TAM SAHA PRESS, YIKILMAZ BLOKSS...

30 Mayıs 2023 Salı

BİR YUDUMCUK SEÇİM ZEHRİ

 BİR YUDUMCUK SEÇİM ZEHRİ

 

Yudum yudum içti hayat ahir ömrümü 

bir yudumluk el heykelli geçim şehri

bir yudumcuk seçim zehri

yuttum bir kez daha ömrümden ömür gitti.

Yıllar yılı kitaplık seçkilerinden geçtim

manifestolarla yoğruldum

yarı yazılmış kutlu dirence savruldum.

Aslı hu nesli hu aynı terane

seçim ayıbına rest çektim

yumruk yumruğa

teoriler bulanık pratik yanlış

sanki bir yudumcuk mutluluğa dağıldım...


Perde perde mantığın boşlandığı yer orası

ortam gergin varsa yoksa seçim kargaşası.

Ege'de bir genç soluk soluğa

Denize yakın güneşi izler akın akın.

Kara kazanlar kaynar kızıl alev üstü

ozanlar yandıkça yanar kurur nefesi

kurulur gençlik en devrimci pozda...


Dilsizliğin yolu dile şahkulu

güle sarılış özlemi dağ yolu

Tülüşah mevsimi sinemde sarımtırak mermi

büyür de büyür gözümde hayat.

Sığıntılar seçkiyi elleyince karış karış

karışır dünyalar hızlanır sona varış.

Bir başka bayar işte o zaman acılar

portakal bahçelerine sıçrar şatafatlı heves

bir atımda kesilir nefes.

Her şey sevdalar ah o sevdalar yüzünden

fiyatı ucuzlayan fiyakalı yöneticiler yüzünden...


Seçili hayat bir yudumcuk bir yudumluk zehir

yurdum insanı bol keseden harcamış

hava bozmuş bozulmuş insanlık.

Olanları anlatır sayfa sayfa kitaplar

kitaplık seçkileri manifestolar onlardan utanır.

Tek kalemde geçilir ömrü hayat

Derdo şiir şiirsi suyu bal şeker nehir

seçim denilen iki yudumcuk zehir.

Kalan ömrüme ilave bir beş yıl daha işlenir

şehrime yurduma yudum yudum geçim şerbeti...

TURİZM CENNETİNDE TUR BİNDİRMEK...

 TURİZM CENNETİNDE TUR BİNDİRMEK...


Genel ölçekte seçim üçlemesine el varmıyor, gizliden dil söylüyor ama gönül dayanmıyor. Sıcağı sıcağına seçimin yaşattığı, turizm kenti yaşayanı olmanın çok ötesinde gözlerin kamaşması, ülkeyi karartacak bir tercih karmaşası. Aklı durultan gelişme, turizm cenneti el heykelli adada millet üç tur bindirdi balkon kıdemlisi adama. Ancak her şey lafta, yakında ayaklı borsanın dediği olacak günler kapıda. İki ayaklı seçim reel sektörü tam duraksattı. Bacasız sanayi turizm de beklentilerin çok gerisinde kaldı. Tam mevsimi olmasına rağmen belirsizlik dört bir yanda. Yaz, deniz, yayla, tarih, kültür, sağlık turizmine dair akıl ve bilim ölçütlerinde planlama olmadığından durum meçhul. Memleketin zengin turizm ve turistik ticaret potansiyeli gerçeğine sığınıp beklemekle olmayacağı da açık. Seçime endeksli tavırlanıp emek sarfederek Ada merkezli sandıklarda üçe katlamak da nafile. Çünkü ülke kan kaybediyor…


Seçim kritiği çok su kaldıracak kritik yaptırımlara gebe. Reel siyasete bir süre turist kalmak kaydıyla adayı turlamak en makulü. Karşımızda devleşen krize direnen, her yıl elli milyonun üzerinde turisti misafir eden bir sektör söz konusu. Ticari potansiyeli, yaklaşık elli altmış milyar dolarlık bir ekonomik girdiye sahip. Ekonomik kriz turiste kur farkı faydası sağlasa da turizmde fırsat yakalama imkanlarını da kısmen yok etti. Özellikle Avrupa'nın belli ülkelerinin çapraz kur kazanımlarından aşırı derecede etkilenmesiyle dış turizmin cazip hale geleceği düşleniyordu. Ancak şu cennet memleket turist akınından arzuladığınca ve yeterince yararlanamayabilir. Birkaç gemi o kadar. Gidişata göre komşu Yunan ve akdeniz ülkeleri yaz ve deniz turizminde yine bir adım önde gibi.


Seçim önü arkası turizmciler bile demokrasi ve özgürlük derdinde. Turizmde dünya ile başa baş olmanın koşulu ekonomik istikrar olarak görülüyor. Peki övünülen sağlık turizminde durum ne, akılcı sağlık yatırımları, teşhis ve tedavideki önderlik, geçmiş yıllar performansı avantajı devam ettiriyor. Gerek aracı firmaların ve gerekse özel üniversite hastanelerinin tanıtımları, tanıtımların uluslararası düzeyde ve çeşitli kanallardan artırılarak yapılması sektörün önünü açacak gibi. Sosyal medya, dijital tanıtım, özel konsept programlar yurtdışı eksenli olduğundan sağlık turizmi mutlaka hareketlenecektir. Yani el heykelli ada ölçeğinde el yordamıyla sürdürülen sektörde yaz turizmi desteğiyle istenen ivme kısa sürede yakalanabilir. Özellikle otel, butik otel, apartlar vasıtasıyla yeterli konaklama ve diğer lojistik hizmetlerle desteklenen sağlık turizmi konumunu korur, getirisi yükselir.


Seçim sonrası ülke genelinde, bölgesel bazda her sektör için yepyeni ve sıkıntısı yenilir yutulur değil bir dönem. Seçimin kazananına değişen dünyadan kopmadan, büyük işler çok büyük dertler düşüyor. Resmen kazanmak bazen kaybetmektir babında çözülecek babalar gibi sorunlar kucakta. O nedenle adalı olma vasfıyla önemsediğimiz turizmde pikten en dibe bakanlık düzeyinde çokuluslu koordinasyona ve özel anlaşmalara gereksinim var. Bunun için de başta dünya ile iyi geçinmek şart. Şimdilik ikili kutuplaşma yüzünden yurtta barış zedelense de dünyada barış şart. Anca yurtta cihanda barışı önde tutan bir politikayla, resmi özel kurumlarda demokrasi kriterlerini yükselterek sektörü hazır hale getirmek turizmi canlandırır. Ayrıca her çeşit bölgesel turizm de dışlanmadan küçümsenmeden teşvik edilmelidir. Çünkü turizmin geliştirilmesi, bölgesel ticaret ve sosyal yaşamı da yakından etkiler. Demokratik bilinci güçlendirir.  Bilinçlilik siyaseti ve ülkeyi… 


El heykelli ada bazında içten seçim geçim genellemesi yaparak ve içtenlikli gözlemlere dayanarak turizmi ekonominin lokomotifi görmek çok normal. Elbette tarımın turizme heba edilmesi yanılgısı da yeni günlerde önemsenmeli. Hatta salt deniz turizmine bel bağlamak yerine, doğa, kış, dağcılık, mağara, termal, din, spor, kongre turizmi gibi çeşitlendirilebilecek her alanda turist çekebilen sistem dizaynına gidilmeli. Seçim güncellemeleri bir an evvel yapılıp bir kenara bırakılarak turizmi baş tacı gören yerel yönetim anlayışı üzerine kafa yorulmalı. Genel idari yapı adaya sorundan başka bir şey vermez bilinciyle yerel seçimlere bire üç katı performansla hazırlanılmalı. Var olanın yanı sıra farklı turizm alternatifleri bulunmalı ve turistlere sunulacak pozisyonda projelendirilmeli. Her türlü turizmde cazip seçenekleri bulunan turizm cenneti olma vasfı sonucu baştan belli seçimlere bırakılmamalı.


Elbette seçim ekonomisiyle gözlerden saklanan kriz ekonomisi turizm maliyetlerini de ağırlaştırmıştır. Seçim sonrası yirmi küsur yılın iktidarı artan maliyeti ortaklaşa yüklenebilecek bir ekonomik model geliştiremez ise bu yıl zor geçer. Döviz kuru nedeniyle doğan negatif etki giderilmedikçe, komşu ülkelerin turistlere sunduğu imkânlar ve fiyat aralığı eşitlenemez. 


Görünen odur ki turizm sektörü seçim öncesi çok zorlandı, seçim sonrası daha çok zorlanacak. Belki hepten bocalayacak. Ama adalı, yarımadalı çıkış yolunu süreç içinde kesinlikle bulacaktır. En azından yerel yönetim seçimlerine dokuz ay kaldı. Her gün dokuz doğurmak yerine adanın turizm cenneti olma durumunu özverili girişimlerle güçlendirmek genel siyasete denge getirecektir. Ancak kontrolsüz sığınmacıları turizm kentlerine emek ve sömürmek maksatlı katmamak şartıyla…


Aksi halde genel siyaseti belirleyen yabancı güçler yerel ölçekte el heykelli adayı da gizliden istila eder. Sandıkları üçe katlama saltanatı üç vakte kadar el değiştirir. Veli olmaya da deli olmaya da gerek yok, işte birkaç aydır velvele koparılan asrın seçiminin belirleyici gücü yurtta cihanda bu taşıma oy avcılığıdır. O kadar…

KOLAY DEĞİL DEMİŞTİK...

 KOLAY DEĞİL DEMİŞTİK...


Kolay değil demiştik, dediğimiz çıktı yine, kolay olmadı. Bıçak sırtıydı bildik ama hiç de kolay olmaz artık. Bundan kelli zor iş seçim..


Seçim kazanılır ama boğazda kalır sevinci. Memleket yönetmek öyle kolay olaydı en az yirmi beş yıllık devlet tecrübesiyle, yirmi küsur yıldır kısır ve kusurlu girdapta tek tabanca yönetenler başarırdı. Başaramadıkları açık seçik ortada. Memleket düze çıkardı aradan çıktı. Bu gün onca şikayete maruz, kendi suçlarını bir yerlere yükleme telaşına düşenler düşmezlerdi. Koca milleti  çözümsüzlüğün içine çekmezlerdi. Demek ki göründüğü gibi kolay iş değil memleket yönetmek. Mahirlik ister, zor iş zor zanaat seçim...


Elbette kolay olmaz. Zaten iyi gitmeyen bir yönetsel mekanizma mevcutken. Millet memleket için kararlar almayı ve tüm yetkileri tek kişiye toplayan bir akıl tutulması yaşanmışlığına devam da hiç kolay olmaz. Sonrasında yemeyince veya yenemediği seçimi yenileme garantisi daima cepte. Oy anam oy. Zamanında yol verilen aymazlıkta vekil sayısı denksiz nüfuzlu. Renksiz melekelerin çok üstünde bir renksiz meclise onay verilince de milletvekilinin ne işe yaradığı sorgusu.  Sorgulamadan hemen sonra enbaşa ikili seçim turu...


Ey millet, memleketi yönettirmeyi sen çok kolay sandın. Bu atbaşı burun farkı netice az bile. Ne biçim bir millet olmak bu. İşin kolaycılığına kaçarak olumsuz şeyler oldukça saplanılan yaygın inanç dış mihrakların işi. Düşmanların ekonomik saldırısı sorunların kaynağı masalı. Yetmiş yılın müzmin muhalefeti Cehape başlıca suçlu yalanı. Aklı sıra artan dertlerden kurtulmak için veya daha da sıkışınca daha iyi yönetecek mi var? sorusuna kapılma. Yoktur ama çeyrek yüzyıl mühür ayni yüz ve yüzlerde. Gelinen nokta gerilen ve gerileyen durum egemenliği nokta. Bir kez olsun başka birini dene ve gör rüyası yok mevcutta ısrar ettin de ne olduyu hiç düşünme. 


Yirmi küsur yılda ekonomi bitmiş. Döviz tavan yapmış. Faiz haram diye diye politika faizi dibe yerleşmiş kalanı artırılmış. Doğruyu söyleyen dokuz köyde süründürülmüş. Karşıtlar daima müfteri, terörist ilan edilmiş. Alın teri bedavaya getirilmiş. Yönetim erkanı israfa batmış. Geniş yığınlara tasarruf dayatılmış. Torba yasalarla her şey hazineye aktarılmış. Her bir varlık fona bağlanmış. Varolanlar kayyuma emanet, bütün fonlar bir lokmada yutulmuş...


Ey millet, sen hala uyutulmuşluğuna uyanamıyorsun. Kasma kendini çok kolay lokmasın. Habire fondip yapılıyorsun. Kıdemin de, tazminatın da elden gitti gidecek. Çeyrek asır bel verdiğin mevcut yönetim tam da kazanmışken gitti gidecek. Hala ondan medet umarsın ama nafile... 


Bir kez daha tam yol dersen eğer ki durma. Madem ayni gemideyiz mazallah denizin dibini boylarız. Öylesi bir batışa, ihtiyaç akçesi de yetmez. Dış kaynak zaten gelmez. Habire karşılıksız para baskısı. Haftalık istikrar paketleridir açılımdan payına düşer. Zam zulüm işkence düşmez. Yok canım kolay mı bu kadar deme çok kolay. Maziye bak yeter görürsün...


Nereden nereye camlar camekanlar, panolar sırça köşkler, saraylar yirmi küsur yıldan sonra en kötü oranla moda. Seviye her iki kişiden biri zirvede. Fabrikalar satılmış, sanayi çökmüş, üretim sıfır, üstelik dışa açılan kapılar içerden kapanmış. Bir çok iş alanı  memleketini ziyaret edip dönen sözde mültecilere kalmış. Kendi  işlerini kurmuşlar, kendi kendilerini çalıştırıyorlar. Kolu kafası çalışmayana ise her türlü devlet desteği, kurumları desteği. Maddi ayni destek kısmeti. . 


