TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...

30 Kasım 2022 Çarşamba

BEN ANA SEN FİDAN

 BEN ANA SEN FİDAN

 

Özgürlüğe beleyip

sırsıcak kuma yatırıp

çırçıplak büyüttüm ben onu.

Dağın etinden

göletin balığından

karın suyundan besledim.

Kıç çıplak baş kabak.

Dört duvar komaz ona...


Esareti hasreti banadır elbet 

ben anayım ana

kanımdan çoğalttım onu

doğanın kucağına saldım sonra

ve tarihe yazdım adını.

Adı sanı doğum tarihi

çatmadaki musafın arka sayfasında.


İş güç pek yaman zamanlar

çayır çimen ortasına bıraktım

taptaze bir fidandı

tutundu kara toprağa.

Yeşile kırmızı aktım oluk oluk

oldu başı göğe erdi.


Dört duvar yiyemez onu

hasreti banadır ben anayım ana

cısçıplak büyüttüm ben onu.

baharın sağanağından

kışın sıcağından

yazın soğuğundan esirgedim.

Kıç çıplak baş kabak...


Hain gecelerin ayazından bezledim

pasparlak yıldızlara kardeş eyledim.

Dört duvar yetmez ona

derdi banadır ben anayım ana.

Canımdan candır oğlumdur, bayramlarda elim öpendir

çağlamdır balamdır 

memem ucundan sızıldayandır.

Değerlimdir deli balımdır.


Düşmanın eline bırakmam onu

gerekirse geri durmam

çeker mavzeri vururum alnının ortasından.

Tarihe andımdır 

kurda kuşa yem etmem...


Talihi musafın en arka sayfasında.

Yaldızla divitlenmiş ciğerim

özüme gözbebeğime yazılıp çizilmiştir

kıyamam tutukluluğuna...


Dört duvar tutamaz onu

dingin maviler gerek ona

bulutlar, denizler, güneş

özgürlüğü emzirmişim yüreğimden.

Zor büyüttüm ben onu acılara tutunarak

çırılçıplak kıç açık baş kabak…


Ben ana sen fidan

dört duvar üzemez bizi...

29 Kasım 2022 Salı

ALTIN RENKLİ ÇİZGİ

 ALTIN RENKLİ ÇİZGİ


Kırk elli yıl var 

altın renkli çizgiyi geçip

devrimin beşiğinde önsözü okuyalı.

Ütopik duvar yazılarında

ürküten sahte bombalı pankartlarda

çakar atmazın dolma mermilerinde

okullarda fabrikalarda

kentlerde kırlarda devrimciliği göreli 

kırk elli yıl var...


Erken yaşlandım besbelli çok erken...


Manifestosunu çok geç yazdım aşkın

kavganınkini genç yaşta.

Hele hapse düşünce 

haftalık ziyaret tutkusuyla harcandım.

Kışa dönen yıllardan kalma

yeğlediğim buluşmalar

bulduğum siyah beyaz fotoğraflar 

çepeçevre altın varaklı.

Düşlerde bile duvar yazıları katındayım 

izlenim yazılarım çalakalem

tüm izlerim silinmiş

uzun yıllarım çalınmış

düşlerim dümdüz edilmiş

şimdi angaryalar omzumda silindir

kaygılı sürgünde koca ömür

kayıplardayım yitik zamanlarda...


Zamanın zerresinde

mekanın en ücrasında varım. Heybemde yaşanmışlıklar yaşanmamışlıklar

nicesi avucumda soluksuz

resmen sonsuzluğu ölçüyorum. 

Beynimde tarihe ödenemez borç yükü

talihsiz alacaklıyım her adımda

soluk nefesim bedavaya.

Yoksulun veresiye defterinde

göz görebildiğince zenginlik aldatmacası...


Kentlerden kırsala kıvılcım sıçradığında

kaç yıl var acıyla yoğurulmuş

geçmiş gitmiş sayamadım.

Beynimde şimşekler çaktığında

Yer kabuğu sancıyla çatladığında

yine düşlerim ayaklandı çekincesiz

burçlara çekilen bayrakta orak çekiç.

Karla karışık yoğunlukta

Len yoldaş in ovalara çık dağlara

elbet doğacak doğan

öpecek dudağından kızıl güneş...


Altın renkli çizgiyi seçip

devrimin eşiğinden öncesiz sonrasız geçip

mesleği devrimci yazalı

kırk elli yıl var...


Deniz iyi ki hayatımda varsın

aynı çizgide kırk elli yıl daha

ver elini altın renkli sonsuzluk...

SOHBET HOŞ SOHBET

 SOHBET HOŞ SOHBET


Söz göz yüz görümlüğü sırası

baş göz üstüne

gözümden sakındığım hürriyet 

hürriyet aşkıyla sohbet. 

Hoş sohbet kirası 

yerli yerine bir çift söz..


Söyleyecek sözüm var 

bir iki çift sözüm. 

Sözleşilmiş gibi sanki

masada kulüp rakı şişesi

kilde pişmiş balık

minik seramik kaplarda sarı leblebi

ve denize nazır büyük kulüp.

Ne sıcak bir ziyafet faslı

herkes hazır ve nazır

bir tek Kızıl Kalpaklı Sarı Paşa eksik

turkuaz taşlı yüzüğüyle

Denizden kopan dalgalı ses.

Sesler tütsülenmiş ocağıma tütüyorum

sönmeye yüz tutmuş közüm.

Sözüm hiç mi hiç tanımadığım kentlere. 

Ben bu kente aşığım sırılsıklam

dertler piri deli divaneyim...


Aşkla kurulur yüce divan

Boğazın suları kıpkızıl sunak

kızgın kızamık akşamlarda

kentin kıyıcığında gizli bir sığınak.

Sözcülüğe sığınanlar için

gözcülüğe adananlar için

kilde lüfer küçük kaplarda sarı leblebi

karafakide kulüp rakısı

ince uzunda buzlu aslan sütü

suspusların dil pasını çözen milli ayıraç.

Amaç ayırdına varmak kahpe dünyanın...


Ahu düzenekli alımlı çalımlı bir hayal

hayal ötesi sanki hal bu hal.

Herşey yarım başdöndüren afet manzarada.

Malum güzellikler derlenmiş

lafta dem dem üstüne eklenmiş.

Koca bir yalan.

Şöminenin karşısında pespembe bir gözde

göz değeni çarpan bir çift yakut göz

söz nereye varırsa varsın artık.

Göz gördüğünde söz biter,

başlar şirret bir geceyarısı

aklı gerilerde kalan etik arıza arayışı.

Kolalanmış şarap gibi deniz

şişede kırmızı balık

ihanet senaryolu beter felaket 

sırı bozuk aynada balıketi kıyamet...


Kıyamadığım karadelik bir yıldız yutar

çolpanlarda bir ışık daha kayar 

turnalar kör duvarlara sessiz sedasız fısıldar

Güpgüzel dünya zehirlendi bugün...


Sırada gez göz arpacık sılası

tutsak yüreklerde hürriyet sevdası

baş göz üstüne idam sehpası.

Sehpada kalanların son sloganı,

gün olur şahlanır özgürlük

ey şah dünya şahlanır

Hürriyet adalet hürrüyet

şevki kırılanlar şanlanır...


Yüz görümlüğü heyecanı azar

hin oğlu cin gözler fırıldak gibi döner 

küçük dünyalar tersine aydınlanır.

Yüzyıllar geçse de aynı illet

utançlı bir çift göz, 

tutarsız iki çift söz

huzursuz bir millet

ve beşi bir yerde mutabakatı.

Ve silahını çıkardığında şair

iç gömleğini giydiğinde şiir

dışarıda kar yürekte nar

yüz düşürenlere buzdan kılıçlar saplanır...


Kar sepeliyor sulu sepken

iki muhabbet kuşu buz camda öpüşüyor

külünden doğan bir beden bencillikten kurtulmuş

çam kozalağı şerbeti özlüyor.

Buzdağını deliyor bir tren

soğuk kompartımanda nar renkli bir ten

ateş yalımlı sarı saçlarında nem

güneşin ağarttığı saatlerde gam.

