TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...

30 Mart 2023 Perşembe

GELİNCİK TARLASI...

 GELİNCİK TARLASI...


İlk yaz öncesi dere tepe gelincik çiçeği

çile bezeli doğal örtü kıpkırmızı.

Kafalar kurşun pası yürekler kor parçası

ten buza kesmiş akıl kırık kanatlı.

Sinsice kuşatılmış rüyası kutlular

isyanları dost yaren özleminden

titreyen ellerinde bir avuç bahar.

Tutuşan gönüllerde mahirane tutku

dillerde canevinden vurulmuş eşsiz marşlar.

Arşa uzanan gelincik tarlası

gelecek asrın kan davası...


Gelincik kızılı toprağı öpüyor güneş

işlemeli bakır ibriklerden dökülen

Deniz mavisi bulutlar.

Maskeli sunular otağına sarı ışık yelpazesi

kör karanlığa tutsak onlar.

Kızıl ateş sorguda avuçları terliyor 

alın terinde parlıyor ölümsüzlük…


İllet son kanla kazınmış taş duvarlara

palmiyelere papirüslere işlenmiş ilkin.

Karşıyakanın altınsı ışıklarına kurulmuş pusu yana yakıla yankılanmış  yüzyıllara.

Geçici dünya hevesiyle sıralı kıyımlar

sıradışı gelenekle başka kıyılara doğmuş.

Her doğan en uç noktalarda forslu

vazgeçilen dünya kof vaadedilen konforlu.

Tarihe not düşmek adına her şey

kara melekle köşe kapmaca oynamak

düşmek sonsuzluk ekilmiş gelincik tarlasına...


Dere tepe gelincik çiçeği

çile kan kırmızı nar

karanlık tarihin belleğine yazılmış

eylem kuşuna evrilmiş evlatlar.

Evladır mevladır sarmalı  gün güneşe uçuşuyor aşkla

gelincik tarlası bayrak kırmızı...


Boyu soyu kırılan gençler

her biri ölümsüz kahraman

oyunu bozulanlar toptan şarlatan

şeytanı şeytana satan.

Deniz derya kızılca kıyamet yolculuğu

en kıymetli isyan ebediyen genç kalan.

Güneş tutulmuş

ayın şavkı şahdamarından vurulmuş

kızıla boyanmış yer gök.

Gelincik şerbeti kuruyan dudaklara can

bir damla hayat gelincik tarlası...


Uzay boşluğuna yamanmış ay şehrinde

nursuz geceleri doğuruyor zaman.

Gel zaman git zaman

resmigeçit bandoları ölüm marşı çalıyor

tarihin hafızasını zayıflatıyor kara zindan.

Dağlar ateş rengine uyanıyor

kan kırmızı ışık zerresine hakikat.

Ceberut saltanat salında güpegündüz ölümler

dere tepe kıpkırmızı gelincik arenası.

Kafalar kurşun sağanağı yürekler al kor akıllarda onlar…


Ölümün zifiri gölgesi dört bir yanda

Onlar yek vücut.

Düşen canlar özgürlük için

Dereler utancından kıpkızıl

dere tepe gelincik tarlası.

Derdo gelincikler de kanlı gözyaşı dökermiş

ilkyaz öncesi her doğum günü ertesi...

28 Mart 2023 Salı

ÖMRÜ GÜZEŞTE DAĞARCIĞI...

 ÖMRÜ GÜZEŞTE DAĞARCIĞI...


Gecikmiş bahar esintisi yüreğe dolanda uzak-yakın geçmişe takılır akıl. Kavanoz dipli dünya dağarcığı, yürek yakan anıları ileri geri sarar.  Güz çiğdeminin özü donar, kan gülleri solar, can fidanlar kırılır. Ölmeye ramak kala gülmeye hasret ömür, antika dolabına sığdırdığı yılları güzelce sıralar. Ve toprağı yakar ömrü güzeşte... 


Sona yakın ömrü güzelleme  babında karasal iklimden kaçılır. Ilıman iklimde akciğerli kırmızı balık ömrü günler başlar. Kalan kaç mevsim soluklanmadır, kaç bahar bitikliğidir sessizce sayılır. Bu saydam saygınlıkta bitik bedeni tetikleyen koca dağları deniz yutar. Ve ince kıyım ileri yaş delikanlısı albümlere özenle iliştirilmiş fotoğraflarını yakar. Buzdan soğuk kış evinde harlanır isyan. Güneşe akınlar ısıtır ömrü güzeşteyi....


Güzelce yırtılır kalpazan evren, gökkuşağı vurur yunusu. Yersiz yurtsuz doğan yorgun isyanları, derdo durultur. Gizler dökülür kalıba, yaldızlı demir aksam kaplardan suya şerbet. Akan sular göletlere, göletler göllere, göller ömürlük kanallarla denize, denizler okyanuslara, okyanuslar yaşlı kıtalara bağlanır. Bu özgürleşme bağlamında eğer ömür elverirse evrenselliğin kapısına dayanılır. Sözün kısası ömrün özü erken büyünür geç yaşlanılır. Asla uslanılmaz sadece usanılır. Damarlar ateş kırmızısı, ufuktaki atlas yelkenli gemi gözlenir. Sonsuzluğa diklenmenin de bir sonu vardır elbette. Güvertesinde hiç hayıflanmadan matemli çağrılar diyarına şen şakrak gidilir. Hafızada saklı ömrü güzeşte... 


Güz vakti bir başka sevilir herşey. Her seviyle yitik kuşak gençliği tarihe karışır. İsim cisim beğenmezler, er ya da geç şansı yaver gitmeyenler hanesinden düşülür. Sonun başlangıcına güneş kıvılcımlı ölümsüzlük kaydı kazınır. Ve gözlerden akan kanlı yaşlara hapsolur deniz gözlü. Karazıpkalı zıpkın haresi söner. Hal ve gidişin tamamı ay kızıla çalınca adlı kitaba girer. Konu kısmen kıyamet havası, toptan kıyam faslı. Arka fonda aykırılık senfonisi, ömrü güzeşte manifestosu...


Yürekleri dağlar ateş dağları. Zırva zirve buluşmaları değdiği yeri dondurur. Toprak üşür, su donar, akıl bulanır. Buzula çarptığında ayışığı, kızıla çalar köprü altları. Herdem kader çıkmazı, keder fetbazlığı. Ölümsüzlüğe dirilir ömrü güzeşte...


Dem servet, dam kerevet, aka karaya belenmiş bölge varlığa armağan. Voltalar geçkin yaş tesellisi. Tüm enerjiyi tüketir kutlu yas. Gayri ihtiyari fişlenir, karlı dağlara yükselen yürek çıkmazı. Keskin acılar çağlar açar ve çağ kapar. Hep aynı maraton. O yüzden akıl, gudubet günler girdabına savrulur. Mucizenin ucu ölüm olsa bile yar ile nar tanımaz ömrü güzeşte...


Ömür boyu her bahar aynı duygular. Takılır oltaya en güzel şiirler. Şiirsi öykülerle en güzel çocuk büyütülür. Acıklı filmlere birlikte en güzel ağlanır. İyi, kötü, çirkin üçgeninde Jön-dam en güzel sevgiliden ayrılır. Ve bir adım daha uzaklaşılır ömrü güzeşteden...


Karadeniz ömür törpüsü. Aksunun denize döküldüğü yerde mayıs bulutları ateş güllesi. Yangın yerinde çimenler kekik çiği, kalpler kaynar kazan. Sırlar direkt kabristan. Dert kapısını kapatır ömrü güzeşte...


Her bahar defne yaprağına defnedilir anılar. Canlar canı cana latife, sevgi dilinde sevi, bam telinde ömrün özü. Bir avuç saygı için koca bir ömür. Altın boynuzun kıpkızıl sularına serpilir umut tozları. Kızaran mavi atlasa çarpar hasretini mermersi suretler. Süratle birleşir hayaller. Ve buz mavisi gökte ebemkuşağı. Yaşlı dünyaya yaşanmışlık süngüsünü çeker. Ve yaslı ve yaşlı şehirde ömrün son demi, son gayret canan yoluna harcanır. Haliyle harç biter ömür paydos. Öğrenme yaşı ecelle boğuşurken, öğütlerin gölgesinde ömrü güzeşte...


Derdo, deniz derya dağılır gecikmiş bahar meltemi ve darağacında soluklanır ömrü güzeşte...

YOLUN SONU GÖRÜNDÜ...

 YOLUN SONU GÖRÜNDÜ...


On yıllarca  keşkeyle başlayan  ağdalı yazılar yazıldı. Siyasi haritalar oy oranlarına göre allı yeşilli renklere boyandı. Sanki bu kez keşkesi barisi yok. Harita besbelli. Yaklaşan istisnasız isbatsız bir seçim. İmbalans bir seçim. Resmen yolun sonu bir seçim. Zaten şimdiden yolun sonu göründü... 


İki alternatifte de yolun sonu çünkü mevcut iktidarın sınırsız güç kullanımı ve sınır tanımaz söylemlerinden gına artık geldi. Hatta kendi ittifak tabanına yönelik propaganda girişimleri bile infilak düzeyde. Daha haddini aşan üsluplu göndermeler var sırada. Bu katı, sert ve  vahim  saldırgan tutum resmen infıal uyandıracak keskinlikte. Kemikleşen saf faşizan milli cephe operasyonları açıkça.

Sona yakın, son durum tesmen facia...


İktidar ittifakının karşısında bu kez kararlı duruş gösteren bşr muhalefet ittifakı var. Beklenenden geniş bir yörünge oluşturdu. Yani iktidarın reva gördüğü  yüksek gerilim siyaseti sanki bu kez muhalefeti pek yıpratamayacak. Çünkü oluşan güç birliği bu kere iktidarı çarpacak gibi... 


Dip yapmış ekonomi, varı yoğu dibine döken deprem ve sel ayarsızlığı kral çıplak gerçeğini tescilledi. Ayrıca kırın yüzüne maketvari temel atmalar, yaptığından yapamadıklarından utanmazlık ve uluorta mesnetsiz yüklenmeler son düzlükte seçmeni ister istemez muhalefete doğru itecek görünüyor. Yani muhalefeti iyice motive. Bu kez pirince giderken bulgurdan olmayacak misali hazır. Açıkça zıtların birliği motivasyonu. Büyükşehir başkanları da demek ki çalmayınca oluyormuş, yeterli güce ve geniş kitlelere sahip. Hal böyle olunca propaganda süreci resmen başladığında muhalefet arayı daha da açacak. Mevcud iktidarın kullandığı gerginlik dili sandıkta hakettiği karşılığı bulacak...


Gerçekten bu sefer iktidar bilöfleri sanki hiç tutmayacak. Çünkü aylardır resmen öf dedirten günleri yaşıyor millet. Çadır tiyatrolarına uygun ince ayarlı seçim simülasyonları da akla pek işlemeyecek. Sinsi oyunlar sanki bu kez sandıkta muhalefet lehine bozulacak. Yani sonucu ne olursa olsun siyasetle üst düzey uğraşanlar, ikinci yüzyıl başında ders niteliğinde bir seçim yaşayacak. İktidarın kasılma ve hasım yaratma siyasetinden çok usandı herkes...


Sözün özü muhalefet ittifakı seçimin istikametini belirleyecek konuma erişti artık. Özel ve siyasi prensipler bir yana bırakıldı.  Yıllardır seçimlerde sandığa gitmeyen muhalif blok kararsızları bile artık kararlı. Milletin tamamı hemen herkes seçimle yakından ilgili. Yani muhalefet konsolide. Belki de ilk kez iktidar ittifakında vaziyet ikircikli ve karışık...


Karamsarlık ve karanlık istila etti memleketi. Bunca sene ekonomik gerilemeyi hiç hesaba katmayan toptancı seçmen güruhu bile aşırı fiyat artışlarından dertli. Seçmen açıkça iktidarla yol ayrımında. Daha sayılacak bir çok neden var ama en barizi, yolun sonu göründü...


Diğer yandan bu genel seçimler, yeni bir rejimi de önceleyebilir. Yolun sonu sanki şatafatlı saraya değil mütevazı Çankayaya çıkıyor...

26 Mart 2023 Pazar

AKINTIYA KÜREK CEHENNEMEYE DİREK

 AKINTIYA KÜREK CEHENNEMEYE DİREK


Akıntıya kürek cehenneme direk mevsimi

eşyanın tabiatına aykırı ya yol direkt mevlaya.

Önsezi güllesi akacak kan damarda gül

gülüm ecel zapturapt altında.

Kıyı köşe alelacele toplanmış

yüzleri asık kediler sarmış dört bir yanı.

Patlak taban adımladığım haki boşlukta

fareli köyün kavalcısı avare.

Aval şerefsiz şerbetsiz ve korkak

arasokak kedileri sokak sokak...


Akıntıya kürek cennete mendirek mevsimi

silbaştan hiç aldırmadığım yağmurlarla arındım.

Meğer komşu anneler beslermiş yavru kedileri

keçi sütüyle hiç birini ayırmadan.

Ayırdına vardığım avanak almanak avucumda

avlumdan içeri akılsız düşman istilası

bundan kelli avuntu adasında yarınsızım.

Ultra maniaklara sitem yamacımda hazır.

Hızırı gördüm arımdan yandım

yar narına çalkalandım

hu Allah huzuruna dayandım.

Süt kokuyordu gülpembe ağızlar

kırkları elliye ince belliye bağladım.

Oralardayım ama ben bende değilim

benden içeri mayıs ortası yalnızlığı.

Sırı sıcağı bambaşka bir yerleşke

sığınmacılar yerleşmiş kale kapıdan içeri.

Titrer aklım tutuşur aklımın  beyazperdesi

kedigiller ve rengarenk güller yaprak yaprak...