Ey millet, iş yok güç çok. Yirmi küsur yıldır şunlar bunlar yapıldı diye boşa övünmek çok. Zaten dibi delik keseden yapılmış hepsi yani para çarçur edilmiş. Tapu topu özel sektörün ayrıca. Bedavaya gelecek saydığın hizmetlerin bedelini dahi ödeyecek gücün sıfır ödeyemeyeceksin.

Üstelik her şey çok güzel olacak diyenlere acayip öfkeleniyorsun. Canhıraş yakıştırmalar ve benzetmeler haykırıyorsun.

İlk ağızda hep aynı gargara... 


Ey millet memleketi hakkıyla yönetecekleri seçebilseydin eğer ki yine ıskaladın bu gün her şey çok kolay olacaktı. İşler zorlaştı.  Çok zorluk yaşıyorsun ve hiç bir şey güzel olmayacak, zamanla beterine katlanmak zorundasın. Bir kez kolaycı davranmasaydın bari. Çok geç kaldın. Memleket yönetmek o kadar kolay olaydı her fırsatta seçtiklerin yönetirdi. Vallahi yönetemediler billahi yönetemediler. Ey millet, üstünden pahalı geçilen köprüden önceki son çıkışı geçtin. Satılık vatandaşlık hakkını bir kez daha ziyan etme. Kolay değil belki ama yıllar kararan rengini değiştirir. Derdo varsın gitsin meçhule.. 


Bir kere olsun zor olanı yapsaydın çünkü memleket yönetmek gerçekten zor iş. Dediğimiz çıktı yine unutma vatan elden gitti gidiyor...

POLİTİKA TACİRLİĞİ, BOŞ HAYALLER VE TERCİHLER...

 POLİTİKA TACİRLİĞİ, BOŞ HAYALLER VE TERCİHLER...


Bilinen tarih sürecinde politikada kazananı daima ticaret belirler. Binlerce yıldır değişmez kuraldır, tacirin dediği olur. Bu yüzden sarsak politikacılar değme tacir statüsünde sürekli hayal satarlar. Zaten herkes az biraz hayal taciridir. Hayal tacirliği insanlık tarihinin en eski mesleklerindendir. Bütün mesele hayal tacirliğini de layığıyla yapmaktır. Ancak çoğunlukla yüze göze bulaştırılır. Hayal tacirliğinin en temkinsiz icracıları da politikacılardır. Politika tacirliği her dem bir yere kadar tutar. Vakti zamanı gelince topu tarih sürecinin bilinmeyenleri arasına kaydedilir…


Yıllar yılı seçim kazandığıyla övünenlere duyurulur, politikacılardan en albenili hayali satan veya en absürd hayale alıcı bulabilenler belli müddet tüm yarışları kazanır. Salt o yüzden politikada insanların beklentilerini öngörmek ve taleplerine yön vermek şarttır denir. Denir ama hiç uygulanmaz. Çünkü yerelden genele tüm politikacılar hayal tacirliğine soyunarak mevki ve makam sahibi olurlar. Gerçekleri yansıtarak değil. Kafalarda koltuk değerlenir. Genellikle de sözde adı ve namına politika yapılanların boş hayalleri bir güzel süslenir. Akılları hurafelerle doldurulur ve umutları süpürülür. Böylece idari manada olmadık suistimaller başlar…

 

Her yeni başlangıçta veya sona doğru öyle veya böyle çoğunluk ikna edilerek maddi manevi değerler tamamen elde tutulmaya çalışılır. Kayba dönük tasarruf adına üretilen, taşınır taşınmaz ne varsa kaşla göz arası özel veya tüzel kişiliklere geçer. Ansızdan azınlığın zenginliği doğar. Gelişen azgınlık ise yeni hayalleri besler. Ve hayal bile edilemez derinlikte besleme düzeni kurulur. Bu arada kuşkusuz geniş yığınların hayalleri hep yarım kalır. Kalsın varsın duyarsızlığıyla tepe yapanlar herkes için hayal kurmayı iş edindiğinden dem vurur. Ancak iş zamanla sarpa sarar. Ve düz yolda tökezlenir...


Aslında eninde sonunda yaşanacak olan işte bu kurgu kusurudur. Çünkü insanoğlu hayal kurdukça yaşar, kuramadığında ise nice zorluklar yaşar. Yine de sonunun nasıl olacağına bakmaksızın iyi veya kötü herkes kendi hayal dünyasını yaşar. Böylece en sona dek ayakta kalmak güncellenir. İşin gerçeği hayal kurmak hiç de kötü değildir. Kötü olan başkalarının birileri adına hayal kurmasıdır. Erk sarhoşluğundan hayallerin gerçeklikle bağdaşmaz uçukluğudur. Ölçüsüzlüğüdür. Neden? Çünkü insanoğlu bencildir. Hırslıdır. Açgözlüdür. Zorbadır. Tutulası öğütleri de tutmaz. İşte hayal dünyasını bozan bu doymazlıktır. Aç gözlü politika tacirlerinin hayal ötesi taca çıkmasıdır…


Bir kere bozukluk baş gösterince uyduruk hayallerden anında vazgeçilir. Veya bambaşka hayaller hiç nedensiz bir kez daha üç paraya satılır. Bundan sonrası için resmen boş hayaller yeni gerçeklik diye pazarlanır. Ve açıkça açıktan hayal ticareti başlar. Hayal tacirleri politika kazanını kaynatır. Böylelikle iflah olmaz biçimde, yine yeniden hayal tacirliğine soyunan politikacıların eline düşülür. Kurtulmak günden güne zorlaşır. Seçimler yetersizleşir hatta gereksizleşir. Gidişat at gözlüğü takanlar yüzünden tam da orayadır…

 

Nedense bu tip, sırf kendine tacir politikacılar aşırı sevilir, aşkla muhabbetle sayılır. Sayım döküm hileleriyle körü körüne desteklenir. Çapsızca edilen büyük laflara, görmezden gelinen gaflara ve boş lafazanlıklara itibar edilir. Hatta dışlanması gerekirken bu lakırdı kavafı, hayal taciri politikacılarla irtibata geçmenin, irtibaka dolanmanın, aile fotoğraflarına girmenin yolları aranır. Sonuç pikten dibe kokuşmuşluk, çürümüşlük…


Ham veya çürük yeryüzünün en kolay alınan satılan metasıdır hayal. Diğer yandan boş dolu aldırılmaksızın en çok talep edilendir. O nedenle canbar hayalistler, tacir politikacılar her fırsatta ham hayal satarlar. Bu öylesine bir satıştır ki hep kazanmak üzerine dalaveredir. Kibir sosludur. Ama bazen tam kazanacakken kaybedilebilir de. Veya kazanmışken dahi kaybedilmiştir. Ham hayaller, uçuk kaçık projeler, sığınmacı sığdırmalar, montaj filmler ve şatafatlı kampanyalarla desteklenir. Yerine getirilmeyenlerin yerine yeni hayal projeler vizyona sokulur. Tehlike kampanaları çalarken lüzumsuz kampanyalarda kamu kaynaklarının çarçuruna devam edilir. Edep yahu dedirtecek yeni hayaller satışa çıkarılır. Yani alan satan razı babında ticari politika düzeneğine hizmet edilir. Ama evdeki hesap çarşıya uymaz…


Ayrıca banal ve illetlik düzeyde düzmece imecelerle, ilelebet yönetimde kalmayı hayal eden hayal taciri politikacılar için devamlı yeni senaryolar yazılır. Hayalist politikacılar da rolünü uyurgezer halde oynar. Ana tema milletin saf ve temiz, maddi manevi duygularının istismarı üzerinden, lafta milli yerli pozda hayal taciri politikacıları ayyuka çıkarmaktır.  Ancak seçim geçim paralelinde unutulan kerevetine çıkıldığı gibi vakti zamanı gelince inildiğidir...


İş ilk etapta tutmayınca, final turunda hayale bile getirilmeyen ani sıkışma aklı sarar ve iniş korkusu başlar. Hayal taciri politikacılar ve tacir politikacılar ile taraftarlarının iftiracı hayalleri de tutmayınca hepten sıkışırlar. Terör tacirliği üzerinden aceleyle politika revizyonuna giderler. Bu da sonun başlangıcını hızlandırır. Yükü millete yüklenen yüksek hayaller bir bir açmaza düşer, yeni hayal taciri politikacıların da önü kapanır. Yani politik kısır döngü bu kez devam etmemelidir. 


Aksi halde politika tacirliği, boş hayaller ve tercihler üzerine tur bindirme kamplaşması başka kara hayallere kapı aralar. Resmen karşı devrim süreci. Bu turda kesinkes kesintiye uğratılması gereken bu hayal tacirliği ve politika tacirliği, politikanın temeli olma haline tescillenirse milletin vay haline...

ZIPLAMAYA AZ KALA

 ZIPLAMAYA AZ KALA

 

Kılınç çekirgeyi tam zıplayacakken yakaladı

böldü anında ortadan ikiye

yalvaran nidası asılı kaldı duvarlarda.

Mikrofonda için için cızırtılı tınlama

dümeni kimse çakamadı.

Göz öylece gördüğünü kayıtladı

tarih çok şeylere gebedir usta...


Gebeydi ama bu kez yanıldın dediler

hani kılınç sonra hani bölmüştü anında

ikiye ortadan zıplamaya az kala

ikiye ayrılı çekirge hani?


Sen ne sandın neyi kime salladın

kını bile yok kılıncın yüzsüzlüğü sinsi

küçülten gülücüklerle büyüdü gözlerde hapislik.

Erkenden salıverildi çekirge anahtar elinde

kılınç sahipsiz kını öksüz çekirge ölü

dün böyle geçti işte...


Yarınlar burun kanamalı atışma

kapı dışı ölümcül çatışma

aşama aşama kapıda efsunlu kapışma.

Garip yolcu kimselere anlatamadı

adı anarşik hem hırslı hem ittifaklı

inanmadılar sözleşip reklamasyon kestiler.

Hem kılıncı görmediler hem görmezden geldiler

şeytanın bacağı kırıldı bu kez

anında ortadan iki kimseler zıplayamadı...


Garip yolcu kılıncı iyi biliyordu

biliyordu bilmesine de aniden indi

gördü hafif sola kaykıldı

zıplamaya ramak kala çekirge zıplayamadı

jiletten keskin kılıç ortadan iki...

26 Mayıs 2023 Cuma

ÖT BÜLBÜL ÖT

 ÖT BÜLBÜL ÖT

 

Öt bakalım bülbül öt

koca iki hafta geçti bin gün gibi

koca bir ömür geçti bir gün gibi.

İlkbahar sardı kollarını doğaya

sıkıca kucakladı şeffaf sandukaları.

Sarhoş yüreklerde acı bir düşün izi

sandukalarda geciken yaz sıkıntısı.

Öf ki öf beyin henüz ayılamadı yarına ...


Öt bakalım bülbül öt

koca koca yirmi kusur yıl geçti

sanıklara düpedüz küstü savcılar

kesilen ceza güpegündüz bin yıl.

Demek ki Tanrının olmadığı yerde

insanın ruhu da ölürmüş bir kalemde...


Sonsuz aşklar ocağında yarı pişmiş tabletler

tabu sinmiş yazı silinmiş ve yazılardakiler.

Sevinç türküleri söylenmiyor artık

seviye ağıtlar yakılıyor yılgınlıkla.

Boğuk sisli gece çepeçevre özgürlüğü yutuyor

bir ağızda milyonlarca yeşil gözlü dev

öt bakalım bülbül öt...


Altın kafeste bülbül

mavi dağlarda beyaz güvercinler

uçuşsa da hiçlik sussa da gönül

bülbülün gagasında kör kurşun

içinde ölü soluk kanatları ahuzar

öt bakalım bülbül öt...


Yanık bülbülün dilinden bal damlıyor

canan camdan kalpler kırılıyor

altın kafesten kan damlıyor

can sıçratan analar ağlıyor.

Kan gölü civarında geç yaşta bir doğan

gerilmiş sol yanına yatıyor.

Kulağı kesiklere acayip dokunur bir sır

ucubelik bir ömre bedel

sırlarıyla gömülür lal bülbüller.

Öt bakalım bülbülüm öt...


Bıçağı kınında mutsuz bir bahar günü

Dünyanın böğrüne saplandı dünü bu günü.

Göğsümün sol yanında hatırı sayılır tekleme

Evrenin punduna gelmiş hali yaman

hallice emre itaat saçaklanmadan

öt bakalım bülbül öt...


Bıçak ağzı dondurucu ayaz deniz tek parça bahar bahça

ateş yuttu gözlerimdeki yaş

dudaklarımda mor güneş

koca koca adamlar düştü kara denize.

Yaz bakalım yazısı incili kaftan

kaz bakalım yazgısı incinme yüklü yazman

tane tane yaz da geçip gitsin yıllar. 

Dün gibi gün gibi akılda kalanlar

altın kafeste bülbüle yapılanlar.

Öt bakalım bülbül öt...


Gülüm bir koca ömür bitti bülbül aşkına

Derdo koskoca bir ömür gitti  yar aşkına

Öt bakalım bülbül öt...

24 Mayıs 2023 Çarşamba

İNSAN DOĞASI VE BÜYÜK ÜTOPYA" HAKKINDA

 "İNSAN DOĞASI VE BÜYÜK ÜTOPYA" HAKKINDA


Her ne kadar ilk bakışta bir makale başlığı olarak algılanıyorsa da "İnsan Doğası ve Büyük Ütopya" bir yapıt ismi. Gerçek veya gerçek ötesi yapısallık tavrını temellendiren bir kitap. Hak edene hakkını vermezsek olmaz; gerçekten akademik bir çizgiye oturan, bütüncül anlayış barındıran, bilimsel farkındalığı kutsayan, güncel sentezler de içeren bir eser. Arkadaşım Doğan Karaağaç'ın yeni kitabı "İnsan Doğası ve Büyük Ütopya"...