Destursuz fütursuz bir alem elalem... 


Anaforda bir Kızıl Kalpaklı Sarı Paşa eksik

turkuaz taşlı şövalyesi emanetim.

Denizden kovulan lodos sessiz sedasız

semaya sensiz tütüyorum Bandırma gibi.

Beni hiç sevmeyen bir kentte sevgiliyim

Boğazın karanlık sularında canan.

Bahanem hazır tezden kara toprak...


Topraktan kulüp rakı destisi kırılmış

kilde pişmiş aşk solmuş

maviş sularda yaslı yar

Sarı saç, mavi göz ve ebedi söz unutulmuş.

Özüm sözüm var özleyenlere

masada kulüp rakısı

meselde Kırklar kapısı

elimde ellilik az ötem yetmişlik, 

aklımda yüzlük.

Turkuaz taşlı emanet yüzüğüm çalınmış

sözün bittiği yerdeyim...


Yerden yelden içeri pupa yelken

iki çift söz var pusaran pustlara

ay al beyaz parlayınca

yârin kararan zülfüne

zayıflığım Zülfikar kesilir.

Zinhar çalarım çift dilliyi

zift karası boğaza

boğazda altın boynuza

cana kırım yaşatmış canana.

Ey romantizm realizm işte böyle bir şey...


Andır kalsın akılda kalanlar,

vagonlar içinde allanıp pullananlar 

pusu pusu dirilenler

biletim yok diye dilenenler.

Heryerliyim ben biletsizim

hiçbirine birlemem aklımı

nice korkuları hadım etmişim

ilk adım son andım bilinir.

Çetin savaşçıyım

Venüs, Pompei, Herkül Alahına kadar

ne çok tanrılarla savaştım

tek Amazonlarla uzlaştım.

Upuzun yolculuğumda

Denizler aştım, okyanuslarla kapıştım

Kızıl Tanrıçaların hatırına

Kızıl Kalpaklı Sarı Paşa ile barıştım

ve demir yürekliler divanına katıldım...


Hürriyet aşkıyla bir iki çift sözüm var

söz baş göz üstüne

söz denize sevdalı demiryolcu sözü,

hayda hayada hayatta

adap usul erkan bilmezleri

mermer taşlı kabristanlara uğurlarım.


Söz göz yüz görümlüğü beş para...

SİYASİ SÖVGÜ

 SİYASİ SÖVGÜ

 

Dönersem eğer bir gün

ve sen büyümüş isen azıcık

olgunlaşmışsan makul derecede

bıraktığım siyasi kitaplarımı okumamışsan da olur.

Saçlarımdaki beyaz bulutları okşarsın

sakalımdaki tek tük karaları görüp

artık karalar bağlamazsın.

Deniz gözlüm

bıyığımı asla kesmem ama

boya dersin de kıyma bana

boyayamam.

Emir demiri keser diyenler

acımadan gençliğimize kıyanlar

Ve demir parmaklı pencereler utansın

sen değil.

Bırak nikotin sarısı parmaklarım dolaşsın 

dolaşsın koyu platin saçlarında.

Gönüller tutuşturan kayıp yıllar utansın

biz değil...


Güneş kısığı deniz gözler ağlamasın artık...


Düşersem eğer bir gün

ve sen okumuş isen birazcık

aklına siyaset bulaşmış ise yeter derecede

artık onlar düşünsün

sen değil.

Elbette anlayacaksın beni bir gün

akıl keser derecede yetkin

bir gün mutlaka

ve sinkaflayacaksın ben gibi

dua niyetine duvarlara...


Bilirsin översem hakkınca överim

söversem siyaseten söverim

Allahına kitabına kadar

ya bir de seversem

Allahıma severim hakikaten.


Gelirsem eğer bir gün

ve sen büyümüş isen nazlı fidancık

Güneşe uzatmışsan narin boynunu

hiç çekinme benden

sevgilerden sevgi beğen

hiç sakınma bedenden

kanı kaynatma derecesinde.


Ve yine gitmek icap ederse bir gün

sakın gitmememi isteme benden 

nolur yok başka yolu

siyasi kitaplarım da sende kalsın.

Al duvaklım sal beni tutma

kal deme ısrarla

ve aklın sakın bende kalmasın...


Dönersem eğer bir gün

ve sen beklemiş isen yana yakıla

dilersen bıraktıklarımı

istersen aşkımız romanı okuruz.


Bu son arzum asla siyaseten değil...

PALAVRACI

 PALAVRACI


Palavralar atılır pembe mor palas pandıras

her lisanda her aksanda

akşam alacasına yerleşen damlarda.

Aksayan akıcılıkta akkor şarlatanlığında.

Kim bilir hangi aksana karışır

hangi sabırsız sonsuzluğa taşınır.

Delice esen rüzgar sesi

karmakarışık palavralarla kıvranır.

Kuytularda pazarlık yalanı

sürekli kaynar cadı kazanı

Dünyanın bin bir haline ek memleket ahvali.

Denizin öte yakada portakal ağaçları

yürek sızlatan portakal kokusu

sarmalar tüm yalnızlıkları.

Hüzmeli hüzünler

hızmalı huriler girdabında

pembe mor palaslarda patapat

palas pandıras palavralar sıkılır. 

Her nedense her seferinde ayni laf 

safi gaf

kanmışlar gergefinde saf üstüne saf.

Hangi akıllı anlayacaksa

anlar korkusundan

paranın mor rengine yamanma

paçoz palazlanma gizemli zırıltı.

Zırf delinir delinmez

yanık tenli bir gölge vurur palavralara 

damgası kızıl dağlara

simgesi lacivert kara denizlere.

Rengarenk yalanlara kırbaç gibi iner gökmavi 

yeryüzü havalanmaları vip misali 

boz taylar oylum oylum seyirtirken

serfler er vakit ekinlere.

Sapsarıdır mısır püskülü aykırılıklar

hafiften kızarır güneşe uzatılan yüzler.

Neyle ölçersen ölç artık palavraların şiddetini

isli paslı kaç karış, 

deniz miliyle kaç kulaç, 

kaç arşındır arşa doğrultulan 

hiç mi hiç farketmez.

Yalanı doğrusu yığınları yanıltır

uzaya yayılan atılganlık kaptan köşkünü yıkar 

kaptan kırk kırık palavraları yutar.

Kıytırık boşluklarda deniz canavarları türer

avantalaşmalar pazarına avatar tabakası.

Büyüklere film pazarı

kor sahneleri kof

sahipsiz semtlere ucuz oyalanmalık.  

İnci küpeler toprak küpte nazarlık boncukları cepte

karesi küpüne eklendikçe

kesilir doğranır bantlanır film yılışık apıştırma hazzına eşitlenir. 

Palavrası bol palavradan filmler.

Patlayan mottosu açlıktır 

taş baskısı kitaplara siyasetname

bir bir yürekler mühürlenir. 

İlahi tarzda palavralar parlatılır 

prenses palasında palas pandıras satılır. 

Dünya galasında atıklardan beslenir 

küçükten büyüğe üç boyutlu gözlük

veteranlara felç maskesi takılır.

Palavralar kafesi küfesi boş

her lisanda her aksanda

insanla insan yarışır 

daima insancıl olmayan kazanır.

Günah hafifleten günbatımına 

uğultularla uğursuzluk yaftalanır.

Bunca laf arsızlığına lafazan anısızlığa

kim inanır.

Yeldeğirmeniyle tek tabanca savaşanlar

tabansızları üç mermiyle kovalar.

Palavralar paslanır 

pembe mor mavi küre pislenir.

Bağrında sapsız pal sokağı kaması.

Bedavaya satılan palavralar en kanlısı.

Konu gayet açık 

ganimet ayet gayretlilerine 

gül pembe kimlere yakışır. 

Mert dayanır kim kaçar

palavra tanrısına palavracı periler planlanır.

Yakın plan sırnaşık sarılmalar 

yılışık pelit altı elitliği.

Can seli cin salı paravanlar 

kum seli palavralar usa payandalanır. 

