ARMANÇ...
TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...
26 Şubat 2024 Pazartesi
ARMANÇ...
25 Şubat 2024 Pazar
BU ŞUBAT ÇOK ÖLDÜK…
BU ŞUBAT ÇOK ÖLDÜK…
Bu Şubat ölümün gölgesi çıldırmış olacak ki çöktü üzerimize, gitmek bilmedi. Sel haddin bildi, memat galip geldi o döndü yüzünü bize. Çöktü, çöktü, çöktü ve çöktük. Çok öldük kardeşim çok...
Hey gidinin gücük ayı otomatik makine gibi işleyip durdu. Gerçeğe veya geleceğe ulaştırıcının emrinde kör tırpanını vurdukça vurdu. Çarptı, yıktı, geçti. Tetik olduk çektik, yaklaştırdık ölümü şah damarımıza. Bu Şubat çok çektik çok...
Hayat memat çıkmazında kıyı köşe çıldırık dolaştı. Yakalanan cıldırığın boynu üzüldü. Şarkı şimalı, sılası gurbeti öksüz kaldı. Yarenler yetim kaldı. Eğreti bacak ölüm meleğinin uykusu ortadan ikiye yarıldı. İşini hiç yarım bırakmadı. Ölüm gecelerin de uyunmaz bilirdik meğer gece gündüz uyunmazmış öğrendik. Nar gözlüye inat akıllarda beynelmilel diriliş, dillerde durulmuş veda sözcükleri. En babalarımdan armağan, en babalara armağan anılar tükendi. Bu Şubat çok tükendik çok...
Bu şubat ölüm sanki cam gözlü bir gaybanaydı. Olaydı, onaydı, banaydı derken iyice baydı. Cam gözlerde parlak orak, kulplu çekiç bandı. Nar gözlü gabarayı çaktı, resmen kalbimize çalıştı. Bu Şubat çok öldük çok…
Hiçlik vakti gelip çattı, çat kapı kör kuyunun kapağı açıldı. Hiçliğin orta yerinde bir kara delik. Hep bizden birilerini yuttu. Günceleri ayıltan, ölüm şatosunu kuşatan akerga doğanı çığlığıyla çağ düştü. Ey ölüm gözlü Şubat bu kez haddini çok aştın çok...
Hiçliğin orta yerinde korkusuz yolcular misk kokulu hazlara bürünür. Nazlı ölüm olağanüstü dirençle karşılaşır. Gölgeleri çıldırtan içli bir şarkıdır yaşamak. Hiçlik aleminde cem etmenin bedeli, bam teline basıldığında ağırdan almak. Çok ağır güçlerimizi aldın bu Şubat çok...
Ahlar ulu orta başlar, bir ömür onur mücadelesi, kör kuyulara açılan yolları ışıtır. Sahte atmosferin süngüsü düştüğünde, kuru gürültü dağıldığında, parlamalar söndüğünde, hiçliğin içinden alnı açık çıkanlar sonsuzluğa kanatlanır. Ayakta ölmek işte budur. Bu Şubat koptu kanatlarımız, canımız çok kanadı çok…
Bundan kelli her şubat ölümsüzlüğün gölgesi düşer akla. Ölümlerden ölüm beğenmezlere kutlu dava. Güccük beğ, Büyyük aga insanlar; ‘İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar akşam ezanında ölürler. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır…’ felsefesi güder. Onlarla hiçlik vakti ölmeye gör ‘Büyümek yarı yarıya ölmektir…’ zaten. Büyüdükçe küçül ölümlerle diril gölgesinde bu şubat çok gömüldük çok...
Payına cennet meyvası ölüm alması düşenler, ölümün çıldırmış gölgesine hapsolur. Uzar anılar, zamana karışan evren zerresi azar. Altın varaklı köşkler, saraylar bir dokunuşta sapla samana karışır. Hatlar hiç karışmaz. Şamanlıktan bugüne ölüm şatosu meleği al tırpanı sallar. Öyle ki kalay, saray, duray dinlemez. Dile kolay bu Şubat gözyaşımız hiç dinmedi. İmanıma dinime
çok ağladık çok...
Duvardan duvara ışıldar, 'kör karanlıkta parlayan raylar'. Kısa keser dansı kelebekler. Arılar peş peşe kaybolur. Dertli doğa, doğanın pençesinde kavrulur. Yaldızlı gökyüzünde yıldızlar karanlığa boğulur. Kara delikler yutar nahif parıltıları. Ve ne güzel günlermiş meğer o günler diye diye nefes kırılır. Bu Şubat çok kırıldık, çok…
Tek kişiliktir ölümler ya hiç de öyle değilmiş. Sahiden solo değil koro halinde can kaybı. Gerçi ölesi tendir. Ölümün bir ucu terk edilmişlik bir ucu hasretlik. Mantığın başladığı yerde biter yolculuk. Kızıl alev kavşaklar geçilir. Soluk soluğa dilsizliğin diline sıçrar tin. Zihni daraltan yalnızlık büyür. Su gibi geçip giden yıllar, acıtan anılar mührü tam alnın çatına vurur. Bu Şubat tırpana çok savrulduk çok...
Tahta kapılar Balormana açıldığında, kadim coğrafyaya alışır bahtsızlar. Kapı eşiğinden içeri gerçek boşluk. Koca boşluktan ibaret dünyaya, kozmik bilinç hükmeder. Hüküm kelamdır. Kale düşer. Her eli kalemli zata zıtlıkların ahengi düşmez. Bu Şubat kara toprağa düştük, çok üşüdük çok…
Belleksel seçkidir, izli gizli duvarlara kazınır karanlığın gülü. Hasılatı hayat, hasılası Şubat. Şu yazıt, zıt renklerin uyumu. Yazık, ölüm bizatihi uyumsuzluk. Ömür boyu sürecek sanılanlar tökezleyince, ömrün demi kesin mizan denkliği. Hayatın ahengi, izan mizan çakışması. Çatışmaların temeli medeniyet hizası. İlim irfan açılımı gez, göz, arpacık veya tek bir adacık meselesi. Bu Şubat mesela çok sela dinledik çok...