Akıntıya kürek cinnete dilek mevsimi

akakçe çelimsizliği kaosu hortlatmış

akabinde ruh sağlığını köreltmiş.

Arastada körebeyle oynaşır çıkmaz sokak kedileri.

Kendime bizzat güzellik uykusu aranırım

sol yanımdan vurunca asalak yağmur uyanırım.

Yağma çok havayı nema nem kaplamış

ahımı canımı neva dem yumuş.

Kuruntu adasında değme hileci haller

bozgun hüllesi vurmuş dillere.

Dildal dalgalar adam boyu yükseldiğinde

adamlık silme cüce ıskalanır insanlık.

Kedigiller artık kara panter

koyu karanlıkta tavlanırlar ıslak ıslak... 


Akıntıya kürek cehenneme sürek mevsimi

namı nemayı kapmış damlar çöker içine.

Hilal kaşlarını çatar kızılca kıyamet

sağlam kiremit komaz döker dibine.

İşte o an damlar yüreğime  izli mermiler

boyuna adam olmayı özlermişim meğer.

İzinsiz beklentiler izmli umular duvarında

adıma şahsıma beter yalnızlıklar.

Adam sende pek ısrarcı adımlarım limanı

üşüşür yüreğime kırkı kırık düşler.

Üşür beynim üşengeç anılarla

unutulmuş beyliğim düşkünler evinde.

Pişkinler eliyle kaç günlük zirve bu

başa çalınan kaç yıllık ömür zırvası.

Buysa eğer tek kelimeyle hayat 

kıvamı kavram kargaşası

kıvraklık ayarı zamansızlık vurgusu.

Vurgun güncesinin ilk uyarı tümcesi

kedi kaplan döngüsü yalan yavan

yayan dolanırım gülüm aksak aksak...


Akıntıya kürek cehennemden kurak mevsim

sokma akıl çağa çağrıya kulaksız

meğer ne çok arzulanırmış ıslanmak.

Islık çalınca çapsızlığa çarpılırmış nemrut

bir tiz çığlık çınlayınca sisli limana

demir alırmış sessiz gemi adlı izbandut.

Ne ala sensizim artık bir güzel kendimleyim

özümle sözümle iki gözüm.

O kadar özel ki özlemlerim

bu kıyıdan karşı yakayı delice özlerim.

Kıyılara sığınmış şanslı yağmurları

yağan bebek yüzlü şeytanı yutar kediler.

Şeytanir racim

kıyılmış hayatlara rastlarım sokak sokak...


Akıntıya kürek cehenneme direk

takıntıya konak cennete girek mevsimi.

Derdo yorgunum akıntıya kürek çekmekten ama

yine de seviyesiz sever sevinirim

çünkü sonduraktan bir evvel

şeyhsiz şehlasız evsiz evlasız

ayılmışım aykırıca solak solak...

25 Mart 2023 Cumartesi

VEDA DÖNEMİ ARTIK

 VEDA DÖNEMİ ARTIK


Ve ekşimiş renkler öpüşüyor

haraca kesilmiş gökkuşağında.

Canı ağzında cambazla gergin tel arası

kırmızıyla deniz mavi oynaşıyor.

Şemsiye gölgesinde can tatlı mı tatlı

ara gazı uygarlığı ritmik şarkılarla ölüyor.

Titiz uğraşıların canı canısı vurgun yemiş

deniz sıcağına akıyor buz gibi zaman.

Veda dönemi artık...


Öylecene bir işgüzarlık

örümcek kafalılar pazarında bit arayışı

bit pazarında yeniyi bulma yarışı.

Kırk kavalla üfleniyor yakın çağ

asma demir köprüler denize kaynıyor.

Çenebazlar çene çalmak için koyun çobanlarını

tavus kuşu kanadında

ekşimiş renklerin en karasını bulamıyor.

Bol oksijenle güzelleşiyor çam gölgeleri

cam buzlu çınaraltı sarhoşluğu bulanıyor.

Sarmış memleketi bir fiskelik her şey

bunalıyor sararmış renkler. Paramparça uygarlık

tek parça insanlık

semiz beslemeler dünyasına yuvarlanıyor. 

Vurgun yemiş seçmece anılar

cidden veda dönemi artık...


Artısı eksisi akıntıya kapılmış renkler

rengarenk dizilmişler yol üstü

denize doğru yeni yetmeler diyarı.

Çam sakızı çoban armağanı ateşte

ekşimiş renkler cambazla öpüşüyor.

Tel cambazıyla gergin yel ölümüne savaşta

ekşimiş tüm renkler donuk mavi.

Kan tuzlu havagazı duyarlı şarkılarla dirilmiş artık veda dönemi...


Deniz sofrasında altı alem görüntüler tırol yemiş vurgun yemiş

balık hafızalılık ne dönemiyse artık

seçilemiyor zifiri karanlık arkası.

Ardı arkası ne tarlası

dönemiyor görülemiyor ölemiyor canısı.

Ekşimiş renkler pazarında can arıyor cambaz

tel gergin can küskün canan üzgün.

Derdo kayıp giden gezegenler öpüşüyor

ekşimiş galaksiler kuşağında

ve cidden veda dönemi artık...

KOLEKTİVİZM VE KOOPERATİFLEŞME...

 KOLEKTİVİZM VE KOOPERATİFLEŞME... 

 

Kolektivizm ve kooperatifleşme; ekonomik, sosyal ve kültürel gereksinimin ve ortak yaşama özleminin müşterek yapılarıdır. Demokratik kuralların gereğince işlemesi ve işletilmesi için en azından biri mutlaka ve hakkıyla hayata geçmelidir. Aslında hayat gönüllü ve serbest ortaklıklar üzerine kurulmalıdır. Ortaklığa katılım ilkesi ise özerklik veya tam bağımsızlığa bağlanmalıdır. Aksi halde içinden çıkılması çok zor düzenekler oluşur, oluşturulur…

 

Ortaklaşa yaşam cesaret ve uzmanlık, eğitim ve öğretim, bilgi ve bilgilendirme kapasitesiyle ilişkilendirilmedikçe gerçekleşmez. Toplumsal sorumluluklar ve ortaklık ilkesi güdükleşir. Birlikte değer üretmenin birlikte karar almanın temeli bir türlü renklendirilemez. Sığ anlayışlar, köktenci bir duruş ortak yaşama sekte vurur. Ayrıca ortak yaşam iddiasının on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren sosyal ve kalkınma odaklı geliştiği unutturulur…

 

Unutmamak gerekir ki, çıkışın hemen sonrasında ekonomik kalkınmanın, kolektivizm ile kooperatifleşme ile olabileceği görüldü ve netleşti. Diğer yandan demokrasinin, barışın, eşitliğin ve çevrenin korunmasını temel alma gibi düşünsel akımlar bu sayede kendini gösterebildi. Pratiğin ve değişimin özünde yatan ise istihdam yaratma, kıt kaynakların rantabl kullanımı, yatırımlar gerçekleştirme ve ekonomiyi sürdürülebilir kılma ve kalkınabilir bir ekonomi haline getirme temel prensibiydi. Birincil amaç baştan sona yoksullukla mücadeleydi...

 

İşte dünya böyle çalkalanırken, insanlık yararına  gelişmelerden, hızla büyüyen ekonomilerin toplumsal ve sosyal atılımlarından nasiplenmek başta herkesin gayesiydi. Ancak fakir bırakılmaya, gerileştirilmeye, gericileştirilmeye özen gösterilen memleketlerde, milli ve yerli özentisi sahtekarlığıyla yıllarca kooperatifçilik vizyonu, kollektivizm idesi ve ortak yaşam iradesi sürekli tırpanlandı. Yıllar yılı ortak yaşamın etkin ve yetkin sürdürülebilmesi en korkulan unsur oldu. Korkusuz gelişim aralıklarla muhtıralandı, kanlı kansız darbelendi. Üst örgütlenmelere, kurumlanmalara devlet daima kendi ağırlığını koydu. Memleket büyürken devlet küçüldü, küçükken devasa büyük gösterildi...  

 

Üstelik yıllar boyu bu en önemli faktörler yok sayıldı. Dünya ile entegre olmanın doğrusal yolları kesildi. İçte ve dışta ekonomik bağlılığa yollar döşendi ve apaçık vahşi sömürülme benimsendi…

 

Zaten küresel sermayenin tek gayesi ülkeler üzerindeki üretimin her aşamasını denetlemesi ve kontrol etmesiydi. Her şey ama her şey süreci tersine gerçekleştirmek, ebedi egemenlik kurmak içindi. Bu hain tezgaha gaddarca göz yumuldu. Prensip ‘petrolü kontrol eden ulusları, gıdayı kontrol eden insanları kontrol eder’ prensibiydi görmezden gelindi. Tüm üretime, tüm ürünlere koyulan kotalar sayesinde istenmez boyutta birikimler ve dev ölçekli birlikler gerçekleşince, altın çağını yaşayan çokuluslu sermaye darbe üstüne darbe vurdu. Hiç çekinmedi hatta her darbesi fakir memleketlere en az elli yüz yıla mal oldu...

 

Şimdi ikinci yüzyıl başında kooperatifleşme alanında niceliksel sorun yaşanmazken, nitelik sorunu yaşanıyor. Sırf bu yüzden temel girdilerin artan maliyeti şehirde ve kırsalda üretimin yaygınlaşmasının önüne geçiyor. Zaten yıllar yılı ortaklaşa yaşam gereğince işlenmediğinden, belleklere kooperatifleşme yerleşmedi ve kolektivizm sağlanamadı. Bir türlü yaratılamayan sinerji yüzünden; ortak ekonomik yararlar hayata geçmedi. Yaşam düzeyinin yükseltilmesi gerçekleşmedi. Sosyal faydalar sağlanamadı. Haliyle hazırcı ve tüketici toplum oluştu. Yani dünyadaki tarihi gelişimin çok uzağında kalındı... 


Hal böyle olunca nice yabancılaşma yaşandı. Serbest pazar payları ortak yaşamın önüne geçti. Ve gurka iktidarlar yaratıldı. Sonuç ortada...

 

Şimdi ise on yıllardan sonra sanki en başa dönüldü. Neredeyse on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına…

23 Mart 2023 Perşembe

UMUDA YOL HARİTASI...

 UMUDA YOL HARİTASI...


Yaklaşık birbuçuk ay sonra, mayıs ortası yeni yüzyılın ilk seçimi var. Bu seçimlerde karakış ve bahar arasına sıkışan millet, yaşamsal baskının ağır çıkmazında sandığa gidecek. On yıllardır fazlasıyla gerilimli, gitgeli bol, faşizan bir süreç büyük olasılıkla sona erecek. Yani millet dağarcığına işlenenler   sarmalında umuda yol arayacak. Umut yolculuğu kırık dökük başladı. Ancak gözlemlenen odur ki; yaklaşan seçime dönük, mevcudun oransal çarpıtmaları ve muhalefetin kazandım rahatlığı işin seyrini bir anda değiştirebilir...


Mevcudun on yıllardır seçimlerde hiç umulmadık acayip bir atmosfer yarattığı asla unutulmamalı. Muhalefet dökülen ekonomi, yıkıcı deprem ve taşkın sel ile iktidar dibe çakıldı, seçim kolay alınır rehavetine asla kapılmamalı. Çünkü politik küçültmeler, abartılı kritikler, dinci girişimler ve seçimi seçim olmaktan çıkaracak manevralar daha başlamadı. Mevcudun günden güne seçimi bambaşka havaya büründüreceğine, karanlık bir fonda milleti fondiplemeye yönelik hamleleri sıralayacağına hazırlıklı olmak lazım. Çünkü bir kez daha uçuruma ramak kalmış memleketin ve milletin yanıltılmasını, içi dışı boşaltılmış bu  devlet kaldıramaz. Lamı cimi yok hepten batar, engel olmak lazım. Hatta bu seçimin mevcut iktidar tarafından formatlanan ve kazanılan bir seçim olması halinde başa daha neler neler gelebileceğinin iyi anlatılması lazım. Dibin dibinde bir memleket, millet çıplak gerçeği gördü demekle olmaz. Durum, alternatif

durum, yeniden kurulum ve sunum incelikle hesaplanmalı. Hesaplarda tam tutmalı. Aksi halde yine atı alan tekerlemesi dillere pelesenk olur...


İlerki günlerde mevcut iktidar elbette akla gelmez safsatalara sığınarak, çarpık düzenin devamına dönük sistematik kodlamayı devam ettirecek. O yüzden probaganda bombardımanı ve karşı probaganda sürecine etkin ve yetkin hazırlık şart. İvedilikle manasız, kirli ve kinci gayretler ile karakter zayıflıkları açığa düşürülmeli. Açığı kapalısı millet karar verecek ama kararsızlığa kapı aralayacak, açık gizli politik toptancılık zaafına da düşülmemeli...


Diğer yandan bu seferki yarış sinir ve sihir dayanmaz ölçülerde cereyan edecek. Yüksek kondisyon ve koordinasyon şart. Çünkü resmen fukaralığa sürüklenmiş ve görmezden gelinen milleti bu boş verdimci zihniyetin zulmünden kurtarmak için bu seçim son şans. Yani milletin varı yoğu, geçmişi geleceği bu seçim. Eğer ikili ayaktan ikisinde de tablo muhalefet lehine ciddi boyutta değişmez ise durum çok vahim. Milletin gerçek ötesi davrananlar, aksi bilinç, acı reçete ve türlü ilenç sarmalında bir beş yıl daha dayanması zorun zoru. Devletin hali ortada...