Kasıtlı kanıtlar 

bil cümle kayıtlar

deniz ötesi kaykılmalar

küreksiz kayık malı... 


Karşı yakada açar portakal çiçekleri

portakal kokusu makiliği geçer 

Durma yolcu patikayı takip et narası

havası suyu kokusu eşsiz ıtır

yolcu ciğerine ciğerine çek...

Mavi mora kadar portakal ağaçları 

port çiçek bahçesi portakal kokusu

palavralar palasında

palas pandıras derdest korkusu. 

Açılınca sır perdesi orda kal

portakal öncesi papaz yortusu.

Tortusu topuzu akla işlenmiş

pembe mor mermerden

portakal prensesi yontulmuş

düşlere mezar kaçkınları.

Tek atımlık düşlere karışanlar

satanı şeytanı satan

cadı kazanı dünyaya

dünyanın palavrasını yakıştıranlar.

Lisanı harbiyle topu sonluğunu toplar.

Palavracılar çarkında felek

palavracıların elinde memleket

palas pandıras palas sarsıntısı…

27 Kasım 2022 Pazar

ADALAR VAPURU KAÇTA

 ADALAR VAPURU KAÇTA

 

Pürtelaş palamar halatı çekildiğinde

Adalar vapuru kıyıdan açıldı 

iskele alabanda.

Koptu karşı yakaya doğru

kırmızı düdüklü kuğu

iskele tornistan.

Marmara hafif dalgalı damardan mağrur ve ağdalı.

Ağır ağdalı boğaza akmakta vapur 

iskele sancakladı beton griden maviye

bravo kaptan, yaşa usta nidaları.

Populer şarkı nakaratlı

yaşa varol nurol haykırışları…


Ak köpükler süzülüyor vapurun çarkından

takipçiler rengi bozuk martılar.

Makine dairesi mırıl mırıl bandası ateş gibi kızıl.

Prusya krallığına talep açmış bir pus

punduna getirip deliyor

azan bağrını açan bir deniz ve ardına bakmadan Adalara kaçan vapur...


Pici puştu pruvasındayız imansız postacının

kapıları kaç kez çaldığı belirsiz.

Amansız şehir hatları müdavimleri belli.

Simalar renkli 

yüzler benli benekli. 

Öteki beriki derken 

kocakarı kışını aratmayacak bir fani

durduk yerde 'ben demin söyledim' dedi.

Yakasında tarihten armağan kutlu bir rozet

evvelinde huri bugün koket.

Etrafa yaydığı buğu sıcak

alnında yakamoz yalımı.

Yakına uzağa denize adaya

yaylım ateşinin gongunu vurdu.

Koketin ettiği beddualar nazlı nakaratlı

'Karşı yakada eller yakaya yapışır 

asortik alaboralar gölgeye asılır 

aslar yedekler bir yemeğe yamulur.

İnsafın kurusun yamuk kaptan

seni boz düdüklü mamut

hem bal hem zehir alkor dudaklı

gölgesi uzun burunlu 

gövdesi fiyakalı filinta

filancaya uğrayan kayıklı

can yeleklerini filikaları hazır et.

Batacak gibi bu vapur 

battı batar gider.

Batıracak bu rezil kaptan

rezil de eder vezir de eder vapuru

yan yatıracak yatıklık bin beter.

Deniz yatağında yatalaklık

adalar da modalarda bin bir keder…'

Kader dedi sonunda ah çekerek.

Kurumlu bir edayla ahşap kanepeye kuruldu.

Al beyaz benekli yüzünde yılların uyumu

kukumav kuşu gözleri yumulu.

Kaşla göz arası çaktırmadan izliyordu

korkudan buruşan yüzleri.

Tam Osmanlı kadını tavında çakar tokadı anlamazsın cilvesi ahengi tadında. 

Ata kızı kıvamında 

dudakları boyalı kiraza.

Ben ise başka bir alemdeyim

bir yudum içmeden

küfelik sarhoştan daha sarhoşum

yalan dünya yükünden yorgun...


Girmişim çocukluğumla topkapıdan içeri

sevdalar şehrine kapılmışım

boğazındaki inci kolyeye

takılmışım 

kararan deniz mavisine atılmışım.

Asılmışım martılarla yarışan dalgaların nefesine.

Nefesiz bırakılmışım genç yaşta

varlığım dayanağım budanmış

kaybedecek neyim kalmış. Kamarotu kalantoru aynı vapurda

ben denize vurulmuşum dağlarda.

Vurgun yemişim en derinde 

nice pusuya uğramışım dehlizlerde. 

Can pazarında can kurtaranım.


Boğaziçinde bir vapur

Adaları ipe dizen Adalar vapuru.

Türkuaz çırpıntılı başı belada

kentin surlarına öğle arası değende

kıskanç deniz altıyla didişiyor. 

Ben ise yer altına çekilmişim

aracısız sırlarla adalara taşınıyorum.

Esrik esintiler okşuyor vücudumu 

o kadar demli demliyim ki 

uzun yıllar sonrası usluyum   en usturuplu en ala direnişçi pozunda.

Nice ayrıntıda gizli eskiyen zamanlar 

pozisyon kompozisyon tam pansiyon

hainleşen yarım porsiyon lafta dostlar.

Eften püften sebep ihanetler

hay huy çıkmazında hazımsız bahaneler.

Alaylaşan ahaliden

sıradanlaşan ahvalden saraylaşan hanelerden

zenginleşen harap konaklardan

bıkmışım usanmışım.

Derdim deliren zamana deliller zımbalamak…

Bana ne ise herkese de o, 

 olacak o kadar çılgınlık.

Soyuna sopuna çapına çarkına 

giydirmelerden sıkıldım. 

Kırk yıldır ayni terane.

Pir baktım gördüm piştiyi

kavradım piştiyi peşteyi anında bıraktım perini peşini.

Pekala pey verdim gönülden

mutlaka görülesi hesaba denk. 

Batarsa batsın artık dünyalar 

ayarsızlığa adananlarla adaya vapurlar…


Adalar vapurundayım es kaza 

batarsa da batsın neyleyim

zerre korkarsam namerdim.

Yan yatsın yatalak kalsın

illa ki yalanlarla gerçekler kapışsın.

Koca vapur serin sulardan kopsun. 

Adalıyım atış alanında tetikteyim

kent köylüyüm en asılından kıyıcığından karşı yakalı

korkarsam adam değilim.

Suskunluğum çağ düşkünlüğünden gelir

kutsal isyanım ezeldendir.

Adalar vapuru batacaksa eğer

duvara toslayan asılmışlıklarım utansın

ağdalı yalancılar korksun. 

Ben gün doğumuna doğru yüzerim

vapur dumanı bulutları yüzer geçerim.

Anı demeti pınarındayım.

Rozetli kocakarı bir başka hikaye...


Çığlık budalası martılara paylaştırıyorum gevrek simidi

kavruk susamlarını havayla karışık balıklara.

Askı tepsili olmasa da çaycı damlar birazdan

kıvırtak kırıtarak efemine mineli

astımlı veremli gibi kırık sesli,

'tereyalı tost köpüklü ayran

demli taze sıcak çay 

efendizadelere kahve dünyası'

Bunlar hep böyle mi benzeşir 

ayni tornadan çıkmışçasına

fıtrat el verir

belki belki de kader.

Adalar vapurunun şamatası bol

adaların birine çıkartma heveslisi 

bir öğrenci kafilesi.

Kafileden cinibiz kızlara cakalanan bir afili,

'Hanım teyze hani batacaktı adalar vapuru

boğazın öteki yüzüne basbayağı yüzüyor işte zenginin mostrası fakirin malı…'

İsmini duymadığım bir lise kaçamağı 

kocakarıya takılmaları tek sesli  

peyderpey manidar.

Adalar vapuru batmadı...


Benim vapurum Karadeniz’de çoktan batmış.

Gençlik aşkı mı kalmış

pederim de alıp başını göçmüş

sayıklamalarım sonsuza kadar.

Adalar vapurunda cayırtılar cıngılı

vız geliyor artık hayat.

Banane desem mantıksız

başımı nereye çevirsem ayni manzara.