El heykelli adaya hapsolmuş devasa bir ömür. Öykünülen ömre adanmışlık fizik ötesine kör bağlantı. Uzun yakarmalar, envaı çeşit dualar ömre ömür katmaz. Öyle dua yok varsa da kabul görmez. Görülenler çırçıplak görülünce affa hiçbir şey kar etmez. Hayat denilen şey tarihi eylemlilik. Ve ömür çok kısa. Bu şubat kıssaydık daha kısaldık, çok kısaldık çok…
Kıssadan hisse, 'bir ömre bedel' öyle bir deneme ki, bir dahası yok. Belki başlarken biter veya tam biterken başlar. Araya girenler iflah olmaz, iki arada bir derede asla sıraya girilmez. Pahada epey ağırdır ölüm. Vade dolduğunda gül diyarına tatlı bir tebessümle göçmek arzusudur, son arzu. Son nefeste kuruyan dudaklara değen bir damla sudur biten hayat. Her ölümlüyü kendine çeken sonsuzluk diyarında aşkla yanmak. Bu şubat komple yandık, çok yandık çok…
Ölgün esintileri bahara kavuşturmaya çabalayan bu Şubat, şu karanfil kokulu akşamlarda, karanlık denizin hırçın dalgalarına sığındık. Bu Şubat eşime dostuma çok matem ayırdı, çok öldük çok…
23 Şubat 2024 Cuma
BİR YEL ESER, FELEK ŞAŞAR…
BİR YEL ESER, FELEK ŞAŞAR…
Yerel seçim fitili resmen ateşlendi. Öyle bir ateş ki ekonomik
kriz ayyuka çıkmış, enflasyon koyulan her sınırı geçmiş, tepegöz haddini aşmış,
millet seçim değil geçim derdine düşmüş. Ellerde çarşaf gibi oy pusulası, kafalarda
kısır siyasetin dayattığı yol yordam sıkıntısı, umut bunalımı, güven yitimi. Muhalefet
ve iktidar yelpazesinde ise her seçimde olduğu gibi bir yel eser beklentisi. Derin
devlette gücü gücüne yetene. Bir yandan bir soluk yel eserse eldekinden olmak kaygısı.
Topluma deklare edilen listeler, dar perspektifli bir deklarasyon. Orada da tayfa
bizden olsun tafrası. Oysa bir zor dönemeç daha ama bir acayip rahatlık, malum
duyarsızlık. Her cenahta tablo aynı, aynı kaba saba alışkanlık. Derin bir korku
tünelinde hapislik, çıkış takipçiliği aritmetik. Resmen capcanlı seyirlik. Sağda
solda ortak payda, özlenen kucaklaşma bu bahara yine gerçekleşmeyecek görüntüsü...
Siyasette bir yel eser bekleyişiyle, ömür uzadıkça kısalır. O
nedenle yerelde ve genelde toplumun üst düzey temsil edildiği liste beklentisi
normal, evrensel ilkelere uyumlu politik anlayışa denk kadrolaşma hakimiyeti
kurmak nedense anormal. Böyle olunca ezilen, sömürülen, horlanan,
ötekileştirilen hatta yok sayılan sınıf ve katmanların çıkarlarını savunmak yeni
yüzyıl da bir hayli güçleşir. Zaten egemenleştirilen inanış saplantısı, durduk
yere bir yel eser millet her halükârda yine bizi seçer güvencesi. Yel değirmenleri
hayal tüketirken, bir şekilde çoğunluk desteği alıp, destek vermeyenlere ilgisiz
kalmak siyaseten sınıf atlamak. Sıfırcı hoca her seçim her sınav uyuyor, o yüzden
yalan arenasında sular seller gibi yel bekleniyor…
Bir yel esecek, estirilecek şimdiki siyasetin rotası belirlenecek.
Yelin nerden nereye vuracağını doğru kestiren yapay inanç eyyamcılarının sırtı
sıvazlanacak. Sığınılan yat, kat, küp şeytan üçgeninde, açılan vanaların yallah
tazyikiyle gemi azıya alınmış gemicikler sarmalına hizmet devam edecek. Şahsi ikbale
yönelik siyaset etme kurnazlığıyla şarkı garba bağlayanlar, yer gök küser, aşkı
muhabbet kısa sürermiş hiç dertlenmeyecek. Siyasette bir yel eser bir eser pir
eser diller dönmez, eller tersine gitmez güvencesiyle lafta yüksek menfaatler gözetilecek.
Yeni gözdeler netlik kazanacak, uygulanırlığı akla uzak projelerle kerevete çıkarılacak.
Ferdi kurtuluş yolu sermayeden yanalara açık, alınteri ve emekten yanalara kapanacak.
Temel felsefe bir daha kapitalizmin ipine sarılanlarla sarılmayanların ne
oranda destekleneceği olacak. İşte bu destek köstek ayıracında bir yel eser ki siyasetin
sonu olur, küçük kıyametler kopar, güdük siyaset te kendi batağına batar hiç
düşünülmeyecek…
Batağa daha da batmamak için bir yel eser savına
aldırmayanlar, kendi politik tarzını geliştirir. Yel mel beklemeden etkin ve
yetkin siyaseti güdümler. Hedef kitle bazında kendi pratiğini hayata geçirir. Doğru
verilere dayalı gerçekçi-gerekçeli proje ve politikalarla yerle yeksan olmuş kutlu
değerleri günceller. Bir yel eser iradesini reddederek toplumlara, toplumu
rahatlatacak, toplumsal projeler sunar. Sembolik olanlar dışında, tarihsel
dayanakları zedelemeyecek değerlendirmeler ve tasarımları ciddiyetle ele alır. İşte
yerelden beklenti tam da budur…
Yerelde genelde yıllar yılı öznel değerleri kutsallaştıran
ve kutsandıkça toplumdan uzaklaşan zihniyetlerin tümü tek elden terk
edilmelidir. Birilerinin has çıkarına özgü olduğu bilindiği halde terk
edilmeyen ham alışkanlıklar, paslı çarkın mevcut işleyiş ve işletilişine tek
nedendir. Evrensel ilkelerle bağdaşmayan kurgu sistematik ve yönetsellik
ısrarcılığı bırakılmadıkça gün olur devran döner. Bir yel eser-esecek hevesi gittikçe
bıkkınlık yaratır. Siyasal bilinç mevcut değişmez, değiştirilemez ve değişilmez
normuna kilitlenir. İşte bu zor ortamda, bu modele körlemesine bağlılık güçsüzlüğü
en tepeye kadar tırmandırır. Bağımlı büyüme, kâr payı dağılımlı büyütme ve
sağır sağanak büyülenmeyle ulaşılan son nokta güç zehirlenmesidir. Bu zehre
alışkınlar alışık oldukları şeyi yine yaparlar. Yani asıl sorun organiktir,
inorganiktir ama resmen omurgasızlıktır.
