TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...

30 Aralık 2022 Cuma

DURMA YOLCU…

 DURMA YOLCU…


On yıllar su gibi geçti, varlığına sevinemediğim

Özgürlük, umut, aşk, inanç selinde sellenmiş on yıllar.

Her yılın başı ortası, sorumsuz sonu yangın yatırı

Yazgı kapkara zifiri, serde hep yaşanmamışlık.

Kalmadı hatır yiğide merde, yeryüzü hep kırk satır.

            Ay kızıla çaldı, güneş tutuk, kuyruklu yıldızlar kaçak

            Anılar puslu, aylar paslı, yıllar  yollar harap, son umut yitik…

Günler hala tank paleti gölgesi, asker postalı, yıllar jet hızı

ez geç, er geç foyalar faslında asırlar küfelik sarhoş.

Nice bin yıl var boynu bükük, on yıllar namerde mülk.

İhanetin onursuzluğu yeni tarz, omurgasız heykellerde toz zerresi

Boş beşikte sallandığını sandığından al bal bebeciklerin ömrü bitik.

            Can üşüdü, Canan buzdan kale, Kışlalar dondu,

            Nur söndü, Zuhal karardı, yaz kış hücreler doldu…

Sıfır bir iki derken yirmide ulaşılamadı yirmi üçe çakıldı mıhlar

Lakin ezeli kin ebedi, eller kiler boş, yandı yıkıldı on yıllar.

Piç oldu sevgiler, eşler sevgililer pek yaman, yad ellerde yarsızlık.

Sarsıldı inadına doğa, doğan fayladı yer küreyi, göğü payladı

Sille tokat gariplere indi felaket üstüne felaket.

            Boldu darlandı, dardı gevşedi, düzdü düzlendi

            Koca el küçüldü, küçük eller arsız, ada pazarlandı…

Bir gün evet, evet destur mehteran bir gün mutlaka

Karanlık kapkaranlık olmayacak koç boynuzunda sallanan dünya.

Ellerim bedenim aklım fikrim titremeyecek asla

Karşıyaka’da ellerim meşale sıcağı, ruhum ilmin bilimin son durağı

Kızıl alevlerin tam orta yerinde çivi gibi dimdik duracağım.

            Mey nehrine uzanan ağaç köprüde leylim ikinci bahar

            Geldi geçti onluk desteden altı çarpan, mevsim karakış, ömür ihtiyar…

Ol deyip olduran aşkına, yol haydan gelip huya 

Bir öykü ol öykünemediğim

Bir aşk ol aşkla tapınamadığım

Bir şiir ol şairane besteleyemediğim

Bir roman ol ummanlarca bastıramadığım

Hayatımız kutlu kitap, kalınca bir destan olmasan da kendin ol gel.

            Yıldızlar kaydıkça parmak ucu kalpte tutulanlar herkese yeter

            Bin yıl yıllardan süzüldük, yüzyılları geçtik, şu on yıllar en beter…

Belli ki geç erdim, illa ki kırklar sofasından ereğim tek dileğim

Ablasının yeşil gözlerine bir tatlı huzur, gidene Derdoyum, boynumda ilmeğim.

Yirmi çift sıfırdan sonrası yalan dolan yıllar

Merkezden dışarı şakülsüz şiddetli yeller

Yürek sızlar ayakta kalmak zorlaşır, her yeni yıl tek başına direnirim.

           Bin kez dur zorbalar duvarına karşı

           Bin bir kez yılmadan yürü devrime yolcu…

26 Aralık 2022 Pazartesi

ÇOBAN KÜLTÜ

ÇOBAN KÜLTÜ


Yol bir Allahtan geçenler 

havanda su dövüyor çoğu geceler.

Akla ziyan çoban kültü 

sürü koyun kültürü egemen...


Bir kıyıdan karşı kıyıya

toptan art niyet biraz iyi niyet

sonra en ritmik hışırtılarla

kafakol ve diyet.

Dirhem es geçmeyesin çoban

kötü çeker kılıncını boğulan zaman.

Karşı kıyının yirmi dört boyu tamam 

Gökhan soyundan Çepnioğlu

aldırmaz bu afra tafralara inan…


Her iki dünya da orta halli mekan

kumanyalı günler na tamam

ekmek katıksız yavan.

Nüleşen akşam karanlığında

uzaktan kumanda canlı musikili tahtırevan.

Bilmem kaç tonluk kristal avizeli salonlarda

ahtapot ayaklı ak pak örtülü 

kuş sütü eksik bey paşa masalarında

açık oturumlar yancılar yalancılar...


Hey gidinin godamanları 

hey sizi gidinin üç kağıtçıları

dayatılan çoban kültü

sürü koyun kültürü.

Nazınız namınız besbelli

namazınız ezayla kazayla belayla na tamam 

yatacak yer nereye kazılı ey çoban.

Lafta üç buruşuk hurma 

softa nesli bir lokma bir hırka

bu ne fiyaka kime bunca cakalanma 

filhakika fiyasko na tamam.


Hey gidi çoban

güttüğün koyunlar da vize vermezlerse

haller düşülesi değil tez davran

dost düşman pek yaman

gırla sana benziyorlar yaban

yalanlarına kanmayasın hiç.


Hiçler diyarında hissiz kaldığında

namaz niyaz da eksik kalır 

cenazen metezori kıldırılır haklar helal edilir zorlan.

Bu dünya kral Salamona da kalmadı inan.

Ey ilahi adalet 

yürekten iman et ey çoban

bir gün hesabı sorulur aman.

 

Ey çoban bitecek elbet sürdüğün davan

bir günde yitecek elbet güttüğün sürüyle koyun 

işte o zaman doz belli alçak sürün.

Görünmezlik hapı yutsan

köşe bucak saklansan

dilli kavalın ezgisinde sürünürsün. 


Tek kelime lal semazir yolcu sözüdür

Denize düşen yılana sarılır

bekle gör her şey üç vakte kadar.

Vakit kerahete eriştiğinde

ey çoban attığın havan tastamam…

25 Aralık 2022 Pazar

DURDUK YERDE TEK

 DURDUK YERDE TEK


Durduk yerde sanal söylem

sözüm ona günü kurtarma edebiyatı

söz meclisten dışarı göz boyama sanatı

ve silme aldatma siyaseti. Durma sen ateş adam

durmadan mücadeleye devam...


Durduk yerde ateşe değer aklın

yerinme kaçan fırsatlara

kıpkırmızı bir göl güllerden günceler

erirsin kara geceden sabahlara...


Bak buralarda hayat başka hayat

hududa hadsizlik ceryanı çekilmiş

gardiyanların ellerinde budaklı sopalar

çırılçıplak kaslar hacamat. Cemselerin içinde yaslı yaralı garipler

kamış falakaları gecenin koynunda.

Uyurken ağlanır buralarda

inilti duyulmaz ve utanılmaz

zamanla sen de kan kusar ağlarsın.


Kıpkırmızı yüzlerden sarkar cesaret aynası

aynasız kanlı eller hassas organlarda

boyu posu devrilesicelerin copları 

kıpkızıl yarınlar ıslak hortumlarla...


Paslı zincirlerle bayılttılar hayatı.

ayıldı korku kaykıldı işkenteres

ateşin oğlu erketede.

Tanıyorsun bu kapkara rengi

biliyorsun zalimin topunu

tüfeğini

akan kanınla aklına yaz unutma.


O zaman tut ki durduk yerde

havalandırma boşluğundaki kuş kafesinde

olur ya kan kırmızı bir kuş oldun

kıpkızıl güneşe kanatlandı aklın

güneşe değdi göğsüne düşen başın

sorma soluğunu da göz altına alırlar.

Bedavaya iki nefes çek doğadan

su toplamış ciğerinde tut birini 

diğerini korkusuzca yüzlerine salla.


Hey gidinin ateşten düşleri

tekmili düşler kimliksizlik şemsiyesi

kızgın alev sağanağında

ıslanmak varmış durduk yerde.

Yine de gölgelenmem nutku tutuk kamelyalarda 

yüzleşeceğim utançlarımla.

Uslu sonsuzluk düşman başına

ne dostu ne yosması

her yeni gün ayakta kalma sevdası.


Beri bak buralarda hayat başka hayat

sevdaların dikalası döşümde

sorgusuz heyecanlanırım

sonsuz canlanırım 

durduk yerde yolun yolum kutlu yoluna can feda.

İnsan elinin değmediği tek şey inanç

dokunulursa inanılmaz boyutta 

resmen iman zedelenmesiyle tanışırım...


Ateşten düşler sokağında

ateşe değmişse başım

aykırı düşünceler sapağında aklım.

Bileğim çelik yüreğim demir 

güne güneş ekler dayanırım.


Durduk yerde diller tutuk.

Düşler dergahında

renkli rüyalar toyundayım.

Bilirim kata kırklar katına varamayacağım. 

Bile isteye aynı erde aynı yerde 

aynı soyda aynı boydayım.

Kılavuzum durduk yerde kaybolmuş

bir içten duruş bacaklarıma dolanan 

en aykırı sahneler yamacımda.

Yama tutmaz artık hayatım.


Durduk yerde kıpkırmızı kor olayım

kör olayım topal kalayım

Çolpanım ol dediğin kadar olayım

yeter ki bitsin artık bu tutsaklık.


Durduk yerde tek başına…

24 Aralık 2022 Cumartesi

İLENÇ DUVARI

İLENÇ DUVARI


Rodrigo’nun gitar konçertosu aşığı 

son gün demli çay isteyecek.

Her zamanki haki giyinişiyle dimdik

etkili ve yiğitler yiğidi

Deniz gibi deniz

ipini çekip gidecek.

Diğerleri de tıpkı deniz

hırçın dalganın peşine yetişecekler.

Sırf olaya tanıklık edecek dostları da hazır

ilaçla ayaktalar garipler sanki temelli uyuşmuşlar.

Ve ilenç duvarı kendiliğinden örülecek...


Devrimciler de ölür. 

Ölür ama devrimci gibi diyecekler.

Ölür ama geleceği umutla yazmıştır tarihe 

geçmişin izlerini not defterine.

İşlemişler hayatı darağacına

gönülden

ilmek ilmek doyasıya.

Yağlı urgan yığınla yiğidi buruşturamaz 

ilenç duvarı ilelebet durulmaz diyecekler...

 

Düşenler gün olur kalkar

sadece düşüncenin boynu kırılır 

solgun yüzlerde dolaşan tarih yanılmaz

affeder belki geriye kalanlar

ama ilenç duvarı yıkılmaz diyecekler...


Ünlü konçerto her kulağa çalındığında

son arzu gelir akla

dudakta ilk ve son uçlu cigara.

Ciğerler paramparça

üleşilen mutluluk gelmiş kapıya dayanmış 

ebedi kavga hala taptaze diyecekler.