Adalar vapuru rozet gibi yakamda.

Ada yazılı dönem harcanışlarım aklımda

gerisin geri günleri dayanılmaz.

Yanıyorum tarifsiz ve tarifesiz.

Soğusam kime ne soğumasam kime ne

neyleyim sonsuzluk ilamını hayat billahi tekelimde.

Orda borda adalar vapuru köpüğü

pur pur vurmuş şavkı limansızlığıma

rüyalarım vurulmuş bir kere kıyıdan içeri salınır Adalar vapuru.


İçime pineklemiş acılar hala taze 

o yüzden tersoyum imansızlara.

Atlas yelkenler fora,

bayrak çekilsin kocakarı ayazına.

Adalar vapuru saat kaçta

kaçırırsam bir kez daha

patlar aort damarım kanım çekilir.

Çekerim hayatın palamar halatını...

GEL GÖR DENİZE GÖMÜLMEYİ

 GEL GÖR DENİZE GÖMÜLMEYİ…

 

Kırmızı uçan balonlu küçük kız

gel gör halimi buralarda niceyim

gez gör dolaş yükü yekûnu 

küçük bir adacıktayım...


Denizlere nasılsa nasıl serpilmiş adalar

Egeye ada ada sıralanmış yanyanalar

yanılmamışım en güzeli bu adacık.

Kırmızı balonlu küçük kız

gel gör suskun denize gömülmeyi 

veya uçan kuşlarla göklere çekilmeyi...


Sakın ha gömüt ritüelleri istemiyorum.

Biliyorum şahsımı uğurlayanlar 

her limanda yasta

yolculuklardan yolculuk beğenmişler 

damarlarımda dolaşan kanımda 

şansımı beğenmemişler ellerde al yazma

ıslak mendiller filmin sonuna

yoluma yolculuğuma alkış tutulacak.

ve son arzum tek tümce olacak

merhaba kardeşim Deniz...


Doğal hayatın hasılası dertli başıma 

bitsin gitsin adı batasıca kaos

batsın yeni başlangıçlara son sevdası

sonsuzluğa sil baştan yolculuk nidası

ya da sonsuzluğun sonu rüyası.

Gel gör uçan kırmızı balonlu küçük kız, 

ne istilacı bunalımlardayım…


Adam sendelik mülteci hafızamı

bitkin anılarımı yokluyorum habire,

hiç yoktan anlarımı sesliyorum. 

Yoksul yoksun küçük dünyamı sorguluyorum

katlimize çıkarılmış fermanları.

Ne yazar bunca hasar kimi kasar

ben zaten çok önceden vurulmuşum.

Vurgun yıllarından kalmayım

tabanlarım sızladıkça yalım yalım 

bilesin tabanca aşkım yeşerir.

Tabansız tabanvay çıkmazında

çıplak silaha merakım depreşir.

Nice depremler yaşadım yaşarım 

ardı sıra klasik çelik ayazı günler.

Adım sanım savım kavım belli 

kıvamında devrimcilik ederim.

Denize kan gülleri derip

boğazdan gelip geçen gemileri sayarım.

Gel gör kırmızı uçan balonlu küçük kız  

ben hangi meçhul gemide

en dip kamaradayım...


Gözlerimi her yumduğumda

patlar izli mermiler aklımda

ışır hafızam kuru sıkı

düş kırıntılı

tünelin ucundaki sarı ışık sıkıntılı. 

Sahte ve kalpazan düş artıkları 

kasvetli rastlantılar dizilir 

dizimin dibine

vazgeçemediklerim dillenir sen makamsız kutlu isyancı

mekansız mutlu yabancı

yoluna kurban can yoldaşım.

Kim ki ayni yollarda iki garip yolcudur

onlara yüreğim kanar hala.

Gel gör kırmızı balonlu uçan küçük kız  

kızıl közlerde çıplak ayak yürüyeni...


Yüreğim kırk pare çarparken

beyazperdeye nasılsa nasıl gözüm takıldı 

garezim kinim sırf kolundakinedir.

Aylardan Eylül onikiden tam isabet

sayenizde sımsıcak düşlerim delindi.

Delice okuyorum şimdi o kitabın ortasından.

Zihnim zifiri derinlikte okumayı unutmamış

hala kör gecelerde isyancı hecelerdeyim. 

Mücadele kaybedilmiş hücrelerdeyim.

Siyaseten sorgulanmışım askılarda

ve en vahşi vurgunu yemişim.

Gözüm dönmüş aklım durmuş 

gizlim saklım kalmamış

yine de yenilmemişim.

Artık asla geri dönülmeze dolu silahım

yarına teklediğim dakikalarda

çektim kurdum tetik düşürdüm

hep aklıma dolandın.

Oldu bittiye getiremedim açık hesabı.

Tarifsiz keyifler muhitinde misafiriz

gidiş adresi belli dönüş belirsiz.

Tek başımaydım yılmadım

salt kolundaki korkuluğa taktım.

Elimde el yazması kitaplarım

her harfinde minnacık ellerinin izi.

Baştan vaz geçip önce sonunu yazdım...


Uyumsuz mavilikler saklıyor adaları

delibozuk dalgalar yutuyor adamcıkları

felaketin lekesi gökyüzü duvarına asılı.

Yıkılsın taş duvarlar

kelebek desenli sobalarda

nahoş fezlekeler yansın.

Yansam da yansak da yanmasak da

ilk fırsatta feleğin sillesi

işte bu şarklı sinikliğine düşmanım.

Çarkı bozuk çarkıfelek kanlım. 

Sıkarsın alnının ortasına

veya şakağına tek mermi

belki o zaman solmaz gözlerimdeki Pertev.

Sonrası yok öncesi var artık.

Bir atımlık barut sonrası

duyulmaz martıların yalvarışları

anılmaz kuşların adadan kaçışı 

görülmez kaçıklığın son perdesi

ve nice badireden kurtulanlar solar

düşte düşenler sağırlaşır.


Ismarlama yaşıyorum gizemi

yeşil gözlerde yanan alemi aleni.

Elaleme sert rüzgarlar kazıyorum 

artık kendime daha çok kızıyorum.

Allı yeşilli bir dağdım dağlandım

küllerinden külçe külçe doğanım

üflesen ada ada uçarım

kırmızı pelteye üflenen can tükendi 

tükendim sanki. 


Gel gör kırmızı uçan balon

gel gör kırmızılı küçük kız 

sevgi tünelinde tüten sevgiliyi

sevgiliden öte ebedi yari

yolculuğu yarım kalanı.

Çoktan tamamlardım ama esirinim.

Unutma bize hep hiçlik

piclik her yerde ezilmelik.

Yıllar geçse de aradan

hiç gücenmem unutma

gücüm yettiğince eserinim.

Esip gürlediğime aldırma

tabancam oyun hamurundan

namlusu akide şekeri

lokum rastlantılar dizilmiş şarjöre 

sırısam hedefi silme ana renklere boyar

duvara mıhladığım dünya ılım ışık ebem kuşağı olur.

Doğrudur bir gider bin geliriz 

odacık odacık dağılırız

Denizden içeri adacık adacık doğarız.

Doğanım küçük evliya çayırına

can tükendikçe tende büyüyen çağlayan...


Küçük kızım meskenimiz bu tatlı adacık

tüten bacalarının buğusu buharı 

hep hapislik.

İhtiyatlı bir ihtiyarım artık sürgünlerde kederli bir yar 

liman liman bunalsam da

habis ura direnen er.

Yatmam dört duvar arası artık yatamam.

Kahpe felek bekle

asla fazla gecikmeyeceğim 

güneş rotalı ilk gemideyim 

bekle de gör halini.

Zerre tınmam olacakları

can alıcı tanrıçaların bedeniyle vedalaşmışım

yakut gözlerine sade bir öpücük kondurmuşum

kallavi kumpaslardan yırtmışım

şimdi uzsal bir parıltıyım

gölgesinden korkan bekle geliyorum...


Tek katlı adacık evleri çatıları kırmızı kiremitli

cümle kapıları asma kilitli

pencereleri ürkek bakışlı saf kadifeli

kadifeli gelinler al yanaklı

usumda kalanlar bunlar.