Zıtların birliği ilkesi terk edildikçe, siyasette bir yel
eser diye beklemek, bekledikçe beklemek suni bir tutumdur. Siyasette tez antitez
sentez inşasını zedeleyecek bir yel eser evet esince de durum tam tersine döner.
Yoğun terslikte bir yel daha eser işler ters teper, felek şaşar…
21 Şubat 2024 Çarşamba
YERELDE MASAL DEVRİ…
YERELDE MASAL DEVRİ…
Yerel seçim süreci, listelerin ‘Seçim Kurulu’ başkanlıklarına
verilmesiyle birlikte resmen başladı. İş olsun yaklaşımlar, uzaktan direktifli
eleştiriler, uygunsuz gaflar ve polemikler arasında sıkışmış yerel siyasete şimdi
de liste küskünlükleri eklenebilir. Aday listeleri hazırlanırken belki demir
tavında dövüldü ve çeliğe su verildi. Ama liyakat düşünülmeden, bir şekilde birilerine
siyaseten yol verildiği de malum. Nitel açıdan pek hak etmeyenlere, nicel yapı
gözetilerek yer açıldığı aşikâr. Şimdi tumturaklı tembihlerle sorun çözülür mü?
zor görünüyor. Yani siyaset arenası ‘Gülen Ayva,
Ağlayan Nar’ masalı temalı. Bu arada seçmeni bekleyen ise beyad beyanlı, bayat
vaatli, sonu vahim masalsı bir seçim daha…
Liste yarışında geride kalıp kırgınlar kılavuzuna ismi
yazılanların, yüreklerindeki kızgın protestoyu bastırıp bastıramayacakları birkaç
güne netleşir. Eğer müzmin ayrışmayı bir kenara bırakıp, halinden muzdarip yolcu
kıvamında, yola devam ederler ise ne ala. Etmezler, adaylaşma yolunda yolda
bırakıldık iç güdüsüne kapılırlar, mevzileri bir bir boşaltırlarsa bir seçim
daha yalan olur. Geçim berbat olur. Bu akla zarar gidişat yeğlenirse, nedense görmezden
gelinen faciaya, feci sona sağlam zemin hazırlanır. İllaki billahi işlem tamam
olur. Millet bu kez baş edemeyeceği bir büyük yıkımla daha karşılaşır. Zaten ittifakları
iterek yol alacağını sanan muhalefet, özellikle ana muhalefet halt etti. Yani iktidar
istedi bir göz, muhalefet verdi iki göz. Kiklop misali vasat Basat kapışması
güncellendi. Küçüklere büyüklere ‘Tepegöz Masalı’…
On yıllardır seçimden seçime doldur boşalt manevralarıyla, siyasi
mekanizmalar tamamen bozuldu. Bir türlü dengini bulamayan lafta özüne dönme
eğilimiyle daha da bozulacak görünüyor. Siyaset tetiğinin boşluğunu bu kez kim
düşürecek, bekleyip görülecek. Siyaset piyasasına sunulacak güruh, üçe beşe satılacak
ruh da kalmayınca durum alenen bu çerçeveye devrildi. Hep söylenir ya gerçekten
yine gelenler gidenleri aratacak gibi. Yani çaresizlik çare olunca gül bahçesi
kurur, gülen ayva ağlayan narı oynayan siyasi figürler kendi çaplarında rol
kapar. Masal biter sonuç sıfır…
Masallarla yürümez, bilimsel gerçekliktir siyaset. Bu toz
duman, kara bulutlu ortamlar, popülist siyasi kültür melankolisinden kaçanları her
an illegal sayılabilecek bir eylemliliğe sürükler. O yüzden yerel seçimde, gülünç
yanılgıların tuzağına düşmeden, yanılmaların yansımasına en doğru yanıtı vermek
gerekir. Halk yardakçısı gibi davrananlara, siyasi serüvenin gerektirdiği tavrı
apaçık göstermek gerekir. Türdeş medya köşelerine ve sırça köşklere aldırmadan,
cazibeli yutturmacılara ve uyutucu yutturmacalara kanmadan, kanayan yaraya
neşteri cesaretle vurmak gerekir. Aymazlığa ayna tutarak, salt uydu kentlerde boğaza
nazır bol kepçe hayat yaşayanların ekmeğine yağ sürülür. Yağma düzeni devam
eder. Ve masal dünyası her gün bir masal yutar…
Eğer ‘Gülen Ayva, Ağlayan Nar’ sarmalından tezelden
çıkılamaz ise iktidarın genel seçime kadar eli rahatlar. Kazanımlarını çoğaltır,
kaynakları kapar, kazan kaynar. Yüz yıldır damıta damıta imbikten süzülenler,
tekrar helaline haram karışmışların küplerine akar. Ondan sonra küplere binmek
hiçbir işe yaramaz. Kaypak temelli, dinsel
uydusal sosyopatlık daha da azar. Hatta vakti zamanında yel değirmenleriyle
mücadele etmişlik de yetmez. Yani genel seçime kadar, geçmişe ilişkin yörüngesi
kaymış izli-gizli hallenmelere takılmalar, demokrasinin ömrünü hepten kısaltır.
O nedenle gün bu gündür. Sanılmasın ki deniz bitti, umut en umutsuz anda kapıyı
çalar. Gına getiren ‘Yalancı Çoban’ masalı da bir yere kadar…
Her seçim arifesinde bol siyasi masal dinlendikçe,
dürüstlüğün her şeyden önde tutulması gerektiği sonucuna erişilir. Bu erişim, bencil
siyaset uğruna sarf edilen yalanlarla ne denli kötü sonuçlara gebe kalındığını görmeyi
sağlar. Derin mana çözülür. Öyle ki ‘Yalancı Çoban’ masalından bile farklı
dersler çıkarılır. Masal deyip geçmeden metni doğru okuyanlar, aklı-fikri-zikri
tutuk, ‘Tepegöz’ zulmü altında yaşamı reddeder. Siyasette yer sarsıntısı ve
zemin kayması arttıkça seçim geçim arasına sıkışan yığınların tek seçeneği kutlu
isyandır. Baş eğme, boyun eğdirme, zorla saydırma baskısına başkaldırıdır. Bu zorlu
süreç, sözüm söz diyenlerle seçim sonrası bakacağız diyenlerin yerelden genele
taşınıp taşınmayacağı kararını netleştirecek süreçtir.