İsterse açılmasın beyaz sayfa 

şimdilik sonsuzda istirahat vakti 

ranzaların boynu bükük

Veysel’ in türküsü gece gündüz 

Devrimciler uzun ince bir yoldayız diyecekler...


İşte böyledir dile destan olmak

beyaz ölüm gömleğini giymeden evvel

ölümsüzlüğe kahramanca adanmak.

Kutlu festival onuruna masklı cellatı siktir ederek

hocayı da olur ya yarın boşa konuşur diye

hiç biri istemedi diyecekler.

  

Vasiyetleri ise tek sayfalık mektup

ne korku ne pişmanlık

kısacık ömrün sığmadığı kitaplık.

İzin verilirse böyle böyle gideceğim 

emanetim arkadaşlarım tek dileğim

ve inançla haykıracaklar tek yol devrim.

Aksini diyenlere asla inanmayın diyecekler...


Rodrigo’ nun gitar konçertosu eşliğinde 

yolcu yolunda gerek tavrıyla

sehpaya gözleriyle gülüp geçecekler

yarım kalan devrim aşkıyla tekmeyi vurup eyvallah diyecekler.


Hemde daha çok diyecekleri varken...

23 Aralık 2022 Cuma

YAĞMUR KAÇAĞI DENİZ

 YAĞMUR KAÇAĞI DENİZ


Hangi mevsimin şavkıdır

haki kaputumu ısıran.

Ya bu mayıs kaçağı yağmurlar

tepeden tırnağa kan

damla damla toprağı delen. Şakağımda kan çiçeklerinin namlusu...


Bulutumsu bir resimde aranıyorum

bir yağmur kaçağıyım.

Cebimdeki anılar gözyaşı şişesine layık.

Malum gitar konçertosu

senfoni orkestrası masum.

Sırt çantamda mavi bir kayık.

Karşı kıyıda al yazmalı bir Deniz

Deniz gibi bir adam

Adam gibi bir deniz.

Buruksu bir resital resmi deliyor...


Delice savrulmuşum eşsiz sezgiye

pasif dalgaların kucağında büyümüş notalarla

soluksuz kapılmışım katıksız seviye.

Ağır yolcuyum uza duyumla çok uzaklara

biletsiz, kaçak ve palavrasız...


Gündelikçi çağ kayyumuyum

kayda geçerim geçmişi geleceği.

Kayda değer kaygılar sıvazlarken

Karadenizin Egenin sırtını

haki kaputumda devrimin parmak izleri.

Gündelik defterim yağmur kaçağı...


Hangi resimde açığa düşmektir

haki kaputu paslı çiviye astıran.

Her okyanusta al bayraklı gemiler

gemiler çekeğine çekilmiş acıları yutanlar

yorgun yüreğim sızlıyor babam

ben de güneş yanığıyım

güneşe akın var yaralısıyım.

Bizim adımız deniz

andımız kurtuluşa kadar

tarihe kazılı nice haklı savaşlar gazisiyiz.

Mayıs kaçağı yağmurlar vurdu hepimizi...


Denize gün geceye deniz aktıkça 

harlandım dağlandım bağlandım

baş göz üstüne adamdan sayıldım. 

Baktım da mutluluğun resmine

asma köprüden geçiş çok seneye malolmuş.

Haki kaputuma değen ne fırtınalar

aklımda dibi delik ne filikalar

hayatımda ne falakalar

bir bir ayıkladım 

ve bir daha hiç korkmadım.

Her dayanılmaz  daraltıda

kör karanlık karaltıda

kopuk kopuk anıları ucuca ekledim.

Evet Denizi ölümsüzlük öpüyordu.

Sonsuzluğu iki gözünden öptüm...


Hangi bitmez devrimin şarkısıdır

haki kaputlu bu dev adam.

Mayıs kaçağı yağmurlara yakalanan

yakalanıp da hiç ıslanmayan.

Dev dalgalara yazılmış şiirdi Deniz

Deniz şiir gibi adamdı.

Hangi mevsimin şavkıdır

haki kaputunu okşar

mayıs kaçağı yağmurlar.

Harfinden can damlayan dizelerle

harfiyen henüz yazılmadı.


Dağlar başında bağlar başında derdoyum

asılmadım asıldım hayata Denizle 

hala okyanusları çekiyoruz peşimiz sıra.

Mayıs kaçağı yağmurlar başka kapıya

sırada haki kaputlarımızı kurutacak mevsim.

Yaz dönencesi yazı mevsimi...

22 Aralık 2022 Perşembe

BELKİ BELKIS BEKLER

 BELKİ BELKIS BEKLER


Baraj üstü baraj kursanızda kursağınızda kalacak

binlerce hikâyem var

her biri binlerce yıllık.

Bereketli vadilere yayılmış

sulara gömülen köyler civarından.

Yer yar diyar

etraf lebaleb antik ören

can damarına ot tıkayanlar eşraftan.

Sittirin başka hikâyelerin sanrısını

ana tanrıça bu tanrıların anası

bu hikaye binlercesinden sahicisi.

Eşref saatimin eşgüdüm elçisi Belkıs

efsunlu çingenem mozaik bezelim 

gören gözlere mil çektiren güzelim

güneşle kesişen yolum

örük saçlı yer tanrıçam.

Baraj altı batık kent hikayemsin

mozaiğe vurulmuş binlerce mühürsün

binlerce tuz basılmış yara

onüç renkli pınarsın...


Tuhaf ama gerçek

antik kentler mağduruyum

mozaiklerle süslü bir mozolede mahsur.

Baraj göleti kızgın lav akıntılı 

köprü altını kucaklayan akışkan su 

saf altın sarısı.

Sağa sola yedeklenir ateşten gömlek 

bir tiril yeleğe mahkumum.


Belkısa yanarım ziyan gecelerimde

tecilliyim doğuştan ölüme

sular altına gömüleceğimi bile bile

denizin en karanlık dibine sevdalıyım.

Dönülmez yanlışların sonbaharında

sert kayalara gizlenmiş korunakta

yertanrıya inat bereket tanrıçamı beklerim.

Sırtıma sardığım şal

kan rengi gül desenli tanrıça nefesli.

Belkısın buzmavisi sessizliği kulağımda

aslı özgün bir türbülans serinliği

köz köz yanıyorum uğultular tepesinde.

Beynimde beynelmilel mirasa sahip çık tınısı

akçam altında nardugan narası

mozaik kentler diyarını

koru korkma nidası...


Hikayem binlerce yıllık

binlerce hikayenin içinde en

egzotik.

Binbir gece hikayeleri kuru sıkı

hikayemin kürü sırrı

egzantrik düzenli lahitlerde

mozaik kabartma yazıtlarda saklı.

Şu küresel zırvalıkta

Belkısla tutuşuyor aklım

doğrudan doğudan kızarıyor ayrılık

gerçek ama tuhaf

kavuşamadan tekrar tekrar ayrılık.

Tutkum safiyane af bekliyor

Belkısa tutukluluğum müebbet.

Nabzıma mühürlenmişsin binlerce...


Şu çetin göllerde konar göçerim 

Çepni boyunda amazon manzaralıyım 

özgün imgem simgem

inci bezeli kara kaşlar

yeşil gözler mühür.

Yağmacı yağmurlar sarkmış yüreğime

harabeler kucağımda ölüyor sessizce

zihnim sinir girdabında yaya

paçalarıma ak sular değdiğinde

göğü deler ağır başım binlerce.

Gel de utanma

nadaslı tarlada demirden bir saray

karaçalılar belkısa dek yayılmış

gel de korkma...


Uğurlu tepe diye bir yer var

varacağım eteğine

uzanacağım oyuklarına 

hisara yerleşmiş ersiz rüzgar

erişemeyecek Belkısıma.

Acemi yakınmalar sağırlaştıracak höyükleri.

Dünyanın özeti avucuma yazılacak

atacağım kendimi hikayelerden içeri

binlerce binlerce kere...


Baraj gölü dibi ifşa gömütleri

eserlerin en eskisi

seslerin en ahenklisi Belkıs

mozaik duvarlara mıhladı benliğimi.

Geri durmam

binlerce hikaye

binlerce kahraman

binlerce yıllık özlem 

Belkıs paha biçilmez tanrıçamsın.

Şarktan garba hikâyen salınacak

koro halinde

şarkıya başlayınca geveze geceler

binlerce yıllık buzlu ateşi içeceğim.

Bir içim suyumsun su tanrıçam

kıyamam kör kuyuları dinlerim.

Bilirim Dünya Belkısa tapar

ben Belkıs dünyasında naçarım. 


Boz taşlı piramidin sinlerindeyim

sırrım yatay ve düşeye

elmas uçla kazılmış

simgem çift kanatlı kuş.

Sütunlu havuzu döndüğünde düş gücüm

hikâyenin ayıbı günahı 

binlerce dilden yakarışlarla

her dilden binlerce aşka karışacak.

Milyonlarca yıl sonra ilk öpüşme için

Belkıs bekleyecek gölgemi belkisiz

güncelerin suya gömülen sayfalarında.


Tanrılar doğuran tanrıçam

egzotik anılar tomarında

hikayem binlerce.

Binlerce yıllık hikayelerim var.

Binlercesinden en hası Belkıs 

bir bir anlatacağım Belkızıma…

21 Aralık 2022 Çarşamba

İNCELDİĞİ YERDEN KOPACAK...

 İNCELDİĞİ YERDEN KOPACAK...


En asil şiirler

inciler saçarak bir kalemde

şairsiz doğsun.

En asi şiir

inceldiği yerden koparsa kopsun.

En sağlam haykırışlar 

tam yarı belinden

şiir üçlemesi yerli yerinden

kırılsın...


Ey solak şair 

sen yaz veya yazma ama oku.

Ok yaydan çıkmış bir kere

pir aşkına okut.

Aşk kılıçtan keskin buzdan soğuk 

yadellerde tuzak üstüne tuzak

sen ben siz biz şirin yardan uzak.

Kendiliğinden aksın asil şiir

tek kalemde şairsiz doğsun

asi şiir.

En asi ve asil yaz ve okut...      


Kumu çalınan kumlu deredeyim

üzerimde hırpalanmış demir köprü

hababam yarına ertelenmiş eylemlerim.

Düşük profilli aldatmacalar

içten içe pekmez tavası kaynamalar

kasım kasım kasılmalar

her biri hepsi ve nicesi

soluksuz feryadım.

Aksuya özgü coşkuyla taşan Fıratım.

Başımdaki fırtına bulutları umut yüklü

Ata dergahım çavuşoğlu dönencesi

kafa denkliğim Karşıyaka dinlencesi. 

Ey solak şair 

sus ve dinle bu asi girizgahı...


Bak pasaklı posbıyık kasap

allem kallem etme

at kalem pirzolaları közden ateşe

soğan ve kırmızı biber ekle

ana sıcağa bol kekik ekele.

Ustam alem ziyafet

elalem adam görsün.