Dahası son  yolculuğumun suskunları

gülümseyen pamuk şekeri bulutlar

ustura gibi bir ayaz

ve buz kesmiş yollar.

Hafızamı yoklayan kurşun geceler

üzerime çöküveren ateş canavarları

ve busbulanık anılar. 

Sıkı dur kahpe felek

Ata yadigarı tabancam belimde

helalinden üç mermi avucumda

vınlıyorum kurşun gibi

kanatlanıyorum kuş gibi.

Çifte tetiğin boşluğunu alıp sonsuzluğu indirmişim yere

hadi çık bakalım karşıma soyka felek.

Sönmüş milyarlık yıldızlar

ilkesiz ilkler kaypak eller

ışık yutan kara delik çaprazında.

Deliksiz inanıyorum

kör karanlığa inat

ışıl ışıldır şanlı adacıklar. 

Kara deliklerinizden çıkın adamcıklar 

size şah damarınızdan daha yakınım 

sunacağım hayat başka bir hayat...


Sırt üstü uzanmışım dirilişin maviliğine 

gökkubbeyi yalıtan yaratıları gözlemliyorum.

Yarıda kalan rüyalarımı özlüyorum. 

özüme kesin mizan bir türlü tutmuyor

Devlet sırları belenmiş beşiğime

açık ara kızılca kıyamet turlarındayım.

Serçe parmağıma bağlı kırmızı ipli nişan

Küçük kızın elinde kırmızı balon

sözün özü kırmızıda gizliyim.

Hayatımın bilançosu ipin ucu.

Maviye uçan kırmızı balon hayatımın şablonu..


Göz gözü görmeyen bulut karmaşasında

tırmanıyor kırmızı bir uçak 

sis bunaltılı denizde 

tırmalıyor grimavi bir gemi resmen havaya karaya saplanmışım.

Fünyesi çekilmiş bir benliğim

mora kesmiş bileklerim.

Çakmaklı beyliğimin yivleri paslı 

künyeme kazılı adım Adalı.


Adım gibi biliyorum

uzaya uzayan al balon

patladığında 

ben çoktan basıp gitmiş olacağım.

Küçük kız dönülmeze yolculuğumun sırdaşı.

Biliyorum bu sol yolculuğum

Biliyorum bu son yolculuğum

aradan çekileceğim usulca.

Al balonlu küçük kız 

usulünce gel gör halimi niceyim

Denize sarılmak üzereyim.

Gel gör yükü yekunu 

miniminnacık bir mavi adacık.  


Aldırma kırmızı balonlu küçük kızım 

büyüdükçe maviliklerde

beni göreceksin 

mutlaka kutlu emanetimize büyüleneceksin 

ve gümüş yeleli bir adam vardı

o adam vallahi babam diyeceksin...


Kırmızı balonlar göğü kaplayacak

ve denize gömülecek tüm adamcıklar.

Arkamızdan bir tas su dökecek adacık.

Sadece ikimizin adası...

25 Kasım 2022 Cuma

ASİ KENTİN ASİMİLESİ

 ASİ KENTİN ASİMİLESİ

 

Yorgun güneş 

güneş çok yorgun

bir o bulutu bir bu bulutu öpüyor

Doğanın diyalektiğine has

tek derdi yerküreye ulaş.

Bunalım şölenine yanaşmış viran gemi

acılı düdüğünü öttürüyor

demir alıyor yavaş yavaş.

Hainler durağında yas.

İskelede yorgun bir adam

yorgun güneşten de yorgun

dörtgözle bekliyor 

Denizle öpüşen Karşıyaka vapurunu...


Kara bulutlara inat 

kıpkızıl ve asi ve de asil bir kent

kordon boyu yalıları esas duruşta.

Yalımlar yorulmuş

mendireğe sırt dönmüş Ege.

İçin için yanıyor narin dalgalar 

dalgıç kararlılığıyla

dalgalanıyorum karanlığa inat.

Bu asi kent benim

Benim bu asi kent

Ben bu asi kentliyim

Asil kentin asisi benim...


Yorgun güneş İzmir’i öpüyor ıslak sıcak

yarım buçuk acılı düdüğü dinliyorum.

Gözlerimde kanlı yaş 

Karşıyaka Kemal mavisi

güneşe tapan gökyüzü mat parlak

payıma düşen

ölü mermi vızıldayışı 

ve bir günlük heyecan...


Heyecanla yorgun güneşi topluyorum 

top patlayınca batışını anlatıyorum

ciddi dik yazı karakterli.

Umuyorum ve umutlanıyorum

elbet doğacak yarın

elbette ışıyacak gün

yine de içim içimi kemiriyor.

Kemanın telleri kopmuş

asi kentin asisi asimilesi

asit denizinde

çal kanunum çal.

Ey saat kulesi vur gece yarısını

mendireği gözlerinden öpsün Ege

Kemal’in kararlılığından daha kararlı...


Her gün her gece ta ki yoruluncaya dek

ve güneşe akın başlayıncaya dek.

Asi kentin asisi olmaya devam...

AĞ, DENİZ, FENER VE RASTGELE…

 AĞ, DENİZ, FENER VE RASTGELE…

 

Ege’de ağlar Ege...


Gökyüzü gecenin köründe ağlarken

ağzı bozuk ağları 

sesi kırık dağları dalyana saldım

sırf denize tutunmak sevdasıyla...


Tut ki deniz tuzdan kavrulan avuçlarımda

kapanmayan yaraya yakılan ağıtlar 

atılan ağların uzağına 

çok uzağında bir adaya.

İki sıra dağları tüter kızılımsı 

yeşil buğulu gözler

demir atmış eteklerine

adayı adam akıllı kucaklamış

kızıl ateş denizi...


Şimdi lavlarında yıkanmak vardı ya

hemde gece yarısını az geçe 

suskun volkanın kulakları titreten ötüşüyle

nafile arzu

fantaziye geçit yok.

Oysa ne diller döktüm kapkara bulutlara 

paslı demir köprünün tam üstünden 

üstelik geceye demirlemişken şarkımızı

yudumluyorken sana susamışlığımı.

Zifiri karanlık karla karışık 

içim karmakarışık 

açık denize karşı oturmuş

içim yandıkça sulusepkenleri içiyorum

enginde motoru çınlayan takaları 

gök gümbürtüsüne aşık lakırdıları

peynir ve laf gemilerini. 

Ben içlendikçe

sonsuzluğuma martılar havalanıyor,

havada kapıyorlar umutsuzluğu.

Hay anasını habire kara haber

her kuşluk vakti 

aynı yerde aynı sefer 

her sefere aynı replik 

rastgele Efe kaptan...


Vedalaşmaktan yoruldum

hep rastgele makamındayım

kızgın deniz karakış uykusunda

sanki buzul çağı ertesindeyim

zulamda kıyıya erkenden varış hazzı

haza çırpınıyorum.

Donuk dolunay sahte düşler pazarlıyor 

canpazarında sokuyorum koynuma yelkenlileri 

vedalarla vade dolduruyorum.

Lodosla öpüşmekten utandığımca 

asılmalık sevişmeler kemiriyor beynimi

kemendi boynumda

aklımı kurcalıyor beynelmilel sevdalar 

ve adaya sulandıkça sönüyor yangın çağı

topunu reddediyorum en radikal

efendice efeleniyorum...


Ben denizi değil deniz beni tuttu

ben balığı değil balık beni yuttu

şişede balık bardakta bahar

ikimizi de unuttu.

Attığım dalyan ağlar denizi,

deniz titrek deniz fenerini fener kara dalgaları uyuttu. 

Derken yeşil gözler ufka sabitlendi

ışkın aşkın anılar somurttu

sonra bir acayip ışık seli vurdu gezegeni

yüreğim ağzıma geldi

bu kaçıncı kaçak sefer

resmen ağ deniz fener kıskacındayım...


Ege’de ağladı Ege’ye...


Kıskanılası rastgele yıllarına rastladı, 

rastladım deniz kızına.