O yüzden seçim sonrasına dönük güncellemeleri şimdiden yapmak en doğrusu. Günler hızla su gibi akıyor. Sudan sebep suya sele kapılmamak lazım. Hemen seçim ertesinde ben demiştim, ben söylemiştim faslı kimseye fayda getirmez. O nedenle hayallerin ve beklentilerin kiminle gerçek, kimlere gerçek veya kimlere hayal olduğu dosdoğru saptanmalı. Millete doğrular doğru kalıplarla anlatılmalı. Seçim sonrası geçmiş olsun Türkiye veya teşekkürler Türkiye ikileminde dağılmamak için masacıların artık havanda su dövmeyi bırakması gerek. Çünkü özellikle kimyası ve coğrafyası dağılmış bölgelere daha bir özen gösterilmeli. Acı tablo salt seçim yatırımı maksatlı masaya yatırılmadan,  analizler ve istatistiklerle milletin önüne bir bir koyulmalı. Öyle kıyı köşe saklanan iktidar partileri ve basmakalıp particileri tek tek deşifre edilmeli. Millet yararına projelerle paralı gurka seçim dizayncılarına günleri gösterilmeli. Seçim metre keskin viraj ve dönüm noktası arasına kurulmalı duvara toslayanlar cezalandırılmalı. Yıkılmaz görünen krallığın yaprak gibi sallandığı ve bir üfleme uzaklığında olduğu millete iyice hissettirilmeli. Yoksa her şey eskisi gibi eski tas eski hamam devam eder. Sonra hiç umut kalmaz, umuda yol bulunmaz...


İkinci yüzyılın ilk seçimine yaklaşık birbuçuk ay kaldı. Son olmasın babında umuda yolculuk başladı...

SOCİALİZM GÖLGESİNDE...

 SOCİALİZM GÖLGESİNDE...

 

Yüz yıl önce, yüz yıl sonra…

 

Tam yüz yıl öncesinde özgür devletler kurulmasına yönelik ilk adımdı sosyalizm...

 

"...hoch der Weltsosialismus..."

 

Emperyalizm müşterek darbe prensibiyle yıkılmalı, sosyalizm dünyaya yayılmalıydı. Bütün devrimci girişimler desteklenmeliydi. Bir ara karakalpaklar bile kızıla dönmüştü. İşte o dönüşüm İstiklal Harbi'nin kazanılmasına derkenardı. Kısa bir ara yerli yersiz dillerde, zihinlerde dolaşan moskof gâvuru argümanı ertelendi. Kısa bir süre komünist parti kurulmasına dönük izinler bile çıktı.

 

Bolşevik İhtilali sonrası Sovyet hariciyesi ile muvaffakiyete ilişkin anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmalar neticesinde milletin ve memleketin bağımsızlığı için maddi manevi destek gerçekleşti.

 

İşler bir yere kadar umulduğu ve istendiği gibi seyretti...

 

"...prolatarier aller Lander,vereighnight uch..."

 

Tam yüz yıl önce özgür bir memleket kurulmasına, sosyalizm desteği hiç yadsınmadı. Nasıl ki Çanakkale'de direnilerek, Sovyet sisteminin kurulmasına olanak sağlandıysa, karşılığı komunist yardımlarla yedi düveli hezimete uğratarak ve küllerden bir devlet kurararak alındı. Dönem itibariyle sıkı ilişkiler hiç yadırganmadı. Sonradan değişti her şey...

 

Her şey sonradan. Haksız yargılama heveslileri tarihten bir haber, yana yakıla dertlendiler. Sosyalizme düşman kesildiler...

 

"Üçüncü Enternasyonalin Anadolu Hareketi'ne yardım etmesi kararına, Bakü kurultayı yeni bir şeyler eklemedi. Ama şark milletlerinin mümessilleri huzurunda Anadolu işçi ve köylülerini müstakil teşkilat ile düzenli toplanmalarını tavsiye etmişti..."

 

Yani " Hariçte ve üçüncü enternasyonale bağlı kurulan yirmi otuz üyeden oluşan Mustafa Suphi reisliğinde komünist parti etrafında birleşmeleri istenmişti. Bu amaçla Mustafa Suphi Anadolu'ya geçmişti..." Geçişi var, gidişi meçhul...

 

"...Bütün dünya proleterleri birleşin..."

 

Tam yüz yıl önceydi; " Komünizm cereyanının memleketimizde revaç derecesi hakkında, Rus mahfilleri ile yaptığımız temaslardan ve bu esas dâhilinde hazırladığımız rapordan bahseden mektubunuzu aldık. Memleketimizin bugünkü vaziyeti ve mevcut şartlar bu teşebbüslerinizi uygun gördürmeyecek bir manzara arz etmektedir…”

 

Elbette uzun uğraşlar neticesinde özgür devletler kurulmasına dönük Sovyet Sosyalist desteğinden yararlanıldı. Koordineli ilişkiler kuruldu. Uzun soluklu olmasa da dünyanın yarısından fazlası sosyalist oldu.

 

“Yaşasın Dünya sosyalizmi…”

 

Öyle ki; “Millet ve memleketin bağımsızlığı prensibini maddi ve manevi şekilde kendine görev sayması ve geçen sene zarfında Rusların eğilimlerini ve her türlü yardımlarını temin için müsamaha gösterilen komünizmi temsil eden her türlü teşkilat ortadan kalkmıştır. TKF fesholunmuş ve memlekette komünizmi destekleyen, temsil eden resmi özel hiçbir teşkilat kalmamıştır…”

 

Tam yüz yıl önce özgürleşen bir devlet sosyalizme borçludur, devletliğini...


“ Sovyet Rusya davamızın muvaffakiyeti için bize yardım eden bir hükümet olmaktan başka Ruslar, Doğu manzumesin de bizim devamlı dostlarımız olarak görmeyi temenni ederiz…”

 

Yani bir dönemin Sovyet Rusyasını, Sosyalist Rusya'yı…

 

Tam 100 yıl sonra dünya vahşi kapitalizmin gölgesinde, Sosyalist ilkelere sarıldı sarılacak...

MEVCUDUN TÜRKİYE’Yİ YÖNETEMEMESİ ÜZERİNE TEZLER 1-NEREDE BU DEVLET?

 MEVCUDUN TÜRKİYE’Yİ YÖNETEMEMESİ ÜZERİNE TEZLER 1-NEREDE BU DEVLET?


Yürütme ile yargı, hukuku ve adaleti temsil eder. Devleti…


Yürütmenin bir öncesi seçimdir. Asla temsili tiyatral olmayan, aslı hak ve adalet çerçevesinde yapılanı. Ayrıca seçimleri yürüten bir yüksek kurum ve başı vardır. Bazen emekleri ziyan eden. Hem de onca şaibe söylentilerine, asker uğurlama yanıtı verilen; ‘en iyi seçim, bizim seçim…


Yargının bağımsızlığı ise bir başka muamma. Baştan bağımlı hale getirilerek bitirilen, tel tel dökülen, iyice pespayeleşen mahkemelerden, peş peşe ucube kararlar kamuoyuna yansıdıkça yanlılık. Devlete sızmış veya sızdırılmış, sızıntı dinci örgütün tescilli haline benzer durum. Hatta karşıtlarına ceza. İşin özü, mevcut iktidara muhalefete, kınama cezası babında ikaz. Skandal, darbe girişimcisine verilen müebbeti bozma. Resmen affetme. Hemen ardına, tekrardan tutuklamalar. Unutulmamalı hiç biri resmen Hukuk garabeti.


Resmen adalete güven kaybı… Nerede bu devlet? Devlet kayıplarda…


Kayıplarda çünkü dinci metot elekten geçirilip, el alem boyutunda devlet elektronikleştirildikçe, sevicisi yarıladı, seyircisi de azaldı. Oynanan oyunların ana nedeni bu. Mozaik taşlara çarpan tatminsiz dalgalar duyulmaz sanılıyor. Allahtan başkasına eğilmezlerin, arsız düzeni günü gelip yıkacağına dair korku da bir yandan. Onun için üç otuz paraya satılıyor düşkünlük. Emeksiz adamdan sayılmalar. Emekli olunca da küçük bir sahil kasabasında küçük hatıralar, akla karalamalar.


Küçük anılar ama devlete vebali büyük. Nerede bu devlet? Devlet kayıplarda…


Milli dini tezgâhlarda, yerli güdük kafalıların uydurmalarıyla, uydulaştırılanların arzuları ve zayıflıklar, cahil cühelalarca ileri sürülen balonu patlak darbecilik eninde boyunda netleşir. Hain patlamanın topluma yansımaları, yerli ve milli korkular da. Nice eğerler, boş değerler peşinde toptan berhava olmalar. Ve keşkeler de. Tüm çırpınış ve çabalar nafile.


Çünkü direkt aykırı ve çaprazlama sorulara verilen yanıtlar, direkt veya endirekt de olsa dini örgütlülüğün ağa babasına sırnaşır. Terörcü dinciliğin telaşı da yargıçlara sirayet eder. Bu lafta dincilik ve sıkışmış, dibi başı oynar kadılık, edep yahu serzenişlerini bile suçların şahı sayacak düsturda işler. Destur öyle yetiştirilmişlik. Ve serde bunca zaman dokunulmamış, beslenmiş üçlü çete girişimi. Çetelesi belli bir karar daha verilir, ortalıkta salınma. Suçluya elini kolunu sallayarak dolaşan suçlulara, tavırlanma ve edalanma hakkı…


Devlete büyük vebal yükleyecek adaletsiz kararlar. Karar bir yana üçlü kalkışmaya tayin rahatlığı ve devlet ayıbı…

 

Nerede bu devlet?  Nerede bu millet. Nerede adalet?


Resmen imansızlık ve limansızlık. Hırslı dalgalar ile dalga kıranların kendi üslubunca birbirini eritmesi. Malen ve manen eğitilmenin sonu. Madden kırık dökük dinci hayallerin batışı, mağara kapılarına dev kayaların tesadüfi denklenmesi. Uğrulara uyduruk manzaralar. Manzara beğenilmeyince başka uğraklar. Kusurla uğrayanlara soru siz Allah bilir misiniz? Yanıtı, Nerede bu devlet?  


Seçimli seçimsiz, asıl yürütülen unutmak veya unutturmak çizgisi. Üstü çizilen, ortak akıl. Ortak aklın kullanılma süresini geciktirme, iktidar kaybını bir süre daha erteleme. Emekli veya emeksiz tutsak irade…


Ancak gün geçtikçe geçti ve yerel akımlar genleşti. Tüm eksik gedikler ortaya döküldü. Gereksiz tapınmalar açıkta kaldı. Jimnastik ehlinden sayılma güncellemesi, halis genleri de bozdu. Moral değerler çöktü. Sessiz sarhoşluk ayılma aşamasında kıpraştı. Ortaklık kayıtlı oynaklığın ulaştığı ciddi boyut, belirsiz kavgalar ve savaşa savrulmalar ayyuka çıktı. Bin bir gizem ve temkinsizlik de. Alınan tek tedbir, atılan tekbir makamsızlaşmamak için.


En Üst Makamdan, Nerede bu? cevabı; …“Onların öyle kalpleri vardır ki anlamazlar. Öyle gözleri vardır ki göremezler. Öyle kulakları vardır ki işitemezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha şaşkındırlar. İşte bunlar hep o gafillerdir.” … Tamam da nereye kadar? Mevcudun Türkiye’yi Yönetememesi Üzerine Tezler Bir’lemeye devam. Sonuna kadar…


Soru belli, Nerede bu devlet? Nerede bu millet?

KIZILA ÇALAN ACABA ŞİİRİ

 KIZILA ÇALAN ACABA ŞİİRİ


Kızıla çalan gözyaşları büyür ay ışığında

naçar çarkıfeleğin içine dışına usulca.

Suskun doğa uyanırken kaygılı acabalı

kırmızı karanfiller fısıldaşır yeni günle.

Enine boyuna üç fidanla canlanır sevisi aşkı

her dingin akşam üstü

usa vurur şavkı silme gökkuşağı.

Deniz kabuğunda direnir doğanlar

geceyi boğar dört duvarsız dalgalar. 

Her suskun gece yarısı

yaslı kalpler kürek çeker okyanusa. 

Acaba diyen şiir dizeleri saklı

kızıla dolan gözyaşlarında…


Kutlu davete ses sima nar ilanıdır

ay yüzlü göz nuru şiirler.

Şair dizeleri kesik naralı duyurgan

zihni kamçılayan asla durdurulamayan. 

Şiirsiler güvercin kanatlı aslan

yakılan yasaklanan nevruz nakaratlı

tekdüze günlerde yankılanır sonsuza.

Utkulu haykırıların deminde harlanır şiirsiler

kora düşmüş gözyaşıdır her harfi.

Ne devasa haykırışlardır derlenenler

her biri kıskanç çağ şairlerine şimendifer.

Yoldan çıkanlara alacakaranlık arası

kömür karası gözlerde nem bırakan gönül yarası...


Yosun gözlerde sonsuz damlalı kanlı yaş 

durulan gençlik illa ki aşka gelmişçesine asi.

Bal köpüğü köpüren sular

huşu içinde dibine dökülen şelaleler 

hep aynı ahenkli haykırış. 

Hay canına ot bütün acabaların

od ocak ala karlı dağların

bütün suç ‘yarın yanağından gayrı’sını öldürenlerin...


Acaba pınarında acıklı gerileyiş

silme çaba şiirsi yansımalar

esin destekli yangını yansıtmalar.

Bent vurulan nehirler gün olur taşar

kızıl renkli ses bulutları

kurumuş çarkıfeleğin çarkına çarpar

kararınca dağılır karanfil kokan dağlara.

Duygu diyarını salt gözyaşı besler

karanfil kokan yüzyıllık sevgiler

yaşatır acabalı bol soru işaretli anıları…


Gözyaşları bezeli sararıp düşen yapraklar

kırılgan narin tenlerinde ilkyaz

gözlerde kızıla çalan yaş

bitmiş varına yoğuna zarar sonbahar. 