Madem böyle, bu ‘Gülen Ayva, Ağlayan Nar’ merkezli siyasi
kargaşa ve propagandasal temaşa, partizanlık potasında eritilemez ise hiç istenmeyen
arzulanmayan devrialeme hız verilir. Masal devri, ‘Tepegöz-Kiklop’ gözetiminde
hazırlop sürer. O nedenle bugünden yarına kim ki inadına Basat olur, baş ve
topuk selamı vermez, saygıda kusur etmeden dik durur ve direnir onunla olmak
evladır. Protest çizgisine güvenilir, katıksız sevilme ve taraflı popüler olma
derdi olmayana güç devşirilirse boş masal devri de sona erdirilir.
Siyaset arenasında yalan dolan masallara kananların, bukalemun
gibi her koşula ve her ortama uyanların, siyaset mezarlığında yerini almaları
mutlaktır. Hatta bu kalemin hakkını
vermeyenlerin siyasi enkazın altında kalması muhtemeldir. Eğrisi doğrusu
ellisinden sonrasına ‘kara mizah’ zor gelir ama bu seçim bu kara masal komedyası
nereye kadar demek şart. Yoksa siyaset sahnesine nice ‘Yalancı Çoban’ çıkar, aklı
yaşında ve başında olmayanlara matrak acırak masallar anlatır.
Yerelde masal devri bu yüzden çok önemli. Aday listelerine
kahırlanıp ‘Gülen Ayva, Ağlayan Nar’ debelenmek, sadece ‘Tepegöz’ü güçlendirir.
O halde vasat Basat birlenmek doğru hasat gerekir. Çünkü yereldeki doğru seçim,
genelde bambaşka masallara kapı aralar…
17 Şubat 2024 Cumartesi
ÇÖKÜNTÜ DUVARI
ÇÖKÜNTÜ DUVARI
Çoğul seslerin ritmiyle sarsıldım yine
geçen zaman penceremdeki izlerini silmiş…
Ahlaki çöküntülere direnen bir kentte
Adalı tarifesi tüm yaşadıklarım.
Adayı adaya bırakıp gideceğim derken
saray burması monologlar aklımı çaldı hemen.
Bilmem neden bedenimi askıya asıp
el heykelliye sıkı sıkıya sarıldım...
Çağıl çağcıl kuş türleri benimsenmez olmuş
kuşatıcı dertleri içimde saklamayı bilirim.
Unutulmazlar duvarı çoktan çökmüş
çöküntüde çoğul sesler ritmiyle sarsılırım.
Sevi becerisi yabancılaşmak üzerine
başka ne yapabilirim ki evrene inat
kalıplara dökülmekteyken hayat
işte ben de tek tabanca onu yaptım.
Bir sonraki ada bahar bahçe
bahtım kara bir adımda varlığa varım.
Hüda ister duysun ister dursun
tetiği çeker giderim...
Bu evrilme süreci başka fasıl
başka nasıl kurgulanabilir ki
eski diyara göçmek en kolay
sözleşme.
Sevmedikçe her şey sırf yalan
yalan söylemeyi bırakmışım çoktan.
Ada köy olsa köyün delisi kentli olur
sarhoşluk böyle işte üstte yok başta çok.
Dara yakın gecelerde yalandan yarenlik
beş paraya beleşe yaşar çoğunluk.
Keleş takılırım içtiğim hakikat şerbeti
kalleşler tapınağında cellat beklerim
sektiğim hakikatleri hakikat yapan yokluk...
Peşine takıldım zaaflarımın yiter giderim
kuşandım kendimi taşıdığım küfeyi
Ada sunağında külçe külçeyim
canıma yazık ömür boyu yoksulluk...
Direklerarası'nda orta oyunu meddah
çadır tiyatrosu çalgı çengi filan
içki de içermiş garibim fellah.
Ahlaki çöküntülere direnen bir kentte
eğlencesine bir duble atmadan ölmeyeceğim.
Gündüz sufi gece bektaşi elaman
huzura çıkanlar çıksın ben çıkmam.
Ortaya eğlence kusurlara inci gerdan
kırılsın ruhum aklımı mahmuzlasın divan.
Kim düşerse ardıma azad eder giderim
tuşu doğrudan çoğul sese tıklarım...
Tekdüze tekil süse aldandım
serde nar
yar tarifesi yarım yamalak
derde zar.
Adayı adaya bırakıp gideceğim zahar
ta uzaklarda başka bir adaya har.
Zerre arkama bakmadan
gazete kağıdına tutkularımı sarmadan.
En üst rafa yığdım yazdıklarımı
hay aklına şaştığım ara her yeri
tutkularımı tutuşturdum yanacağım.
Ve bir süre kaybolacağım lavlarımda
cin saklıyorum antika lambamda.
Bu adamcağızın saçına sakalına
aklar düşmüş tanıklığına.
Günah kazımış diyeceksin çarmıha
kaç can kurban etmeliyim sunağına...
Çöküntü duvarı ada tarafında çökmüş
geçmiş zaman penceremdeki dirilişi silmiş...
Derdo kaç canım var ki uğruna vereceğim
çoğul seslerin ritmiyle öldüm yine...
12 Şubat 2024 Pazartesi
UMUT OĞLU UMUT
UMUT OĞLU UMUT
Umudun oğlu umut
daha göz aşıları
sona ermeden doğan
adı kulağa okunan
bildik bir destan.
Dağlara boncuk
boncuk dökülen baharla yıkanan
umulmadık bir
zaman kara ummanda boğulan.
Umulara atılan umacı
kancası
uma uma muma
döndü umarsızlar tayfası.