Ben denizi değil deniz beni buldu

deniz kızı gizli tanığım.

Gönüllü tanık tanyeri tanışıklığına

onlarla yansıdım kıyıya.

Kıyıda en yakın cılız ışığa hapsoldum.

Usulca özgül ağırlığımı verdim denize

en hafiften en ağıra dert soludum

dalgalarında yanmak için kırmızı kırmızı

zincirledim yadına yeşil yeşil

kendimi rast makamına vurdum.

Kahrolası vurgun yemişim...


Denizde yapayalnız bir ada adaya kulaçlayan bir adam

kıyıda loş bir liman 

sinsice saklıyor yüzünü kara vicdan.

Gördüğüm göreceğim buydu gözümden sakındığım belli belirsiz

ardımdan el sallayanım

şapkası tül peçeli kaplan pençeli kadın 

hala en uzakları gözlüyor.

Yeşil gözlerinde aynı veda

vadenin cansız izi.


Ve dahası başka davadan

denize düşmüşleri

düşkün yıldızları avuçluyorum 

siperinden çıkmış altın perçemlileri

kaç kulaç sonra doğacak güneşi de.

Bir yandan ilençli imgeler acıtıyor canımı

diğer yandan en boğucu güneş 

batıyor etime.

Doğan doğuyor, batan batıyor yerli yersiz

doğrudan utanç duvarına.

Yürek paralayan uyarı en başta

baş başa denize çullanış vakti 

boşuboşuna boğuldum saati

baştan başa elveda.


Ege’de ağlar Ege’ye...


Tek parça döneceğim bu seferden

daha seyir defteri yazılmadan

bu sefer ağlayışımı deniz yakalayamayacak

adam akıllı sönecek şu gönül ateşi

yeşil gözler daha da kızarmayacak.

Çıplak mavzerden süzülen ağıtlar paramparça

mosmor ellerim

bileklerime çelik grisi halka

kan oturmuş yüreğime

dokunmuş aklıma nurunar

derken lekeli güneş kepenk kapatıyor.

Dört yanda cahilce bir başkaldırı

sanki nefesi kesilen denizin tepkisi

kaç gündür buğusu tepelerde

en tepedeki evin bacası da tütüyor 

dönüş terki diyara

kişiye mahsus çıplak gerçek

tek gerçeklik.

Ne arayan ne de soran

arandım 

sıkı durdum denizle arındım 

Denizi tutmak için tuzdan yanan avucumda,

ada ada dolaştım.

Tek karım mahşer yeri yalnızlığım.


Ağlarımı topladım rastgele günlerde

Ege’yle ağ deniz fener üçlemesindeyim. 

Şeytan üçgeninde

voltaya takıldım 

küçük kırmızı bir balık gibi oltaya,

yeşil gözlü deniz kızıyla beraber

kaçınılmaz sona bir kala...


Ege'de Ege ağlar,

ben de ağlarım Ege'ye...

24 Kasım 2022 Perşembe

PANDOMİMCİYLE YÜZLEŞME...

 PANDOMİMCİYLE YÜZLEŞME...


Kızıl alev denizinde avdım

avdım avlanmadım

aldım alıştım 

yandım yatıştım.

Sanki uslandım iki paragraf arası.

Ve ansızın zindan karasına yattım

Arafta sırsıcak sılaya.

Hepsi bu kadar değil elbet

meğer çalınmışım çarşı pazar

zihnin sınırlarını zorlarken ezel ebet,                                                                                        

kendim kendimde değilmişim evet.

Evvel emir benliğimi buldum denizde 

duruldum arındım...

 

Artı her uyanışta bambaşka benlik

eridim yağmacı yangınlarda 

tenimde tenin kala kalınca

sandım ki erdim.

Öyle kolay değilmiş meğer

tekrar tekrar kızıl alevlerle yıkandım.

Andım yıkıldı ben yıkıldım

avulandım da akıllanmadım.

Usumda dellenmiş yastık altı mısralar

rüyalarla avundum misli misline 

arsız dalgalanmalar otağına kuruldum.

Basit kurgular diyarında

eşyanın tabiatına eşlikçi pandomim koptu...

Aykırılıklarım kaygı duvarına bir adım,

hangi alaşımdı aklımı kurcalayan,

hangi dünya kıvılcımıdır kanımda kıvranan 

hepsini bir bir mimleyen pandomimciydi.


Bir türlü çözemedim büyük gizemi

hırçın kavgalar civarından kaçmayı

iki nefes arası illaki  tadılan

tanrısallığı

anlayamadım hiç.

Hiç yoktan kavruldum savruldum,

savruk savlara peş peşe saplandım.

Ne aslına taptım 

ne de kurgusuna tabiiyim

hürya koptum.

Artık yolu kızıl alev denizine düşen avım.

Emin ol bir senden kopamadım...


 

Kopunca kopçasız fırtına,

sarınca çolak kollu koruk kasırga,

sessiz yığıntı volkan da patlayınca,

mime pantomime.

Pandoranın kutusuna kilitlendim.

Ve kalmadı iki gözüm, 

yalan yanlışa cesaretim.

 


Pasaklı pandomimciyle yüzleştim,

palas pandıras 

kar zerresiyle bütünleştim.

Ar meydanına sürek avıydı yağan

yağma yok ölümsüzlüğe imrendim

yolculuğun tam orta yerinde

mimlendim.

Adım andım yerle yeksan,

yerden göğe yeniden üflendi can

paso buzdan ateşe doğdum.

Önce acayip canım yandı canım,

sonra kendimi sana kattım dayandım dert batağına katlandım.

Bal hurma yumuşağı gibi anılarla,

hummalı uykulara yenik düştüm sonra.

Uykumda yine ayni düş 

Aynı düşte

ayni daldan düştüm.

Dünden önce kırıldım

yarından sonra karıldım

ve gün bugün iki gözüm

kendi özüme kaynadım. 

Yarınım kalmadı sandım

acayip yanıldım...

 

Yar kar kış kıyamet

hala ilk aklıma düştüğün günü hatırlarım.

Hangi umarsız ulaşımdı aklımı durduran,

hangi alaca alaşımdı bezgin bedenimi tutuşturan,

hangi kutlu seferdeydi sensizliğe tapınmam

ekini buzdan tırpanla biçer

her şeyi ardın sıra sıralarım.

Sırra kurşun kalem değmiş bir kere

bin oldu hala dengimi ararım.

 

Arada bir durdum kaldım

hızlısı hazlısı illaki pantomim.

Zehri nar eyledim

binbir çeşit eylemin parolasını parlattım.

Tam yatıştım derken gördüm ki 

bire tamamlanamadım.

Birden üçe şart olsun,

şimdi üç dine de hasretim.

Hasletim kuşaktan kuşağa geçmiş,

hatta el değiştirmiş kitaplarda gizli.

Kalmadı iki gözüm başkaca iz miz,

senden zoraki vazgeçtim

tek varlığımı doğaya kattım.

Katıksız ikimizde biliyoruz ki

pandomimci işaret buyurduğundan değil asla,

salt aslı astarı buydu diyebilmek manasına.

Yahut mavi atlasa kanatlanabilmek için.

Evet geç olsa da piştim...


Eğrisi doğrusu yine piştiğimi sandım

soluma yattım iki mısra arası

kesildi soluğum iki gözüm.

Anladım ki uzağım da yakınım da 

uzak ara sadece sensin.

Sen kızıl alev denizim

sen yattığım zindan karam…

23 Kasım 2022 Çarşamba

ÇİÇEK KOKUYORDU ÖLÜM…

 ÇİÇEK KOKUYORDU ÖLÜM…


Ihlamur çiçekleri kuruttum sana gülüm

lavanta kokan terinde kendimi

gerici ihtilal günlerine has.

İlla ki kitap arasına

ve hiç gereksiz üzülen doğana yas.

Bizzat anlaşılsın diye aşk...

Gülüm sanki çiçek kokuyordu ölüm.

Ne de çabuk geçti gitti yıllar.

Sinik bir torbada karanfilleniyor hayat,

göz göz işlenmiş ruhunda canım.