Şevkle şakıyan meltemler yaz sıcağına şiirsi 

sığınılan yok oluş girdabında var oluş panayırı.

Derdo yetişmek için aşıklar şahına

kızıla çalan geceler büyür gözyaşlarında…

MEVCUDUN TÜRKİYE’Yİ YÖNETEMEMESİ…

 MEVCUDUN TÜRKİYE’Yİ YÖNETEMEMESİ…


Tarihte çığır açan devrimlerle ‘Ulus Devlet’ olunur. Devlet, güçlü bir lider öncülüğünde kurulur. Yani her Ulus Devletin özünde bir kurucu millet ve kurucu mitos söz konusudur... 


Kurulan devlet demokratikleşmeye ve  modernleşmeye koşut halk bütünleşmesinden beslenir. Veya devrimci bir kurtuluş mücadelesidir ana kaynak. Eğer on yıllarca övünülen kurucu mitos olmaz ise hele tam bağımsızlığın tesisi için uğraşan bir ulusal kahraman bulunmaz ise zaten demokratik devlet olunamaz. Ayrıyeten devlet olmak bir yana ulus olmaya bile bazen ortak coğrafya, kültür birliği, dil ve din birliği de yetmez. 


Ulus devlet olmak, dünya tarihine damga vurmuş kalıcı devrimlerle olur. Ulus devlet ancak kurucu mitosun sağlam karakteriyle karakterlenir. Alametifarikası ise uygarlaşmadır, medeniyettir. Hedef muasır medeniyet seviyesidir... 


İşte böylesi ulus devletleri diktatöryaya veya dikta rejimlerine yaslamak veya öyle böyle diktacı hevesle diş göstermek küresel dünyanın bin bir türlü oyunlarından biridir. 


Bu yerli işbirlikçi, milli destekli oyunlar devlete millete büyük haksızlıktır. Topu sistematik kaoslarla, siyasal düzen dizaynına atılan kanlı çengeldir... 


Çengel atılır çünkü zokayı yutan ulus devletler, büyük sermaye ve yerli işbirlikçilerce anca bu sayede sömürülebilir. Yine de arzulanan oranda sömürülemezler çünkü ulus devlet aşırı sömürüye engeldir. O nedenle bir şekilde mutlaka yıkılmaları arzulanır. 


Yekpare yıkım içten dışa planlanır. Dıştan içeri dayatılır. Ve biri allanır pullanır lider yapılır. Kurgusal lider yaratılır. Yaratıyla birlikte ulus devlet demokratik bir düzen öngörmüyor diye alt edilir. Yerine kurgulanan sistemin daha klasik despotizm dayatacağı da saklanır.. 


Yani büyük sermaye el birliğiyle yıkılan ulus devletlerin yerine politik teorisi olmayan, dünyada yeri yurdu kalmamışlara küresel dayatı devletçikler oluşturur. Kurdurur. Özel yetiştirilmiş lider vasfında, sırf rezervasyona tabi ve ancak eline tutuşturulan reçeteleri uygulayan bir önderlik anlayışını hayata geçirecek iktidarlara kapılar aralanır. Kendi döneminde çığır açan devrimleri gerçekleştiren demokratik modeller işte bu karşı devrimlerle yıkılır. 


Zaten karşı devrimci lider ve avanisinin yaşam öyküleri irdelendiğinde, kolayca işin iç yüzünün farkına varılır. Atılan ilmekler asla birbirini tutmaz ama tutkuyla tapılan sökük dökük, toplanma kampı piyasacılığıdır. Başa geçişler sözde ilahi ama bu dünyalık gizli bir elin dokunmasıdır. Bayat başbuğluk ve temel reisliktir. Bu yetersiz beslenme millet üzerinde kısa süreli tutar. Tutarsız var oluşlar ve yok oluşlar da resmen Ulus devlet kavramına ihanettir. Tüm yapılan edilenlerin bedeli ise öncelikle bu dünyada ödenen, cezası bilinen gerçektir. 


Dünya ölçeğinde ulus devletlere yapılanlar başta zamanı denk düşürüp kurucu milletine ve kurucu önderine kadar dil uzatmadır. Bir adım sonrası ise uzunu kısası Ulus Devletin içten içten kendi kendini yer bitirir hale getirilmesidir. İçindekiler, içindekileri kusarak çok uluslu ve uluslararası sermayeli kumpaslara zemin hazırlamaktır. Zaten büyük sermaye eninde sonunda gelip her şeyi toptan yutacaktır.


Oysa ulus devletler kendini kuranları ve temel kuralları, kuruluş aşamasında canlarını feda edenleri hiç unutmamalıdır.  İlelebet var olabilmek için unutmak tercihi yoktur seçeneklerde. Ulus devlete inananlar ve idarecilerinin beyninde hep var olmalıdırlar. Çünkü var oluşun yegâne nedeni onlar ve temeli de millettir.


Hak, hakikat ve gelecek kaygısı ile devrimleri ve devrimcileri anmak ve de anlamak denilenin aksine asla bir kutsama değildir. Kutsama ötesi hayata geçirilen değerleri, kutlu ve mutlu izleyicilikle devrimci bir role bürünmedir. Batmayı önleyemeyen ve bölünmeyi özleyen rol modele ise direniştir...


Ancak gün gelir tüm bu teorik yapılanma ve pratiksel karakter sert ideolojik ayrımlar öne sürülerek bozulur. Farklı farklı sudan sebep olayların şekli şemali ile oynanarak iğreti iddiaya malzeme yapılır. Kurucu ayarlar bozulur. Kurulu sistem dünyada hiç örneği bulamayanlarla kıyaslanır ve yerden yere vurulur. Ağdalı bir taraftarlık yaratılarak sömürgecilik batağına saplanılır. Antik söylemlerle yeni öncüller ve yerel ayrılıklar planlanır. 


Büyük sermayenin programladığı, istenen ve beklenen sonuç işte budur. Temel içgüdü, ezici itirazlarla hiç karşılaşmadan ulus devletlerin diz çöktürülmesidir. 


Aslı astarına aldırılmayınca da devlet içten içe çöker. O yüzden tarihte çığır kapatacak bir sona doğru sürüklenen memleket erken veya baskın seçimlerle asla kurtulamaz. Çünkü beklenenin aksine Ulus devlet inancını pekiştirecek bir tabela da gerçekleşebilir. Millet ve memleket, başına örülecek çorabın ve gelmez denilen geleceklerin farkındalığıyla keskin tavır alabilir. 


Yani gerekçelerini herkes kendine göre ve tartışılabilir biçimde ortaya koyabilir. Burada tek tartışılmaz gerçeklik iktidarın, artık Türkiye’yi mevcudun yönetmemesi gerekir bağlamında düşünen çoğunluğa geçebileceğidir. Yani ulus devletin devamına kararlılığın tesciliyle. 


Çünkü çığır açanların çağı kolay kolay kapanmaz. Kapatılamaz…

ÇANAKKALE 18 MART ZAFERİ…

 ÇANAKKALE 18 MART ZAFERİ…

 

Çanakkale 18 Mart zaferi; millet memleket sevdasıyla göğüs göğüse çarpışarak, pik yapan aşırı milliyetçiliğe ve sömürgeciliğe atılan en okkalı tokattır. Tarihte emperyalizme aşkedilen bu ilk tokadın sırrı, tekmili birden tek cümlede saklıdır;  “Dur yolcu, Çanakkale Geçilmez…”


Tam yüz küsur yıl önce, bin yılların en büyük siper savaşında 19. Tümen ve Anafartalar Grup Komutanı Mustafa Kemal, Mehmetçiğe süngü taktırıp; “Ben size taarruz değil, ölmeyi emrediyorum...” sözünde saklıdır kutlu zafer...


Zafer ötesi bir ölüm kalım savaşı, kanın son damlasına kadar varoluş mücadelesidir Çanakkale. Truva’nın intikamı peşindekilere kazanılan anlı şanlı zaferdir. Öyle böyle değil yedi düvelle göğüs göğüse kapışmadır. Zaferin öylesine, minber vaazlarında cemaatin zihnine nakşedilen, hutbe kürsilerinde vazedilen gibi yeşil sarıklı, duman yüzlü, ak sakallı, eli asalı, itikadı esaslı, gözle görülmez ve dahi herkese görünmez bindirme kıtalarla veya uyduruk vesternvari  şeriflerle kazanılmadığı açık ve nettir...


Tarihi kayıtlara göre Çanakkale’de yüzbinlerce vatan evladı şehitlik şerbeti içerek toprağa serilmiş ama vatan toprağına geçit verilmemiştir. Boğaz üzerinden memlekete melun geçiş, emperyal istilacılarla boğaz boğaza vuruşularak engellenmiştir. Bu çıplak gerçeklik haybeden menkıbeler uydurularak, heybeden hurra hurafeler çıkartılarak asla bir yerlere ilişkilendirilemez. Millet bu konuda asla işkillendirilemez. Çünkü Çanakkale Mehmetçiğin al kanları ile sulanmış, eli kınalı koç yiğitlere toplu mezar olmuştur.


Olmuştur ki; “Geldikleri gibi giderler…” sözü doğrulanmıştır. Bu söz üstüne söz olmaz; “Geldikleri gibi gittiler. Bir gün şafakla topraklarımıza, insanlarımıza ve mukaddesatımıza saldırmışlardı. İçlerinde nereye, niçin geldiğini bilmeyen masum zavallılarda vardı. Haçlı ruhunu yüreğinin derinliklerinde gizleyenler de. Bir süre sonra savaştığı insanlara saygı duyanlar da oldu, kafataslarını memleketlerine kadar götürecek kadar nefret edenler de... Zafer kazanma arzusuyla toprağımıza ayak basıp arkadaşlarını, ayaklarını, kollarını ve canlarını burada bırakıp, utanarak gittiler...”

 

Elbette kolay  kazanılmadı Çanakkale 18 Mart zaferi, siperlerde ve barikatlarda, denizde ve karada, aylar yıllar süren dişediş, korakor, kanakan kutlu bir direniş yaşandı. Tam yüz küsur yıl evvel yedi düveli hizaya çeken kutlu isyanın ateşi yakıldı. Kurtuluş ve tam bağımsızlık odaklı kutsal isyanın ve yeniden kuruluşun ilk kıvılcımı çakıldı...


Çakmak gözlü Kurmay Albay Mustafa Kemal, emperyal kurguyu bozmak için 10 Ağustos 1915 gecesi saat 04.30′da Conkbayırı’nda taarruz emrini verdi. Süngü harekâtını tepe üzerinden izlerken çok yakınında patlayan mermiden seken bir şarapnel parçası göğsünün sol tarafına çarptı. Mustafa Kemal, kalbine isabet edecek şarapnelden cep saatinin kalkan olması sayesinde kurtuldu. Ve o sayede bir millet kurtuldu, bir memleket kurtarıldı…

 

Eyyamcılar taifesinin pek arzulamadığı hatta için için hayıflandığı mevcut durum gerçekleşti. Emperyalist ittifak ne yaptıysa yaptı, dünya karması ordularıyla dahi Çanakkale’yi geçemedi. Yüz küsur yıl sonra cüppeli güruh hummalı tariflerle tarihi sulandırmayı vazife edinse de boş. Boş çünkü tarihin yaman yazıcıları ve tarih yapıcıları vaktiyle Çanakkale 18 Mart destanını tarihe dipnot olarak düştüler...


Çanakkale 18 Mart zaferi, o şanlı zafer, o eşsiz destan resmen işte böyle yazıldı; “Karşılıklı siperler arasında mesafemiz sekiz metre. Yani ölüm kesin. Birinci siper dekiler hiç kurtulmamacasına hepsi düşüyor, ikinci siperdekiler onların yerine giriyor. Fakat ne imrenilecek bir soğukkanlılık biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakika sonra öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, hayrete ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Savaşı’nı kazanan, işte bu yüksek ruhtur…” 

 

Asil ruh gerektirir tarih yazmak; "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazanlar, yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtacak bir nitelik alır." Asla şaşırtıcı olmayan bir başlangıçtır Çanakkale 18 Mart zaferi. Zaferle birlikte Mustafa Kemal’in kısa zamanda Gazi ve Atatürk olacağının ilk işaretidir Çanakkale. Kurulacak Cumhuriyetin tescillendiği yerdir. Şanlı tarihe antiemperyalist başkaldırının resmen işlendiği andır. O an ki bir milletin kaderini tayin eden andır. Ve “Çanakkale geçilmez” ana başlığında tarihe eklenen şanlı bir destandır bu kutlu zafer... 

 

Destanın en başında birleşik emperyalist güç donanmaları “Denizlere hâkim olan dünyaya hâkim olur” savıyla 3 Kasım 1914 yılında Çanakkale boğazı açıklarına demirler. Kıyasıya Deniz savaşı 18 Mart 1915’e kadar sürer. İstilacılar emellerine denizden ulaşamazlar. Emellerine denizden ulaşamayacaklarını anlayan emperyalistler, kara savaşı başlatmak için 25 Nisan 1915’te alacakaranlıkta Gelibolu yarımadasına çıkarlar. Her dinden her milletten toplama askerlerdir karaya çıkarılanlar. Böylece 9 Ocak 1916 yılına dek sürecek mesafesi dokuz-on metrelik siper savaşları başlar.  O savaşlar da küllerinden doğacak bir devleti muştular ve muştu mutlu sona evrilir, gerçeğe dönüşür...


Anlı şanlı 18 Mart destanı kara yazgıyı değiştirmiştir. Bu zafer; “Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve başka komutanlar geçebilir...”diyen o “Büyük Kurtarıcıyı” bu millete armağan etmiştir...