Yarı bitik şişeyi de zuladan çek çıkar

masayı hazır et yoldayım.

Acıkmışım yoluna yordamına birader

adabınca dem vurup demlenelim...


Gelir gelmez elimin sıcağıyla

mazbut bir resim çizeceğim göğe

dümbelekleri dünya alem görsün.

Alnımın çatında çağlayan şelaleler

sürahide meşhur acısu buğusu

resmen resmin içine dökülsün...


Kim kime satarsa satsın aklını 

yüreğini de kahpe dünyaya kapaklasın.

Ey solak şair 

deli divane dayılanalım son kez

ince pazarlıklar diyarına

hain tuzaklar tezgahına

üslubunda sallayalım.

Şu garip millet 

illet olan yaslı yürekleri 

memleket sevdasını içenleri görsün.

Asarlar asmazlar takarlar takmazlar kimbilir

kumpas paspas aralığında taş kesmektense

kötü haber tez ulaşsın balormanına.

Gülenler gülsün ağlayanlar ağlasın

şiir inceldiği yerden kopsun...


Ey solak şair

çağım çağlam heyhat

delikanlılık çağım berbat

yaşlı yüreğim ayet ayet 

satmışım anasını avradını haspa dünyanın.

Reddetmişim ballı börek dünyalıkları

zerre üzülme üzülmem halime.

Ütopik düşler hala kafamda

erketelenmiş eylemler kapımda

üşürüm yıllardır 

sırtımda alev güllesi.

En asi şiir

Deniz gözlü kız çocuğu sancısı

en asil şair

sanki ıssızlığın sızısı.

Şairsiz doğan her şiirde

bitmeyen isyanımın ısısı.

On ikiden vururum dere boyuna.

Kortej türküsü tüter kara gökyüzüne 

mavi boşluklara sığınır nakaratlar

dillenir limana açık lal pencereler.

Ey solak şair

solduğum rüya Karadeniz doyduğum hülya Ege

an ve an anımaat sonsuza...


Ey asi şiir

zulamda dibi delik şişe

aklım zehir ziyan

başım darma duman  

etraf çepeçevre ayran delisi

bir yudum aslan sütü yasak.

Oysa kınalı koça yakışır hayal gemisi.

Ey asil şiir

karanlığı yutar bir tutam derman

deniz gözlüm seni düşünürüm durmadan.

Hababam çıldırtan sulara dalıyorum.

Kalemin burçlarında aynı tutku.

Ey solak şair

şahdamarıma benden yakınsın

bir keskin bıçak ve geçkin sıcak

sürçtü ise lisanı harbim

hiç yakınma kır kalemi..

Sürerim anılarımın topal eşeğini doruklara.

Zaten dünden örselenmiş yüreğim 

yarınlara öksüzüm.

Yıllar yollar aynı yolcular tıpkısı

yorgun argın külliyen dargın.

Belki enginde candarmalara enselenirim

bil ki kesinlikle aldırmam...


Ey nazlı yaren

şairsiz doğan asi şiirlerle

ha babam de babam sana esiyorum 

eskisi gibi sırsıcak değil belki ama

anam babam estikçe esiyorum.

Kıssadan hisse hapşırtan özlemle 

sırf sana eriyorum.


Ey solak şair

derdim her dem memleket.

Buz gibi soğudum bu şehrin iskeletinden

karnı yarılan şu al yeşil vadiden

vaadlerini tutmayan ondan bundan.

Ustam doldur kadehleri memleket aşkına

eşsiz benzersiz süzülen dere Fıratım.

İçmeye doyamam keskin fırtınaları

doyuncaya içerim acı suyundan.

Usum ustam

bu masa son masam

usulca son kez sarhoş olalım.


Ey solak şair

ey asi şiir

ey asil şiir

şairsiz doğan şiire yastayım.

Beyim satılık değil beynim

evet yakıldım yıkıldım sürüldüm 

yılmadım tam da buradayım.

Şu içine içine kanlı yaşlar akıtan derede

üstüne tünemiş demirden köprüde

dertler şahı derdoyum.

Artık hayat denilen muamma

inceldiği yerden kopacaksa kopsun...

18 Aralık 2022 Pazar

FESLEĞEN ÇİÇEĞİ

 FESLEĞEN ÇİÇEĞİ

 

Gelişi güzel günlerde kekik kokar buralar

fesleğen çiçeğim şimdi tüm balormanı sen.

Düştün yanıma nefes nefese

enfes bir gece yarısı

sonsuzluğuyla.

Artık başdöndürücü esiyor ıtırlar

çekiyorum soluksuz canıma ciğerime. 

Neslim çapanoğlu çaparisine takılmış Çavuşoğlu

aslım açık hesaplar katibi

çam dibindeyim gözlerim kapalı

gelişigüzel eksik günlerde

darağacına çekildim sanki...


Hayıflanmamak elde değil

kocaman adamım içimdeki çocuk nefessiz.

Her nefeste anamı babamı özlerim 

ailemle zehir zıkkım vedaları

karalahana çorbası ile mısır ekmeği buğusu

fasulye turşusu ile hamsi tava 

tıka basa doyma mevsimini.

Bir doydum pir doydum bu gece.

Enfes bir rüyaydı fesleğen çiçeğim

şehirlerin kraliçesinden epeyce uzakta

deniz battaniyeli bir kentte

yarından sonra bugün

darağacına çekildim sanki...


Köşe bucak hasret denizi

imkansız kavuşmalar limanı.

Deli dalgalar imzasız sunuldu emrime

tangocularla savruldum ufka

al mendil sallamalara yandım

son nefeste solladım evreni.

Fesleğen çiçeğim yol boyu dikenli tel

kekik kokuyor arnavut kaldırımları.

Yarım kalmış tüm sevdalar

büyüklere masalları geç de  olsa anladım.

Darağacını kokladıkça ayıldım...


Nefes nefese düştüm yoluna

ne ki yürek yakan aykırılıklar

yürek burkan ayrılıklar ne ki

ne ki çekileceğim darağacı kanısı

onca yıldan sonra bir boş anımda

iflahın kurusun kahpe felek

tek kurşunla alnımdan mıhladın.

Anında alın yazım silindi

damarlardan al kanım çekildi

alın terim döküldü kara toprağa

kessen bir damla kanım akmaz...


Sonsuzluğu içerken nefsim

sol yanına düştüm nefes nefese.

Fesleğen çiçeğim

fesleğen çiçeği kokuyordu tenin

kesik kesik nefesin kekik

bir kez daha öldüm.

Bininci kez dirildik...


Balormanı ballandıran sihirbaz ressam 

altın fırçanı dokundur kahrıma 

denize uzayan rıhtımlar durulsun 

matah manzara mana kazansın.

Doğanım ölüme inat

sırayla darağaçları gerilsin yoluma 

sinsi sinyaller perdesinde simler çatlasın.

Bir süs iğneli broş kadar narin

yalımlı çalımlı fesleğen çiçeğim

nefes nefese düşsün yanıma 

Kekik koksun tüm balormanı

taş plaklarda aynı hüzün şarkısı...


Enfes geceyle ısmarlaşmadan

nefes nefese kimseyle helalleşmeden 

anılarımın her zerresinde

binbir heves

doğrulacağım ebedi düş

yalanından.

Hayatta acısuları yutmak da var

şerbet niyetine ne kapris ne hırs

öylesine masum çocuksu

düşesim gelir çakıl taşlarına takılıp.

Düşmeyegör faslını çoktan yüzdüm geçtim...


Bir düş ki fesleğen çiçeğim

balormanı silme kekik buharı

yosun kokan kireç beyazı bir taşlık

elimi tutan çocuk tanıdık.

Çelimsiz mi çelimsiz kepçe kulaklı 

kirli kirpi saçlı çipil gözlü 

çalı çırpı bacaklı

dişleri sarımsı üstelik sık aralıklı.

Taş duvarları parçalayan

dört dörtlük bir dünya festivalindeyiz...


Çok yıllar var onu anmamıştım

sanki darağacına çekildim

ansızın karşımda belirdi.

Enfes bir geceydi fesleğen çiçeğim

nefessiz kaldım çam dibinde

paraşütle indim sanki anılar bağına

parabol limanıma tek parça süzüldüm.

İmanıma dinime ipini çektim paraşütün 

aklım bedenim paramparça

sonsuz hayata çivileme çakıldım. 

Soba borusunda gizli zulam oraya buraya tıkıştırılmışlarım 

neyim nelerim varsa yandı.

Korkmuyorum sanki darağacına çekilmekten

kocaman adamım ama içimdeki çocuktan çekiniyorum...


Oltaya voltaya takılmış yarınlarım 

güncelerimde üç nokta sahanlığı

balormanı nereyse oraya yerleşirim.

Hatıralarımda hep aynı beter hava

aynı mermer taşlı son durak

aynı haylaz sokak çocuğu.

Çocukluğumu hovardaca harcayanları arıyorum.

Dolunay sulara vurdukça kara geceyi

gölgelerine gizlenseler çeker bulurum...


Sanki bir başka buralar

deniz dolar canıma ciğerime

ardından fesleğen kokusu.

Enfes bir geceydi

Balormanı kekik kokuyordu

nefes nefese yanı başıma düştün

fesleğen çiçeği soluyordum.

Belki ömrümde ilk kez korktum.

Darağacına çekildim sanki…

17 Aralık 2022 Cumartesi

PASKALYA ÇÖREĞİ

 PASKALYA ÇÖREĞİ


Paskalyalarda çini çömlek çatlar

kulelerde dökme çanlar çalar

çamlar çamlıklar kulaklarda çınlar.

Ve kurusıkı palaskalar çözülür

Dünya aleme çöken palaslar 

palas pandıras kiliseler yıkılır... 


Tumturaklı yalanlar yığılır göğe

tuğla tuğla çözülür günah duvarı

her yaşın saltanatı dibe çöker.

Tunadan hanlı pazar çıkışına

bezginlere çamsakızı armağanlar.

Her taş altı din bezirganları

yaşanır ıpıslak tuğralı ıssızlık

paslı paspasın altında bronz anahtarlık

her kapının açarı gözü doymaz açlık

ballı çörekler tam paskalyalık...


Mumlar yakılır kuytularda

söner cananlar sunaklarda

sönmez yürek yangınları...


Rengarenk yumurtalarda gizli umutlar

sıcacık bir nefesten akar yarınlar

umuda keser yalpa yalnızlıklar.

Bacalardan binbir çeşit üçleme tüter.

Çarmıha çivilenmiş İsa yaşamın içindedir

iki alemin kralı Muhammed yaşamın ta kendisidir

mısır püskülü denizi kıran Musa 

yaşamın tam kıyısıdır.

Çağlar üçü de paskalyalarda…


Bir gariplik yağar pamuk şekeri pembesi

soğuk gecelerde buz keser akıl kesesi

her gece beyaz karanlık imecesi

buzlu kaldırımlarda kılınır cenaze namazları

her günceye yazılır paskalya reçetesi...