Canan şahlanıyorum al çiçek kokusuyla.

Bil ki yeniden yaratılmışım yar

yarınsızlık korkusuyla.

Aşk varsa alevlenirdi anlar hani

hani kızaran göğe yakın demlenilirdi.

Demirlenmişim kahır zindanına...

Say ki alışkanlıktan bekliyorum seni.

Bayıltan çiçek kokunu 

delice esen ıtırlı hatıranı

tutkuyla tüten nefesini içime içime hissediyorum.

Acıyla çekiyorum ay ışığını tüm aykırılıkları

tüm ölümlülere kafa tutan hayalleri

üstüme üstüme.

Yine yalın yaratıcılığım haklı

haliyle her bir şey okunmayan kitapta

ve yazılmamış sonunda saklı.

Fonda aniden bastıran misafir bereketliliği

ve beklenmeyen medcezir ayıbı.

Sanki kapkara duvara gömülmüş akan zaman.

Övgülerim sövgülerim döngülerim de.

Soğuk mazgal demirlerinde ise soluk izin.

Oysa ne teşekkürler hazırladım sana bilsen,

varoluşuna bin bir çeşit armağan.

Tek bir hediyene karşılık binlerce gülüm,

çiçek gibi koklamaktır son arzum...

Adettendir dünyalık alıp vermek

dünyayı tozunda tozutmak

ve dozunda çiçek kokmak. Yar ateşine saf kokularla yanmak.

Uymadı bir kez daha gülüm aksilik işte 

ölümü gör gülüm

aklınla bin yaşa hayat

gelip de görmeden gitmek varmış.

Varmış ufkumda sebepsiz ölüm. 

Meğer incelmiş duygular vazosu çatlamış,

uçarı renklerden

silme zevklerden 

ölümüne tatmamak varmış...

İdamıma gün sayıyor şu sahil menevşesi,

fermanım ipeksi yaprağına işlenmiş.

Ne yıkılışlar parlıyor gezgin sırlarda

nice yakılışlar sırra kadem sınırlarda. 

Penceremde asılı her biri

her biri teneke kutulara hapis.

Aşk gerisingeri yaşadığım yitim

tutuk yıllardan kalma sevdalıklar da

ağıt günlerinde yarım yalım.  Altın renkli bedeninde gülüm

cümle kapında bekliyor ölüm.

Ölüm çiçek kokulu gülüm

lavinya sıcağında sürüm.

Çakmaktaşı kıvılcımlarla alevleniyor hasat,

minik bedeninde kanatlanıyor eksik hayat.

Kuruyan dudaklarıma tek söz damlası, 

sözün özü etkisi etiketi tek damla heyhat.

Heyhat ne demek

kirli hayata kim denek

kim cehenneme direk...

Direk natürmortlara dönüyorum yüzümü,

yüzden geriye sayarak.

İlerisi gerisi malum

ölümsüzlüğümü Meryemana kandilleri yalıyor.

Yalıtkan bedenimde ağır hasar.

Hem de suçsuzluğumu savunamadan daha

yazmışlar sonumu sonsuzluğa. 

Acemice ihtar 

intihar tanrısını toplu inkar.

Olsun varsın

celbi bekleyemem bir daha

huzura durmuşum zinhar.

Aksın geceler kızgın gecelere,

zaten durmuş gece sefası 

yekten susmuş çalgı çengi

esirgenen vurgun faslı.

Çiçek gibi giyinmiş çigan orkestrası,

yeter ki son duruşmam ertelenmesin

karar başka güne kalmasın.

Canıma yetti gülüm,

zaten kırılmış kalemim 

ziyadesiyle yangınlarda kırık gönlüm

neylesin çiçeğe durmuş aklım.

Ahdım var 

çiçek zerafetiyle bezensin bedenim,

hiç sorma zorlama gülüm

bekler bekler çiçek gibi ölürüm.

Hiç mi hiç kalmadı korkum

artık hatmi çiçeğinden sorsunlar 

arta kalan hesabım.

Felek ayak ucuyla teptiğinde, 

uyduruk sehpa devrildiğinde

ben şakayık çiçeğinden kayıktayım. 

Biner yüzer geçer giderim...

Çiçek gibiydi kararan deniz,

ya istiklal ya ölüm kokuyordu çiçekler...

8 Kasım 2022 Salı

CENDERE ÖLÜM, MENGENE GÜLÜM...

CENDERE ÖLÜM, MENGENE GÜLÜM...


Gün olur devran döner, görgüsüz gönyesiz, ölçüsüz öncesiz çizilen kader, kadim yörüngenin dışına taşar. Bu taşkın atmosferde içselleştirilen yönelim cetvelle çekilmiş gibi sert ve radikaldir ama inanılmaz derecede naif anıları da depolar. Nihayetinde arta kalan anılar doğru tasarlanmış bir kurguyla hitap kitap sonsuzluğa akar. Her biri sonu yok üçlemeyi tanımlar, yakın tanıklığı sıralar. Tanısı tınısı bir yana her biri özünde dünyayı değiştirmek düşüyle kanatlanılan zorlu yolculuğu kutsar. Doğanın kanunu gereği doğan her yeni günde, kara dağlara kök salmış karaağaçlar güneşe döner yüzünü. Böylece güneşe akın sürer, yeniden yeniden filizlenir göç... 


Göçe irade, güce güç katan tapınılası bir doğadır betimlenen. Bir yanda beter düşmanlar daima tetiktedir. Zaten topal bir yaşamın getirisidir sevdalanılan devrim. Devrimciliktir en doğal ve kutsal uzlaşı perdesi. Cendereden kurtulmak, mengeneyi kırmak içindir katlanılan kısır döngüler. Yaş kaç olursa olsun en insafsız kavgalarda yoğrulmaktır hiçliğe ve derin travmalara baş kaldırış. Hayatım roman ölçüsünde her gün ölümü yaşamak ve mutlaka tatmaktır keskin orağın sıcak dokunuşunu...


Gün olur vızıldayan kurşunlar girdabında, tam isabet alma kaygısından uzak hazneye sürülür mermiler. Dayanılmaz ürpertiler dolaşır, tutukluk yapan bedenleri. Hayata tutunma hazinesi, hazin bir illüzyonla kaybedilir. Beyin feryat figan sönmez ateşle dağlanır. Dağarcığa saklanan dağlarda kartal olmaktır. Tüm mesele bedeller ödemek pahasına acı gerçeği bilmek, cümle yalanlara bilenmektir... 


Bilgeler diyarında gün böyle evrilince bir sarı sıcak gerçeklik tüner devrilen düşlere. Yakar ziftin peki karanlığı, yaz kış yazılanlar. Yazgı ötesi zorunluluk yasası ve yorgun tesadüflerdir toplumsal alt üst olmuşluğun tek getirisi. Ve narin bir maral dolaşır damarlarda. Öykülenen özgürlüğü mühürler masum bir öpücük. Dudakları kurutan, göz kamaştıran pırıltı düzeyinde bir yakınlaşmadır yarınlara ertelenen. Oysa en uzak hayalleri yakınlaştırandır aşk. O yüzden aşkla tekleyen yüreğe kazınır tek manzara. Ve hafifler sırtlanılan koskoca dünya... 


Sistematik kurgu da otomatikman cendere cehalet, mengene esaret dayatır. Mevcudu her an beklenen ölümü yansıtır. Dört bir yandan saran ölüm kalım dünyası ütopik bir kavgayı yeşertir. Kutlu felsefenin ağır etkisiyle, geniş arazilerde melekler ve masumlar halleşir. Halden bilmez engebelerde tökezleyince isyan, yine insanlığı kasıp kavurur kör karanlık. Yani evrim devrim sürecine yıllar dayanmaz...


En dayanılmaz anlarda duruş ve bakış sergisi akarsularla sellenir. Sevgi denize ulaşır. Tuhaf bir sıcaklık kana karışır. Akıl karıştıran ve kuytularda paslanan bir tufandır ova direnişlerini kıran. Yine de oya oya işlenir umuda yolculuk... 


Diğer yanda yıllar yılı programlanan kölelik. Köhne düzen deniz aşırı irrasyonel baskıyla yerleşir bereketli topraklara...