Zaferle asla kibirlenmeyen, ilelebet unutulmayacak ulu sözler dökülür nutukdan; ”Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanının toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz! Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır” 

 

Çanakkale 18 Mart zaferi, Emperyalist paylaşımcıların son ayakçısının da İzmir Karşıyaka’dan denize dökülmesiyle tamamlanır...


Tam yüz küsur yıl sonra, ağır kusurların çoğaldığı dünyada yine yeniden Çanakkale 18 Mart ruhu şart. Şarktan garba, kuzeyden güneye millet memleket aşkına...

ZAMAN VE MEKAN ALGISI

 ZAMAN VE MEKAN ALGISI


Zaman ve mekan algısı zayıflığı, fuarlık fasit daire baskısıdır. İzlemlenilen ise soyut kavramların belli belirsiz üst sınırında, baskın boyutlu ölçü karmaşasıdır. Faşist çemberde kalakalmışlığa denklik ise kuru gözlem kargaşası. Zaman tünelinde dilimlenen vakit, zalim zaman arbedesinin güçlenmesidir. Resmen bir kez daha kitaplara geçer tüm algı operasyonları...


Kitaplı kitapsız zamanlı zamansız tüm haklı eylemlerin ilk belirtisi geçmiş zaman kipine bağımlılıktır. Şimdiki zaman ise  olası geniş zamanlı geleceksizlik. Zaman kavramı kaydı, geldi geliyor gelecek olan emaresiyle taçlanır. Kitaba hasret hararetli hayatın belli dönemlerinde kendine özgü özellik aniden başgösterir. Özellikle akordu bozuk zaman parçasında mekansızlık tesellisi tüm fuarlara saçılır...


Zaman akortsuz olunca mekan akustiği akla zarar bir sistematiği tesciller. Zaman mekan gerçekliğiyse sessiz dünyaya ses ve ruh, resmen düşünmeye davettir. Varoluşun temeli dil ve dili anlamak ise eğer kitaplar pencerenin dışına yığılması zor sağır mekanlar ve içindeki kör duvarları bünyesinde barındırır. Yani zaman aralığı belli zaman algısıyla kesif dönemlerde dehşetli metaforları keskinleştirir. O yüzden asıp biçerek prgramlanan zaman ve mekan kurgusu asla masum değildir. Umut nasıl ve nereye eklemlense de kapalı kapılar açılmadıkça, her kutsanan mekan düz mantığa göre ataerkil ideolojiyle geleceğe taşınır...


Taşkın görüntüde ise her türden yasal evlilik resmen evsel köleliktir. Yani mekansal kısıtlamalar iktidar sahiplerinin özlem ve gereksinimlerine dönük dayatmadır. Böylelikle mekanlar da cinsiyete göre kodlanır. Ve kendinden korkan kitaplar resmen korku edebiyatına hizmet eder. Dünyalar ruhsal gelgitler çerçevesinde karanlık mekanlara hapsolur. Ve mekansal adalet kaybı dünyayı değiştirme isyanını da ağırdan tırpanlar...


Toplumdışı davranışların doğallaştırıldığı forslu mekanlar, denetimin kimde olduğuna bağlıdır. Disiplin değersizleştirilince somut gözlemler, kısır çatışmalar ve dıyarsız dalgalanmalarla imgeleştirilir. Ve yıllar yılı normalleşildi sanılır. Oysa rasyonel normlar bir yana bilinmezin bilinmesine yönelik her akıl sonuçta hayal kırıklığına uğratır. Mutlak mekana dair tüm yazılı beyanlar zihindeki zamansal ilişkiler ve eşleştirmelerle kısırlaşır. Sözlü aktarımlar ise salt düzenle sistematik yakınlık kurma çabası tezgahında kalır...


Bu denli çağsız çapsız yalpa kendine özgü eğilim ve yönelimlerle sakıncalı yorum yapmayı güdüler. Ve kitaplarla doğrudan iletişim bozulur. Kitaplarda ve hayatlarda büyük boşluk doğar...


Hiç bir kitaba sığmayan bizzat algı körleyen zaman ve mekan köleliği asla çok uzakta olmayan sırdır. Sıralı sırasız sıralanır. Somutlanabilir fark ise anca herkese açık hitap ve kısıtlanmamış kitap fuarında anlaşılır...

12 MART, BİR MUHTIRADAN ÖTESİ…

 12 MART, BİR MUHTIRADAN ÖTESİ…


Ziftin peki kara tarih, 12 Mart 1971. Tarihe yazılan asla unutulmaz roller ve isimler. Bir yanda geleceği aydınlatan isimler. Diğer yanda hiç anılmayan, hiç de anımsanmayan bazı isimler. İşte onlar bir muhtıradan ötesini yarattılar...


Bir muhtıradan öte 12 Mart, ilerici, devrimci, yurtsever ve aydınların üzerine karabasan gibi çöken, faşist bir darbedir aslında. Ve o adi faşist darbeciler dönem siyasilerini, meclisi ve senatoyu çok iyi kullandılar. Tüm faturayı da 25 yaşlarını süren üç öğrenci lideri gence çıkarıp, açık hesabı kapatmaya dek hiç durmadılar. Gel gör ki o açık hesap hiç kapanmadı. 


Faşist 12 Mart’ı acımasızca peydahlayanlar ilahi adalet gereği, ölümü en acısından tadarak, yutamadıkları lokmalar boğazlarına takılarak cehenneme göçtüler... 


Jenerikte çok isim aktı ama Onlar, özellikle de o üç isim hiç unutulmadı ve unutulmayacak. Denizler, ebediyete dek anılarda yaşayacaklar...


Onlar, kazara solan kasten soldurulan o nadide çiçekler her fidanlıkta gömülü-gizli ve yasaklığı uydurma hakiki kitap sayfaları arasında ilelebet yaşayacaklar…


Nice destansı ve dokunaklı 12 Mart yazısı kaleme alınmıştır mutlaka. Çünkü isimler hafızalardan silindikçe hafiften çıplak kalır yazı. Herşey tüm çıplaklığıyla anımsandıkça gün görmeyişin yazılara ektiği tohum yeşerir ve nesilden nesile uzanan bir başyapıta dönüşür. Acılar bir kalemde tazelenir. Yazgı buymuş denilmeyip yine yazılır...


Gaye bu keskin acıyı isimleştirmek, cisimleştirmektir sadece. Listeler dolusu isme, isimsize lanet etmek ve saygıyı hak edenlere istimli-isimli bir esas duruş göstermektir mesele...


Kutlu kutsallara kanlı vahşetin kirinin bulaştığı gün, 12 Mart 1971 saat 13.30. Timsali emsali çürük tecelli, Cuntanın başı Memduh Tağmaç ve Kuvvet Komutanları Faruk Gürler, Celal Eyiceoğlu, Muhsin Batur imzalı “12 Mart Muhtırası” nın radyoda okunmasıyla başlar faşizm faslı. Ve insanların canına okuyan, dünyanın dört bir yanında tezgahlanmış darbelere özgü saçma sapan dönem vaatleri dökülür satırlardan.


Resimsiz ve yorumsuz, resmi kayıtlardan;


“ Parlamento ve hükümet süregelen tutum, görüş ve icraatıyla yurdumuzu, anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirmemiş olup TC’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.


Türk milletinin sinesinden çıkan TSK’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek, mevcut anarşik durumu giderecek ve anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.


Bu husus süratle tahakkuk ettirilmediği takdirde TSK, kanunların kendisine vermiş olduğu TC’yi korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize.”


Yıkımı başlatan o günlere gerisingeri bakarkör gibi olsa da bakılmadıkça, bu tuhaf muhtırasal hengâme herkese çok bildik, tanıdık gelebilir. Ancak sus pus içinde yol aramayı bilmek ve gözyaşıyla barışık olmak kaydıyla bakıldıkça işin rengi kararır. Çünkü kavramsal ve kuramsal ayrıntıların cam kavanozda birlendiği gizli celselere dek uzar karanlık. Ayrıca gereksiz ve insafsız soruşturmaların, infazların, saldırmaların sıkıştırıldığı, dirlik üstüne bol yalanlı seçkinlik dayatıldığı uzun yılların başıdır 12 Mart 1971…


Karartma geceden başlar. Her yere Cumhurbaşkanı, Meclis ve Senato başkanlıklarına da gönderilen muhtırayla 10 Martta Yüksek Komuta Konseyi’nin ‘istifa et’ isteğini es geçen Başbakan Süleyman Demirel bu kez kayıtsız kalamaz. Hükümeti toplar, üç buçuk saat süren toplantı neticesinde istifayı Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a sunar.


Başbakan Süleyman Demirel istifa mektubunda sadece; “muhtırayla anayasa ve hukuk devleti anlayışını bağdaştırmak mümkün değildir” diyebilmiştir…


TSK demokratik kurallar çerçevesinde, yeni bir hükümet kurulmasını ve başbakan olarak da emekli orgeneral Fikret Esen’i ister. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ise CHP’den istifa eden Prof. Nihat Erim’e hükümeti kurma yetkisini verir. N. Erim kurduğu hükümeti 25 Martta açıklar, C. Sunay 26 Martta onaylar...


İsim cisim cuntanın bakanlarına girmeye gerek yok. O milli ve yerli zannedilen, kırmızı kalemle üstlerini çizerek vatan evlatlarına kıyan ve anaları ağlatanlar besbelli. En baştan üzeri çizilmişlerin akşamlardan sabahlara kovalanmasına, kanları donduran kovuştırmalara seyirci kalmalar ve seyirci kalanlar da besbelli...


Kurulan cunta hükümetine bakan vermesine karşı çıkan CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit görevinden istifa eder. Genel Başkan İsmet İnönü istifayı kabul etmez. B. Ecevit ile beraber MYK da istifa edince işler değişir...


Bülent Ecevit Genel Sekreterlikten ayrılırken şöyle der; “ Darbe ortanın solundaki CHP’ye yapılmıştır. Demokrasi ile önlenemeyen, seçimle engellenemeyeceği görülen bir hareket, bir darbeyle önlenmiştir.”


Daha mart ayı bitmeden ileri de bütün sorumluluk onların üzerine yıkılacak THKO Lideri Deniz Gezmiş ve arkadaşı Yusuf Aslan Sivas’ın Gemerek ilçesinde, daha sonra da Hüseyin İnan Kayseri Pınarbaşı’nda Mehmet Nakipoğlu ile birlikte tutuklanırlar…


07 Nisan 1971’de güvenoyu alan cuntacı  N. Erim Hükümeti İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır, Adana, Hatay, Eskişehir, Kocaeli, Siirt, Sakarya ve Zonguldak illerinde bir ay sıkıyönetim ilan ederek cuntanın arzuladığı icraatlara başlar;


Faşist ilanla İstanbul sıkıyönetim komutanlığı derhal DEV-GENÇ, Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Türkiye Öğretmenler Sendikası, İşsizlik Pahalılıkla Mücadele Derneği, Mücadele Birliği ve Ülkü Ocaklarının faaliyetlerini durdurur. Cumhuriyet ve Akşam gazetelerini on günlüğüne, Bugün ve Sabah’ı süresiz kapatır...


Bunlarla da yetinilmez. Erim, “Size kesinlikle bildiriyorum ki devletin boynunu bunlara teslim etmeyeceğiz, alınacak tedbirler balyoz gibi kafalarına inecektir...” diyerek yeni sıkıyönetim kanunu tasarısını meclise sevk eder.


Cunta hükümetinin aldığı bu faşist tedbirler üzerine Dev-Genç ve Sosyal Demokrasi Derneği; “Başbakan Nihat Erim demokratik hak ve hürriyetleri yok etmek için, anayasayı kuşa çevirmek için çalışıyor…” açıklamasını yapar.


Cuntanın Başbakanı N. Erim yabancı gazetecilerle 1 Mayısta yaptığı basın toplantısında; “Bu günkü anayasa Türkiye için bir lükstür. Türkiye bu lüksü kaldıramaz. Anayasa da değişiklik yaparak temel hak ve hürriyetlerin, bu hak ve hürriyetleri ortadan kaldıracak şekilde su istimal edilmesini önleyici bir hüküm koyacağız…” der.


İki arada bir derede ülkede; TİP kapatılır. Milli Nizam kapatılır. Bingöl depreminde 1000 kişi ölür. Ve ülkede 547 aydınla başlayan ve gözaltına alınanların sayısı günden güne artarak yıpratıcı gözaltılar-tutuklamalar dönemi açılır.


İşte o yakın tarihe kara leke gibi düşen bu gözaltı-tutuklama döneminin mağdur isimlerinden birkaçı;


“TİP Genel Başkanı Behice Boran, TÖS Genel Başkanı Fakir Baykurt, ODTÜ Dekanı Prof Yaşar Gürbüz, Prof Bahri Saraç, Prof Sadun Aren, Prof Mümtaz Soysal, Kemal Türkler, Yaşar Kemal, İlhan Selçuk, Samim Kocagöz, İlhami Soysal, Çetin Altan, Uğur Mumcu, Muammer İrfan Derman, Prof Tarık Zafer Tunaya, Turhan Selçuk, Tilda Gökçeli, Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Osman Saffet Erolat, Harun Karadeniz, Mehdi Zana, Mihri Belli, Yusuf Küpeli, Doğu Perinçek, Cenan Bıçak, DrHikmet Kıvılcımlı, Uluç Gürkan, Doğan Avcıoğlu… “


Sürek avı aydın avı sürdürülürken bir yandan da THKO ve THKP-C üzerine operasyonlar yoğunlaştırılır, öncü lider gençler bir bir ölü veya yaralı tutuklanır...