Yazar, etkili biçimselliği ve bilimsel yansımaları olan, kendi kimliğini de asla saklamayan bir kitaba imza atmış. Baştan sona kendiyle barışık ama çelişik olmayı da içselleştirebilen, insan doğasına ilişkin değerlendirmelerde yok sayılan izlenimleri de gözeten etkili bir çalışma olmuş gerçekten. Kitabın ana teması insanlaşma sürecinin tamamlanamadığına vurgu yapılarak "toplumsal sorunların yanıtı  insan doğasında mevcuttur" tezine dayandırılıyor. Ana fikir temkinli yaklaşımlarla ve farklı açılımlarla büyük ütopyaya ulaştıran etkenler ölçütünde bir bir destekleniyor. İşin iyi veya kötü varsayılabilecek yanları da ele alınırken "insan doğasının eğitimle bencillikten ve egosantrik özünden arındırılamayacağı" yaklaşımına ulaşılıyor. Ancak hiç de bencillik ve egosu yüksek özellik yansıtmıyor kitap. Mütavazı görüntülü ama doygun üç bölüme ek olarak sağlıklı toplum için üç öneri boyutunda okurları bilimsel bir yolculuğa çıkarıyor... 


Özellikle insanın doğayla ilişkisi toplumsal, biyolojik, psikolojik açılardan analiz edilerek bu kavramsal dinamiğin bilince ve bilinçaltına etkilerine mercek tutuluyor. Yani sonuç itibariyle doğanın kendi yasalarını kurması ve korumasına dönük bir tanıklık atmosferi yaratılıyor. Bunu elbette karşılıklı etkileşime yön veren temel güdülerle, eşyanın tabiatını gözeterek değerlendiriyor yazar. Ayrıca toplum diyalektiği açısından toplumsal zorunlulukların ve insani arayışların önemi vurgulanıyor. Hatta tesadüflerin rolü bile yok sayılmıyor. İnsanın kainattaki zayıf türden nasıl etkin ve en güçlüye evrildiği de insan doğasına, genetiğe ve kodlamalara özgü olduğuna bağlanıyor. Buradan çıkarsamamız insanın yeryüzündeki en özgün canlı fonksiyonu olduğudur. İnsana özgü duyarlıkla elbette sosyalizm ve dünya pratikleri de değerlendiriliyor. Ve hatta Büyük Ütopya açık açık sorgulanıyor.


Bir çok ilki barındıran "İnsan Doğası ve Büyük Ütopya" kitabı yaklaşık yirmi beş üst başlıkta gelişerek, diyalektik çerçevesini de genişletiyor. Boş hayal çevrelerine atıfta bulunulduğunu varsaydığımız çıkışlara ek "Bireylerin çabaları ve üretkenlikleri tarihsel gelişimin ana dinamizmini oluşturur. Bu çalışmalar yapılırken bir takım yaratıcılıklar gelişir. Düşler- düşlemler gelişir. Hayaller kurarız..." diyor yazar.


Kitap, düşler ve düşlemler ikileminde toplumun yeniden dizaynına ilişkin önerilerini ise yönetsel, mülkiyet ve cinsiyet üçgenine oturtuyor. İklimsel kurguları ve tasarımları da çeşitlendiriyor. Bu arada insanlık dünyasına felsefi önderlik yapan filozoflara, buluş ve keşifleriyle ilerlemeyi önceleyen mucit ve kaşiflere bir yandan hakkı teslim ediliyor. Diğer yandan açıkça eleştirmekten de kaçınılmıyor. Bu keskin tavır kitaba özgü bir çıkış olmasının yanı sıra yakın çevresinin de bileceği üzere yazarın oto-portresini de yansıtan bir özellik olarak değerlendirilebilir...


Kitap üst başlıklarla sınırlı bir beyan içeriyor gözükse de yazarın bilgi, inanç ve gözlem katkılarıyla, kendi kitaplarından ciddi alıntılarla derinlik ve sonsuzluk hissi veriyor. Tutkulu ifadeler izlenim yaratıcısı olarak özellikle belirleyici rollerin bypas edilmesine şiddetle karşı çıkıyor. Tarihsel süreci en baştan bugüne "insan soyunun başlangıçta bencil olmadığı toplumcu olduğu"nun altı çizilerek bencilliğin özel mülkiyetle insan doğasına girdiği ve insanlığı teslim aldığı gerçekliğine açıklık kazandırılıyor. Yani insanlık tarihinin gelişiminin bencilliğin örgütlenmesine koşut olduğu savı yansıtılıyor. Bu kapsamda insan doğasının ben merkezci ekseninin genetik kodlar ve genetik talimatlar sarmalıyla ilişkilendiren yazar bunu yaşam dayatması olarak görüyor. 


Bir üst başlıkta kadın doğasını üst akılla ilintilemeden, incelikle irdeleyen ve izah eden kitap anaerkil evrenin, eril dinler, eril iktidarlar ve eril çeşitlemeler yüzünden nasıl geri plana itildiğini gözler önüne seriyor. Resmen suç ortaklığı boyutunda kadın doğasının hiçe sayıldığını asla çekinmeden dile getiriyor. Yazar uzlaşılar ve uzlaşmazlıklarla güçlenen insanın arayış güdüsünün ortaklaşmacı ve paylaşmacı anlayışa ulaşımını sistem ve üretim temelinde izah ediyor. Özellikle dine geniş yer vererek doğadan ve özgürlükten kopuşun gerekçelendirilmesine çalışıyor...


Sonuç itibariyle yazar ve kitabı; insan türü "iddialara, itirazlara ve böbürlenmelere rağmen tek başına bir anlam ifade etmeyen yapıdır" diyerek insan soyuna salt başlıklarını vereceğimiz üç önerisini sunuyor. Başlıbaşına başka bir kitap konusu olabilecek bu önerilerin ilki yeni bir mülkiyet biçimi sonra partisiz anayasal demokrasi modeli ve iradeyi periyodik birliktelik modeli...


Kitabı okuyanlar veya okuyamayanlar olacağından hareketle, aldanma ve aldatma bağlamında "yaşama tutunmak biyolojik, sosyolojik ve psikolojik doğasını yaşatmak için insan soyunu bazı hallere mecbur eden koşullar fazlasıyla mevcuttur" cümlesini aktarmak bu kitap kritiğinin bizim tarafımızdan artı kredisi olsun.


Son tahlilde "İnsan Doğası ve Büyük Ütopya" anlatmak istedikleriyle kredisi yüksek bir kitap. Akademik formda, soyut veya somut dokundurmalarla geniş alanlara ulaşmayı deniyor. Mevcut ve bilinen işleyişlere eleştirel yaklaşımıyla etkili ve güçlü bir deneme. Etkin bir aktarım. İçsel gelişimi ve sosyal değişimi özendiren, olabilirliğini kanıtlayan bir içerikle okurlara açık gönderme. Tabii ki anlayanlar için...

KÜÇÜCÜK DÜŞ BÜYÜR...

 KÜÇÜCÜK DÜŞ BÜYÜR...


Küçücüktür düşler

büyürler büyürler büyürler

velinimetim küçücük kitabevi açmayı düşler.

Okuyup okuyup satarmışcasına

çiçek evi gibi kokan ama kitap satan

İlla ki Beyoğlu’nda.

İstiklalin sol tarafı olsun bari

moda simit evlerinin birinin yanı başında...


Kıyıcığına tutunan kitapçılardaki gibi

ev çörekleri çilekli kek ikram edersin biriciğim.

Kırılmaz camdan tezgahta

eski kırgınlıklar

ve yenilenişin dirilişin dili buysa eğer

açtığın küçücük kitabevine yeni kitaplar.

Kitap defter her gün ocağına düşermişim.

Gün gün teker teker sayfa sayfa

okumacasına yazmacasına güç katarmışım aslıma.

Ederini giderini ödemeden yazar kasaya

şahsa özgü yazdıklarını hatmederim ilk.

Sonra darılmak kızmak yok

Beyoğlu’na

sarılmak sarılmak yakışır beyoğluna.

Çiçek gibi kokan küçümen kitapçıda

tenini hissedersem sol tarafımda

beri dönemem yüzümü asla.

Meğer ne çok istermişim

kitapsever bir kadın

Severmişim sıradanmışçasına ama değil

küçücük elli canan aklıma canıma okuyan.

Kitapçı da kitap sırılsıklam aşk

çiçek ışıkları teras katında açan...


Küçücük bir kitabevi açma düşünü düşleyen

düşkünüm Beyoğlu’na.

İstiklal’in soluna ve çiçek çiçek kokan soluğuna.

Meğer dünyalar kadar severmişim.

Özledikçe anladım küçücük düşlerde büyürmüş.

Büyür büyür ve küçücük bir kitabevi olurmuş...


Kitabına kitabevine kurban

küçücük düşlerimin kadın erkek devrimcileri

İstiklal mitingi korsan...

23 Mayıs 2023 Salı

FUTBOLDA TEK TABANCA REJİMİ BİTECEK Mİ?

 FUTBOLDA TEK TABANCA REJİMİ BİTECEK Mİ?


Futbol da güzel olacak gibi ama bu gidişle zor. Milletin kurtuluşunun mihenk noktası seçim sezonunda, faşizmin gölgesinde futbolu da orta çağ karanlığına çekecek proje teoride tuttu, pratikte tutmadı. Olan milletin parasına oldu. Memleket futbolu gelecek sezon da tek tabanca rejimi etkisinde kalırsa kurtulamaz...


Tümden suni kurguya direniş neticesinde, futbolda da iyi bir şeyler yaşanabileceğini Kanarya memleket gündemine soktu. Bir nebze de olsa altüst edilen moraller yakılan Fener sayesinde düzeldi. Sahada ve tribünde memleket değerlerine bağlılık ve sahip çıkış güncellendi. Muhalif tavır yüzünden gündem korakor mücadeleyle pozisyon pozisyon gerçekleşmesi dışına taştı. Memleketin en büyük takımı bu sebeple kaç şampiyonluktan oldu, sayı saymayı bilmek lazım. Biat etmeyişin ceremesini ilerde tarih yazacak. Bu dönemin tarihi illa ki yazılacak…


Hatta düşen takımların idari yapısının siyasal ağırlığı irdelendiğinde Kanaryanın sırf bunlardan en büyük darbeyi aldığı görülecek. Niçin aldığı netleşecek. Fenere karşı canını dişine takan bu düşkünlerin diğer paydaşlarına nasıl ve niçin kuzu kesildiği de anlaşılacak. Yani bu devrin deviricileri, futbolun çehresini de değiştirmek adına, futbolda her şey çok güzel olacak sinyalini yıllardır görmezden geliyor. Kanarya en umulmadık anlarda sırf bu yüzden sahaya çakıldı. Yok başkanmış, yönetimmiş, transfermiş, bu zaaf polemikleriyle izah edilemeyecek bir durum sözkonusu. Kim ne derse desin iktidara muhalifliğin faturasıdır ödetilmeye çalışılan...


Futbolun fıtratında bu var bile denmiyor artık. Çünkü ayan beyan ortada her şey. Bir kez daha futbol tanrısı, siyasal iktidar ve muktedirin toplama takımları yol kesti. Yıllardır can siperane mücadele eden Kanaryaya yine geçit verilmeyince çok gecikmiş şampiyonluk hevesi yine çimlere gömüldü.


On yıllardır söylenip durulan top yuvarlaktır ve maç sahada kazanılır resmen tırpanlandı. Sonuç itibarıyle futbolda hayata geçirilmeye çalışılan proje, projenin sahibine, takımına ve mihmandarlarına karşı, geç de olsa maratonu göğüslemek gittikçe zorlaşıyor.


Tıpkı ikinci tur seçime hazırlanan ülke muhalefeti gibi. Bu pazar çarşı pazar karışacak. Ülke siyaseti ve futbolu on yıllardır içten içe, ele geçirilen kalelere bir yenisini ekleyecek veya eklemeyecek kararını verecek. Kale içten fethedilemedi. Kale düşmedi ise şimdilik. Fener yakıldı, yerden göğe haklı isyan yarımadaya yayıldı. Bu kez milletin cebinden apartılanlarla kurgulanan zihniyet kaybedecek mi kazanacak mı işte o belirlenecek. Masa başı oyunlarla bertaraf edilme girişimleri ve olası skandallar, var yok arası şaibeler ortadan kalkacak mı devam mı edecek işte o oylanacak. Yani her şey projeciler lehine mi güzel olacak, ya da bir tılsım değecek herkes için her şey çok güzel mi olacak oişte o belirlenecek. Yani Tek tabanca rejimi her şeyden elini eteğini çekecek mi? İşte seçim bu seçim…


Başta mevcut iktidar, muhalefet, federasyon, hakem komitesi, war, her düşünceden her inançtan taraftar, ortak bir hedefe kanalize edilip kilitlenirse Millet hakkının gaspı palazlanmaz. Eğer karşıtlık cephesi daraltılırsa daha çok acılar çeker ülke futbolu. Hak yerini bulmaz. Batıl kazanır,

Tek parti, tek tabanca rejimi futbolu da kurduğu hegamonyaya hizmete tabi kılar. Futbolda profesyonellik ve sportmenlik tarihe karışır. Yani futbola siyasi darbe yapılır. Ve bundan sonrasında sanki futbolda her şey çok güzel olmaz. Kafa kulüpler bile alınır satılır. Belki de istenen gizliden budur.