Umucu taifesi
umumiyet prensibini tek savunan
usta denizci tarifesi
umudun kızı umut…
Umudun evladı
umut
her yaz başı
fidesi fidanı dikilen zemzemle sulanan
güzün gizeminde
gözün nurunda filizlenen.
Kara kışta beyaz
beyaz salınmanın özü
Umuda yolculuğun beylik
sözü bilgiyle doğan.
Acı deneyimlerle
kanayan demagojiye kanmayan
ilimle bilimle yaşayan
umudun oğlu umut...
Umudun abisi
layemut
doğanın kanunu
bir sırf kendi kendine inan
en alımlı alnaç
kaynaçlarda kaybedilen iman.
Ateş yanar döner
söner kara toprağa kaynar
kaymasın gönlün
genç ölümlere hiçbir zaman
umudun kardeşi
deniz rengi dengi bizmut…
Umut konseyine
çarpıldı nemrut
Derdo upuzun bir
tekrardan ibaret insan
adı kulağıma
okundu yabancı bir lisan.
Kalem aşıları
tuttu daha doğmadan güneş
Arinna’nın kızı umut
oğlu umut...
10 Şubat 2024 Cumartesi
'MAMALİA DEMOKRATİK CUMHURİYETİ’ LİDERİ
‘MAMALİA DEMOKRATİK CUMHURİYETİ’ LİDERİ
İyi ki ekol okullar var. İyi ki ekol yoldaşlıklar var. Her zaman ilmi bilimi çarpıtan, soyut duyarlıkla geçinen, hümanist duyguları eriten, çağdışı doyumlarla yoğrulan tipik projelerin hayata geçirilmesine ekol okullar karşı koyar. Tıpkı Pertevniyal gibi. Pertevler dönemsel dayatmaları daima ret eder. Otorite tanımaz. Arka bahçe olmaz. Küçük bir kıvılcımla evrimleşir, devrimcileşir. Tıpkı sınıf ve sıra arkadaşım Ali Galip gibi. Ama bugün çarpık düzenin yıkamadığı Aligalip ölüme yenildi. Daha lise yıllarında şakayla karışık ilan ettiği sülale devleti, mimarı olduğu ‘Mamalia Demokratik Cumhuriyeti’ liderini kaybetti…
Kaybın acısı daha çok taze, acı dinmez asla ama sevgili eşi ve evlatları özel evrakları içinde mutlaka bulacaklardır, kurulu düzene bu espritüel karşı koyuş sancağını. Bir ömür sonra, ekol liseli bir gencin mevcut düzeni tiye alan devrimci demokrat çıkışını belki de bu sayede öğrenecekler. Canım ‘Pertev kardeş’ ışıklarda uyu, yıldızlarda bekle, sıralı sırasız geleceğiz nasılsa. Ben, Rahmi, Nurdan, Mustafa Kemal, Önder, Hasan Tahsin… yarenin yoldaşın tüm pertevler. Dostum arkadaşım, okuldaşım sonsuzluk denizindeki ‘Pertev Adası’nda yolunu gözleyen adam gibi adam sevgili Güray’a da selam söyle...
Kendi ekolünü yaratmış okullu olmak, mezunlarından olmak ömür boyu sürecek bir sevda, büyük bir onur ve haklı gurur. Unutulmaz hocalarımıza selam olsun. Ali Galip arkadaş, işte o ekol okulun sınıflarında tebeşir tozu yutarak, mürekkep yalayarak, bildiri yazarak, derslerde dergi okuyarak gerçi sen sürekli test çözerdin ya daha o yıllarda çabuk adam olduk sanki. Hatta Millet Caddesi başında trafiği kapatarak, Ufi tarafında korsan koyarak, okulda forum yaparak, okul müştemilatında yatılı bir buçuk manga askerle cebelleşerek, çatıda kiremitlerin altına emanet saklayarak, gençlik başımızda duman kantinin tuzla buz olan cam kapılarının altında kalarak, Valde Camii bahçesine kaçan toplarımızı vermeyen müezzine haddini bildirerek, fraksiyonel kargaşanın ve sözde anarşik ortamın tam göbeğinde büyümek, büyürken daima dost kalarak ve asla ders kaynatmadan liseyi bitirmek mucizesini gerçekleştiren gençleriz biz. Şimdi çocuklarımızın eğitim hayatına bakıyorum da dönem mucizesiydi gerçekten her yaptığımız. Öyle ki, neredeyse hepimiz yüksek tahsil yaptık çünkü ‘Valde Mektebi’ çocuğu ‘Pertev’leriz biz. Bunu senede bir gün ‘pilav ve aşure’ gününde ve fırsat buldukça sınıf kahvaltılarımızda çocuklarımızla taçlandırdık yıllar yılı. Özellikle senin istemenle ki ‘aramızda içen içmeyen var, kahvaltı sonrası gün uzun ve bizim’ deyişin ve hayata geçirdiğimiz sek alışkanlık unutulur değil. Ada moda bakmadan, nerede olursa olsun arta kalanlarla mutlaka senin şerefine masa başı yaparız inancındayım dostum. Son Pertev kalana dek…
Eğitimde çağdaşlık ve bilimsellik, insanlık tarihinin binlerce yıllık deneyimi ve en verimli kazanımı. Maddiyat bir yana manen kendi ekolünü yaratmış ve köklü eğitim kurumuna dönüşmüş bir yapının ‘yetişenlerinden’ olmak büyük mutluluk. Evrensel ilkeler, akıl ve bilim doğrultusunda düşünen, düşündüğünü korkusuzca ifade eden, ülke sorunlarını irdeleyen sorgulayıcı birey olmak çok güzel. Güzel adamdın Mamalialı Ali Galip. Sonsuzda otağın güzel olsun, yüzün gülsün…
