yapı stoğu. Envanter güdük. Kamunun tamamına yakın binası çürük. Özelin topu çimentosuz, demirsiz kum çakıl yığını. Her yan beton, her boşluk beton. Depremde toplanma alanları alışveriş merkezi. Park ve bahçeler beton. Acı son yetersiz mevta torbası. Akıllar da işte böyle çürük betonsu...
6 Şubat depreminin yıldönümü yaklaşıyor, yıkım saati 4.17. Hala acı derin acı yaman. Bilim şart…



2 Şubat 2024 Cuma

ADAKALE ODAKULE

 

ADAKALE ODAKULE

 

Odakule parkına kilitlendiğim İstiklal günlerini andım

canan yıllardan sonra bir tuhaf hal tafralandı yadıma

Adakale bal ormanında adamakıllı aydım.

Platforms kurulmuş aramıza mors alfabeli

sahnede canla başla oynatılacak bez kuklalar yitik

panayır alanına çakılı marjinal podyumda durma dumanım.

İki dünya şeytanları toplanmış kanlı arenaya

yaş tahtaya basmam ilanı asılı tahta panoya

Adakale civarında çam ağaçlıklı bir koruda sığınağım…

 

Adakule hiçbir şeyden çekmedi yelden çektiği kadar

Odakale bambaşka bir çevre çatal dili huydan değil

yaşı başı yorgun çam kozalaklarıyla oynayan hopalağım.

Siyasi tiryakilik kemirdi beynimi yıllar yılı

argo diline dolar eğreti seçimler seçenin umuru olmaz

inleri imleri kimleri ikna etmeye ne hacet çok geç anladım.

Suskunluk bal tadı imiş suçluluk habire suç atmak

bir şair çıksa yazsa elinden çekmedim dilinden çektiğim kadar

kendi kendini bozan bir ömür anbean tükettiğim…

 

Odakule aşkına ne diller dökecektim yoluna dilim kesildi

kadın yüce eser somut varlık erkek köknur küskül mahluk

Adakale ne eğlence çağı ne bugünün çağı resmen düne çarpıldım.

Melekler de yanılır ilişkilere tekmil simgesel klişe

durdu önümüze çığ gibi çağlayan kindar şerit

değer bilir lebleri yanmış levhi mahvuz katına kerim.

Başucumda duruyor nihayeti sakin ve sessiz

kim bu beni derin derin izleyen delen bakışların sahibi arsız

naşı yıllar öncesinde anı demetine gömülmüş gölgeyim.

Herkes her şeyin farkında polis farkında

vakit buldukça insancıl duygulardan dem vurmak zor

Odakule aksında yakın tarihi uzak olmuş aksak havariyim…

 

Adakale yol ayrımında aykırılık akıyor çeşmelerinden

su testisi su yolunda ağır teste tespite tabi

Odakule küpleri dolar boşalır ufukta zaman kırılmış

işe yarayacaksa eğer pekala bozuk kentleşme aksanıyım.

Arkamda kaldı varımı yoğumu harcadığım kara sevdalar

akran uyarısı olsun korku günlerinde sen de harcanacaksın

adalar kaleler artık bize dar sevaba günah katan darağacıyım.

Kaleden kuleden ürküp götümüz başımız oynamaz asla

vay yoluna kurban madrabazlığın her türlüsü yasak bize

ada oda kilitli kutu ayrıntılar kutsal aile katkısı çatırdar

tarih kaşlarını çatar buralara dağına bağına çapraz dumanım.

 

 

Odakule başımda bir çatı senden çatkapı izler aradığım çalkantı

yansıyan yansıtılan hallerin ilgilendirmiyor it kopuk hariç

Adakale göğsüne kıvrılmış kalmış pir uyumuşum.

Çoban krallığı yükselmiş kırmış geçirmiş sağır dünyayı

aklınca çığır açmış lanetli yükselişin palı palası

bir çöplük bir küllük buhranında gökyüzüne sarılmış asiyim.

Bir kötü manzara acayip banal planlanmış maraza

sorulsa sorulmasa bütün sırları en çıplak

satın almış duygular her eğlenceye bedava dağıtılmış

günler gecelerce güncel sapmalara hesap soran Adalıyım.

 

Derdo Adama geçmişin yırtığından gün ışığı süzülüyor

Adakale canım canımın ardı Odakule özlemi

Can dark odam bir tuhaf plato deniz kıyısına hapis

Adalım özlü sözlü çırağınım ustalaştıkça can durağınım.

EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…

  EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…   Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...