Ve çıkar birileri ‘Faşizmin Gölgesinde Futbol’ diye bir kitap yazar, alavere dalavereleri bir bir kayda geçirir. Ama iş işten çoktan geçmiş olur. Futbol ölür, yaşasın fitbol…

KÜÇÜCÜK DÜŞ BÜYÜR...

 KÜÇÜCÜK DÜŞ BÜYÜR...


Küçücüktür düşler

büyürler büyürler büyürler

velinimetim küçücük kitabevi açmayı düşler.

Okuyup okuyup satarmışcasına

çiçek evi gibi kokan ama kitap satan

İlla ki Beyoğlu’nda.

İstiklalin sol tarafı olsun bari

moda simit evlerinin birinin yanı başında...


Kıyıcığına tutunan kitapçılardaki gibi

ev çörekleri çilekli kek ikram edersin biriciğim.

Kırılmaz camdan tezgahta

eski kırgınlıklar

ve yenilenişin dirilişin dili buysa eğer

açtığın küçücük kitabevine yeni kitaplar.

Kitap defter her gün ocağına düşermişim.

Gün gün teker teker sayfa sayfa

okumacasına yazmacasına güç katarmışım aslıma.

Ederini giderini ödemeden yazar kasaya

şahsa özgü yazdıklarını hatmederim ilk.

Sonra darılmak kızmak yok

Beyoğlu’na

sarılmak sarılmak yakışır beyoğluna.

Çiçek gibi kokan küçümen kitapçıda

tenini hissedersem sol tarafımda

beri dönemem yüzümü asla.

Meğer ne çok istermişim

kitapsever bir kadın

Severmişim sıradanmışçasına ama değil

küçücük elli canan aklıma canıma okuyan.

Kitapçı da kitap sırılsıklam aşk

çiçek ışıkları teras katında açan...


Küçücük bir kitabevi açma düşünü düşleyen

düşkünüm Beyoğlu’na.

İstiklal’in soluna ve çiçek çiçek kokan soluğuna.

Meğer dünyalar kadar severmişim.

Özledikçe anladım küçücük düşlerde büyürmüş.

Büyür büyür ve küçücük bir kitabevi olurmuş...


Kitabına kitabevine kurban

küçücük düşlerimin kadın erkek devrimcileri

İstiklal mitingi korsan...

20 Mayıs 2023 Cumartesi

DÜŞÜN YAVRUM

 DÜŞÜN YAVRUM


Mayıs ortası mayın tarlası pamuktan yatak

düştün annenin pamuk teninden ortak.

Denizden pruva hattına ayar

demirden Truva atında binlerce hain

sen cephane taşıyan kağnıları düşün.

Yavrum kağnıların kırık tekerleği yamalı 

sen nineleri dedeleri anaları çocukları düşün.

Ben öğreteceğim sana yaklaş kürsüye

düşün sen dünkü düşün kararmadan

seslen şu yalan dünyaya tüm yanlışları.

Gelecek kuşaklar ödeyecek çılgınlığın hesabını

çizgi dışı bir hitapla başla davran

kendini savunma hakkını da kullan.

Paslı piramit pamuk tarlasına çöktü

sen asla diz çökme eğilme sakın

Anatolia tarihine kazılı binlerce hain.

Sen top mermisi taşıyan agaları düşün

yavrum düşen kınalı  kuzuları

yetim kalan kızanları kopilleri kızçeleri.

Öğreteceğim ben sana yaklaş kürsüye

seslen dünyaya değerleri ki çoğu unutuldu.

Geçmiş kuşaklar canlarını seve seve verdi

çizgi dışı bir cesaretle an onları

Atanı savunma hakkını da kullan.

Derdo keramet pamuk tarlasında değil

Dinamitte hiç değil mayına basmadan yaylan...

19 MAYIS, NUTKU TUTULMUŞLUKTAN NUTKA GEÇİŞ...

 19 MAYIS, NUTKU TUTULMUŞLUKTAN NUTKA GEÇİŞ...


Nutuk-Söylev, Türk ulusunun ve Türkiye devriminin tarihsel belgeler içindeki en büyük belgesi ve eşsiz eseridir. Savaşların, kutsal mücadelenin ve binlerce belgenin vücut bulmuş hali, temel kaynak kitabıdır. İşgal edilmiş bir ülkede neler yapılabileceğini, zor şartlarda verilmiş mücadelenin nasıl zafere ulaşılabileceğini ayrıntılarıyla gösteren her devrimcinin el kitabı, her vatanseverin başucu kaynağıdır…


İşgal dönemlerinde vatanseverler olduğu gibi vatan hainlerinin de olabileceği bir gerçektir. Bunun için nutuk okunmalıdır.  Dikkatle okunmalı; düşmanla işbirliği içinde olanları, ilk fırsatta vatana ihanet edenleri, saltanatın ve hilafetin devamından yana olanları, demokratik cumhuriyete karşı olanları, devrimleri reddedenleri bizzat görmek için. Hatta kutlu kurtuluşa ve tam bağımsızlığa giden yolda, her karış toprağın nasıl kızıla boyandığını anlamak için. Özellikle gençler okumalı…


Nutuk okumak lazım, nutku tutulmuş bir imparatorluktan, nutuk söyler hale geçişin nasıl elde edildiğine tanıklık etmek için. Hariçten nutuk atmak yerine, 19 Mayıs’ın antiemperyalist ruhunu görmek, yaşamak ve yaşatmak için…


1919 yılı Mayısın 19. günü Mustafa Kemal Paşa Samsun'a çıktı...


Şöyleydi genel durum ve görünüş; " …Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu topluluk 1. Dünya Savaşı'nda yenilmiş. Ordu her taraftan darbe almış, yaralanmış, koşulları ağır bir ateşkes anlaşması imzalamış. Büyük savaşın uzun yılları boyunca Ulus yorgun ve yoksul düşmüş. Ulusu ve ülkeyi genel savaşa sürükleyenler, kendi başlarının kaygısına düşerek ülkeden kaçmışlar. Padişah ve halife Vahidettin soysuzlaşmış, yalnız kendini ve tahtını kurtarabilmek düşüncesiyle alçakça yollar araştırmakta.  Damat Ferit Paşa hükümeti güçsüz, onursuz ve korkak. Yalnız padişahın isteklerine uymuş ve onunla birlikte kendilerini ayakta tutabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş durumda…"


Ordu'nun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve dahi alınmaktaydı. Ordu terhis edilmekteydi...


Öyle vahim bir hal ki; İtilaf Devletleri ateşkes antlaşması hükümlerine uymaya gerek bile görmüyorlar. Uydurma nedenlerle itilaf donanmaları ve askerleri İstanbul'da. Diğer taraftan Adana, Urfa, Maraş, Antep, Antalya, Konya, Merzifon, Samsun da aynı durumda. Yani; " Her tarafta yabancı devletlerin subayları, görevlileri ve özel adamları çalışmakta…"


Nihayet söylenecek son sözün, söylenmeye başladığı tarihten 4 gün önce; " İtilaf Devletlerinin onaylamasıyla 15 Mayıs 1919'da, Yunan ordusu İzmir'e çıkarılıyor..."


Durumun korkunçluğu ve ağırlığı karşısında, her yerde her bölgede, bir takım kişilerce Kurtuluş yolları düşünülmeye başlıyor. Ve bir takım örgütler doğuyor. Diğer yandan ulusal varlığa düşman kuruluşlar ve girişimler de ortaya çıkmaya başlıyor. Manda isteyenler de kıpırtılar içinde...


İşte bu boğucu atmosferde Mustafa Kemal Paşa, geniş yetkilerle donatılmış müfettişlik göreviyle 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı…


Paşa, iki kol orduyu doğrudan emri ve komutası altında bulunduracak, müfettişlik vasfı ile de Anadolu'daki askeri birliklerle, valiliklerle ve sivil örgüt yöneticileriyle yazışabilecek, ilişkiler kurabilecek ve bildirimlerde bulunabilecekti...


Yetki büyük ama nereden ve neden? Nedeni; " Bu geniş yetkiyi, beni İstanbul'dan sürmek ve uzaklaştırmak amacıyla Anadolu'ya gönderenlerin, bana nasıl verdiklerine şaşabilirsiniz. Bana bu yetkiyi onlar bilerek veya anlayarak vermediler. Her ne pahasına olursa olsun benim İstanbul'dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe idi; Samsun bölgesinde düzen bozukluğunu yerinde görüp, önlem almak üzere Samsun'a kadar gitmek. Ben bu işin başarılmasının üstün yetkili bir görev verilmesine bağlı olduğunu ileri sürdüm. O günlerde Genelkurmay’da bulunan ve benim amacımı bir ölçüde sezinleyen kişilerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular ve yetki ile ilgili talimatı da ben kendim yazdırdım. Dahası Harbiye Nazırı Şakir Paşa bu talimatı okuduktan sonra imzalamak da kararsız kaldı, mührünü okunur okunmaz biçimde basmıştır..."


Gerçekte Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkesi parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir Atayurdu kalmıştı. Son sorun bunun da paylaşımı uğraşısından başka bir şey değildi. Osmanlı devleti, devletin bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet bunların hepsi anlamını yitirmiş birtakım boş sözlerdi...


Öyleyse sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi? Tek karar vardı; "Ulusal egemenliğe dayanan tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak..."


İşte daha İstanbul'dan Karadeniz’e açılmadan önce, çok önceden düşünülen ve Samsun'dan Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya konulan karar bu olmuştur. Bu karar doğrultusunda süreci evrelere ayırarak, adım adım zafere ilerlenmiş, salt zafere kilitlenilmiştir.


19 Mayıs 1919'dan başlayarak bir mucizeyi gerçekleştiren kararlılığın dayandığı en sağlam düşünce ve mantık ise şuydu; "Ya İstiklal Ya Ölüm..."

TEK TABANCA REJİMİ BİTECEK Mİ?

 TEK TABANCA REJİMİ BİTECEK Mİ?


Adı net koyulamayan Partili Cumhurbaşkanı Rejimi, Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi vb. rejiminin başı için seçimde ikinci tur. Başındaki bir yana bu öyle bir idare biçimsizliği ki ana mekanizması kurullar, başkanlıklar, ofisler, danışmanlardan kurulu. Baştan sona bürokratik ve teknokratik karmaşa. Devlet içi kaos. Çünkü hepsi tek tabanca başkana hizmet ediyor. Bir tek ona sorumlu, kalan dünyaya dümtek sorumsuzlar. Yani her daim başkanın dediği oluyor. Resmen tek tabanca rejimi...


Bu rejimde ne işe yaradığı muamma meclis de var. Bu baypas edilmiş meclise vekil için seçim ilk turda bitti. Yapılanlar edilenler, mekanik mühür basmalar, çuvalların değişimi hatta ıslak imzalı tutanaklar garabeti kimsenin umuru değil. Nedeni açık, Meclis dediğin nedir ki yüzyıllık koca gazi meclis tek kelimeyle gazi, "feshettim" denir işlevi biter. Yani yetki tek tabanca Cumhurbaşkanı'nda, Sarayda, Çankaya’da... 


Rejimin sağlaması yapıldığında da hesap bir türlü tutmuyor. Sağlamlaştırmak için her gün yeni bir kurul kuruluyor. Danışmanların uzmanların haddi hesabı belli değil. Sallasan rejim sallanıyor. İşe gelmediğinde veya akşamdan sabaha akla takıldığında bakanlıklara bağlı bir başkanlık daha saraya bağlanıyor. Her yeni gün bir başka yeni ofis açılıyor. Ve hepsine de iktidar partili beslemeleri yerleştirmeler. Partidaş kurumlaşma girdabında ağır kusurlar ise sümen altı. Yani devlette devamlılık tarih oldu oluyor. Dönüş olmaz ise rejim kaosun kaosuna gebe. İşte bu ikinci etap seçimde adaylar değil son kez resmen tek tabanca rejimi oylanacak...


Partili Cumhurbaşkanı hemen bir yıl içinde yayımladığı otuz yedi Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle kendine sayısız kurul oluşturdu veya bağladı. Bazıları; Ekonomi Politikaları Kurulu, Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu, Bilim, Teknoloji ve Yenilik Politikaları Kurulu, Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu, Sosyal Politikalar Kurulu, Yerel Yönetim Politikaları Kurulu, Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu, Sağlık ve Gıda Kurulu, Hukuk Politikaları Kurulu ve Yüksek İstişare Kurulu vs. Kanunen bağlı değil ama tökezlemeyi önleyecek yüksekten bağımlı Yüksek Seçim Kurulu var. İşte bu ikinci tura kalan seçim bu kurulların hemen bir yıl içinde kusurlarıyla orantılı tedavülden kaldırımını güncelleyecek. Bu seçim tek tabanca rejiminin terk edilmesinin ilk adımı olacak...