Kiliseler yıkılır yapayalnız

Camiilerde kırılır mavi çiniler

her ayazda her birinden

simgeleşmiş simler resimler çalınır.

Her taş altı mezhep bezirgânları.


Her alaca karanlık kuşağında aynı saf

gülleci rahipler hahamlar hülleci hacılar hocalar.

Softaların topuyla hesaplaşırım istisnasız.

Kırk kilisede güneren gençliğimden beri

yalpasız yapayalnız.


Her paskalya aralığında

kara cüppeliler 

küflü pelerinlilerle restleşirim.

Zordur Kırklara varmak 

sürgit sarı sıcak bir pencere ararım...


Çan sesleri akşam ezanına karışır buralarda

aklım savrulur buz tutmuş ikonlara.

Tuna sessizce akar tıkanan damarlarımda.

Üstüme üstüme çöreklenir 

kırk kapılar 

sanrılar ve tanrılar.

Topu kızılca kıyametimdir...


Paskalyalarda pik döküm çanlar çatlar

herkesler bilir 

çanlar kimin için çalar

kimseler bilmez

paskalya çöreğini neden bunca sevdiğimi…

PART PART POLİTİK KURGU...

 PART PART POLİTİK KURGU...


Egemen sermaye veya  çokuluslu para gücü denilen evrensel form, mevcut çıkarları doğrultusunda kilitlenen mekanizmayı açmaya kimi yakın ve güçlü görürse umut olması için düğmeye basar. İstenen iktidar alternatifi doğrultusunda politik kurguyu başlatır. Bildik ve tanıdık proje kapsamında  siyasetik sağlama part part  kurgulanır. Hatta parti marti bile gerekmez. Kendi normlarına uyan çıkarsa, kişiye özel süblimasyon için yerli burjuvazi ve işbirlikçi emperyalist mihraklar anında kurguya dahil edilir. Umuda yeltenişe yön verebilecek diğer cazip kimlikler de her ihtimale karşı yedekte tutulur. Kurulacak parlamenter oligarşi veya devamı arzulanan tek lider sultası çerçevesinde uydulaşabilir yönetsel mekanizma, içten dıştan etkili ve yetkili çevrelerin de girişimleriyle desteklenir. Sonuç maliyeti en az yüz yıl olan kaybın kaybı, bir on yirmi yıl daha...


Sanki bir kez daha düğmeye basılmış, politik kurgu işleme koyulmuş gibi...


Özellikle sol tehlikesi üzerine sabitlenmiş politik kurgu veya apolitik kurgusal  konumlandırma zamanı geldiğinde hiç hissettirilmeden projelendirilir. Dozu ayarlanan gerilim politikası ve hukuksal dayatmalarla siyasi atmosfer bir anda, hiç umulmadık temsilcisini kendisi yaratmış gibi lanse edilir. Böylesine bariz olsa da bu tip kurgunun kanıtlanması zordur. Ancak fotoya, potaya sokulanlar kesintisiz hizmetin ve hizmetçiliğin süreceğini iyice belirginleştirir. Yine de kanaatlere bu politik kurgu yerleştirilir, rol model karakterler meşrulaştırılır.


Sanki bir kez daha düğmeye basılmış, politik kurgunun meşruiyet kazanması için ilk adım atılmış gibi...


Uzaktan kumandalı kanıtlar ve kanaatler ile kurgu karakterin kamuoyunda tercih edilmesi, toplumsal destek bulması için bütün argümanlar kullanılır. Oran yarışında tek olduğu, bütünlenmiş ana blok, bölünmüş bloklar veya farklı odaklara karşın tek başına zafer kazanacağı yığınlara yutturulur. Böylece asıl zaferin egemen sermaye ve çokuluslu para gücünün zaferi olacağı saklanır. Diğer yandan kazanan her kim olursa olsun dışa bağımlılığa öncülük etmişlerin devamı olma özelliğini bünyesinde taşıdığı bir süre gizlenir. Çünkü bu sistemsel ilerleyiş para hakimi büyük bloğun izin verdiği düzeyde bir işleyiştir. Zaten küresel sermayenin zararına gidişata anında müdahale gelir. Bir müdahale ile önü kesilemez bir değişim, dönüşüm ve gelişim var ise müdahaleler peşi sıra gelir. Geniş yığınlar darbe veya darbeciklerle sindirilir. Böylece her defasında büyük sermayeye göbekten bağımlı, emperyal güdümlü iktidarların önü açılır. 


Sanki bir kez daha düğmeye basılmış, politik kurgu sol

bloğu iktidara taşıyacak gücü ince manevralarla başka kanallara zorluyor gibi.. 


Egemen sermaye veya  çokuluslu para gücünün inisiyatifinde dayatılan bu politik kurgu, bizzat herşeyi hatta iç savaş gerilimine dek her şeyi kullanır. Bile isteye bunalım derinleştirilir, kaos genişletilir. Politik proje bloklar azdırılarak, siyasetin  çehresi bilindik çerçeveye hapsedilir. İşte tam burada egemen sermayenin kimi egemenleştireceğine dair kurguya geçilir. Yani egemen sermaye ve emperyal güçler, namzedini bulduğu an düğmeye basar.

Hali vakti önceden bilinen zat ve zümresi bir güzel tıraşlanır, süslenir, püslenir, yetkilerine yetki katılır veya yetkiler görüntüde hukuki kararlarla gaspedilir, politik kurgu kitabına uydurulur…


Sanki bir kez daha düğmeye basılmış, politik kurgu uyduruk hamlelerle siyasi uydu yaratma peşinde gibi...


Part part işleme koyulan bu ve benzeri politik kurgular kitabın tam ortasından konuşanlara değil elbette. Sırf hariçten gazel okuyanlara. 


Sanki bir kez daha düdük çaldı ama bu kez kimin dediği olacak biraz karışık...

15 Aralık 2022 Perşembe

PİRAMİDİN GÖZÜ KÖR

 PİRAMİDİN GÖZÜ KÖR


İstanbul’da isli kirli bir akşam

kara tüller arkasında kutlu isyan

Ah mah tarlasında kolera kabare gülleri.

Patlayası piramidin sözü söz

körolası gözü göz değil.

Dolmayınca körolası ohal 

misliyle kodes günleri. 

Bakır gömütler çukurunda ilk ders

Piramid gözlerin kör olsun...


Sakar kümbetler uçurumunda son ders

ah vah nidalı ahmah aşklar

yaşanmamış yarım bırakılan aşklar 

kok kömürü gözler en önde

mısır püskülü sarı saçlar falezlerde. 

Fazladan turnalar misali fiesta.

İller filler ziller yasta.

Piramid yasakları yarına taşımış...


Saçma sapan kapışmalar davası

yıldız falına küsmüş kampanalar furyası.

Bahçıvan çukurlarında fide zamanı

bostanlarda boş istasyon turları...


Turbalans misliyle ideos

hormonlu ahmah iddiası.

İstiflenmişler piramidin gözüne gözüne

en gözdeler tapınakçıları yuhalayanlar.

Az ilerisi kula kulluk yurdu kör kapılı tapınaklar...


Saçma sapan günler kapıda

isyan çakmağı çat pat çakıldığında 

çatkapı saraçhane coşkusu.

Dillere plastik kelepçe piramidçilere direklerarası şenliği 

dört bir yana saçılmış kan gülleri.

Mısralarla tarifi zor zorba piramidin

gönlü çürük çan kulelerinin

günah çıkaranların çıkarmayanların.

Zaten çoktan topu çarmıha gerilmiş.

Okkalı küfürler sarfediyor puslu boğaz

kara sularında yuha pis boğazlılar 

tapınakları yuhalayan bizzat tapınakçılar.

Sahipsiz sundurmalarda çamlıca sızması...


Ah mah tarlasında altın yeleli aslan avı

mevsimlerden bir mevsim

dört mevsim sonbahar.

Bahar kış günleri çukurunda

Piramide sultanlık masalı

misal misli misline hukuksal sapma.

Ah mah tarlası

kolera mahallinde kızıl karınca istilası.

Resmen kader çıkmazı yetişkin aymazlığı

misliyle asparagas haber havadis yağması...


İstanbul’da isli misli bir akşam

kör duvarlar arkasında ahmah tarlası

dava hayasız hava bunalımlı.

Başı havaya değen piramidin gözü kanlı.

Piramid gözlerin kör olsun...


İstanbul'un kor gözlerinde bir iki damla yaş

kör duvarları deliyor aşkla.

Dibe vuran ah mah tarlası

resmen kolera kabare günleri.

Başladı başlayacak kutlu isyan...

MAKASTAR

 MAKASTAR

 

Demek makas akıl almaz daraldı

ah mah davası hemen üstakla bağlandı

filmografi şeridi akla zarar makaslandı.

Kısmen makus talih malum tarif hikmeti

hukuken tarih tekerrür illeti

resmen juristik park hillesi

resen saray maray rahleyi tesisatı.

Akıl köküne sarı saplı hançer saplandı.

Ne demek makas aklı geriye sarmaz...


Demiryolcu maket evlere döndür katarı

ana arterlerin epey uzağına

malum manolyalar diyarına.

Varoşları çiğnesin geçsin mavi buharlı büyü

atlet pijama piknikçileri ürkütsün.

Çimenlere yayılan maymun maskaralıklarını, 

çomarı tomarı, pisiyi pislikleri yutsun.

Uyurgezerler makam derdiyle yutkunsun.

Makas akla zarar tam açılmadan

makastar makası değiştir.

Yoksa sürülür tomalar ileri

siler süpürür tornalar işleri

katle ferman peşinden gelir...


Ekstra ekseriyetle döşenmiş raylar 

afiyette büyük harflerle konuşanlar

kara cahil çok bilmişler

eziyeti çeken yine demiryolcular.

Makastar makası değiştir.

Makinist ahmah diyarına sür treni

yanılışlar diyarına bulaşmadan.

Yanlışlar cehennemine düşmeden.

Beyaz atlas daha da kirlenmeden.


Makinist sür masum maskotu

ufku gözden kaybetmeden.

Marmelat kıvamında raylarda

nehir yatağı kupkuru köprülere doğru...


Makinist kışla yolunu geç sirenlerle

şiir budalası nöbetçiler ayılsın.

Makastar makasları ayırsın

ayıbın ayırdına varanlar raylara kurulsun.

Tek suç nişangâhtaki karavana deliği olsun.

Aylak fiyakalıları eğlemesin her istasyon.

Tansiyon akla zarar yükseldiğinde

forsu morsu cazibe merkezi kılanlara inat

makinist çek freni. 

Önce madrabazlar dökülsün

sonra piramidin iki gözü çıksın 

nihayet firavun mezarında ters dönsün...


Dönülmez yolun yolcusuyum

köpürtüler homurtular konuğum bu gece

somurtuk bir ay doğuyor göğe

konum konağım besbelli

büyük şehir defteri bomboş bekliyor öylece.