Son yıllarında siyaseten formatlama ve formatlanma işgüzarlığına kırıldın belki biraz. Eyüp Sultan Belediye başkanı adaylığı yaptın, mevcudu sandığa gömmene ramak kalmıştı. Hatta birlikte vekil aday adaylığımız da var. Sen aday oldun, ben aday adayı kaldım çünkü önseçim yapılmadı. Sanki yapılsa ne olacak ama sen abi siyasetini de kotarmasını bilendin listeye girdin. Öncesi veya sonrası mı bilemedim, üzerinden uzun zaman geçti, bizim ilçeye gelmiştin sayın Güneş’le. Kısa bir kendini tanıtma konuşması yapmıştın. Hatta benim konuşmam için, ‘yoldaş bu konuşmayla seni aday yapmazlar ki’ demiştin beni de koruma içgüdüsüyle, tüm samimiyetinle. Zamanla sen de önseçimsiz hiçbir şeyi değişmez gördün. Anladın ve usandın sanki legal politikadan. Zaten illegal birikimimiz zamanla çok şey kaybedildiğini de açıkça ortaya koydu. Bildiğim hep direndin yoldaş. Hedef tahtasına dönsen de yıkılmadın. Her karanlık döngüde itibar düşer, sen değerlendin. Sarmal kollarını sardıkça sarar forsalık ama Pertevler forsalığı en umulmaz boyutta, ilelebet reddeder. Sen de özgür kalmayı yeğledin. Zaten kafayı kuma gömme adabından tüm artı değerler uçtu gitti. Şimdi sen de uçup gittin can okuldaşım. Bugünden ileri pilavdan dönenin kaşığı kırılsın, okuldaşın sınıfdaşın tüm Pertevler tek yürek tek yumruk…
Her karanlık dönem, yüzlerce yıllık ekol okulları, türdeşler sınıfına kaydetmeye çalışır. Geriletilmiş, hoş ama boş mekânlara dönüştürmeyi arzular. Elbette boşunadır sevgili Ali Galip. Bu okullar, okulumuz nice isyana ev sahipliği etmiş, kurulu düzen karşıtlığı duvarlarına sinmiş. Tıpkı Pertevniyal. Tıpkı biz, tıpkı sen. Nice Perteviz, gevheriz, çetiniz. Dört koldan sızmalara ‘ölüm’ hariç boyun eğmeyiz. Kara melek seni çok er yakaladı can dostum. Daha emperyalizmin kurulu köhne düzeniyle, işbirlikçi sahtekârlarıyla, kapitalizmin her türlü enstrümanlarıyla, dinci faşizan planlarla, kafatasçı faşist projelerle mücadele edecektik. İlerici devrimci yolculuğun hakkını verecektik. İllaki arada bir felekten bir gece çalacaktık birlikte. Yolundan dönenin kafası gözü kırılsın, tanıdığım tüm Pertevler tek yumruk tek yürek…
Daha ‘Pertev’ çağında yüksek mimarı olduğun ‘Mamalia Demokratik Cumhuriyeti’ lideri Ali Galip, katıksız karşıtlığın, omuz omuzalığın yılmaz adamı, can dostum, arkadaşım, okuldaşım ömür boyu ölümsüz olman dileğiyle. Yolun açık olsun yıldızlar yoldaşın olsun. Güle güle…
9 Şubat 2024 Cuma
KAFA VURUŞU SERT
KAFA VURUŞU SERT
6 Şubat 2024 Salı
DEPREM KARDEŞLİĞİ, REİSHİ MANTARI…
DEPREM KARDEŞLİĞİ, REİSHİ MANTARI…
Ne depremler yaşadı, küllerinden doğan, enkazından dirilen şu
beğenilmeyen Cumhuriyet. Millet yıllar yılı deprem olduğunda, kapkara bir dehlize
düştüğünde, daha dibe batmamak için, boğulmamak için, kurtarılmak için devletinden
ilgi ve destek bekler. Ama son çeyrekte her deprem sonu depremzedelere hayat
mantar. Mantar hayatın mucidi Reishi mantarı...
Reishi mantarı, bir adı ‘ölümsüzlük
mantarı’ ama resmen ölüm meleği. Dört bin yıldır bilinen bir mantar türü. Sert
ağaçlarda ve ağaççık halindeki odunsu bitkilerde türer. Çoğunlukla ticari
olarak yetiştirilir. Ovaldir. Kafası bulunmaz. Kafa yerine boynuzları veya
parmakları andıran bir görünümü vardır. Nemli ve tozlu bir tene sahiptir. Islak
veya kuru fark etmez parlak ve ışıltılı bir yüzeye sahiptir. Polipordur. Yenmez,
genellikle kurutularak ince toz haline getirilir ve suda çözündürülerek içilir.
Hayali boldur, lafa gelince iyileştirmediği hiçbir hastalık yoktur. Akla ne
gelirse, her derde devadır. Ama gerçekte Reishi’nin yaptığı, yaşam kalitesine
bir miktar katkı, bağışıklık sistemine bir miktar destektir. Sonrası katil
hücreleri yükselten büyük etki. Yani asla mucizevi başarı sağlayamayan bir
mantar tipidir. Ölümsüzlüğe çare oluşu martaval, keskin tavrı toptan mantar ve
aldatmaca…
Deprem gerçeğiyle bu denli yüz yüze yaşayan millet yer
sallandığında, toprak ayakların altından kaydığında ‘Deprem kardeşliği’ni mutlaka
başarıyor. Kardeş kardeş ne faciaları ne depremleri dayanışarak atlattı. Yıkım,
sömürü ve ölüm rejimine karşı duruş sergiledi. Alıştı
sanki kolektivizme. Ancak gerçekçi deprem siyaseti olmayan, deprem politikaları
olmayan, deprem bakanı olmayan, deprem danışmanları olmayan, deprem kurumları
olmayan, deprem okulları olmayan, deprem haritasına aldırmayan ve devlet aklı
olmayan siyasetçiler her fırsatta bu kardeşliği yıkma peşinde. Etkili yetkili
makamlar, siyaseten milletin gazını alma gayreti peşinde. Doğal afete bakış
açısı gittim, gördüm, gözlerimi kaparım vazifemi yaparım vaziyeti. İktidarda gün
geçtikçe nükseden kalıtsal hastalık ayarsızlık, aymazlık ve acizlik. Tek gaye yeniden
seçme ve seçilme meselesi…
Deprem kardeşliğine inananlar, göçükler altında can
vermişlere yanar, kum ve çakıl yığınından sağ çıkanlara sarılır, tedaviye
alınanları canı gönülden kucaklar. Kardeşlerine cansiperane yardım edebilmek için
insan üstü gayretle çırpınırlar. Deprem kardeşliği neferleri, şoven, ırkçı, ayrımcı,
ayrılıkçı, dinci, faşist, mezhepçi ve muhafazakâr söylemlere aldırmazlar. Deprem
kuşağı mahkumiyetine özgürlük elçisidir deprem kardeşliği. Depremle iç içe
yaşayan milleti, depremin yok edici, yakıcı-yıkıcı ve sarsıcı etkisiyle dünyası
değişiverenleri ve her an değişebilecek olanları, siyasal tercihine göre
katogorize etmek resmen Reishi mantarı ayıbı. Deprem kardeşliğine düşmanlıktır.