Ayrıca yıllar içinde bakanlık yetkisindeki birçok başkanlık da geceden sabaha başkana bağlandı. Yetinilmedi bazı yeni başkanlıklar da kuruldu. Göbekten saraya bağlanmış başkanlıklar yığınla; Devlet Denetleme Kurulu Başkanlığı, Devlet Arşivleri Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, İletişim Başkanlığı, Millî İstihbarat Teşkilâtı Başkanlığı, Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı, Savunma Sanayi Başkanlığı, Strateji ve Bütçe Başkanlığı, ekonomiyi belirleyen başkanlıklar vb. Diğer yandan bir yılda birçok ofisler oluşturuldu. Başkanın en yakınında çalışan bu ofislere de parti kadroları yerleştirildi. Totalde oval ofis düzeneği, iktidar partili düzlem. Parti öncelikleri doğrultusunda rant kapısı projeleri yöneten bir işlevsellik. Bu ofisler; Yatırım Ofisi, Finans Ofisi, Dijital Dönüşüm Ofisi, İnsan Kaynakları Ofisi vb. İşte bu ikinci tur seçim yazı veya tura diyecek ve bu ucubeliği ya siyaset mezarlığına gönderecek ya da başına püsküllü bela. Tek tabanca rejimi ya tarihe karışacak ya da tarih yazmaya devam edecek…


Bu arada kayda geçmeden olmaz, yıllar içinde tüm kuvvet komutanlıkları da Partili Cumhurbaşkanı’na bağlandı. Militarist güvence tek elde. Terfilerde tek yetkili tek tabanca Başkan. İstediğini istediği üst rütbeye veya tenzile amir. Jandarma ve Sahil Güvenlik dahil. Yani bu tek tabanca rejiminde tetiği daima Partili Cumhurbaşkanı çekiyor. Kurumsallaştırılan kurullar, başkanlıklar, ofisler ve danışmanlar ise resmi sivil her alanda racon kesiyor. Hedef kolaylaştırıcı pozisyon sihri zamanla büyütecek veya küçültecek. İşte mayıs ayı sonundaki ikinci tur seçim, adı sanı belirsiz bir idarenin var edilmeye veya yok edilmeye çalışıldığı seçim. Seçimden öte bir seçim…


İkinci yüzyılın ilk seçimini, ikinci tura kalan bu tarihi seçimi muhalefet kazandığı takdirde her şey çok güzel olacak sözü veriyor. İktidar kazansa da kaybetse eski tas eski hamam, askıda ekmek. Yani hakkında yalandan güzellemeler yapılan tek tabanca rejimi daha da güzelleşecek mi? Yoksa tek tabanca rejimi bitecek mi? Yetki millete geçecek mi? İşte bütün mesele bu…

17 Mayıs 2023 Çarşamba

FARKLI BİR SEÇİM ANALİZİ

 FARKLI BİR SEÇİM ANALİZİ


Farklı türden bileşke, kurgu türdeşlik siyasal iktidara ulaşmayı yine sağlayamadı. Zaten yıllar yılı halkın istemlerine aykırı düşünmek ve muhalif eylemlilik evrensel temel değerlerin kolayca el değiştirmesine veya ele geçirilmesine neden olmuştu. Böylece resmen, resmi karşı duruş kemikleştiğinden yeniyi ve yenilenişi yaratma olasılığı gereğince yanıt bulmadı. İkinci yüzyıl değişimi şimdilik iki hafta ertelendi. Eğer tekrar-seçimde akıllara saplanmış kör olası hususlar, susu pusu, şusu busu, eksiği fazlası sadece bir kereliğine ötelenemez ise renkli bahar manzarası oldubittiye gelir ve yarınlar ebediyen kararır. Farklı seçim analizleri bir yana gerçek durum bu…


Asrın-seçimi atmosferi planlı programlı rey apartma girişimleriyle yine çirkinleşti, çirkinleştirildi. Başkanlık ikinci aşamaya kaldığından mahfuz eleştiriler mayıs sonu. Ancak büyük meclise, millet iradesi dışında mebuslar gönderilmeye ıkınıldığı ortada. Cılız da olsa ülkenin doğru silüetini ve makul aritmetiğini bozan bu çirkin bloksal yapılanma, ikinci asır başı hala şekil kaydırma peşinde. Bir buçuk hafta sonra bu suni biçimlendirme topağına, topuna tüfeğine karşı çıkış ve karşı duruş şart. Şartlanma bu kez topuna karşı aşırı emek yoğun dikkat, kutlu direnç gerektiriyor…


Denilebilir ki büyük sermaye tarafından verilen görevler yerine getirildi. Belki de emir büyük yerden gelince çirkinleştirildi manzara. Millet hiçe sayılıp, algı operasyonlarıyla algoritmik dil kullanıldı yine. Her şeye rağmen hatta salyangoz satıcılığına rağmen ilk turda atı almaya, dereyi geçmeye milim kaldı. Deniz geçildi derede boğulundu sanki. Çarpılan oylar çöpe atıldı… 


Elde avuçta güncel malzeme kalmayınca, ele güne karşı mahcubiyet tırmandırıldı can havliyle. Yetmedi. Kırk numara kırk ayak seçim manevralarına karşın ikinci tura kaldı. Şartlı şurtlu varsayılan devlet, liyakatsız devlet erkanı şuursuzluğuyla şartsız şurtsuzluğa teslim oldu. İmkansız irtibatlandırmalarla, ittifakların işe yaramaz, ilişki kurulmaz, asla kurulmamalılarına anca itirazlarla düşen vekillikler yazıldı. Aynada boyanan yüzlerin benzerliği kardeşliği, kaderin cilvesi oldu. Çanak çömlek patlayınca aklın süngüsü düşer artık. Yıllar yılı antika savaşların tekrar tekrar yitirilmişliği böyleymiş meğer. Nicesi dolar aklın raflarına o kirli raflardan akan ise alına yazılmışlık hikayesi. Kimin yazdığı besbelli alınyazısı. Aynı potada aynı porselen duruş sergilendi. Umut ikinci tura kaldı. Yine bir şaşkınlık bulaştı zihinlere, seçim gününe dek alın yazılarını kitaplaştırır yanlı yazarlar. Bu kez yazının sonu başından belli tek cümlecik, topuna tüfeğine karşı çıkışın resmi manzarası tekrar-seçim…


Anlaşıldı bir kez daha montajın orijinali gibi olmayacağı, aslı varken suretinin, derme çatma tesis ürünü gibi ortada kalacağı. Umutlar bu yüzden kaldı ikinci tura. Çünkü siyasetin ve doğanın temel kurallarına yatkınlık asla hiçleştirilemez. Hiçleştiği gün tatlı duyguları ömür salıncağında sallayanlara, budalaca derine dalmalara ve sonradan iç çekişli aldatmacalara karşı çıkış, karşı duruş, kutlu direniş hemen peşinden gelir. Bu tekrar-seçim gerçekten isyanın mis gibi kokan ateşini içenlerin inisiyatifindedir. Yoksa iş çığırından çıkar, tren rayından çıkar, dünyanın çivisi çıkar. Aynı gemideyiz diye övülen geminin dibi delinir, çırpınmaları, dalgalanmaları ve yersiz dalgınlıkları seyir defterine kaydetmek hepten zorlaşır. Kayıtlara geçen eksik duygular ve düşen yitik duyumlar olur. Kayıplar boşta kalmanın, asıl yürek yangınının başlangıcını tesciller. Seçimin finişinde aylaklık vurur kaygan siyaset zeminini. Karşı çıkışlar ve karşı duruşlar anında hizaya çekilir. Siyasetçinin etik yoğunluğu azalır. Şuursuzca kaldırımlara sürülmeler aşındırır denize çıkan sokakları. Zorluklara direnmek ve karşı çıkış zindan karasına bulanmak olur. Asıl sele suya kapılmalar ise ittifaklara katılma üzerine şifrelenir. Kol kanat kopartan bu kasıntı kapılmalar bu kez tutmaz, tutsa da tutmaz ise seçimin resmi manzarası bahardan mızmızlananlara kalır...


Kaldı ki yere eğilen bakışlarda utanç ve ilkesizlik, tarifsiz telafisiz bambaşka acıları günceller. Sıkıyı görünce ilk iş gömleğini sıyıranların dudağından ne sarkarsa sarksın, gözlerini nereye dikerse diksinler çaresizleri kasırganın vuracağı bellidir. Mayıs manzarası aniden değişir, değiştirilir. Akla hayale gelmeyecek biçimde açık düşülmesine karşın çıktı çıkar birileri. İşte devletin sahte bekçisi görünümlüler yüzünden nadasa kalır siyaset tarlaları. Ya bostan korkuluğu, ya gölgesinden korkanlara baston oluverilir. Ulaşılacak hedef uzak, us yedek bırakılınca da suni göllerle süslenmiş manzaralara, ucubeliğe çirkinliğe en yakın kanlı çarka en yakın mesafede yalandan deniz aranır…


Zekâsı sivriler, korkulanı karşılarında görünce zekattan uzaklaşırlar. Bıkkınlık veren sihirle cömert vaatlere, kementçi cemaatlere, aldanılar aldatılara yüklenilir. Şamdanların ışıltısında gerilen akıl tüm evrene servis yapsa da düzen geriler. Çünkü gelir birileri kendiliğinden kemikleşen merkez bloğu çatlatır. Beklenmedik kırılganlıkta yeryüzüne iner akıl, söz verdiğince yükselmek, hesap sormak ve hesap vermek trendine evrilir kısa hayatlar. Bu söylence ve yönlence kaosundan topuna karşı duruş ve karşı çıkışla, ıslak imzalı ve basılı belgeler sayesinde çıkılır. Dik duruşların göz kırptığı muhteşem görsellikte hiçbir zaman son yazmaz. Güncele ilişkin ne varsa senaryoyu belirler ve çok boyutlu filmleri çeker, boyutsuzluğa sarar. Filmin adı da bir türlü konamaz. Konaklarda film üstüne film, saraylarda replik üstüne replik planlanır ancak grup konaklamalarındaki öykünmeler damgasını vurur her öyküye. Bu tekrar-seçim her karesi başka film...


Bu kez yarı saydam veya alaca renkli noktalar atlanmayacak gibi. Yeter artık yüksek atlamada kırmızı çizgilerin hepten yalan olduğunu yaftalamak. Her uzun atlayışta yalanları köşe başlarında aklamak. Mercek altına alınan imgelerle noksanlıkları, imgelemelerle saf alışkanlıkları saklamak. Burnu Kaf dağındalık yeter…


Bu tekrar-seçimde güya aslı öyleymişçesine boşluğa hoşluk saran günahlı günahsız dokundurmalardan, ölçüsüz yakıştırmalar ve dengesiz yatıştırmalardan dem vuranları sandığa gömmek lazım. Her bir oy boşlukları eşsiz bir meraya çevirecek güçte. Milletin meramı belli ama merada kim otlayacak mesele bu. Halden anlamazlar çağında lisansız lisanssız toyluk dirgenlemesi, dincilik değerlemesi oylara yanılsama siyaseti yamar. Siyasa üzerine, asa ölçeğinde tezlere konu olacak muhalefet buhranı bu kez asgari müşterekte buluşmaları netleştirmeli. Aksi halde manzara yine eski manzara olur. Badana fırçalı rötuşlamalar da rötar yapar. Ve boşuna bundan farklı olmayacak seçim beklenir...

ÇILGIN ŞARKI

 ÇILGIN ŞARKI

 

Nerden düştün yine aklıma neden bilmem

gördüğüm en çılgın gökyüzü sende İstanbul

en çılgın yeryüzü Yedi tepene çakılan.

Telgrafı delen haberler ezelden bulut mavisi

etraflı jenerikte hep o bilge ses

hiza geldikleri gibi giderler faslı

Dünya sessiz hıçkırıklı gözü yaşlı.

Caen’de, Dublin’de, Riga’da gecikmiş nefes

uzak diyarların çılgın şenliği Çınaraltı’nda

çaylıyor akşamları büyük ölçekli yalnızlık...


Çılgın hareketli ve yoğun baskılı her bahar

damlıyor damalı taksiler 

yine nargile fokurtulu tarihi hamamları

kapalı çarşı Türk lokumlu isyanda

Boğaz da şiş kebaplı klüp rakılı heyecan.

Her bahar çiçeklere boğuluyor gezi parkı

Taksim’in arka sokakları bildiğin gibi aynı

üst üste insanlar saltanatı yaşasın İstiklal.

Çok şarkıda gizli kabına sığmaz öfken

ey İstanbul en öfkeli şehir sensin

öfkenin şehri bu garip güfte senin..


Gecikmiş ödülümü arkadaşlarımdan biri alsın

öldüm yittim ben esen yeller kurşunuyla

acemi kuşun cıvıldayışı karıştı baharıma.

Mayıs sıkıntısı vurdu er doğan gecelere

arsızca kısıtlamayın artık ay şehrimi

ey zamansız ölümler en kırmızı yalnızlık yeter

aşk herşey şimdi festival zamanı.

Tersine türsüne olası her yol denendi

dilsizim artık kaçak geceler çıplağında.

Binbir geceden taşan çılgın şehir

seni gidi İstanbul çılgın şarkılar şehri

usandım usumda eski çılgınlıklar.

Derdo bir emrin varsa başım üstüne

nerden düştü yine gönlüme hasretin bilmem

şahım şehrim bir küçük adacık sığamadım...

16 Mayıs 2023 Salı

KOZMOZUN AYAK SESLERİ

 KOZMOZUN AYAK SESLERİ


Kozmoz uzarken usanç abidesi usuma

kozmopolit evren tanıklığı utancı benimkisi.

Tek beklentim kuzeydoğuda batarken güneş

son yolculuğum Ege'den doğan yıldızlara.

Duyuyorum akın akın kozmozun ayak sesleri

tiryakiliğim kozmozun ayak izinde gizli.

Aklım astro boşluğuna çöken imparatorlukta

fikrim geçim düzeneğine dizge iki seçim

asrın efendisi astroya bu not benim...


Kozmoz canavarına ayak direyen yerdenim

matemler yaşıyorum dünya maziye uyurken.

Galaksiye perçinli en derin mademler sapağında

kuklalar cehennemindeki özgürlük heykelindeyim.

El heykeline aryalar söyleniyor tepemde

ar sicimlerin ucunda salınan hayat perdesinde.

Denizde dalgalanan naz ömrüm

öpüldükçe büyüyen umut köpürüyor önümde.

Cennete asma köprüyüm cehenneme direk

kozmoz azarken usuldan nefesimde

kozmopolit kozmoz sanıklığıdır benimkisi.

Kuzeydoğuda çöken imparatorluğa uzayan kanala

Ege'den sitemler yolluyorum usulünce.

Ustalardan şerbetliyim damla akmaz kanım

Dünya durdukça insanlıktan nasipsizlerle kavgalıyım...