Makinist yaz tüm maskaralıkları sırayla

kara büyü bozulsun 

gökkubbe kurşunları döksün.

Al istasyonları vur peronlara

tam isabet gözünün ferinden

piyonlar permeperişan dönsün seferinden.

Ziyaretçi saatine yetişsin anılarımın allısı.

Ahmah davası madem alın terine ihanet

bu kez kalemi kıranların defteri dürülsün.


Makinist kışkışla lokomotifi ıpıslak raylara

Makastar çıkar maskeni makasları birle

titrek trenler benden önce varmasın menzile...

13 Aralık 2022 Salı

İSTANBUL SANA EMANET

 İSTANBUL SANA EMANET

 

Sana İstanbul’ u

özlemlerimi ve şiirlerimi bıraktım.

Gözün gibi bak.

Hangi mesaj kapını çalarsa çalsın 

sakın aldırma.

Çağla yeşili sabahlarda kalkıp

ölmez tutkuyla sarıl kızaran anılara.

Şiirselim İstanbul sana emanet.

İki dünya emanetim beni boşver

sen İstanbul’da kal...


Şiir denizi şair adası

hatta başka diyarların divası

sana yazacağım ısrarla.

Gözüm iyi oku bak

bakıp da görmeyene dek.

Hangi kolaj kalbini çalarsa çalsın

asla aldırma gözüm.

Ağlayarak yeşerecek toprak.

Bütün ölümlü canlar ona sarılacak

ben kararan anılarımla doğaya.

Özledikçe şiirselleştirilmişliğini

yedi tepede yedi çam altında

mermerlere kazıyacağım resmini.

Gözüm gözün gibi bak İstanbul'a.


Sana ve İstanbul'a

özlemlerimi ve şiirlerimi bıraktım.

Hangi ölüm kapını çalarsa çalsın 

katiyen korkma

çağla yeşili gözler kalkanın.


Çağlam ölmeyeceğim yakın zamanda

en iyi şiiri yazmadan asla.

Gözümün nuru işte o şiir sensin 

unutma unutturma...

12 Aralık 2022 Pazartesi

ÖLÜ MAVİ…

 ÖLÜ MAVİ…


Tekdüze dalgaların kollarında

horlaması bol güneşin ışıklarında

metazori sığındım ahşap evler adasına.

Sığ bir yaşamı kutsarken aksi şehir 

Öldüm mü nedir?

Ölgün esintileri dirilten yaz sıcağında...


Unutalı uzun yıllar var ölü maviyi.

Ölümü gör nedir? aksi şehirlim

görüp göreceğim göreceli

sırf göğüs germelerini arzuluyorum

zevkle yudumladığım sadece sendin demeleri

çok boyutlu kısa durgunluklarını.

Denesem mi yenideni tam buramda yaşarken 

buralarda kıskıvrak bedenim.

Meze oldun beynime aksi şehir

durmadan mazi övenlere ziyafet.

Nihayet gönlüm tenhalaştığında 

tarzım hislerim darmadağın

sadece gülümsemekle geçmez hayat 

yettin canıma yetinmeliksin aksi şehir

tam ölmelik öldürmelik...


Melikem can derdi günlerine takılıyım

melekelerim hareli ışığa yükselirken

son kez sarılmalık adaya darılırım.

Yüreğimi durduruverir yüksek gerilim

Dokuza beş nabız 

ömürden elli bilmem kaç.

Gülümü ölü maviye gömdüğüm yaşta

Ölümü görmek nedir?

Ya can bedende toprak olmak

ölesiye öğrenirim... 


Toprak adamıyım ben deniz değil

biri ila öteki değil illa her ikisi

güngörmüş acıma duygusuyla karışık.

Sensizliğin sesini dinliyorum

sessizliğin sesiyle inliyorum

ölgün esintilerle örülen duvarlara karşıyım.


Yutuyorum pişmanlıkları sorgulamadan

çepeçevre nakışlı

gönderiler aklımda

yorgun adımlarım adını sayıklıyor sank

gönderdeki albayrak tertemiz

gözlerdeki hüzün deniz mavisi.

Andım aya selam veriyor

yıldızları da selamlıyor ahım

meze oldum sana aksi şehir. 

Nabzıma yazdığın sihir belli belirsiz

sinir uçlarımdalığın çok bariz

toprağım asil denizim asi...


Rıhtımda yırtılırken kara duvar

balık kuraklığına teslim aklımın nehri

hava aksırıp duruyor sabahlara kadar.

Ölü maviye paslı çarmıhlar dikiliyor

ve deniz yaşama tutunurken kucağımda

islim üzerindeki masmavi bulutlar ağlıyor.

Kursağımda kaldın aksi şehir.

Sisli anılar dağılır gider ardım sıra 

el ele tutuşur ölümlüler önümde

ölümüne selamlaştığım deniz aynı deniz

aynı yitik sevda masallarındaki gibi

gizli koyları elimle koymuşçasına...


Yoksa öldüm mü nedir?

İki arada bir deredeyim

aslımı aslıyı kaybetmişçesine yaslı

baldırından öptüğüm gün kadar capcanlıyım.

Paşalimanında gizlenir Girit ile Midilli

kara sevdalınım aksi şehir

git gidebildiğince en uzağa.

En yakınıma karlı yamaçlar düşür

Üşüyen özüme ölü ozanlar

canıma sivrisinek öpüşlü sevişmeler

kızarmış bedenimin gözüne geç ölümler.

Fena halde bulaşıyorsun kanıma aksi şehir.

Sert lodosun sürüklediği eksik logolardasın

tak ettin canıma kimseler bilmiyor 

yanı başımda perperişanlık

aklımı kurcalayan soru peşimde

Öldüm mü nedir? 


Beşik örtülü ahşap evler adasında 

verandalar yapayalnız suskun

ölümcül sırsıcak esintiler arasında

naz kucağımda bekliyorum.

Yaz kaçaklarına tersyüz anılarda

Deniz ansızın tam göğüs hizamda

yalanlayamadığımsın aksi şehir.

Bir gün dönersem seferden

bin zahmet

önümde uzanırken yekpare mavi cennet 

avuçlarıma ağlayacaksın usulca biliyorum.

Biliyorsun son emre kadar sakin

ölü maviyi delirten yaz sıcağında 

ölümün kör gözündeyim.

Melaikelerle cebelleşen feleğin çemberinde

doymuşum derin saplantılara.

Beşikten mezara yaşamak buysa eğer 

aksi şehri hiç tınmadan 

aksi şehirlim varsa yoksa demeden 

ahşap evler adasında 

viran bir verandada zevkle öleceğim.


Öldüm mü nedir? 

Vedam eksik kaldı aksi şehir...

9 Aralık 2022 Cuma

İNANÇ MOZOLESİ

 İNANÇ MOZOLESİ

 

Er geç geldik gideceğiz derken

beş onluğu çoktan devirdik.

Gül desteyi sonlarken yarı yolda

bülbüllere özgü besteyi tonladık.

İçtik narı kendimizden geçtik.

Hani Kuran kurgusuydu her rota

uzunca süre Kur'anı anladık sanmıştık

bir inandık pir inandık hissetmiştik

meğer her bir şey tek notaya kadarmış.

Ruhumuzu damgalayan solfej

dört kapı kırk makammış nokta.


Eren aslına hu varan nesline hu...


Varan bir ariflerden gayrısı kendine Müslim

araftakiler kendince has Müslim.

Varan iki yalan dünyaya kadın kaptan

duyusal duygusal arıza toptan.

İnanç meselesinde resmen hamlık

soranı çok yanıtlayanı yok

utanç mozolesinde misli misline isyan.

Varan üç ayrısı gayrısı soru işareti.


Aslı hu nesli hu….


Kur'an her kör duvarda asılı

dört İncil gizli tapınaklarda yazılı

Tevrat eski lahitlerde kazılı.

Misyonerlerin kucağında bebek İsa

milyonerlerin bucağında servand Musa

Kör cehalet tuzağında Ahmed Mustafa.

Ne İsa ne Musa asla anlamaz yaranmayı 

Mustafa elbet anlar bilumum karışıklığı.

Kutsala susadıkça gönül hayal kırıklığı

kalktık Kırklar kapısında yattık.


Aslım hu neslim hu…


Bu gözler neler gördü şaştı

inanç meselesi

menfaat mezesi

kıvanç mezbelesi.

Feleğe her gece çalım

laf ebeliği tek kerelik ihanet

çala çula gırla kehanet. 

Öteki dünyaya kaldı yalım

Bir aşkına pir aşkına ibadet.


Aslıma hu neslime hu…


Beş düzineyi tamamlarken kendimize geldik

durduk sonsuz hiçliğe vardık.

Sıratı dünyada geçtik

katmerli kapıdan içeri bir adım kala

en büyük sırra kapıldık.


Er geç bitti bitecek bu yolculuk ya

altı üstü aslı astarı bir 

hepisi bir kefenlik rüya...

8 Aralık 2022 Perşembe

FİGÜRATİF DİRİLİŞ

 FİGÜRATİF DİRİLİŞ


Canan figürleri yoğurunca çamır balçık

toprak ve suyla emek emek

figüratif dirileceğim fakirler diyarına. Yorulduğunda canan

fikren yorgun savaşçılar kaldırımında

savrulacağım başı dumanlı dağlara...


Saman alevi mağduru mahşer alanı

kuğular ve goncagüller figanda

çamura can katacak canan aklımın rengine can. 

Canan kutlu ahengi çamura sırıdıkça

demlenecek delirecek gökkuşağı.

Her tarafımı sızlatan aşk

parmak uçlarımda. 

Kent resminde kadınlar pazarı 

el işi al yazmalı canan

figaronun düğününde

malum mahşerin tablet baskısı...


Resimleri yakan kent elimi kolumu bağladı.

Bir acayip kent ki bebek kokuyordu sokakları.

Kokusundan buldum denizi

korkularıma ana sıcağı aradım.

Sanat atölyelerinde tellendim

kıpkızıl ateşten bir hançer 

battı yüreğime. 

Fikirler diyarından firar ettim.

Parçalı bulutlu gökyüzü mavisine tapıyorum.


Zaman tüneli yıkıldı

figürleri harmanladığın fırın kuruldu.

Gırla fırtınalarla boğuşurum

canan beni anla

yediveren güllerle iyi çöz beni 

kusursuz çözülmelerdeyim derle topla...


En figüratif aykırılıkların cam biblosuyum

camkemik akıl perdem.

Koynumda terli bir karanlık

yılların ay yüzlüsü parlıyor döşümde

can kırık cam kırık can üzgün.

Toprak ve su

su ve yaprak

en figüratif ayrılıkların çam kokusuyum...


Hamurun her zerresinde aşk çağlıyor

dört bir yanımda kırmızı benekli kelebekler

fukaralık sağaltan eşsiz figürler

benliğim kara çamura denk

iyi kar beni rengarenk

sakla beni o renk pınarına canan.