İlk yaz başı ise Deniz Gezmiş ve 26 arkadaşı Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesinde; “TC anayasasını tagyir, tebdil ve ilgaya cebren teşebbüs etmekten…” yargılanmaya başlanır. Duruşmada savcı Keramettin Çelebi ve Yzb. Baki Tuğ yurtsever gençlerin 18’i hakkında idam talep eder…


Faşist cuntanın, Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığındaki sıkıyönetim mahkemesi;

 “ Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Atilla Keskin, Metin Yıldırımtürk, Ahmet Erdoğan, Recep Sakın, Mehmet Asal, Osman Arkuş, Ercan Öztürk, Semih Orcan, Hacı Tonak, Mustafa Yalçıner, Cengiz Baltacı, Metin Güngörmüş, Mete Ertekin, Mehmet Nakipoğlu, Mustafa Çubuk’a” idam verir.


Faşist Askeri Yargıtay Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf aslan hakkında verilen idam kararlarını onaylar, diğerlerini bozar…


Onların yanı sıra idam talebiyle yargılanan THKP-C lideri Mahir Çayan ile arkadaşları Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Ömer Ayna ve THKO İstanbul sorumlusu Cihan Alptekin Maltepe Cezaevi’nden tünel kazarak firar ederler...


Sonraki günlerde Ulaş Bardakçı İstanbul’da öldürülür, Ziya Yılmaz yaralı olarak tutuklanır.


Tokat Niksar’ın Kızıldere köyünde ise Onlar;

“Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Hüdai Arıkan, Sinan Özüdoğru, Ahmet Atasoy, Saffet Alp, Ertan Sarıhan, Nihat Yılmaz, Selahattin Kurt öldürülür, Ertuğrul Kürkçü sağ olarak tutuklanır…”


Üç Fidanın, Deniz’in, Yusuf’un ve Hüseyin’in 10 Mart 1972’ de 53 ret, 6 çekimser ve 238 kabul oyu ile Türkiye Büyük Millet Meclisinde, sonrasında Senatoda, 23 Martta ise Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafında onaylanan infazını, 25 Martta CHP’nin son çare olarak Anayasa Mahkemesine taşıması da engelleyemez…


Nihayet 6 Mayıs 1972’de saat 01.25 ila 05.20 arası geleceği-yarınları güneş gibi aydınlatacak isimler; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkında Faşist Askeri Yargıtay’ın onayladığı haksız ve yersiz karar uygulanır…


12 Mart faşist muhtırasından bir buçuk yıl sonra tarih yapraklarında yerini alan üç beyanat aslında 12 Mart darbesini özetlediği gibi, hiç akıllanılmadığını ve inceden 12 Eylül darbesine hazırlanılacağını da açıkça ortaya koyar…


Genel Başkan Süleyman Demirel 1972 yılı ortası Adalet Partisi Temsilciler Meclis Toplantısında; Türkiye’de bir sağ sol meselesi olmadığını, demokrasiye ve rejime karşı bir komünist saldırının mevcut olduğunu,1961 Anayasası’nda bu konuda bir boşluk olduğunu söyler ve hazırlanan bildiriye imzasını atar;

 “Komünizme kesinlikle karşı çıkılması zaruretine inanıyoruz…”


Demokratik Parti Genel Başkanı Ferruh Bozbeyli; 

“Günahkârlar ittifakı her badirede dört ayak üstüne düşmek ustalığını gösterebiliyor. Demokrasinin tekerleğine çomak sokanlar şimdi yol göstericilik rolünde…”


Ve Celal Bayar; “Yollar yürümekle aşınmaz diyen ölçüsüz insanların tutumu bu memleketi bu hale getirmiştir. Aslında Türkiye yükselmeye layık bir ülkedir…”


Hala kanayan yaraya son sözler; Kesilen biçilen roller hep ayni rol, başrol de ise geçmiştekilerin tipitipleri. İsimler değişik sadece, cisimler ayni. Tarihe ve memlekete ait isimler. Yerli ve milli aldatmacasıyla. Arada kaybolup gitmişler de var, takdire şayan olanlar da. Kökü çok derinde olan da var, en uzun soluklu yolculuklarda en iyi yüz metreyi koşup belleği cezbedenler de. İsimler var bir yaşamsal hesaplaşmanın tarafları olan. İsimler var eninde sonunda hesaplaşılacak olan...


Ve tarihler, tarihler var bir devrin muhasebesini yaparken isimlerle birlikte unutulmaması gereken; tıpkı12 Mart 1971 gibi…


Ve sloganlar var dünya yaşadıkça yaşayacak; "Deniz, Mahir, Ulaş, Kurtuluşa kadar savaş…"

8 MART EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ...

 8 MART EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ...


Tarih boyu kadınlar, erkek egemen toplum pratiğinde ezilmiştir. Binlerce yıl zehir zıkkım yaşamlar sürmüştür. Ta ki yirminci yüzyıl başlarına dek. Bir anda altı bin yıllık suskunluk sonrası hak arama amaçlı, çatışma merkezli başkaldırılar güncellenmiştir...


Tam 160 küsur yıl önce 8 Mart’ta kadınlar hiç korkmadan, asla çekinmeden kadın karşıtı kurulu düzeni temelinden sallamıştır.

 

Emekçi kadınlar, "8 Mart 1857'de Nivyork’ta şanlı bir direniş başlattı. Dokuma işçisi Kadınlar eşit işe eşit ücret istediler. Örgütlenip 16 saatlik çalışma süresinin 10 saate indirilmesi için direniş başlattılar. İşte o eşsiz direnişte, muhteşem kominal dayanışmada, bitmeyen kavgada 115 şehit verdiler..."

 

Yiğit Kadınlar haksızlığa, sömürüye ve ezilmişliğe karşı çıkışı 8 Mart 1908’de yeniden ateşlediler. Bu kez kurak toprağa 129 gelincik çiçeği tohumu serptiler... 


Klara Zetkin'in 1910 yılında 2. Sosyalist Enternasyonal’e  önerisiyle 8 Mart 'Dünya Emekçi Kadınlar Günü' olarak kutlanma hakkı kazandı. Elli yıllık mücadele kadınların kutlu zaferiyle perçinlendi.


Emperyalist dünyanın maşası BM, 1975 yılında alınan kararla emekçi kadınlar gününü '8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne dönüştürüp içini boşalttı...

 

Oysa kadınlar yüz yıllardır emperyalizme, kapitalizme, faşizme, savaşlara,  savaşların her türlüsüne cansiperane karşı koymuştur. Ancak özgür bilinç oluşturucu ve dünya bütününü kapsayıcı aktif ilerleme kaydedilememiştir. Tüm kazanımlar, formalite bazında yenilemeler ve hafiften esnetilen normlarla ellerinden alınmıştır...

 

Sömürüsüz bir dünya düzeni kurulmadıkça daha çok kadın kurban verilir. Kadının tarihsel ezilmişliği, mevcut hiçbir devlet mekanizmasıyla giderilemez gerçekliktir. Ağır ve baskıcı dayatmalarla ikincil insan olma vasfı devam eder.


Yıllardır '8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü' tarihin altın sayfalarına yazılmıştır ve dahi kutlanır ama ilkel tutum ve barbar tavır, kadına şiddet şeklinde sürer. İş ola beri gele tarzında usulen kadın öven ve uslanmazca kadın döven zihniyet düşkünlüğüyle zulüm devam eder.


Teoride kalır 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Pratikte ise erkek egemen küresel dünya kadın özgürlüğünü kısıtlar...


Bu düzenekte herkese hak ettiği adın koyulması gerekir. Sosyal düzenekte erkek burjuvadır, kadın proleteryadır. Devlet erkek egemendir. Devlet ana ögürlüktür. Emeğe hıyanet etmeyen, kutsal çerçevede emek harcayan, alınteri döken emekçi kadınlar aslı hiç bir kadın zorbalığı hak etmez. Ama kati olan bir şey varsa iktidar erkinde kafa tek bir şeye çalışır, kadın çocuk yapar, kader der analık eder, dizini kırar evinde oturur, en çekilmezi çeker. Hatta çeker gider yine zulüm görür...


Kadın emekçidir.  Emekçi kadınlar tohum eker, toprağı  yeşertir. Üretir. İtaat etmesi istenir, eder. Etmediğinde devrimci kesilir. Gece gündüz doğru bildiğine yürür. Hak arar, haksızlığa kazan kaldırır. Bayağılığa, bağnazlığa, aşağılanmaya, yozlaşmaya, zulme, zorbalığa direnir. Ürettiyse yöneten olmayı hak ettiğini de yüksek sesle haykırır. Mücadele çıtasını güngüne yükseltir...


Kadın emektir, sevgidir, cesarettir, kavgadır. Kadın yıkılamaz güçtür. Hafife almaya gelmez. Çünkü kadın memleketin ayakta durmasında, geleceğe kalmasında, kurtuluşunda, kuruluşunda ve devamlılığında en aktif etkendir. Bu gerçeğe kör bilinçle yaklaşanlar, engellemelere, zulme, kıyıma, baskılara devam eder. Kadınlar yine de yılmaz  kararlılıkla ben varım, ben hayatım, ben hak ettiğimi de alırım der. Toplumsal hayattaki doğrucu rolünden asla vaz geçmez... 


Her devirde hak hukuktan dem vuranlar, kadınlar birlik olursa vay halimize endişesiyle, resmen kadına cephe açarlar, saf tutarlar. Öyleki toprakta tarlada, bağda bahçede, atölyede fabrikada, ofiste otağda, denizde karada ve dahi evde döşekte alın teri döktükleri görmezden gelinir. Bu arada birliktelik dokusu bir çok kez tek taraflı bozulur. Not edilmesi gereken artık yeter noktasıdır...


İki nokta üst üste; Emek yoğun perspektifte pozisyon alan, keyfekeder havayla Emeğe hıyanet etmeyen tüm kadınların, '8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü' Kutlu olsun...

7 Mart 2023 Salı

UYGUN ZAMAN TANIMLANMIŞ GÖREV...

UYGUN ZAMAN TANIMLANMIŞ GÖREV...


Siyaset hiç de kolay uğraşı değil. Siyasetin genel geçer kurallarının yanı sıra siyasinin günahları var, gölgesini takip eden geçmişi var, yalnızlığı yanılgısı var, yapılan lafıgüzaflar gaflar var, aldanması aldatması var, doğrusu yanlışı var, sarayı koltuğu var, ölmeden ölmek var, ölümü var. Artı siyaset mezarlığı var...


Dün akşamdan sonra Habla artık siyasi mefta. Meftunu olanlar bu tanımlamaya çok kızabilirler ama maalesef gerçek bu. Evet siyaset zor zanaat. Öyle tabansız zorlamalar ve dayanaksız dayatmalarla olacak iş değil. Pazarlık siyasetinin işlemediği bir kez daha açıkça görüldü...


Bu son, Habla ile ilgili seçim sonrasına dek hatta milletvekili listelerine abartıyla müdahil olsa bile kata hakkında kalem oynatmayacağız. Çünkü kurduğu oyun en başta ters tepti. Gerisingeri adım attı tepetaklak oldu. Yok öyle değil böyle diyenler çıkacak elbette. Bu çıkarsamacılar Saadet önündeki aday sunumunda Habla'nın yüz ifadesine baksınlar bir kez daha. Yorgunluktandır bahanesine sığınanlar da olabilir. Ama açıklama öncesi ve sonrası soğukta açbilaç umutla bekleşen halkı veya Bay Kemalci çoğunluğu usulen selamlamaktan bile imtina etmesi neye bağlanmalı. Bağlasan durmaz tavrı ve göz teması yakalamak için sağa sola atılan boş ve donuk bakışlar niye. Niyesi nedeni belli masadaki yenilgi. Kuşatmacı önerilerin kaale alınmaması. Saatlerce dayatsa da çabasının boşa gittiği...


Bay Kemal'in adaylık konuşmasında onbir maddelik diye değindiği ama aslı oniki olan mutabakatta gizli kıyasıya çatışmanın yaşandığı. Sanki masaya dönme tesellisi olarak veya ayıp olmasın manasına, hatıra binaen son madde olarak onikinci maddenin eklendiği çok bariz. Bari masanın çok önceden uzlaştığı belli onbir maddeye onikinciyi ekletmek için bunca itiraz etmeyip Bay Kemal'e iki belediye başkanını siyasi marifetmiş gibi sunmasaydı...


Zehir zemberek ve nezaket ölçülerini aşarak sundu da noldu, resmen Bay Kemal'i güçlendirdi, kendini bitirdi. Partisini bitirmeye de ramak kaldı. Gerçekle yüzleşince lütfetti geldi. Bay Kemal siyasi bataktan onu yine kurtardı. Şimdi partisinde arkasını döndükleriyle arayı nasıl düzeltecek o da kendisinin bileceği iş. Ama milletin günlerini çaldı, az kalsın umutlarını bitiriyordu. Geçen zamana yazık çünkü onikinci madde çok açık; "İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları Sayın Cumhurbaşkanının uygun gördüğü zamanda ve tanımlanmış görevlerle Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak atanacaklardır." 


Peki Bay Kemal ilanihaye bu atamayı uygun görmezse Habla, ne haklasından vazgeçtik yine mi yaygara koparacak. İşte salt bu nedenlerle kendisinden razı olmayanların çoğaldığını bilmesi gerekir. Rıza gösterir gibi davranıyorsak kırk yıllık partili olma kazanımı siyasi terbiyemizden. Ayrıca siyasi etik gereği masadan kopuş konuşmasında nasıl feveran ettiyse, sözde masaya dönüş esnasında da milletten özür dilemesi gerekirdi. Uygun zamandı tabi millet de kim oluyormuş demiyorsa eğer...


Siyaset zor uğraşı gerçekten. Sırf milletin ikbali için seçim sonrasına bırakacağız bütün eleştirilerimizi. Sarfetmeyeceğiz şimdilik susacağız, hakkımızın saklı kalması koşuluyla...