Batan güneş özgürlük heykelini örselerken

El heykeli ellerimin sıcağında üşüyor.

Kozmoz idam sehpasında sallandıkça

kozmonotlar defnedildikçe yavan umuda

bataryalar kızgın güneşi kusuyor evrene.

Derde doğanlar yanıyor habis uruna

asrın efendisi astroya rağmen

gönül gözü ağlıyor halis yurduna.

Cehenneme sırat

katakullici cellatların kıtırı

Derdo yine de geçiş sıramızı bekleriz.

İllahu başımızın üstü kozmoz altımızda kozmonotlar...

15 Mayıs 2023 Pazartesi

MENEVŞE BAHÇESİ AĞLIYOR

 MENEVŞE BAHÇESİ AĞLIYOR

 

Menekşe bahçesinin ötesinde

öte duvarlar ağlıyor çocukça

duvarların ötesin de çocuklar sessizce.

Denize kaç yol inerse kendiliğinden

kaç şoseden çıkılırsa dağlara hepsi

çıplak uçurumları saklar darağacında.

Dorukları kar etekleri kor

kasvetli kararlarda mavi yüzer

Denizin kucağında iç çekişleri.

Gökyüzünün rengi gün gece hep aynı

bahar bin bir renk kara

kışlar alak.

Kim bilir ne zamana dek kilitli kapılar ağlayacak çocukça

kapıların ötesinde menevşe bahçeleri...


Kar beyazı deniz yolcusu

izini sürüyor

umut kaçağı yüklü takaların

çıplak koylar saklıyor devrilen direkleri.

Çocukluğumda sahiden severdim dağları

şimdi Denizi deryayı toprağı ve de ateşi.

Suya hasretliğe kaç yoldan gidilirse

umut kaç yılda gömülürse zirveye

salt ağlamalar bitsin diye çocuklaşmaktır.

Dalgakıranı bayıltır parfüm kokuları

karışır yosun yeşiline korkular

ve duvarları aşar çocuk gülüşmeleri...


Çıplak ve ıslak güvertelerde

güvercin adası

taşıyor ötelere daha da ötelere duvarları.

Umut duvarın pası dualarda menekşe bahçesi

Derdo en son umutlar ölür

öldüğünü asla bilemezsin umudun

bildiğim öteden beri güdülen aynı davadır.

Yeter ki çocuklar ağlamasın

gülsün

Görüyorsun menevşe bahçeleri denizlere ağlıyor...

13 Mayıs 2023 Cumartesi

KAVGALAR DEVRİYESİ

 KAVGALAR DEVRİYESİ

 

Toplu iğne ucuyla kazdım

arızalı hayatı

kara kargalara inat yazdım.

Kavgalar devresinde kavgalar devriyesiyim

aklamak zor artık asit yağmurlarını.

Yığmaca günaha sevab katmak

alkışlarla filan salkım söğüt eğilmek

yağma yok topu toplu yaygara.

Kızarım sabahın körü karga tulumba alınmalara

alınırım akşam üstü karalamalara

sümenaltı sümüklü böcek furyasına.

Aklın duvarına yapışan paralelleri meridyenleri

yerinde tutmak zor devri alemi.

Günden geceye kapkaranlık onyıllarca

tutuklu sürgünlük sınırında anılar

anlamak lazım direnme  kalantorluğunu.                                             

Yürek burkan arızayı kökten halletmek

sinemaki çayıyla emrivaki film izlemek

yalnızlığı içmek tüm arızalara inat...


Çuvaldızla tüneller kazdım arızalı hayata

çuvala sığmaz kaygılarım var

kargılara gelesi yalnızlığım

yalnızlıktan kurtulmak için sarp yollar 

hayatın bariz arızalarına tünedi ala kargalar.

Kavgalar âleminde başa çuval geçirtenleri

kara kaplıya elalemi güldürenleri yazdım. 

Goy goycuları  gak gukçuları falan

boyuna dolanmış yağlı urganla dolaşanları filan.

Yalan yok kazırım salyangoz furyasını

aslıma neslime uluorta sövenleri

yakarım akıncı pozunda korkakça saldıranları.

Kavgalar devresiyim kavgalar devriyesiyim

diyeceğim o korkmam karganya cehenneminden...

 

Çıkmak merdivenleri

ağır safari pozunda

çıplak ayak topluca inivermesi de var.

Toplu iğne ucu derinliğe çakılmak var

işin ucunda arızalı kavgalar kenti.

Kargalar şehrinde bir gece yarısı 

kavgalar devriyesi siperinde işi halletmek

her anı iki kez kapalı devre yaşamak

gönül gözüm açıldıysa eğer

iğne ucuyla kazılan tünellere gömdüm

istemediğim açık gerçek ötesi anıları.

Derdo geç de olsa anladım

arızalı hayata gülmek bana göre değil...

AKASYALAR AÇAR…

 AKASYALAR AÇAR…


Her mayıs akasyalar açar salkım saçak gümüşi

keskin zeka küpleri tek renk gece zifiri.

Uzatılan zeytin dalı yeşeriş tonlu daniska sırımlı 

yaşlı gözler atlas patiskadan seçilmiş masmavi.

Hüzünle dolmuş göz bebekleri gölgeler büyür

allı yeşilli coğrafya sus pus günbegün küçülür.

Suç ortağı komplimanlar sarmalında asri millet

seçim geçim tikeline kompradorlar tekeli

dört bir yan kaygı bulutu doğal afet. 

Zurnada peşrev olmaz tek arzu var zulada

hak hukuk adalet ve asalet…


Bu mayıs akasyalar açar salkım saçak güneşe

ak asalara yaslanmış politika doymaz güreşe

polisi takıntılı ve kusurlu tikası suçbaz kıvamlı

politikos emri vakiyle hırslanır vaktinden önce.

Önce de sonra da acı hayat korusunda yağma

vakti gelince yurttan sesler korosunda yoğun tını

günceden güncel bir eser ‘akasyalar açarken’ çağı.


Bu mayıs akasyalar bir başka açar güne geceye

sarıklı bol sanıklı saraylarda pür telaş.

Boş mezarlıklarda kırmızı başlıklı rüya

hayasızlara hayırsızlara hayalet korkusu

desteciler balyalamış dünyayı kilitli kasalara

yoksul besteciler sıkışmış keman teline bedavaya.

Mızraplanan yaylanan şarkı hep o bilinen şarkı

aslı nesli arabesk makamlı olmayanı…


Bu mayıs akasyalar salkım saçak açmasın garezi

gizlice ayarlanmış maraz bileylenmiş makas

ak asalar can havliyle cilalanmış

pencerelerde haziran mücevheratı yangısı

yonca yapraklı sevdalarda yirmi dört ayar sancısı.

Makastar boş durmamış sır perdesini aralamış.

metruk kentler sallandıkça salalar halal kılınmış

peş peşe kerbela sonrası aşıklara aşura çorbası.

Şunun şurasında ne kaldı ki izmsizler bileşimini çözmeye

şura kurulur kurulmaz engellenemez dinleti dillenir

Kırklar ocağında kıyımsızlık demlenir.

Kısır döngü erken dökülmeler hesaplı hesapsız ayrılıklar

Kıyası hazır  veciz sözlerle burun direğini sızlatır.

Notaların ahengi sözlerin uyumu sıralı listeli anlamı

şarklı olmayan şarkının usturupluca uyarısı

dehşetengiz korkutur uğursuzları tutanaklar ıslak imzalı…


Bu mayıs akasyalar açar salkım saçak bahar kamplarına

kristal kriz kıvamında dökülür kalp ateşi sahillere

sert damlalar şeffaf pembemsi şemsiyeleri deler

yığmaca yağmacı tayfa bahar yağmurlarıyla ıpıslak. 

Sarı sıcak tarlalarda yakut güneş altında averaj

yakıcı ve sıcak markaj kırık sabanlı imaj farkı. 

Toprakla yakın temas göğe yücelmek anı

kompartımanlara yüklenmiş aykırılığın giriş çıkış faslı.

Giriş taksimi nefesli sazdan toptan raydan çıkmak ayı

anılar geç anlamalar kandırmacalar anlaşılmaz dozda

kumpas kurulmuş çok önceden şimdi bozulmuş sanki…


Bu mayıs akasyalar açar salkım saçak güç odağı

ak kuleden minarelere muhtemel çağdışı çağrı.

Suç ortağı çil çil çiseler kilise çanlarında çınlar

ayaz vurmuş şamarını şamdan içeri alev rengi tüter.

Avuçlanan mahsül sokul yamacıma birleşelim meramı

merkezi daralış uçak motoru gibi lav fışkırtır

aklı karalı kurumlu tuşlar makamı kendiliğinden vurur.

Dahi piyanist sıkışmış ecel diline cakası bam teline

haziranı beklerken melodiyi çıldırtır sihirli eller…


Bu mayıs akasyalar salkım saçak saçılır gök kubbeye

melankoli ayıracında ayrıcalıklı naralar yutulur.

Komplimanlar limanında narı cehennemlik suç ortakları tutulur

koca millet meçhule giden gemiye mendil sallar.

Bir mendil ki allı yeşilli ipek iple işlenmiş

aymazlığın alameti kan kırmızı bir küçük nokta

arkada fon müziği nota nota ciğere nakşedilmiş.

Gizliden pembe kan tüküren beste bestekarına ağlarken

ay yüzlü ak sütlü melekler diyarında bir mahmur çiğdem

akasyalar açarken gül desteler sinesini ak asalara dayamış.

Vakti geldi bu mayıs dinecek yürekleri tekleten sızı 

yaylı sazlar eşliğinde on yıllardır beklenen meşhur şarkı

Derdo 'kanı kaynar kanıma, akasyalar açarken…' salkım saçak

bir kaçak vardı her şey ona yasak bu mayıs yasak savacak…

ATEŞ ÇEMBERİNDE KIVILCIM...

 ATEŞ ÇEMBERİNDE KIVILCIM...


Ateş çemberinden atlamış çocukluğum

çocukluk işte hem de bir hayli korkusuzca

ne ateş çemberiydi ama çocuk yutan alazlı devasa.

Ateşin çevresinde dön baba dön hop içinden

kızıl kıvılcımlar ceplerimde

ateş ki içinden dışarı dıştan içeri alev topu.

Anlatması da anlaması da zor şimdi 

mazi taklitleri ateşli taklitçileri öyle çok ki

yıllar sonra som altından somyalarda mumya hepsi.

Mum karası geceyi bölen acı bir çığlık duyduğumda

kulağıma kulağıma fısıldar çocukluğumun sesi

hey çocuk ateşi hemen söndür…


Kar kokusu hissederim baştan kara gecelerde

kan rengi bakır kazanlar kaynar kör sabahlara

lıkır lıkır içerim içten dışa büyüyen kenti.

Gözlerimde büyür tutulamayan yeminler

ayrık otları bitmiş tarlanın tam ortasında

ayrılığın gözüne atlayan çocukluğumu beklerim.

Ateşlere düşesi aklım ne depremler yaşar bakar şaşarsın

dönüp anlatamayacağım ne döngüler var okur anlarsın

kör kuyuda kar kokusu var her gece.

Gecelerce sürgünüm saplantılar diyarındaki taş duvara

bir ateş duvarından atladım havada aynı korkulu hayal

ne acayip bir şey bu aşk velakin yine sevdalandım…


Ilık ılık içiyorum kapı köşe gölgeleri uzayan kenti

gözümde bir başka bu gece hep ayni sempatizanlık.

Sanki çocukluğumun neşesi sura üflenen ilk can nefesi

artık her yarı aydınlık gecede kan kokusu hissederim 

esrik duygulardan eskimiş gecelerden kalma…


Teksir makinası bildirilerimi basıyor gecelerce

şiirsi tüm bildirimlerim yoğun ateş altında.

Takır takır tarıyorum düşleri düşüyorum ateşin içine

aklımın çeperinde dıştan içeri küçülen kent.

Eylül ortası yakmış canımı hep eylül ortasıyım

aç gözlülüğü affetmek yok gerisingeri dönüşü de

çöküşler baştan savma ateş çemberi hep aynı.


Ateş çemberinden korkmadan atlamış çocuğum

biliyorum bu kent sözünde durmayıp adam astırıyor

kuruyor tezgahı duru insan azdırıyor.

Sehpayı hemen kur diyorlar kuruyor

yık diyorlar yıkıyor yok et diyorlar yok artık.

Göz bakamaz yürek dayanamaz haykırışlara

can pazarını gözetliyorum her gece

can bazları özlüyorum cambazları gözlüyorum

haz denizinde boğulmuşum naz her zaman her yerde.


Cunda adasında yolunu bekliyor ateşin oğlu

cunta revoları evleri basıyor gecelerce

canım burnumda revolverim patlamıyor nedense

sessizliğin kıyısında teker teker toplanıyorum.

Tepeleme toplanıyoruz başı kıçı oynak kentte

ateş altında uzuyoruz hain kentin kuytularına

hassas uzuvlarımızı yakıyor suni ateş kıvılcımları

onikiden vurulmuş ateş çemberinden atlayan çocukluğum…


Bu kent sözünde durmayıp salt kendine tapıyor

Allahsızlık baş tacı.

Direniyorum kâinatın kara kör duvarına

mektubumu evren puluna yazıyorum her gece.

Gördüğüm yerde altıpatların tetiğine basacağım kesin

manot ateş yanığı gecelerde hep ardını kolla.

Bu kent sözünde durmayıp kolpa evrene tapıyor

Allahsızlık başköşede.

İlan tahtası boynumda geziniyorum

kanlı kar kokusu burnumu sızlatıyor her gece.

Gecelerce hep ayni korku çocukluğumdan kalma

geceyi bölen bir süzme siren duyumu uzaklıktayım

sitemlerdeyim site kentte sitemkarım.