Aman dikkat, Amanita virosa…
Deprem politikası gözetilmediğinden havada karada ölüm
davası. Liboş müteahhitlik, mezhepçi mücahitlik, farazi vaaz ve rantçı vaatler
üzerine kurulmuş din kitap tüccarlığı belirliyor deprem siyasetini. Bu usulde, iktidar
erkini kime sunmalı noktasında milletin aklı karıştırılıyor. Deprem gerçeğine rantabl
çözüm sunan, insan odaklı projeksiyon tutanların yetkilendirilmesi erteleniyor...
Oysa on yıllardır yaşananlar, asla kaçınılmaz son değil.
Asla kader değil, asla fıtrat değil, kader kısmet hiç değil. Devleti devletlisi,
yerkabuğuna yapılan yanlışta hiç payları yokmuşçasına davranıyor hala. Depremi
siyasi malzemeye dönüştüremeyince de imaj çabası, montaj gereksinimi
doğrultusunda saçma sapan taktikler geliştirirler. Suçlu ama güçlü babında, önlenebilir her acıda
kutsallık arama eğilimi, suçlu erklerin kuyruklu yalanıdır. Planlı programlı erksiz
siyaset yanıltmasıdır. Lafta olağanüstü güçlerle donanmışlığı, her depremde
dona kalmayı bin bir bahane saklama telaşı salt seçim için. Mevzuu maraza muhabbetten
ve şatafatlı mabetlerden çıkmayanların, zelzelelerle vatandan milletten
uzaklaşması. Zaten mevcut iktidar, depremin ağır hasarını önlemeye dönük
politikaları mantar çıkınca, devlette süreklilik esasına asla uymayan imaj ve montaj
fırsatçılığına tutunuyor. Bu fırıldaklık altyapı ve çevre şartlarını zorlayınca,
salt zirvede kalma yarışı önemseniyor. Mevcut yıkıma artı yükler getireceği
açık, bambaşka sorunlar doğmasına sebep olacak hedef şaşırtma pratiğinin
güncellenmesi hep o yüzden. Yani malum şekillerde, akla gelmez anlarda, merkezi
noktalarda seri kurşunlar yağar, kumandalı bombalar patlar, anında gündem değişir...
Kum-çimento saati iki bini yirmi dört geçerken yüzler kireç,
bedenler güneş kırmızısı. Değişmeyen tek gerçek doğanın deprekasyonu. Yer kabuğu
enginden derine çıtkırıldım hazırlığını sürdürüyor. Bir anda kallavi katmanlar
yerinden oynar, fay kırılır, kıta yer değiştirir, felaket dış çevreye
titreşimler yayar. Deprem sarsıntılarla devinir, yaygın bekleyiş sarpa sarar. Millet
Reishi mantarıyla yüzleşir. Sismik dedektörlerin kaydettikleri artık boşunadır.
Sistematik kaosa tek başına ‘deprem kardeşliği’ direnir. Kardeşliğe düşmanlık, yönetimsel
ihmal ayıbıyla yine ‘kader’ çizgisine çekilir...
Soru şu bu neyin kafası? Cevap aynı kafada değiliz. Soru şu aynı
gemide miyiz? Ne yazık ki aynı gemideyiz. Ama ‘deprem kardeşliği’ bu kafa
bunalımına geçit vermez. Çünkü bilinir ki Reishi zehrine panzehir dayanmaz. Alegorik
seçim manevralarına can dayanmaz, algı mimarlığına akıl yetmez. Toplum mühendisliği
yerelden başlar. Pek yakında yerel seçim var...
4 Şubat 2024 Pazar
KURT POSTUNDA ÇAKALLAR
KURT POSTUNDA
ÇAKALLAR
Bu gece son vereceğim yalnızlığıma
on yıllardır her şey
aynı
hala kurt vakti hala
kurt kapanı.
Can dostum her
yol bir yere kadar
dosta uzak düşe düşman
başına kurt postunda çakallar…
Yedi tepesi de
düzlenmiş ‘Ey kavgamın şehri’
Uzaklarda ‘El
heykelli Ada’da seni düşündüm bu gece
beton yalnızlıkta
senle ben yine baş başa.
Hata üstüne hata
yaraları derinleştirir
Yıllar yılı beynimi
kemiriyor azgınlaşmış faşizm
beyim paşam gücünüz
yetmez devrim aşkı sonsuza.
Hala da öyle içim
deniz beynim amansız
zayıflamışım
kavrulmuşum tutuşmuşum sana ne.
Kurt postlu
çakalların iğdiş ettiği gecelere inat
kurtlar sofrası
davetlerine bağdaş kurmuşum kime ne.
Soyka soytarı
geceler şahsıma ısmarlama
bu gece gülerken
ağlar mıyım çıkar mıyım yarına bilmem
bildiğim tek şey devrim
sarhoşluğu yakışır yalnızlığıma…
Bu gece son
vereceğim yalnızlığıma
kendi halim kendi
kararım sarıldım mavzerime.
Bunca vakitsiz
özlenir mi ölüm tepeden tırnağa
özlenirmiş baktım
ki vakit dolmuş
kurt postunda
çakalları bağıra çağıra kendi çukuruna.
Yılışık ulumalarla
sürüklendik kavga diyarına
belleğimde hep o haklı
savunma
devrimci kimliğim
üst üste özgür düşlere.
Kurt inlemesi inleten
dinleti nasılsa nasıl
kara kaplı
kitabın arka kapağına yazılı sonsuz aşk.
Bir gün açılacak çifte
kapan
gene aşk
istenirse okunacak ilk sayfasından başlanarak.
Esne nesne
kapışması derin uykuya dalana dek
İt dağlaması it
dalaşı dertli aşıklara resmî tatil.
Bu gece son
vereceğim yalnızlığıma
Tatil bitti sadece
kendime ait bir gün daha.