6 Mart 2023 Pazartesi

PAZARLIK SİYASETİ...

 PAZARLIK SİYASETİ...


Yirmi yıldan sonra ilk kez sosyal demokrasinin, merkez solun solundakilerle, sosyalistler ve Kürtlerle bütünleşmesiyle iktidara yakınlaşması çok uluslu sermayenin ve yerli işbirlikçilerini acayip ürküttü. Ve roller dağıtıldı ve düğmeye basıldı. Masa krizi patladı. Patlatıldı...


Krizin ana nedeni, mevcut iktidarın özellikle depremde ve sonrasında iyice sallanması, beşli çete ve yirmi yıllık yandaşların şahsi çıkarları ve Bay Kemal kazanırsa eğer devri sabık olma korkusudur. İşte Habla ülkeyi siyasi kaosa sürüklemek pahasına üstüne düşeni hiç çekinmeden yaptı. Lafta çekildi sonra uyduruk önerilerle geri vites yaptı. Yani Hablanın tükürüğünü yalayarak daha da dayatmacı kafayla masaya dönmesi siyasi ikbal hamlesi olmasının yanı sıra asıl budur. Sanıldığı gibi öyle vatan millet derdiyle değil. O yüzden millet platformu tüm banal ve gayrı yasal önerileri reddederek sineyi millete dönmelidir...


Aksi halde beşli çetenin iç ettiği yüzlerce milyar doları kaptırmamak adına sahneye konulan oyun tutar. Ve milletten çalınmış olduğunu söyleyen Bay Kemal başkan olursa asla hesap soramaz.

Çünkü paranın kurtarılmasına dönük bu suni siyasi seferberlikle egemen güçler ilk çentiği attı. Çeteler ve çeteleler biraz rahatladı. Eğer abuk subuk öneri masada kabul edilirse Habla egemen güçler adına zafer kazanmış olur. Seçim masa lehine sonuçlanırsa bir kazandıran konumuna erişmesi ve kaybettiği prestiji tazelemenin ötesinde hava yakalar. Daha yüksek dozda siyasi ahkam kesmeye devam eder.

 

Keskin virajlar yaparak gidenin arkasına ağıtlar yakmak, söylediklerini yutmak, ağır ithamlarını görmezden gelmek nihayetinde dön gel demek ise siyaset, böyle siyaset olmaz olsun diyen paydaşlara da alınganlık göstermemek lazım. Tek adamdan kurtulalım derken tek adamlığı kemikleştiren her türlü kalkışmaya da set çekmek lazım. Redçi bir tavır takınılmaz da kısır pazarlıkçı siyasetin tarafı olunursa yapılacak envai çeşit propagandaya da katlanmak gerek. 


Son tahlilde esen sol rüzgarın önü kesildi. Solun iktidarı engellendi. Büyük sermaye ve yerli işbirlikçileri, mevcut iktidar ve avanesi, başta beşli çete olmak üzere tüm çeteleler  şimdilik rahatladı. Her türlü seçim sonucunda, kim kazanırsa kazansın Habla sayesinde ne hesap ne kitap. Bay Kemal kazansa da kaybetse de, anımsatmak gerek dünyanın yarısına göre 13 uğursuz rakamdır. Millet yine zorun zoruyla başbaşa...


Gece yarısına dört kala taşların yerine oturduğu kanısıyla parti genel merkezleri önünde hala bekleşenlere anımsatmak gerek. Sevinmek için hem çok erken hemde çok geç. Bu gündüz vakti elde kandil pazarlıkçı siyasete ilk ödün verilirse ki müzakere mesaisi hala sürüyor gerisi fazlasıyla gelir. Bay Kemal'in partisindeki sol kanat ve soldaki ittifaklar ile sosyalist sol salt bu nedenle dahi bu baştan savma formüle, eski tas eski hamam gidişata arıza gösterir. 


Gösterirse de hiç şaşmamak gerekir. Etme bulma dünyası...

SİYASİ FİGÜRANLIK...

 SİYASİ FİGÜRANLIK...


Bazen öyle bir an gelir çatar ki öncü siyasi figürler birdenbire figüranlaşır. Yani siyaset, fi tarihinden beri hatırlı figürler ve gönüllü figüranlar koleksiyoncusudur. Öyle hatırlı siyasetçiler vardır ki binbirçeşit felaket formlarda fasıl fasıl geriler ve günü gelir gümler. İşte bu siyaset figüranları son demlerinde kırk yıl düşünülse dillerden dökülmeyecekleri dökerler. Ve siyasi kalıp, basmakalıp saydırmalarla çatlar. Böylece fikir kaçağı, baş figür yamağı figüranlık başlar...


İşte o zaman klasik ve karakteristik duruş maziye karışır. Asla vazgeçilemez değerlerden bir bir kopulur. Arşınlanan siyasi yelpaze fiyasko sonuçlara denklenir. Yani daima figüranlar sayesinde kemikleşir kamplar ve saflık ve erdemlilik yitirilir. O yüzden figüranların en kıymetli diye gösterdiği hep kağıttan modellerdir, karton maketlerdir. Kapılmamak gerekir bu kırk numara kırk ayak oyunlara, binbir dalavereye. Ayrıca her fırsatta yinelenen seçimlerde alternatifsizlik bahanesi, kazanacak kazanamayacak yaftası ise milleti sırf evrensellikten uzaklaştırma çabasıdır. Değişime dönüşüme ket vurmaktır. Öncü siyasi figürlere asma kilit vurmaktır.


Bazen siyasette öyle bir durum gelişir ve akıl duvarını deler ki figüranlar başrol kesilir. Nesli bu figürasyondan kurtarmak ve filmleri anlamak acayip güçleşir. Zaten figür dizayncıları altyazı gerektiğinde klas karakterleri klasik kuruntulara boğar. Kuşkulu geçmiş birikintileriyle ellerini kollarını bağlar. Aynen en sıradışılar bile bir anda sıradanlaştırılır. Figüran kahvesine öylesi bir kara ruh yansıtılır ki başlıca sihir yalnızlıktır. Kaplanan yaldız geçici, yıldız parlaklığı sönümlüdür. Sihirli veya zehirli değnek dokununca övülen görsellik bir daha asla sıcak enerji geçişi sağlayamaz. Binbir emek kurulan sinerji boş yere harcanır...


Bazen siyasette ana veya anaç figürler durup dururken buyurucuların gözetiminde figüranlaşır. Ne yazık ki anca böyle hayata yön verme vasfına eriştiğini sanarlar. Sınır tanımaz sinirle, keskin sirke küpüne zarar bir ruh yapısıyla tarihi kodlayacak koleksiyonu paramparça ederler. Sanki figüranlardan istenen de budur...


Bazen figüranların gerileyen formda tavrı ve karanlığa odaklanışı arzulanan temiz siyaseti modern hayatın dışına iter. İşte o an öncü siyasi figür başka figüranlar başka fikri de dibe çakılmaya çare olmaz. Haliyle hatır gönül kalmaz, siyasi figüranlık konumuna evrilen abla mabla asla dinlenmez. Çünkü

Hablanın artık siyaseten dinlence vakti gelip çatmıştır...

5 Mart 2023 Pazar

SİYASETTE MARAZİ KIYAMET...

 SİYASETTE MARAZİ KIYAMET...


Siyasette farazi görülen marazi kıyamet yine koptu. Abla mabla denilerek saygıda kusur edilmeyen Habla sayesinde hiç yoktan telepatik sağaltma yaşandı. Hilekâr ve pişekar eksiltme komedyası derlendi. Tanrı vergisi doğruluk ve iyilik argumanları akla zarar harcandı. Ortak masa beşlisine harcıalem dayatmalar, taksitli oturumlarda kara korsanlık yapıldı...


Bu siyasal çalkantı kısa bir süre daha devam eder. Facia fonksiyonel açıdan kolay atlatılabilir ölçekte bir zaaf yaratabilir. Geridekilerde geçici mental yitimi de olabilir. Yetke ve yetki boyutunda anlık zayıflamayla da karşılaşılabilir. Ama makul nedensiz nükseden bu müzmin hastalık asla toptan zayıflatma işlevi görmez. İspata dönük dönence beyne işkence bu vaka, surete takılıp gerçekleri görmeme noktasına katıyen taşınmaz. Çünkü bu yıkım, asrın bir daha görüp göreceği zor bu kriz, hangi gizli el operasyonudur çağın gereği tez açığa düşer.


Diğer yandan masadan kaçma haline ek olarak harici sebepler, kayıtlanamaz destekler, kanıtlanamaz istekler silsilesine sebeplik büyük siyasi hata olarak tarihteki yerini alır. Masada kalanlar için ise bu yıllardır aynı sos, aynı sezgi zırıltısı yeni siyaset okuması gerektirir.  Bu hile hurda yüklü kalkışma öyle beklendiği gibi siyasetin altını üstünü sarsan bir güçsüzlük de oluşturmaz. Bu görünmez bir iş kazası denilir geçilir ve hatta bu siyasi krizden umulmadık ölçüde güçlenilerek çıkılır... 


Öncelikle alternatif tavır saptanır ve masada kalanlar hemen yoğun mesaiye başlar. O kadar. Çünkü yıllardır vazgeçilmeyen çatkapı çapraz ateş siyaseti iyice kanıksanmış olsa gerek. Ayrıca tatlı su kanakları hariç bu kirli siyasetin bir kez daha vücut bulmasına bu millet geçit vermez. Hiç şüphesiz Habla yüzünden oluşan suni gündem birilerinin ekmeğine yağ sürmüştür. Ama yağlı ekmeği yemek nasip olmasın diye yeni bir rota formüle edilemez değil. Çünkü gidenin götürdüğünün üzerinde kat ve kat getirisi olacak, koşulsuz katkı sunacaklar hazır. Yeter ki havanda su dövmeden ivedilikle iletişim kanalları açılsın. Telafisi çok basit buharlaşmaya takılarak eylemsel manevralarda gecikilmesin. Çünkü zaman dar, özelleme genelleme ve güzelleme derken günler su gibi akar sandık kurulur. 


Öyleyse yıllar yılı millete katmerli kozmik acı yaşatan, kural ve kanun tanımazlara ve Hablaya karşı, siyasi benzerliği olsun olmasın bütün tepkisel aktiviteyi koordine etmek şart. Yani tıpkı bir asır önceki kutsal isyanı millette vücut bulacağı şekilde akıllara bir güzel işlemek gibi. Bu arada siyasetin tarihsel gerçekliğini de unutmamak lazım, birbiri ardına patlayan her marazi kıyamet, uzak farazi düşleri yakınlaştırır…

4 Mart 2023 Cumartesi

ALTIN VURUŞ...

 ALTIN VURUŞ...


Siyasi terbiye ve sabırla katlanılan, mazisi bilindiğinden abla demeye zorlanılan Habla, beklenen altın vuruşu uzatmalarda yaptı. Hemen vurgun sonrası bu ne mene siyasettir sorgusu pik yaptı. Artan şokla bilimselliğin çok uzağına düşmüş siyaset dip yaptı. Yani sıradan ve çıkarcı himayeyle mahvoldu yoğun emeklerle kurulan uzlaşı. Aklı izanı patlatan ve dokunanı parlatan türden büyülenme bitti. Asla kabul edilemez, bitişi tescilleyen bu çarpık ve şok edici altın vuruşu unutmak elbette zor. Çünkü siyaseten zarar ziyan çok. Egemen güçlerin emriyle olduğu apaçık bu çarketmeyi, çarkı, tankı, tavrı siyaset dünyasını şaşırtan bu hainsel hamleyi şimdi unutma zamanı. Zaman dar...


Habla saplantılarının girdabına yuvarlanarak, tehditkar triplerle salt yıkmak üzere kurgulandığını iyi kötü gösterdi. Mahalle baskısı maharetiyle siyasi basıncı yükseltti. Tansiyonları oynatacak biçimde rolünü oynadı. Hayal ve rüya alemine daldı. Artık bütün mesele kör karanlıktan, öteye beriye çarpmadan ezer geçer silindirden kurtulmak. Mesele müdafa zırhını topraklayan, yanlış akımı kodlayan bu büyük yanlıştan dönmek. Çünkü hayata yeniden dönüş eğilimini doğru yakalamak asıl siyaset...


Yıkıcı deprem ve düş körlüğü etkisiyle direnç kuvveti düştü. Ancak asrın depremi devleti ayakta tutan, millete yardım eli uzatan gücün sol tandanslı belediyeler olduğunu gösterdi. Devleti idare ettiği sanılan liyakatsızların vakumlu vakur siyasetinin kof olduğu gerçeği ortaya çıktı. Depremle beraber Millet çatısının arayı açması, artan ivmeyi yakalaması büyük sermayeyi endişelendirdi. Hele mutlaka hesap sorulacağının yüksek sesle dillendirilmesi faşizan hırslı uçuşla derin uçurum basıncına takıldı. Hablanın hafif kaçağı yüzünden, dam yandı saçak kül oldu. Acı çekmeye devam faslı yeniden hortladı...


Şimdi Hablanın şok vuruş dalgası ve yıkım tehlikesi yüksek gerilim kulelerine, en sağlam sayılan kalelere dek uzanır. Kayıtsız kalanları öldürmez ölmekten beter eder, süründürür. Bundan böyle han, hamam ve sarayı siyaseten ölü ceryan artık ışıtmaz, ısıtmaz. Siyasetin sigortasına bozuk para koyup akımı doğrultmak da işe yaramaz. Fincan çatlar, tel erir, en küçük fırtınada, enerji sinerji kaynak yapar ve direkt akım kesilir...