Arım karım kararım ateşe savrulmaktı savruldum

ateşin çevresinde döndüm döndüm ve atladım

öyle anlaşılıyor ki anlatabildiğimce anlattım...


Bir ateş çemberinden atlamıştım gençliğimde

pek kolay değildi hayatta kalmak kaldım

içten içe yandım kor ateşler içtim gecelerce.

Yangın yeri kentlerden geçtim yolu sonladım

Derdo yağlı kement hala boynumda uslanmadım.

Mazeretim çok yıllar yılı kavgalıyım maziyle

Erliğim ateş çemberinden atlamış çocuk yüzünden…

11 Mayıs 2023 Perşembe

KARAKIŞ BAHARI...

 KARAKIŞ BAHARI...


Bahara yakın kara kış bastıran da

kara yazgı tellenir duman duman.

Durma sakın kırılırım bir yerlerde diye

sen ışığını kıs uğursuzluğun

kıyamam sana hiç kırılmam.

Oy oy kıs kara döllü kışın berbat havasını

arsız dökülmeler baharını uyut koynunda

işveli işaretleri yuvarla çılgın uçurumlara.

Yalnızlığın ateşini yak beyaz örtülü tepelerde

ısıt sımsıcak baharda en ücra dehlizleri…


İkiz yangınlarda kavrulsun buzdan bedenler

erisin erisin de aksın dereler.

Sen doğadaki ahengi yarat

bir başına

ikirciksiz ve şenliksiz beni yaşat.

Bende dosdoğru okulu kıran öğrenci kıvamı

zaman zor imtihanlar bocalaması

sen kır notlarımı buçukla çocuksu heyecanla.

Savrukluğun bir adım ötesi  ıslak soluğun

soluksuz kaldım al korlara değince başım

bembeyaz kara gömülünce aklım kısıldı

kıstırıldım puslu yollarda tek başıma...


Yolculuğum iki perdelik müzikli oyun

fit olmuşum ikiyüzlü hayatın sellenişine.

Yakalanıp yoğruldum tepeden tırnağa

yoksunluk metre metre ıssız sahile

sahi ışıyacak ne kaldı benden geriye...


Baharı kusan kış vakti bozuldu ayarım

ayaz saatlerde kim ısıtacak düşlerimi

soğuktan moraran düşüncelerimi kim okuyacak.

Dil ovasında dilsizim artık

ziller çalınıyor beynimde

akıl kırsalımda ziyafet menüsü

oysa sefer tasına payelenmişim haricen.

Kırık sevdalar yarım porsiyon tadımlık

alacaklıyım hayattan her kar soğuğu

sendeyim her kara kış baharı alacasında...


Sen ışığına bas sonsuzluğun bahara uza

sorgusuz sualsiz kararsın dünya.

Kararsızlık dağılsın sulu sepkenle karışık

sen ufku yaran rüzgarlarla alemlere dal

işte o zaman ışıt aklımı ısıt canımı artık.

Akında karasında akımındayım gamzelerinin

ölü gezegenlerin çekim kuvvetindeyim.

Alnımda bürümcüklenen ter er doğmuşluğun gazabı

yıkılmışım al perdeli ayvanda tahtı divana.

Aklımda geziniyor denizi daraltan kara kış 

şamar gibi inen anılar bahar yumağı

iyi ki tez koptum seraplardan korganlardan.

Sen aldırma kıs gözlerini aşka meşke

ben gamlıyım gamla doğanım

karakış vurduğunda baharsı yüzlere

keşkelerim kurcalar aklımın gözünü.

İyi ki kapılmışım yakut gözlerine

yürek yakan gözlerdeki aşkın ferine…


Sen pas geç karlı patikaları

yüz vermesen de esaslı bak yaslı yüzüme.

Asla unutma dolunaylı karanlığın şavkını

sihri sabahlara vuran aşkımı.

Şarkılarla duy beni ezgilerle uyut sofanda

umut buğulu meydan ortası

mekansızlıkta

avare pozlu avare gezmeleri tut aklında.

Bu yaşıma ezberlerim kara kıştan bahara

taşıma tarifesini güzelliği tarifsiz saatleri

illaki en zamansız rıhtıma boşalmaları 

hangi ölçüye uyarsa uysun

aşkın defin ızdırabını.

Siftahsız geceler uyutsun sonsuzluğu

yalı boyu yaşadığım ateş basan aykırılığı.

Sen aklına uydurduğun günler hatırına

bana ocak başında boşalt zehrini.

Aralıklı akıt karlı zirvelere beni

kucağındaki doyumsuz heceleri.

Zaten bir eksik yaşıyorum ben hala

hale yola koymadan yazıyorum baharı güzü.

Dikkatim dağılıyor sende hala

senden önce buz bıçak sendeliyorum.

Yolculuğun sonunda şefkat yakalıyorum sanki efuli gözlerini

sözlerinden sızan ışıkta kendimi.

Seslenişine kulak kesiliyorum sessizce

oyalanıyorum cama vuran kar taneleriyle.

İçleniyorum günlerce içiyorum seni gecelerce

uzakta kör kara yalnızlıkta bekliyorsun sanki

adım gibi biliyorum eminim oradasın geliyorum.

Kar kış kıyamet cehennemin tam ortasındayım

adımlarım yorgun ben yorgun

baharın gelmesi her kış daha uzun sürer

izini süremem artık ben senin.

Suskun bekleyişli bıçak yarası anılar diyarı

sen bu gece ışığını kıs uğursuzluğun

Derdo yak geçmişi yarım kalanlar yoluna.

Ben kara kışı korkmadan uğurlarım

atlarım geciken bahar lavlarına yanarım…

10 Mayıs 2023 Çarşamba

PARADOKSAL PALAZ...

 PARADOKSAL PALAZ...


Parayla pulla palavrayla palazlandılar

planlı protokol ayıbı gırla

üstüne paradoksal duygusuzluk eklediler.

Yetmez ama şimdi güneşe akın zamanı

elbette gidecekler

hemde geldikleri yere dönecekler.

Çünkü tertipli kurgu başka mecralara aktı

aktı aktı tepkiler koptu artı haklı itirazlar 

açığa düştü densizlere özgü tırpanlar.

Probagandist paçayı bu kez zor kurtarır

siyasi ikbal uğruna tescilli tetikçilik tutmaz.

İlkel iftiracılık zevatı

alçı sıva tutturma fırtınası

kusurları ve ihanetleri asla örtemez.

Her türlü zırvayı ihaleye uydurma cilası

paralayıcı paradoks pompası

politik doku aymazlığına sarılış yetmez...


Hayatın sırrı karmakarışık artık

kıytırık organizasyonlar tutsaklığı 

evaniyi evrensel denklemlerden uzaklaştırdı. 

Kalıb belli 'kaba kaba kalabalıklar

kabataşta bacıma neler neler yaptılar'

Yamama yalakalar yalanı müezzine emanet

artık topu salt masumları kederlendirir. 

Bu arada boy boy posterlikler çekilinir

afişorlar oraya buraya asılır

renkli vesikalıklar idareye verilir.

Maytap geçilen biblolar çatlar

çatlak duvarlardan papatya fışkırır...


Ölümlü dünya kirli dünyaya karşı

'kardeşim bu kardeşiniz' jargonu 

ihtimamla vakayı geçiştirme prensibi.

Gayretkeşlik gayrımeşru ihtisas

ihtiras sosyal  felaketlere yeşil reçete

isyan kampanayı çalınca 

yalancı pehlivanlığa soyunanlar tuş.

Tek tuşla reaksiyon rehaveti

şeytan taşlama provası

cennet ile cehenneme ihanet

raayonaliteden uzak aksiyonerlik...


Şirret şirket yoğunlaşması ilkesel kargaşa

şiir düzmek gergin vızlamalı inanç.

Dogma doğana en baştan zulüm

sonra araya günah bataklığı yaması.

Hileli iman ve ecdat  bocalaması

yaşamın diyalektiği tersine akıntı. 

Demagojiden başka bir şey üretemezler

orta halli demogojilerden demlenir şiirsiler...


Hayal kırıklığı fotosentezine mimlenmişlik 

malum büyük fotoğrafın çirkinliği.

Derin darbeci tipler başköşede ağırlanır

baştan sona köşe yastığı kullanımı 

resmen kullaşmaya tav olmaktır.

Madem konu çok başka yerlere gider

gören gözler çok başka şeylere çevrilir 

gerici zihniyet bu kez zor tescillenir.

Çünkü yeryüzü cehenneminde kimse

kimse kimseye ölümüne mecbur değil. 

Silme paradoks tiksindirici retorik akımı

sinirli parmaklar işaret eder sihirli emri

daha nice ayarsız söylem literatüre geçer.

Mesafeyi kapatmak için  konu mankenliği

manzara koymak için kibir ve salgın 

kara kaplı kitaplara girecek operasyon

umur ve uslup  dolandırıcısının emrine girer.

Doğru gidişat bir kalemde çok yazık

hala özenti ve imitasyon tuzağı.

Düşbozanların hamasi pozları ve dayılanmalar

alenen 'şimdi ne olacak' darboğazı...


Yalan beyan yanlış algı ve yanlı yaygara

karanlığa tüneyen şeytanlara

hizmetin bittiği yerde tasarım defosu.

Alakasız savunular savruldukça piyango

aykırı emboli ıvır zıvırlarla akıl resetleme.

Paradoks ve dokunulmazlık 'bu kardeşiniz' faslı

Derdo sarayla suçla saydırmayla

planlı protokollü parsayı toplamayla

ayıba günaha paradoksal duygusuzluk ulayanlar

palas pandıras başka mecralara akacaklar.

Az kaldı aktılar akacaklar akacaklar

asgari yaktıkları kadar yanacaklar...

ÖMÜR ADAMLIĞI

 ÖMÜR ADAMLIĞI


Ömür boyu sanılanlar da küsurata takılır

an gelir kofti adamlık düz yolda tökezler.

Ömrün son demi kesin mizan denkliğidir

hayatın rengi izan mizan çakışması.

Çatışmaların özü medeniyete ulaşma meselesi

yoğun çaba illaki ilim irfan açılımı

elden dilden gelen hepsinden birazcık

gez göz arpacık ve adacan bir adacık...


Kuşlusuna hapsolmuş uçarı ömürler

ömür adamsın birader babında öykünülecekler.

Öbürküler salt ölgün ömre hizalanmışlar

bir ömre bedel hızem hazırolda hızara çekilmişler.

Gelmiş geçmiş gitmişler ömür sağanağında

kritiği el yakar koyu kıvamı beyin. 

Bari krizlere mana korkuya muamma yüklenmesin

Ötesi berisi ‘adam adamdan korkmaz, utanır.’ 

öyle bilinsin.

Zoru gördüğünde sıvışanlar ademden sayılsa da

mücbir sebep yağlı yaban tohumuna para sayılmaz…


Ömrüne bereket minik bir kızçe düşümde

Deniz mavisi uçan balon elinde

düşüncelerimde balon patlar kızçem düşer korkusu

en kötü anıları bir kalemde unuturum.

Adam sende deme sakın adım sende saklı unutma

ölmeden adam kazandı maskaralığı hiç unutulmaz.

Ömrü vefa etmez aykırılıklar yutulur uyutulur

bozulan hayat lüksüne adamın utku nutku tutulur…


Punduna getirilen yanlışlıklar sınırında

haddi hududu aşanlar tahta kurulur.

Bir sınırdır geçilir bir kerelik hırsıyla

uğru çulsuzlar mavi atlastan çul çullansalar

salınıp yiten hayatın içinde yine çulsuzdur.

Adam adamdır olmasa da parası pulu

eşek eşektir olsa da define adası.

Paketlenmeye ramak kala yalandan adamlık forsu

adam farklılaşması devrinde ömre son fasıl 

alışılması uzun sürecek yıkıcı bir salgında

silaha meraklı solgun eşkâl belli belirsiz oyalanır...


Atadan armağan at avrat silah manidar anane

kıyası kısası zor anıların yalımı günbegün depreşince

gözlerimi kaparım vazifemi yaparım pratiği amenna.

Ömür dediğin şey kurusıkı patlama kurgusu

öbür adamsıların aklında geçici rahatlama 

bazen beyliği şeytan doldurur şeytan üçgeninde 

manyetik paravan dalgalanmalarına kapılmaz ömür adam.

Temize çeker karalamasız silintisiz kazıntısız

elde kahır kabzalı çakaralmaz Fransız onlusu.

Namlusu mermisi ekşi maya ekmek hamurundan

ekmek teknesinde düş kırıklığı yoğurur ömür adamlar.

Öbür adamcıklar rastlantısal ayrıntılarda gizli şeytan

akıl hücreleri dizilirken yayı sert şarjöre

ömürler sürülür namluya akıl almaz diriliş başlar…


En vazgeçilemez anlarda tetik boşluğu alınır

dava ömür adamlığı ile öbür adamsıların kavgasıdır. 

Kaosta simetrik ve sistematik taarruzlar milim kaymaz

hedefe kilitlenir akademik boşluk kalıbını yırtar

dizgesel rahatlığa sığınışlar her an sağlığı bozar.

Disipline edilmiş yalınlığa yalnızlık eklenir

gez gör dolaş yekûnu adacan bir adacıktır...


Denizden içeri dağların ardı kör nefes

mendeburlara her şey dünyalık kapmakla özdeş

ömür boyu sürmez hiçbir şey küsurata takılır.

Ismarlama alem hayranlık duyulan ömre mendirek

ata yadigârı belde önde kara gölge kovalamacadır.

Son yolcu kaynar içten içe ömrün son deminde

bekler çelik tellerle ciltli adamlığın kitabı elinde.

Okur kitabın tam ortasından gür sesle

kara korsan vasıfsızlar adacık yolunda tökezler.