Ebem kuşağına sar beni

yağmur zerresine soyunan pencerelere

cumbalardaki seramik saksılara 

gül yaprağındaki billur damlaya

gül dalındaki bülbül

namesine

sakınmadan sar sarmala...


Figürler doğunca toprak ve suyla

alaturka şarkılar eşliğinde

Dünya gözüyle son defa 

izansız mizansız nişansız en uzağa

hatırı sayılır bir yakınlıkla uzanırım. 

Nün nüksetti canıma can

vuruldum dirildim canan

doğdum cehennem azabını savan sevgiye.

Sere serpe bu yaşam portatif

figürler isterim senden en yalın figüratif.

İçimde yeşeren ölüme nefret 

ölümlülerden kaçışa medet

uğrağım limanlar doğuş hazırlığında

ölümden öte köye hazırım.


Bembeyaz bir sahanlıktayım

kara kollu celladımı bekliyorum.

Toprağın sırrına eriştiğim alacakaranlıkta  

sırf benim için kar killeri figüratif ıssızlığa sarfet aşkımızı

karma karışığım küllere bula bedenimi

tenime terini akıt.

İlklere ve ilkelere uyar vasıfta

halket hayat mabedine bedenimi.

Parmak ucuyla dokunduğum kadın

cezam müebbet ikonlar suskun.


Bedenimi yoğur tablet tablet

Pir yolunda pişerim usulca.

Sorgulamalardan usandım soğudum

usumda çılgın desenli uçurum 

düşersem eğer hiç bakma ardına

ilelebet kaç kurtul...


Sırrımı ateşlere gömeceğim

bir ömür.

Sırasıyla ateş su ve toprak

Havaya karıştığım havzalarda

çamur balçık figür figür öleceğim. 

Kuşlar cıvıldaşacak başucumda

haşmetli çamlarda sevişecek bülbüller...


Canan her yaz başı

kuğular süzülecek kavruk ateşime

etrafıma pervane kelebekler

çiçeğe bal petek arılar

toprağa karışan karıncalar.

Figüratif dirilen benliğim

çamura renk katacak doğaya doğana dem.


Gonca güller yatır mermer döşeğime

içimi sızlatan aşka canan

kan kırmızıya yeşil 

ağlak aleve kızıl kat

aklımın rengini ahenkle sırala 

rast ve hüzzam makamında

derin mavilere sar beni canan.


Cananın mahir ellerinde suyla ateştim

kara toprağa doğdum.

Yağdım gürledim yandım söndüm 

küle döndüm.

Gülüm figürlerde ölümü gördüm.

Dövülürken dört bir yana

kösler davullar

küsmedim hiç sıcak demirlere 

canımı kattım lavlara 

aklımı akıttım yarınlara

miraca durdum sırrına eriştim canan.

Eridim erdim ve dirildim.


Derbentleri aşan gelen canan

derdim figüran kalanlarla

iyi der beni derle kaderle

bin milyon parçadan çelik gibi figüratif....

7 Aralık 2022 Çarşamba

GALATAHANE’DE CAMLI ŞİŞE…

 GALATAHANE’DE  CAMLI ŞİŞE…

 

Sular karardıkça kararır Galata’da

Galatahane’de camlı şişeler ipek fularlı.

Ar damarı çatlamışlara suspus insan fuarı

her uskumru sağanağında kararır us

buğulanır anılar ve bulanır beyaz sular...


Galata'da aşıklar,

köprü altı aşkları yakar denizi 

demir köprüleri eritir.

Küçük dünyalar cam gövdeli suya batar.

Dervişler çile denizini köpürtür

kıyıcığına lüle lüle konmuş şehir 

şehrin üstüne ekilmiş kubbeler

Galata'dan bir başka güzel görünür.


Kulpuna tutunmuşum denize yağmış yalımın

çömlekçi çamurunu çatlatan fırında bir yanım

diğer yanım cam kubbeli Kabe’mde.

Üflenen camdan cana geçer tılsım

ve kor ateşli bir keyifle

serden geçen şarkılarla doğarım.


Galatalı can dede 

efsunlu cam şişesindeki cine efelenir 

cimcime korkuluğu tömbekiyi ısıtır 

ve çekilir derin nefes.

Nefesler hep bir ağızdan okunur.

Marpucumun ucu sedef imamelidir

elimin içi terler nedeni bellidir.

Banane zevkin zesinden

tütsülenen yaşamın

zerresinden

can cana cam cama zerinden, zerrinden.

Zerre ilmine doğanım...


Kehribar başlı Tophane’de

lekeli güneş faslı fasıl hasıraltı 

hassas gönüller yaslı.

Akşam topu atılıyor Topağacı’nda

yırtılıyor kulak zarları

yıkılıyor yedi tepe zindanları.

Çetin ceviz tadındasın şahım

ceviz kabuğunda gizlisin pirim

kırklık ateşimin hükmü maşaya geçiyor.

Resmen cehennem sıcağı.

Masa başında naaşımın külleri 

mezar taşında gülümün gülleri.

Sereserpilmiş aklım kulaçlıyor Manşı,

meşeyi delen kararlılığım deliyor arşı.

Kıyı boyu her sokak başı nargile marşı...


Denize ay belerim her nefeste

ay halay yüzlüdür, 

ayası hayası hülyası altın kafeste bülbül

kalaylı yüzler camda bin bir surat.

Aheste çekilir kürekler

Sular karardıkça kararır Galata’da

Galatahane’de cam şişeler hırslanır

her gece kuruyan gövdemi sular

aklımı kurcalar solgun anılar.

Ve fok balığı deryasında

fokurdarım 

doğanım geciken fakir sabahlara.

Lülem Lalelim siyah lalem

divit uçlu kalemle yazarım güvercin süzülüşünü soğuyan nefesimi.


Bir nefeslik meyve aromalı tömbeki bahane

Galata’da camlı şişe şahane.

Viran surlar kapandıkça gizemli şehre

her seher her sefer

gaz lambaları ışıtır köprüleri

demir canlanır cam çeliklenir 

kuramlar kavramlar ısıtır bitmeyen kavgaları.

Ve kümbetlere dolar aşkın şavkı

kızaran yüzlerde canlı fasıl aşkı 

serden geçilir yardan geçilmez faslı.


Galata'da bir camlı köşk nefis mayışması nefesime nefes

nefes nefese değdiğinde enfes görünür Galata 

Kulesi.

Kör kuyulu bir harcanıştır güle hasretlik  

güne gün ömürden götürür.

Ebesine efesine minesine

gök kubbeler akar

kentin arastasına ilişen oynaştalık 

tercihim sen diye başlatılan nara

narı cehennemlik.

Sen eksik nefesim

tek nefeslik gül balım keskin elmam 

ananasım babayasım cam gövdedeki hısım

mahşere kadar yasaksın yadıma.

Süzülürüm duman duman içine 

sürünürüm tesbih tesbih Galata'da 

oltudan dizerim seni

Altın boynuza.

Dinlerim Galata’da cam şişeyi

‘Yar saçların lüle lüle, 

 yar benziyor beyaz güle…’

Sırça köşkte bekliyorum temelli.

Terennüm arası cam gövdene dokunurum

bir dokun bin ah işit işvesi

teneffüs arası tinimin telkini 

neden alın teridir terk edilen...


Dilim yansın mavi cam erisin

dirim dinim kalmasın eriyorum. 

İsli dumanlı Galata fonunda

Köprüaltı aşkları narlı, harlı ve cilalı

bal ve süt banyosunda akıl

anılar salkım salkım

dağılıyorum nurlu sabahlara

salkım saçak.

Şişe şişe işkilleniyorum

caymıyor bu beden senden asla.

Yaz kış sızıldıyor ciğerim

içimdeki canavar cam billur

kamışa su yürüyünce cam şişeden

darlanıyorum duman duman.

Duman olmuş Galata

gömlek değiştiriyor kubbeler, 

gümüş alyanslı küpeliler

çömlek çamurundan kulübeler 

camdan teneşirlerde.


Galatahane'de aklım çatlıyor Kabe’m şaşmış

Kavlim kor ateş, 

kalbim köprüaltı aşklarına kurşun kalem

külliyen sanadır evriliş.

Anılar lale lale dağılsın lalelim, 

siyah lalem en sıcağım son sunağımsın

ilk ve son durağımsın.

Öncekim, sonrakim, ahretim, tövbemsin.

Belkimsin tömbekim sensin.


Hisarlardan yayılır yavan aşklar

şehrin gövdesine yapışır haleler

halden anlamazlara 

sular karardıkça kararır Galata’da

Galatahane’de camlı şişeler yanar.


Tembihliyim anadan babadan atadan

farkında olmadan yanar ha yanarım. 

Gün olur belki Galata'da birlikte yanarız...

6 Aralık 2022 Salı

MARTI GÖZLÜ MARTA

 MARTI GÖZLÜ MARTA


Son ilmek boynumda

som akşamlardan bir akşam

yine tutuştu aklım yandı hafızam.

Girmişim gönül bağına harfiyen 

Marta bağrımda kanayan yara

sonsuza yankılanır ahım.

Saf ipek şalına sarılmış üzgün yüzlü yar

martı gözlü Martam

son çare can boğazımda deniz

çarparım çalakalem ıssızlara sensiz 

Ada sahillerinde akşamlardan bir akşam…


Artık hayat reçetem

parlak çakıltaşlı sıra adalarda inziva

dağları görmez gözüm

canla başla bir dava başka dava.

Her şeyleri bir başka buraların

martısı bir başka güzel

Denizi bambaşka.

Sahil boyu müebbet  

denizle göz göze kaçamak Karşıyakada bir martıyla muhabbet.

Eksiği fazlası konu gayet açık

Sarı kaptan yetişinceye dek…


Karşıyakada bir martı adı Marta.

Martı sen, sen Marta.

Akciğerime dolan limansız bir nem

canımın içine kök salan nam 

canımın içi canan Marta.

Şubat alazında en yalımlı

mart çıkmazında en çalımlı 

martı kanadında en yumuşak

has hayali en haççak sevgili Martam...


Her yaz başı başım bir harman

Deniz masmavi ve sütliman

sahipsiz balta girmiş orman

altın sarısı kumlara yazdım usanmadan

kor akşamlardan her akşam

Martayı çekti canım...


Dalgakıransız limanları deldi geçti yalnızlığım

Güneş orta karar yoğunlukta

yalın ayak kalabalıklara boğuldum.

Ebemkuşağı renkleri kara sevda yoluna

kaba saba kabuslar kendi girdabına savruldu.

Zor akşamlardan bir akşam sen kerevetine çıktığında Martam

bu yolunu şaşırmış yolcu

Adaya bağışlanmış kıyılara sığındı.