Kesilsin elbet belki doğrusu budur çünkü bilimsellik taşımayan kofti siyaset ve softi siyasetçilik her zaman ganimete iştah kabartır. Tıka basa yalancılık yüzünden açlık hissiyle mide kramplanır. Ancak küllerinden doğmak misali ilham verici etki ve etkileşim folyoya sarılı amperleri çatlatır. Prospektüs dışı deneylemeler neticesinde susan hayat motoru siyasetin gazını alır. Mümkünsüz sanılan tüm icraatlar şiddetli akım dinamiğiyle başa gelince bu iş siyaseten var oluşu günceller. Ve bilim dışı siyaset yolculuğunun, yolcuları kasıp kavuran felakete sürüklenmenin önü alınır. Dayanılmaz ölçekte çarpılmayla ikiz kaplar teorisi işlemeye başlar. Altın vuruşla beraber ilkin kentlere ve bölgelere ölümcül bir karabulut çöker. Ama Habla yaptığıyla kala kalır. Ve sonra bilimsellik topuna diz çöktürür. İşte reel siyaset budur...

3 Mart 2023 Cuma

ŞIMARIK DEPREM...

 ŞIMARIK DEPREM...


Yıllardır ne yaman projeler gördü bu millet. Ne sıkı operasyonları bertaraf etti. Ne faciaları ne depremleri dayanışarak atlattı. Alıştı sanki. Bunu da çok rahat ve kısa zamanda halleder. Ama bu bizzat vaktiyle verilmiş vasiyete ve kutlu emanete gerekçesiz ihanet ne mana. Hıyanet batağında alenen şımarıklık depremi. Siyasal sallantı başlayınca masanın altına saklanılsa da, altın kakmalı koltuğa esasduruş gösterilse de, vaktiyle sövülenin kanatları altına sığınılsa da siyasi enkazın altında kalınır. Boşa israf ettirilen, oyalama taktikleriyle geçiştirilen aylardan sonra Bay Kemal baskı kurdu bahanesi de tarih önünde Bayan Meral'i kurtarmaz. Beş parti genel başkanı aday Bay Kemal diyorsa yavaş gelmek lazımdı. Hiç değilse ahde vefa gereği zıvanadan çıkmış görüntü vermemek...


Ama olmadı bir kez daha. Zaten siyasette vefa yok ama çarpık kızgın bir dille kendi partisinden bir aday gösteremeden, başka bir partiden ortaya iki aday çağrısı çıkışması resmen güdük güç zehirlenmesi. Masayı böylesine fütursuzca, medeni davranmayıp hatta kendine inananları aldatarak devirmek asla aklanamaz.

Peki bu ayartıya gücenmek gerekir mi asla. Yapılan edilen kurt kapanına kapı kulluğu, aslına rücu, nesline içgüdü hevesi. Olacağı buydu ne yazık ki çap bu kadar. Peki bu sadakat sapkınlığının getirisi kime yarar, onu da yarınlar gösterecek. Bir gerçek varsa siyasi inziva veya siyaset mezarlığıdır bu tünelin sonu...


Aslında kaynaşmanın kolay olmayacağı, bir iç kanamanın varolduğu ve işin buraya varacağı iyi kötü en baştan belliydi. Kan kusulsa da bir ümit sabredildi Bayan ve beyanlarına. Kendisinin ve avanisinin tüm şımarıklıklarına. Zübük zekaya tahammül edildi boş yere. Peki bu siyasal krizin mutlaka patlayacağı hakkında belli çevreler yanıldı mı yanılmadı. Şaşırdı mı şaşırmadı. Çünkü ara ara izlenilmeye zorlanan film hep aynı ucuz senaryolu film. Sadece oyuncuları, figüranları değişik. Birbirinin benzeri bir kast ve kasıtlı kast ajansı salvosu. 


Yani Bayan Meral asrın depremi sonrası seçim sathında asrın kara filmine bir güzel imza attı. Hatta ortak mutabakata da eğer parafı sahte değilse imza atmışken. Akşam atıp, gece yatıp imzadan dönülünce iyice değersizleşti imza. Filme gelince zaten kare kare ezberlenmiş düşük bütçeli bir üçüncü sınıf saçmalık...


Son sahnesi herşeyiyle uyduruk ve zorlama bahaneler üzerine kurulmuş prompterlik bir çıkış. Sanki tanıdık, sanki aynı elden çıktığı kuşkusu yüksek, küfre yakın dozlu yazılım. Bayan hezeyan içinde iyi kötü okudu ve gitti. Zor bi hal kurulmuş köprüler atıldı. İyi hoş da seçimlere girebilsin diye 15  vekil desteği ne çabuk unutuldu. Bayan Meral millet onu bunu istiyor havası bassa da, sanki üflenen hava başka. Oysa baskın milli irade salt değişim istiyor. Peki bu zehir zakkum yaprak dökümü aksırması ne, siyaseten değişime dönüşüme köstek olmak...


En başta tüm iyiniyetle kurulan masanın bir çok konuda mutabakatı olduğu bariz. Ama temel dayanak on yüz milyarlarca doların hesabını sormak olunca sanki birileri ürktü. Haliyle masa güç ve ivme kaydedince mevcuda tehdit oluşturunca be planı olmayanlar sanki Bayan Meral kozunu ileri sürdü. Alınganlık gösterenler serbest, gösterebilirler ama büyük sermaye veya egemen güçler bildik oyunu sahneledi. Bayan Meral istemiyor veya istiyor kasnağında aday ve adaylık kasıntısı palazlandı. Seçim apaçık mevcuda muhaliflere tepside sunulmuşken usturupsuz probagandayla karışık şımarık deprem ortak iddiayı salladı. 


Tırnak içi bu şımarık depremle bütün taşlar yerine mi oturacak veya birileri yıllardır koltuğa yapışıklara taşbebek oyuncak mı olacak herkes görecek. İktidar dizayncıları, oyun bozanlar ve bozguncular bu kadar da hak yenmez sorusuna ne peydahlayacaklar o da görülecek...


Zaten bu saatten sonra millet iyi veya kötü, haksızlığı yüceltenlerden birine ne yaparsa yerden göğe haklı gibi. Herkes yaptığının bedelini mutlaka ödeyecek, bir kez olsun lafta kalmasın ödesin...

2 Mart 2023 Perşembe

MİTOMANYA MİTLERİ...

 MİTOMANYA MİTLERİ...


Milat olası zelzele günlerinde

Dünya ötesi bir dünya.

Geleneksel hayal gücü depreşti

alegorik hikayeler zatlar ve kavramlar

bilindik imhacı imgelemle birleşti.

Millet mitomanya mitlerinden usandı...


Yer kabuğunu çatlatan muamma

mit empozesiyle mitaya

mitomanlığa iç sürgün.

Mitomani faciası dışa vuran.

Meta ve materyel takıntısı 

insanlıkla ters orantılı taşkınlık.

Söylenceler dolaşıyor ortada

mitmanlara özgü mir ağzıyla 

mit delindi mitara doldu...


Ortak dert odak noktası olmak

aymazlık boyutunda dikine dibine kayıtsızlık

ayıbı kontrolü kaybetme riski.

Tedavisi zor

pikine pekine hayırsızlık.

Sıklıkla reddediş hazzı

daima ötekiler suçludur kaçışı.

Bit akılla amaçtan şaşmışlık...

 

Mitsel değinmeler

bel altı dokundurmalar

bela yakıştırmalar

narcist isterik ve asosyal kimlik.

Mitomanya mihmandarlığı sırf çıkar hesaplı

mitoman mitralyözü

makam mekân hevesli.

Rutin işler tavrı

asla pişmanlık hissetmeyen pozda... 


Normalmişçesine agresiflik  hatta havalı saldırganlık 

gelişigüzel istek ve ısrar çıkmazı.

Lafıgüzaf mitomandal manyel 

mitomanyetik kıskaç.

Mitolojileri aşan boyutta mistik zehirli

Derdo milat olsa bari

mitomanya düşü depremi...

1 Mart 2023 Çarşamba

DEPREM SEÇİM EKONOMİSİ!

 DEPREM SEÇİM EKONOMİSİ!


Devlet millet el ele ama

zaten çok zordaydı piyasalar

üzerine asrın depremi bindirdi

hepten karıştı işler.

Hatta illet süreç epey uzayacak gibi

seçimin de eli kulağında.

Çifter çifter uçuk maaşlarla

memleket yönettirilenler çok darda.

Bir yanda deprem ekonomisi

diğer yanda seçim ekonomisi

üstelik kasa tamtakır...


Canlar solmuş enkaz altında

Millet perperişanmış kimin derdi.

Ahali kendi başına çözüm derdinde

kapitalizm pek hamarat ama

siyasal ve finansal formlar canı derdinde.

Feverana kulaklar tıkalı

sistem zaten çoktan tıkanmış

varsa yoksa hala hamaset faslı...


Cihangir devlet idesi çoktan unutuldu

salt sömür kurtul projesi.

On yıllardır tercih yanlışları

sonuç ömür törpüsü facialar.

Akla hayale gelmez oyunlar sahnesinde

rantabl tarz evladiyelik saptırma...


Asrın gelişim yaratısı çoktan tüketildi

varsıl hamleler dışarlık işbirlikçilerle

lafta yerli ve milli masalı.

Reel projeler tozlu raflarda

para pul işleri patates kafalılarda...


Gerinin gerisi rota süngüyle ekonomiyle

evrensel ölçekte yutturulan

hep acı reçete.

Yakalanılan sismik kriz çok büyük

hasar halledilebilir ötesi ama

hala sokma akıl

akla zarar yönetme yürütme havası...  


Mevzu hep havadan kazanmak

mevzi tutup menfaat sağlamak.

Tek dert iktidarda kalmak

ultra servet yapmak

torun torba rahat yaşamak. 

Sırf paradan puldan sebep

kutlu kuruluş senedine ihanet...


Bu kez durum vahim

kapitalist güdümlü güdük ekonomi

deprem yörüngesinde yaya

üstelik seçim var daha.

Hazine yarım yamalak

bütün kazanımlar çoktan çarçur.

Resmen rayından çıktı küreselleşme 

çadırcı model resmen çöktü

beter ekonomi millete diz çöktürdü...


Mevcut hal ve gidişat

toplumsal ve siyasal yıkım

acımasız mutasyon.

Muhteşem dayanışma var ama

muhteremlere göre yerüstü fakirliği.

Derdo bahtsızlara bahane dünden hazır

bu asrın depremi bakın

bu arada asrın seçimi yakın...

FENER IŞIĞI KARTAL SÜZÜLÜŞÜ

 FENER IŞIĞI KARTAL SÜZÜLÜŞÜ


Vahlarla eyvahlarla güneş karardı

zift karası gecede ay taçlandı

hepten fukaralığa bağlandı yollar.

Yeryüzünü faka bastırdı gaflet

zümrüt gözlü ablasıya

elde fener ışık şehrine göç kaldı...


Gerçek ötesi parladı elmas gibi 

patladı radif gözlerde kanlı damlalar. 

Damlalar göl oldu deniz oldu

doldu okyanuslara

ardında yalımlı bir iz bıraktı.

Herdem yalazlarla yıkandı yolcular

malum manzara ar denizinde yakamoz.

Cemreler toprağa tohum hamura maya

Muhteşem moloz her zaman moloz. 

Gerçek sürgün verdi ilk fırsatta dağ tepe

tutkuyla doğacak artık her mevsim…

 

Pamuk yumağı ovalarda gecikmiş hasat 

film şeritlerinde büyüleyici hesap.

Utku nutku tutuşturan trajik sahneler

kader çıkmazında mutlu geleceğe özlem.   

Kadife kaplı seyir defterinde.

Hazin hüzün

gerçeğe döner yüzünü deniz feneri

tek plan yakın çekim.

Çekilmez fırtınaları durultan

koyu lacivert göğe uzayan

gözü karalıkla harmanlanan hayat yolculuğu.

Güneşi tek hamlede kozmozdan kopartan

merdivenleri en korkusuz en öncü tırmanan

yıkılmaz kaleler gibi dayanışmayı yarına aktaran

Fener ışığı Kartal süzülüşü…


Yılgınlığı götüren gölgeler oyununda 

kutlu sevdaya taparlar 

asla sunaklara yüz sürmez

değersizleşen hayatın imgelerine

süslü püslü simgelere aldırmaz.

Fener silleyi ılımışık çakar

deneyimler dengelenir

ses ve görüntü netlenir

faniler derlenir toparlanır.

Arkası en üst perdeden yorumlar.

Fukara mısralar yapayalnızlığa dökülür

gün ışığına bir çift söz 

anlatmaya bir çift göz 

anmaya yürekli bir çift söz ustası

hepsine şair yüreği ister... 

 


Çağlar su yeşili gözlerde şifrelenen şiir

fukaraya arka çıkan şairin sol pençesi.

Güneş tutulması

Aya kara çalınması

beter acının tadılması

karanlık yarına yaklaşılması 

seyredenlere dahi dayanılmaz yakıcı seyir.

Son fasıl şair şiirinden ayrılır

katmerlenir buharlaşan esintiler.

Dağınık denetlenemez manzumeler

yıpranmış fotoğrafın arka yüzüne kısa not. 

Kara filme yanıt erken biten yolculuklar 

keza şaire gönderilmemiş kokulu mektuplar.

Şairin gelişi gidişi incelikli anılar

ayrılığın senfonisi güneşli bataklıklar.

Kartal gözlü ablasıya kör karanlıklar

bitmeyen yolculuk fiili çekimsiz nice filmlere…


Uzun uzak bir geceye tüter gökyüzü

Fener ışığında sonsuzluğa yolculuğun filmi

ay kızıla çalmadan görmek lazım.

Derdo bir avuç korkusuz şair kusursuz şiir

Güneş tutulmadan okumak lazım.

Zira zift karası geceler

Fener yürekli ablasıya fukara bir dünya…

EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…

  EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…   Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...