Gün olur kuytu koyak dağlara sığınanları kentlere püskürtür katran karası yalnızlık. Kara yazgı bulaşır yüreklere, bin bela kuşatır küçük dünyaları. Hatta doğanın özüne işleyen yasalar bile tek tek yasaklanır. Yaşanan monolog devridir, tek tip iç dünyaları zapt eder. Sürgit hep aynı muamma katmerlenir. Malumun şavkı vurur zayıf hafızalara ve hatıralarda cendere mengene dizaynı, resmen diz çöktürür... 


Hele ki çift kanatlı kapılar yıkılınca avlulara, patlamış avuçlarda somut gerçeklik ile doğanın gerekçeleri son kez buluşur. Ve metazori ikinci adım atılır. Sol tahlilde aynı sorunlar, sorunların kökeninde körlenen insanlar. İlkesizliğe demirleyen insan ve her defasında ikircikli manzaraya eşlik ediş. Bu edilgen ve tutucu eleştirel yaklaşım, yakınlaşan çağların en yüksek değeri özgürlükten uzaklaşmayı ve kopuşu getirir. Oysa koparılmış yaygalara aldırmadan daha güzelin izini sürme sürgünlüğünü yaşamaktır doğru olan. Etrafında dolanılan deneyimlerin ışığında dengesiz denksiz yazılan kadere davudi makamda itirazlar yüceltmektir aslolan. En sade söylemle tek cümledir akla ve ruha işleyen, cendere ölüm, mengene gülüm... 


Cendere mengene diyarında her gül mevsimi akla takılan asla bitmeyecek 'kavga yaşamaya devam edecek, ben öleceğim' kaygısıdır. Ölümsüzlük ise kayan yıldızları son nefeste dahi gökyüzünden koparabilmek sevdasıdır. Zaten en doğal arzuların tırpanını, kan donduran kayıpların acısını hafifleten, gün olur devran döner kopar giderim korkusuzluğudur...


Gün olur devran döner, hesap yarına kalmaz, mutlaka sorulur... 

1 Kasım 2022 Salı

KILIÇLARIN GÖLGESİNDE YAZMAK VE KİTAPSIZLIK...

 KILIÇLARIN GÖLGESİNDE YAZMAK VE KİTAPSIZLIK...


Hesapsız kitapsız yaşanan bir dünyayı özendiren, sözde Kitaba dayalı kitapsızlaştırma projesi yerelden genele yayıldıkça özgürce yazmak ve dilediğince yazılanlara ulaşmak zorlaşır. Bu yoğun kitapsızlaştırma provası ve ezeli kitapsızlık probagandası tek bir kitaba körlemesine bağlılığı özetler. Bunca katmerli kaotik atmosferde yerli yersiz havadan sudan sebeplerle, hemen ilk fırsatta özü gözlerden sakınmak ve savruk afra tafralarla asla taçlandırılamaz işgale uğramış mevsimler. Hayatı zindan eden günlerden atiye kalan ise emeğine yazık edilenler ile yeşertilmeye çalışılan umudun ziyanı olur. Üstelik maharetmiş gibi etkili ve yetkili cepten birer birer çıkarılan yüzlükler ve iki yüzlülük gönül yarası…


Kim ne derse der, gönül gözüyle görüp bilime sığınıp yazmak, kılıçların gölgesinde kitapsız bırakılma hegemonyasına karşı ilmik ilmik işlenen en ağır isyan. Bu kutlu isyan akıl erdiğince, zihin yettiğince, zaman tükettiğince sayfalar dolusu yaratımlanan kitaplara döker içini. İçtenlikli ve özel ve de özgün bu yetkinliğin bedeli kılıçların gölgesinde cehennemi avuçlarda hissetmektir. Özgürlüğünü yitirmek pahasına yaşamı kuşatan cehenneme aldırmadan historik periyoda cennet masalları anlatabilmektir. Bazen ütopik ve gizemli tekrarlar içeren ama tekmili değişkenlik taşıran boyutta gerçekliğe hizmettir yazmak. Özü sözü olmak ya da olmamak ya da resmen hiç olmak meselesidir yazıya tutunmak. Hayata yazıyla tutunmak… 


Yazmak tutkusu üç boyutun ötesinden şaşkınlık veren yaratılarla beslenir. Ve her sonbaharda tek bir harften doğan kılıçtan keskin kışı anımsatır zehirlenen sihir. Gönül torbası dolar ve sonsuzluğa düşer yazı. Yani kılıçların gölgesinde yazmak, yazgı cazgırlığına inat usanmadan yazmak kitapsızlığa, kitapla direnmektir... 


Zaten direnç zayıflayınca beş paraya kurulan pazarlarda beşeri ayıplar sergilenir. Ancak alıcısı bulunmaz. Bakıcısı bile bulunmaz. Budanan ilgiye ve kutsanan ilgisizliğe mevsimler boyu sızlar yürek. Çöl kurağına dökülür inciler, buharlaşır. Acı gerçekler, tıklım tıkış yaşananlar, saçma sapan hayaller, asılsız söylenceler ve sığ çakışmalar yüzünden daha da yürek acıtır. Ardından acınası hallere düşülür. Bu türdeş acayipleşme türlerin kökenine dek dayanır. Ancak kılıçların gölgesinde yazılan kitaplar, beklenmedik bir anda gerçek hayata dönmeyi ve akıl ıslatan sağanaktan kurtulmayı günceller. Günü birlik güneş tutulmasını şartlayan hasat sonrasına kalmadan, tarlada, bahçede, ocakta, ağaçta, makinada sömürü sarraflığını görmeyen gözlere saplar. Yurdu dört bir yandan saran adamsıların fuleli adımlarını, flulaşan atmosferi dost postuna serer. Yani kitaplar olmasa, para daha da üslup bozar, bozgunlara ve çaresizliğe daha da övgüler dizilir... 


Dahası olmasa kitaplar, kılıçların gölgesinde doğan boşlukta ön yargılar kesin yargılara terfi eder. Büsbütün gerçeküstü sunilik basar tüm yolculukları.  Bilinçli polemikler suyun akarını başka mecralara çeker. Basmakalıp kurgular yüzünden, yarım yamalak kurgulananlar neticesinde, asıl kurana saygı kaybedilir.  Tüm kuramlar mühürlenir. Manzara karartılır, çekilmez dertlerle boğuşma macerası bırakılır. Tüm yetki ve karar baştan sona birilerine bırakılır. İşte kılıçların gölgesinde yazılan kitaplara düşman kesilmenin ana nedeni budur. Bu karacahil düşmanlaşmanın nedeni budur. 


Katıksız kitapsızlaştırmada asıl manidar olan etik dışı cılız tutkular ve salınan baba korkulardır. Böylece belirsizliği önceleyen boşluk yaratılır. Ve yokluktan doğan karakterlerle faşizme çekilen hat sağlamlaştırılır. Hükümranlık ve hükmedicilik safı daha da katılaşır. Elbette yaralara tuz basan bu yanlı yarenliğin cezası günü gelir çekilir. Çünkü kırgınlıklar yürekte kodlanır, korlanır ve artık dayanılmaz. Hatta kitapsızlaştırma karşıtlığı müebbetlik getirecek olsa da yazılır,yazılır ve topuna yazılmak kitaplaşır...


Kitap kitap ufalan kılıçların gölgesi, sabit, tükenmez ve kurşun kalemle taranır. İllaki insanlığa dair her manzara kitaplarda dalgalanır. Nasılsa yapılanlar edilenler atiye taşınamaz, asla kanıtlanamaz ve kata yanıtlanamaz diye insanlık tarihiyle dalgasını geçenler, okunamaz ağırlıkta kitaplara geçer. Ve dünya her kitapla adeta yeniden şekillenir veya en derinden sarsılır.  


Sarsılmaz azimle ‘parçalı bulutlu gökyüzü mavisi’ne yazanlar var oldukça, atiye uzanan kitaplar kılıçların gölgesini dağıtacak insanlığın rehberi olur…

EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…

  EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…   Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...