Kırmızı kiremit çatılara

çatkapı dirimsel makama 

şarkılarda ayarsız kıvama

kuzeyin kalbinde terkedilen mekana.

Tek çare bir sonraki liman

gözüm martılara yolverdim sözüm kendi kendime...


İnsafsız akşamlardan bir akşam

Limansızım imansızım Martam 

belleğimde ilk gençlik fotoğrafın.

Etrafını sarmış simitçi martılar

can simidine yapışmış faniler

mortu çekmiş yelkenliler

şubat ortası veya mart sonu

belki de aylardan ilkbahar

ay ışığı ayvanında cam gözlü bir melek.

Yıllar yılı cüzdanımda ilk gençlik fotoğrafın...


Martam yıllar sonra akşamlardan bir akşam

sahil boyu yürürken andım

bir martıyla göz göze geldim

anında anladım kalakaldım

martı gözlü canan bir tutam uzaklık

cana candan yakın yavan yalnızlıkta.

Karşıyakada martılar koyunda 

tek gözlü korsanlara yakalandım.

Soyuna sopuna bir semavi diriliş. 

Buğulu sahiller

kristalleşmiş üzüm salkımları 

incinmiş incili bakışlar

geri dönüşsüz bağlanmalar

salkım saçak sevdalar

bulanık şiirlere kalmış.

Dizeler bir uçtan en burca Martam. 


Mart sonu burcu burcu tüter vapurlar

en burca uçuşur çılgın martılar

ölgün denizi süpürür sürgünler

süratle kurulur kefen örtülü sehpalar. 

Sofada sofrada mantık hatası

artılar eksiler, çarpanlar çarpılanlar dünyası

rengi bozuk rıhtımlarda sonsuz rahatlama rüyası.

Kayıtlara düşer saklı sarılmalar,

en derin sarsılmalar

sevda çalkalanmaları 

dahası dağılıp gitme molası.

Suç martıların değil martavalcıların riyası...


Martam martı kanadındaki

canımdan can 

kuşaklar boyu sürecek yolculuk

martılara yasak dünyaya kadar

rıhtım liman, yar diyar

aslıma nam neslime aslan

ak sularla denizleşir.

Martam işte o kurulan muhteşem dengede

Martası başka bir güzeldi diyecekler 

adıma bir ömür daha ekleyecekler.

Alnıma ilk emir odur yazacaklar.

Aklımın duvarını okuyacaklar

o Martaya Marta ona doyamadan

bir martının kanatlarında 

en kanaatkar seviştiler çok seviştiler  

bir deli ok geldi bellerini kırdı 

bol kafiyeli vuruldular.

Bir daha kavuşamadılar.


Deniz diplerinde dizelerini bulacak aslım

ahım kuşaklar boyu

aşka yazık günlerde esirgemem oduna od.

Martılarla göz göze gelmeye korkanlara

Karşıyaka da ölmek zamanı.

Delice özlense de kolay ölünemez.

Martam her mart sonu

lokma lokma martılar beslense de

bu kış yangını sönmez.

Marta sen kendi martını 

ben Martamı

sırsıcak koynumuza yatırsak

ikimize bir ömür yetmez. 

Karakışa sarhoşlasak da bu aşk tükenmez.


Martam kalakalmışım sahilsiz

son defa öpmek isterim pembe gagandan

hangi martıdaysan artık hepsini acıyla.

Martam kanadı kırık kuşum

aklımda sözün doğrusu

zihnim kara üzüm buğusu

yüreğim kanadıkça doğanım.

Uçsuz bucaksız evrende

uçurumlardayım.

Sarı kaptan gecikmez ise eğer 

yokluğuna deniz aşırı yolculanırım…


Son olmak

sonsuz olmak zor zanaat sarı kaptan 

ıslak akşamlardan bir akşam 

kıvrak dalgalarla uğra bu limana

al başlı doğan çoktan hazır

hırçın mavide baştan çıkmaya 

dünden razı götür beni martı gözlümden uzaklara…


Sarı kaptan tenhaya çek sefineyi

Halikarnas saklarsa saklar defineyi.

Ada kalesine durup

bir son fotoğraf çekeceğim

Defne yaprağı kuruttuğum yılları.


Sonra son ilmek boynuma...

4 Aralık 2022 Pazar

GÜNEŞ ÖLÜNCE GÖR

 GÜNEŞ ÖLÜNCE GÖR

 

Güneşe yürüyenler soyundanım,

tenim köz gözüm güneş zerresi

deli fırtınalarla savrulan ruhtanım...


Zerre diyarında

toz kervanındayım, 

aşk şerbetinde

akıl kuraklığına tutsağım.

Ateş filini içerim

fikrin fiillerini çekerim

dilsizim dinsizim

kitap indirmedim 

din getirmedim ama

Peygamberi nebiler soyundanım...


Zerre kervanında 

kelimeler kervansarayındayım.

Yaradılanı yaratan hamurdanım

etim toprak sözüm deniz

aşkı muhabbetteyim.


Zerre sapmadan yolumda

akıl diyarında özgür

ateşin yüzünde gözündeyim. Gözlerinin yeşilinden öperim

alım kızılım, 

balım zehirim

yalım ateş özüm

Güneşi görenler izindeyim.


Güneş ölünce gör son sözüm

Güneş ölünce gün görmek yok 

iki gözüm.

İki gözüm iki çeşme…


Farazaları yok sayan ruhtan

Bayrağı bayraklaştıranlar soyundanım.

Elim çolak, 

dilim solak, 

aklım konak

kasvetli kum fırtınasıyım.

Ateş topunu çıplak el tutanım 

buzul dağları kanımla eritenim.

Akıl kuraklığını vahaya çevirenim.

Tenim güneş gözüm köz

terim ilaç yüzüm güz

canım tez sözüm söz

yılmadan güneşe yürüyenim.


Bir garip yolcu

Güneşe yürüyenler soyundanım..

TERCİH DUVARI

 TERCİH DUVARI


Varolan dünyayı veya varolası ütopyayı, anlatıcısı kahin olan bir yazarın eline bırakmak açıkça kaosu körükler. Kitaplı veya kitapsız keskinlikler önce gerginliği sonra keşkeleri örer aklın duvarına. Akla duvar çekilmesiyle beraber örgütlü çıplak uyarı gecikir veya uyarına uymazına aniden yedi uyurlar uyanır. Bu tercih tezcanlılığı ile gökkubbe ussal destek bulamaz ve bir hiç yüzünden yıkılır. Felsefe yoğun bilgiçler dünyası da bu yıkıntılar arasında insanı arar durur...


İnsanın var olması kendisi tercih kullanmadan, tercih etmeksizin bir batında dünyaya terk edilmesidir. Yani tüm varoluş bilinci ve yok oluş değerlemesi tercihleri kabullenmek veya reddetmek üzerine kurguludur. Doğanın kuramı böyle işler ve öylece, kendiliğinden tercih duvarı kurulur... 


Yaşam, tercih duvarının önünde veya arkasında tercih kefaretini ödemektir resmen. Tüm mesele salt yaşamak adına her doğru veya yanlış tercihte ki kime göre ve niçin doğru veya yanlıştır bizzat kargaşa nedenidir. Yaşamak kaotik tercihlerle kıvranmaktır. Bu ağır kusurlu veya zerre kusursuz döngüye bazen hiç nedensiz  çoğunlukla sıfır isteksiz katılmaktır yaşamak. Aslında üstünlük yargısı ağır basana dek tercihlerle çoğaltılan her türden baskıya da katlanmaktır. Zaten temel çelişki kaçışa yönelmektir veya kabullenişi yeğlemektir. Tüm anlam arayışları da bu çerçevede gerçekleşir. Her tercihi veya tercih edilmeyenleri akla tezat alışkanlıklarla kötümser katiplerin ve hatiplerin insiyatifine bırakmak ise dünyaya terk edilmişliğin getirisidir. Getirinin veya götürünün özünde ise daima birilerinin başkaları adına tercihi yatar. Erkek ve dişi gafleti, hasreti veya hasleti ile tercih duvarına fırınlanmış tuğla misali doğmak ilk adımdır. Tercih etmeden doğan, doğumla birlikte tercihler dünyasının yeni tutsağı olur. Birinci tercih ağlamak ve solumaktır, ikincisi solgun veya doygun memelere saldırmaktır. Zamanla gerisi gelir. Sonrasında sırasıyla tercihli veya tercihsiz saldırganlıkla büyür, gelişir ve olgunlaşır insan. Aslında kendi tercihi sandığı ne varsa birilerinin tercihini, diğerlerinin istemini yerine getiriştir olgunluk kavramı. Yaşamı olgunca kavrayış epey bireysel mücadele gerektirir. Büyümek ve gelişmek ise olguları sıraya koymak ve metazori yola koyulmaktır. Özellikle tercih edilmeyen sıkı toplumsal eylemlerle yaşama tutunmaktır... 


Yaşamın içinde kalma yarışı, varoluş ve yok oluş arasındaki kısır döngüyü kısıtlı seçici melekeyle lehe çevirme gayretidir. Bu uğurda tüm edimler itibar kazanmanın tek yolu olarak belleğe işlenmiş, genetiğe kodlanmış formüllere uydurulur. Araya sığdırılan tercih kapışması ise tercih eden veya edilen bağlamında edilgenliktir. 


Bu edilgen gerilim varolan ile var olmayan dünya yaratısını kasıtlı tercihlerle doğaüstü bilinmezliğe dayandırır. Hele yorum ve sunum tercihi kendine özgü modellerle üstesinden geleceğine inanılan tercih tertipçilerine bırakılır. Hatta doğanın yaratıcılığı bir kenara itilerek, kainatın akışı ve biçimlenişi tanrısal tercih olarak kabullenilir. İşte tercih duvarına çarpma veya tercih çıkmazında bunalma bu tercihsel hataların bileşkesidir. Zaten insan kendi tercihi sanarak denetimsiz egemenliğin aleni  tercihlerine sorgulamaksızın boyun eğerse kaos pik yapar.

Yüksek egoya dayandırılmış egemenliği denetime tabi tutma amacıyla tercihlerini kabul etmeyiş tavrı ise isyanla isyancılıkla isimlendirilir. Yani tercihinizi tercih etmiyorum demek dip yapmakla eşdeğer bir tutumdur. Hayli cesaret işidir ve varken yokum varsam da mutlaka yok edileceğim bilincine ulaşmaktır. Bu evrimsel duruş ve evrensel karşıtlıkla mutlaka tercih duvarına toslanır ve atomik parçalanma gerçekleşir... 