Yangaboz yangında
taş bile eridi
epidermis depremlerle
taş bile değişti
yamru yumru taş kafa
heybeti kurt kapanında beberuhi.
Nasıl da hayatta
kalmışlar ve hala nasıl ayaktalar
afallatmak var ya
topunu şahsa özel kafa atışıyla
beş yıllık
erteleme infazım yanar.
Her kafadan bir çatlak
ses kurt sesine karıştı
aynı saçakta
titreşen kurt postunda çakallar barıştı.
Kim yaygın yayvan
inanca boyun eğer ki canım
façası bozulmuş
günler tutsağıyım yıllardır.
Bu gece son
vereceğim bitmeyen kavgalara
Kurt baklası yakama
yapıştı yüreğim yandı
yanağıma kondurulan
ıslak öpücük pahalıya mal oldu.
Ateşim alevim devim
darılma ama yalazım seni de aştı
‘Ey kavgalarımın
şehri’ alışamadım sanki buralara
Devrimci yolda ne
kavgalar bir garip kavgacıyım
keskin acılar
yıpratamaz artık küllenen anılarımı.
Kavgalı bir kitap
var kurt postunda çakallar bile okumadı
yıllar yılı
Kavgam’ı övenlerle kavgalaştım durdum.
Derdo durum aynı
merkezde
‘Kavgamızın şehri’nde
kurtlar kurt postunda çakallar.
topuna inat bu
gece son vereceğim bitmeyen kavgalara
saltanata inat bu
gece son vereceğim ‘yüzyıllık yalnızlığıma’…
YER GÖK ÇÜRÜK BETON…
2 Şubat 2024 Cuma
ADAKALE ODAKULE
ADAKALE ODAKULE
Odakule parkına
kilitlendiğim İstiklal günlerini andım
canan yıllardan
sonra bir tuhaf hal tafralandı yadıma
Adakale bal ormanında
adamakıllı aydım.
Platforms
kurulmuş aramıza mors alfabeli
sahnede canla
başla oynatılacak bez kuklalar yitik
panayır alanına
çakılı marjinal podyumda durma dumanım.
İki dünya
şeytanları toplanmış kanlı arenaya
yaş tahtaya
basmam ilanı asılı tahta panoya
Adakale civarında
çam ağaçlıklı bir koruda sığınağım…
Adakule hiçbir
şeyden çekmedi yelden çektiği kadar
Odakale bambaşka
bir çevre çatal dili huydan değil
yaşı başı yorgun
çam kozalaklarıyla oynayan hopalağım.
Siyasi tiryakilik
kemirdi beynimi yıllar yılı
argo diline dolar
eğreti seçimler seçenin umuru olmaz
inleri imleri
kimleri ikna etmeye ne hacet çok geç anladım.
Suskunluk bal
tadı imiş suçluluk habire suç atmak
bir şair çıksa
yazsa elinden çekmedim dilinden çektiğim kadar
kendi kendini
bozan bir ömür anbean tükettiğim…
Odakule aşkına ne
diller dökecektim yoluna dilim kesildi
kadın yüce eser
somut varlık erkek köknur küskül mahluk
Adakale ne
eğlence çağı ne bugünün çağı resmen düne çarpıldım.
Melekler de
yanılır ilişkilere tekmil simgesel klişe
durdu önümüze çığ
gibi çağlayan kindar şerit
değer bilir
lebleri yanmış levhi mahvuz katına kerim.
Başucumda duruyor
nihayeti sakin ve sessiz
kim bu beni derin
derin izleyen delen bakışların sahibi arsız
naşı yıllar
öncesinde anı demetine gömülmüş gölgeyim.
Herkes her şeyin
farkında polis farkında
vakit buldukça
insancıl duygulardan dem vurmak zor
Odakule aksında
yakın tarihi uzak olmuş aksak havariyim…
Adakale yol
ayrımında aykırılık akıyor çeşmelerinden
su testisi su
yolunda ağır teste tespite tabi
Odakule küpleri
dolar boşalır ufukta zaman kırılmış
işe yarayacaksa
eğer pekala bozuk kentleşme aksanıyım.
Arkamda kaldı
varımı yoğumu harcadığım kara sevdalar
akran uyarısı
olsun korku günlerinde sen de harcanacaksın
adalar kaleler
artık bize dar sevaba günah katan darağacıyım.
Kaleden kuleden
ürküp götümüz başımız oynamaz asla
vay yoluna kurban
madrabazlığın her türlüsü yasak bize
ada oda kilitli
kutu ayrıntılar kutsal aile katkısı çatırdar
tarih kaşlarını
çatar buralara dağına bağına çapraz dumanım.
Odakule başımda
bir çatı senden çatkapı izler aradığım çalkantı
yansıyan
yansıtılan hallerin ilgilendirmiyor it kopuk hariç
Adakale göğsüne kıvrılmış
kalmış pir uyumuşum.
Çoban krallığı
yükselmiş kırmış geçirmiş sağır dünyayı
aklınca çığır
açmış lanetli yükselişin palı palası
bir çöplük bir
küllük buhranında gökyüzüne sarılmış asiyim.
Bir kötü manzara acayip
banal planlanmış maraza
sorulsa sorulmasa
bütün sırları en çıplak
satın almış duygular
her eğlenceye bedava dağıtılmış
günler gecelerce güncel
sapmalara hesap soran Adalıyım.
Derdo Adama geçmişin
yırtığından gün ışığı süzülüyor
Adakale canım canımın
ardı Odakule özlemi
Can dark odam bir
tuhaf plato deniz kıyısına hapis
Adalım özlü sözlü
çırağınım ustalaştıkça can durağınım.
EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…
EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM… Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...
-
YANGIN CEPHESİ GENİŞLEDİ... Binbir nedenle mutasyona uğratılarak genişletilen yangın cephesi, insanlık adına, millet memleket adına kaçınılm...
-
TOPRAK VE GÜNEŞ Toprağa güneş aktığında bülbülün ötüşü rana dinlemesi bir tuhaf haya. Hayat cilalı taşları çatlatan gül ağacı ömür boyu çek...
-
İLK KURŞUN GAZETECİLİĞİ... Onlar, bunlar, şunlar gelmeden önce revaçta meslekti gazetecilik. Değerliydi... Bugün değeri sıfır, kim ne pala...