Atmosfer basıncına göre tercih alternatifsizliğini netleştirmek bir yönüyle kaosa evet demektir. Dahası sıralı tercihlere evet dedirtmektir. Hayır da ısrarcılık ise anlık ruh haliyle kabin ruhsatını bir kerelik olsun tercihan kullanma arzusudur. Oysa arz ve talep dengesini bozan, belli aralıklarla yapılan ve toplumsal tercihin ilanı için planlanan bu katılımcılık oyalamasıdır. Bu yüzden kabine girerken ellere tercih veya evet mührü ki ikisi de aynı anlamı herşey kabulümdür ifade eder, tutuşturulur. Aslında silik mürekkepli mührün vurulacağı yuvarlak, birilerinin tercih ettiğidir. Baskın tablo tercih edilenin diğerleri tarafından tercih duvarına sıvanmasıdır. Yani bu sığ tercih buluşması, kolay sıvışılamayacak bir süreci varoluş öyküsü müşkülpesentliğiyle harcamaktır. Çünkü bir kabinden çıkış diğerine girişe gebedir. Bu doğurganlık unutulur diğer yandan mistik ve kaypak tercihlerle varoluş felsefesine ulaşılamayacağı çıplak gerçekliktir. 


Varolanı, dünyayı veya varolası ütopyayı anlatmak için felsefeyi tercih ediyor

görünmek ise yaşamak ile yaşamamak arasındaki kırılgan çizgide varoluşa kahin bulamamak, kehanet aramaktır. Bin türlü tercih dayatısına karşın tercih duvarını yıkamamaktır.


Tercihen tercih duvarını yıkmak yerine varlığı, varolanı, dünyayı ve varolası ütopyayı, anlatıcısı kahin olan pik yazarına bırakmak, an ve an uçurumu, dipsiz uçurumu tercih etmektir.

3 Aralık 2022 Cumartesi

KUM SAATİ…

 KUM SAATİ…


Sevgili kum saati

serin ve şirin bir adadayım

karazgıyı hiçleyen şiirsilere adayım.

Yaz sıcağını öpen deniz kıyısında

çılgın güneşi koynunda saklayanım.

Alın yazısını kirletenlere kara belayım.

İhaleci şirketlere

ihanetçi şirretlere

eğrisi doğrusu isyancı adamım.

Kum saati adam olmaya akıyor

fır fırıldak dünya ihanete.

Fırsat maskaraları sahil yolunda

harbiler orkestrasında harp çalan kız solumda

derya deniz ikimizi selamlıyor.

Sana da merhaba sevgili kum saati...


Zokayı yuttukça zorlanan balık gibi evren

baktıkça maziye oyalanıyorum.

Evren pulu yapışkan pula evrilince

dünyayı oya gibi işleyenim.

Asla adam sende demeyenim

zorun zorunda kalsam da pes etmeyenim.

Eden bulur kanısına kanıp

vazgeçmeyenim.

Zoruma giden zombiler gayyaya gitmedikçe 

kendini kum saatine ayarlayanım...


Serin bir adamım 

sert yaz sıcağını sevenim

yumuşak karakışı sevmeyen

pert olmuş anıları yaz kış okşayanım.

Yabandan gelip kambura yatan yar

yalancı yar sözü yüreğe zehir

kum saati incilerini indirirken  kumsala

kursuz kuralsız kuramsız

adamlıktan çıkanın ta anasını avradını.

Sormayın bu isyan niyedir

tüm yanıtları kum saati

verir...


Tut ki serin ve derin bir odadayım.

Yaz sıcağını hiçe sayıp aldırmayanım

kış ayazını haça sarıp yakanım

gönülden alınterine tapınanım.

Dizeler denizde kum misali

asıl kumdan kalede saklı kasıtlar kusurlar

vurur asaletli bir deli dalga kumdan kalenin kumunu kumsala serer.


Kum saatiyle sabit

er geç yatarım ulan suçsuzumluğuma

yakarım buzdan kaleleri Allahıma kitabıma

akarım kum fırtınası gibi sonsuzluğa.


Kuma kumsala akıyor kum saati

bundan kelli kalemi kallem olanın da 

kalleşçe kalemi kıranın da avradını.

Fesat fırsat ekabirinin de ferasetini.

Yavan tutkuları sebep sayanın da sülalesini.

Kumsala kan kusuyor kum saati...


Sakın ertelemeyin idamımı.

Yoksa yaz sıcağını içip içip serinlerim

Serden geçerim denizden geçmem

kum saati kumunu bitirende

yolcuyu yolunda edenin

Denizin kollarını kurutanın ta anasını avradını... 


Kum saati biliyor adamı adayı

kendini adamlığa adamayı

kumul kımıllarının kabahatını

ona göre saçıyor kumsala kumunu.

Serin bir sıladayım.

Sırtımda ölüm taşıyan adamım.

Ölmeye adaylara içirmeden avulu şerbeti

okumayın selamı…


Selam olsun kum saatinin sadakatine...

2 Aralık 2022 Cuma

YAĞMUR KAÇAĞI

 YAĞMUR KAÇAĞI


Buralarda günlerdir kindar bir yağmur

sol yanım kor kömür

göç kaçak geçen bir ömür.

Ömür törpüsü özlem sizlere ömür…


Dünya yükü düşüncelerle demlenirim

her dem kindar yağmur kaçağıyım…


Buralarda çelik soğuğunu gömen bir yağmur. 

Dem demin hem zemin üstüne

bugün ölsem ki ölürüm ne gam

yıllar var dur durum karıştı 

çoktan başıbozuk her şey 

velhasıl içime damlayan bocalamalardayım. 

Bilsen dost ne kindar yağıyor 

kapulara bacalara 

kamu illeti tamu bereketi.

Ardıç kuşlarının kanatlarında bir garip ateş 

menzil günah cephaneliği.

Cep delik cepken yırtık tabanlar patlak 

kızışan dem ana damarları kapatıyor. 


Buralarda günlerdir ar damarı çatlatan

kindar murdar duvar yağmur bulutları…

 

Kurulmuş karanlıklar korganına

kallavi yalan karantinasını kuran.

Tamını tayfasını yıkan bir tufan 

tayini tafrası arkları yalayan heyelan

densiz yağmurun nefesini kesen eksik iman. 


İmanıma dinime buralarda günlerdir bir yağmur

sağanağa tutulanı avanak ediyor

eşşek sudan gelene dek ıslatıyor…


Camlarda günlerdir istilacı bir deli yağmur 

Canlar daralmış yorumsuz konumlardayım. 

Yağma düzen yığma medeniyetsizlik 

Pikinden dibine merkezden etrafa yılışık azgınlık. 

Eşraf neyler ne yapar yarın bu insanlık 

Vallahi kimsenin umurunda değil.


Buralarda günlerdir kınından boşalmış bir yağmur 

konu gittikçe yoğunlaşan yağmurdan öte diyar

konu komşuyu derinden kuşatan yarın korkusu..

1 Aralık 2022 Perşembe

YOK Kİ

 YOK Kİ


Soyumda şair yok ki

parolasız şiirsiler yazayım. Yüzsüzlere leylak rengini,

ayağı sekili ata binmiş Atamı.

Taraçadan mendil sallayan yavukluyu,

sahte kavukluyu

yalandan öbür dünya böbürlenişini

leylim kokulu mektupların esansını

doğanın doğaçlama renklerini

gökkuşağında savaşanları

imli imlalı birkaç dizeyle

nasıl yazayım şifresiz şiirsiler

Soyumda şair yok ki...


Suyumda şiir yok ki

sarp geçit korkaklarına oktavlı şiirsiler okuyayım.

Yüzyıllardır gönlü bol göçebeyim

genlerimde ezber bozan ozan duası

hanelerimde konar göçer dengi

dengi benzeri yok şiirsileri

rotasız notasız nasıl besteleyeyim.

Mitolojik çalgıları fetheden gizemi

illa ki günlüklerin tutulduğu geceleri 

güneşi üğüten öğütleri

akıl yaşta değil başta diyerek

ömrü bir rakam sayıp düşünerek, 

zarzor çözülen o kutlu iletiyi

eski deyimlerle yeni eylemlerle 

şair ayıbı şiirsilerde nasıl harmanlayayım.

Suyumda şiir yok ki...


Şerbetimde zehir yok ki

canıma can canan aşkına pir dolanayım.

Ateş dağlarında dağlanmayı kan rengine bulanmayı

aşk şerbetini içtikçe ince urganla buluşmayı

ağız dolusu küfretmeyi 

çakırkeyf cızırtılı papağan üslubunda

nasıl şiirsilerle söyleyeyim, 

şakağımda namlu yok ki...


Bir kalemde yoktan var eden aşkı

Soyu namlı şiirlere şair doğanlar anlar,

Altın kafesimde bülbül yok ki

şiirsilerde güle aşık olayım.

Olayım da kelama can katayım...

KULLUK ETMEYEN DEĞİL

 KULLUK ETMEYEN DEĞİL


Asla kula kulluk etmem

gerçek kulum

Kainat kurmacasına kurbanlık

satılık serf köle değil.

Rabbın adıyla okudum

okurum yazarım azçok bilenim 

kara cahil değil.

Asfaltlara karanlık iner pirim

cehalet yayıldıkça karışır zihnim

kaos bitmez değil.


Derin denizleri özlerim

yalan değil...


Balık gibi narin yüzemeyen adayım

daima çivileme atlarım suya

hafızam balık değil.

Maviye aktıkça nefesim

silme yalakalarla yüzleşirim

yaradanla değil.

Yaralıysam yüz kerem bin kerem

kalbim dayanmaz değil.

Yüzüm düşüren hainlere sürer isyanım 

ebedidir gün gelir biter değil.

Yegane günahım ahım

yüz kere bin kere tövbe ederim

namazım kılınmaz değil.


Gerçek kulesiyim

ziyan kalede zindan ziyası

kaçamak saray değil.

Rabbın merhametiyle dopdoluyum

doymaz aç değil.

Kan çiçeği kan kırmızıyım

akla kara değil.


Billah ağız dolusu söverim

değilmi ki surlarıma vurur mermi ayaz

sudan sebep sövülmez değil.

Zihin zikrinin alasını yaparım 

kime neyse fikrim çarkına çakarım

Mevzu hırkamı giymişem değil.

Nefesinden nefesim

canım canana feda

vefa tel kafes değil.

Yazıya çiziye küsmem

kara yazgıya kanmam

günahlarım affedilmez değil.


Gerçek ateşim

pilli pervane değil.

Rabbın katında hiçim 

gül dalında bülbül değil.

Ağlayan narım 

her halta gülen ayva değil.

Gökyüzü hakimi duygularım

gerçek düşünürüm

düşkün değil.

Safi düşleyenim

uydu uçarı değil.

Zevklerin doruğuyum

en piki altımda uyurgezer

kuşbakışı gözlerim doğayı

hiçbiri zırva değil.


Kanlı sevdadır yüzakım

verilen can boşa değil.

Gerçek tamahkarım

Peygamber değil.

Kılı kırk yaran yaştayım

Kırklardan değil.

Kula kulluk eden babam olsa durmam

kalem yıkılmaz kale değil... 


Katlime kelam

kula kulluk etmeyen göçerim

her göç gerçek değil…

EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…

  EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…   Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...