Gün gelir adacan adacıklar da denize gömülür

kuşlu adacıklar mavi atlasa denizler okyanuslara.

Adamsılarla adamcıkları kara toprak bile kabul etmez

Derdo ömrüne bereket ömür adamlığı gönül bağına defnedilir...

HAZIR ELLER...

 HAZIR ELLER...


Mayıstan mayısa maya tutar yeryüzü

alınyazısını büyütür kılıçtan keskin harfler

koynumda uyur beynimi yakan bahar.

Dünyanın kışı biter mevsim döner yaza

dökülür meyler yere üflenir neyler sarı sıcak

Denizler ölümsüzlükle buluşur her hızırellez...


Denizler hakimi deniz ile kara kıta öpüşür 

efsunlu efsanelerde küs kardeşler barışır

yeditepe yedi bölge yedi kıta yedi göbek birlenir 

kısmet kargaşasına çekilir ömürlük dizayn.

Yürekten kutlanır bolluk bereket kaidesine destek 

ritüeller ranzasında ilkeli kurallı istek

arzuhal kıvılcımları okşar eksik hayatları. 

Yakarılar çizilir yazılır sallanır suya

yargı netleşir yazgı derya deniz rüya gibi rüya.

Özgüvenli özgürleşme eylemi birebir taksim

doğayla uyum doğanla ölüm doğanın takdiri...


Tarihsel döngü kutlu kutsal şahlanma

Şahlar şahıyla buluşma dara dar darağacı

darda kalanlara katafalktır sahrayı Kerbela

Hıdırellez baskülü yanlış tartmaz asla.

Kardeşler kucaklaşır kuru ağaçlar yeşerir

üç kırmızı karanfil doğayla helalleşir

bal ormanında akan sular bereketlenir.

Karda çiçek çölde vaha tomurcuklanır

kararan yüreklerde sönmez ateş harlanır.

Kabaran alevlerin üzerinden atlamak

kızıl yalımların içinden sıyrılmak

sevinç nidalarıyla rica minnet mucize çağırmak

mayası gelenek gölgesi duru bir isyandır.

Hızırın bastığı yer Ellezin yüz sürdüğü derinlik

Mayıstan sonra kızgın yüreklere serinliktir...


Aşk karakışa isyan tadında kızıl gelincik

aşure aşı yası hazzı bütünleyendir her yaz.

Yalap yalap yazılanlar affediliş tahtında

imdada sinyaldir yetiş ya Hızır nidası.

Edalı sirenler çalar doğanın duyabileceği tonda

Mayıstan Eylüle güneşe akın hayal ötesi fonda.

Çizilen tonlarca robot resimlerde gizli

uluorta çiçek tozlarıyla vurulan aşıklar.

Çalama ağacına aşkla bağlanan çaputlar

saman kağıdına kayıtlı şart kipi dilekler

Deniz kıyısı gül ağacına günlük yapıştırmalar

kutlu kutsallığa nişandır her biri her Hıdırellez.


Doğa canlanırken göğe gönüle forsalanmadır

canan gölgesinde turnalarla semaya kanatlanmadır.

Yürek yansa da anılar çemberinde

altından oklava gümüşten baklava

yakut pırlanta boşa havalanmadır zenginlik.

Asıl zenginlik abıhayattan kana kana içmek

darda zorda kalanlara el vermektir.

Hayatı mayalamanın özü aşkı sevda

günsüzlere ünsüzlere yar göğsünde dava

oya soya gönül arafında meşki derya

kırık gönüllere Hızır dergahıdır Deniz…


Bu ikinci mayıs Kuşadası’na kurulmuşum

kurasız kuralsız bir türkü tutturmuşum. 

Çömlek ağzında iğne oyalı yazmalar örtülü

maviye boyalı tülbentler Sultana bandana 

Atam ustaya özgü manilerde özgün mana

yöre bazlı mitolojiye misli misline vurulmuşum. 

Misal mesel sonsuzluğa kenetlenmedir içimi ısıtan

Derdo insanlığı içen kara anafora kapılmadan

kutsala erişimdir ayaklanan aklımda foralanan

Mayıstan mayısa mayalandıkça yeryüzü...

5 Mayıs 2023 Cuma

ALGÜLLERİ SOLDURAN 6 MAYIS…

 ALGÜLLERİ SOLDURAN 6 MAYIS…


Alelade bir gün değil 6 Mayıs, günlerden bir gün ama algülleri solduran gün. Fidanları darağacına gönderen gün. Dünya döndükçe 6 Mayıs, devrimci yüreklerde hasret kabartacak ve ateşi asla sönmeyecek. Yanacak ha yanacak. Zaman delice aksa da arzdan arşa ölümsüzlüğü ve sonsuzluğu çağrıştıran yine onlar olacak. Onlar, üç kırmızı karanfil ve onlar asla unutulmayacaklar… 


Al alem ellerinde her biri hiçbir biyografiye sığmaz cesaretteydiler. Yaptıkları ve yapmak istedikleri ile büyüdükçe büyümekteydiler. Mevcut devlet erkânı zekâsıyla çözülemez boyutta akıllıydılar. Beynelmileldiler. Akıllarından devrim tanrısı öpmüştü… 


Alelacayip haklarında idam fermanı verildi. Kalemleri kırıldı. Sabık mecliste sırıtılarak onandı. Senato biraz direndi. Sonuç değişmedi...


Aleatorik ülke yönetenler silsilesi onlardan acayip korktular. Hatta tir tir titrediler. Kıskandılar. Astılar. Ve şu fakir milletin yarınlarını çaldılar...


Alelacele havalandırmaya kurulmuş derme çatma darağacına giderlerken, gece ayazında üçü de mutluydu. Gelecekten umutluydu. Birbirlerine gözleriyle güldüler. İnandıklarını son kez haykırdılar. Devrimcilerin avukatları oradaydı, işbirlikçi hainler sözlerini çarpıtamadılar. Avukatları sessizce ağladı. Devrimcilerin babaları sezdirmeden ağladı. Analarının yürekleri yanık yanık ağladı. Hayat tanrıçası her birinin aklından öptü…  


Alelamya davranmadı hiç biri. Hepsinin tek suçu vardı garip guraba millete ve sekterleyen memlekete elvermek. Millet omuz vermek, birlikte kol kola yürümekti suç. Güneşe akındı. Yürütmediler. Zamanlı zamansız mahkûmiyetler ve yerli yersiz ölümle kuşatıldılar çepeçevre.  Ancak onlar; “yüz metreyi en hızlı koşan çocuklar”dı. Devrime koştular. Teklemedi hiç kalpleri. Sadece yaşanmazı yaşamak incitti ve acıttı yüreklerini. Yine de alınmadılar. Aldırmadılar. Başlarını öne eğmediler. Kimselere eğilmediler. El etek öpmediler. Ölümü bile tiye aldılar. Avludaki o kirli gecede ölümsüzlük üçünün de alınlarından öptü…


Alel ecel hiç korkmadan sehpalarını kendileri devirdiler. Tam bağımsızlığı haykırdılar ve gözleri yaşlı gittiler. Defnedilirlerken faşist labirentlerin esrarını ve devrimciliklerinin ateşli sırrını da yanlarında götürdüler.  Babayar ile aynı gün sonsuzluğa gömüldüler. Ve hayat meleği o dayanılmaz ıstıraplı günde tüm devrimcilerin, babaların ve oğulların, anaların ve kızların aklından öptü… 


Algülleri solduran gün 6 Mayıs, üç fidanları darağacına gönderen gün. Günler yaslı. Geceler yaşlı.  Devrimcilerin gözleri hırslı. Devrim aklının gonca gülleri, uyku bozuğu gecelerin kırmızı karanfilleri, izmlere bulanmış hayatın kırgın fidanlarıydı onlar.  Üç kırmızı karanfil Karşıyaka’da dost bağrında leyli. Dengini yitirmiş kısa hayat tanrıları, onların devrimci yolunda ilerleyen devrimcilerin alnından öptü…


Alver dünyasında onların başları dikti, alınları açık. Onların “Hayal ettikleri güzelim dünya için, ülkeleri için, millet için, memleket için, sıla için, anaları, babaları, kardeşleri için, kurtuluşu öngören devrimci isyanları vardı. Kutlu olası devrimci yolları vardı. O yüzden devrim andı içtiler ve sehpaya ve musallaya yürümekten hiç çekinmediler. Asla yılmadılar. Hiç baş eğmediler. Eğilmediler dimdik durdular ve yiğitçe gittiler. Çünkü onların artniyetli gelecek hesapları, kişisel kaygıları yoktu. Sadece pırlanta akılları, altın yürekleri, gümüş parlağı bakışları vardı. Ve gencecik umutları vardı. Tek cümle ile izahı, onların cesaretleri ve umutları vardı, geniş yığınlara mal olan akılları. Devrim akıllarından öpmüştü üçünün de…”


Alleluna, algülleri solduran gün 6 Mayıs, fidanları darağacına gönderen gün ama özgürlüğün özüne girişin de mükâfatı. Kırk kapıdan varoluşun, kurtuluşa mukabil yolculukların ilk adımı. Dayanılır babında çileli hayatların hayati davası. Tek celselik ölümlerin tez dirilişi. Denize âşık olmuş sahipsiz ölüm meleği onların alın terinden öptü...

  

Alına moruna yüzlere vurulacak nice ayıpların en ayıplı günüsün sen 6 Mayıs. Ayıbın çok, çok ayıplısın sen 6 Mayıs. Hele ki memleketin siyaset tarihi asıl sen utanmalısın. Çok utanmalısın. Başta onları üç kırmızı karanfili ve tüm devrimcileri hiç hak etmiyorsun...


Alababula millet, ey millet gülleri solduran gün 6 Mayıs, fidanları darağacına gönderen gün 6 Mayıs, üç kırmızı karanfili ölümsüzleştiren gün 6 Mayıs, bağrı yanık babayanı onlarla buluşturan gün 6 Mayıs. Bilmem bildiniz mi? Bilemediyseniz eğer size de ayın on dördü, heyhat on beşi...

YANARIM YAKARIM YANYAKÇA...

 YANARIM YAKARIM YANYAKÇA...

 

Hiçlik deryasında piri fani pervaneyim

içim söner niçine iç kalede pertevniyalim

özüme özünü adıma sanını perçinlemiş perpendiyarım.

Cümle aleme örülü kör duvarları boyarım

kızıl kıpkızıl alev denizinde yazganım.

Yana yana yanacaksam üst perdeden

ey sevgili varlığa darlık dağından çağlarım.

Sonsuza dek aynı dava aynı havayım

küllerinden doğmak ise tüm mesele yeniden

yana yakıla değil ama yanyakça ağlarım.

Pirim yoluna mirim uğruna aşkla yanarım.

Duası dağlara bağlı dağlıyım

Mayıs dehlizini kahır denizini neyleyim.

Kaf dağı kafadan yalvar yakar 

biten geceler ayazına nar gibi güneş doğar.

Suya çivileme dalan

gök mavide gezinen doğanım

hiçlik deryasında karaca gözlü divaneyim.

Yar gözü kara denize özüm

çıplak güneşe peri pervaneyim…


Onmaz yaralarımı kuş konmaz yerlerde tımarlarım

kervan geçmez ovalarda yaylak boylarım 

içimde harlanır küçük evliya ateşi

göğün yumuşak göğsüne tırmanırım.

Sırça köşk zevki süren sırlar penceresinden

kainatın korusuna korosuna kanatlanırım.

Kırk kırık kanatlı aşiyanım

kuzeyde bin bir ocağa can çırparım.

Kurda çakala düşmez söz

kuzda güzde sönmez köz

aşenesi kuzineli otağa havalanırım.

Tek kusurum var ki vay başıma

sevmek içten çağla yeşili bir çift göz

göçer hislerim içim söner içinde hiçlenirim.

Özüm ibrişim kuşak adamlığı gözüm varım yoğum adım sanım malum

kırklar kapısı er meydanı ereniyim.

Elde saz gözde yaş dilde söz

öze dönüş öyküm belli pederşahıyim...


Hiçler dünyasında kara yazgıya isyancıyım

olmaz olsun özümden çok özlediklerim.

İçim yanar niçin bilmem boşa içlenirim

tek kalemde geçerim tel köprüden pirüpakım.

Hayrına hikmetine bir söner bin yanarım

pire yorgan hikayesinde pirandeyim.

Yol yordam yorgunu bireyim

asla zincirlere vurulmazım

kara zindanlara aldırmazım

benliğime sığmaz sular seller gibi taşarım. 

Cümle âlem kör dört bir yan duvar

dertliyim aşktan yüce aşka taparım.

Pir aşkına pervaneyim güne güneşe

yanar söner söner yanar yandıkça yanarım.

Artık narı hayat nereye giderse

heyhat aslım keremi nereye götürürse

piramidin merdivenlerini usul usul çıkarım.

Pimi çekilmiş ses bombası gibiyim

Derdo hiçler gezegeninde pirini arar gezginim

hababam debabam dilim susar içim yanar

eşsiz birini hiçler diyarına gömer giderim...

4 Mayıs 2023 Perşembe

DÖRT İLA ALTI MAYIS AYIN ON DÖRDÜ KAHIR DENİZİ…

 DÖRT İLA ALTI MAYIS AYIN ON DÖRDÜ KAHIR DENİZİ… 


Ölüm hızını hücrelerinde hissedenler uzatmaları yaşadıkça candan öte candan sevdikleri için fizik ötesine sıralı göçler yeğler. Genellikle de böyle işler doğanın kanunu. Bazen yolcuları buluşturur zaman mekân çatışması. Tıpkı Mayıs'ın dördü ila altısı arası gibi. Bu kez davacı dostlara dört ila altı Mayıs kahır Denizi, ayın on dördü bahar dalgası...


İşin aslı aklı yoklayan mahşerin üç günü. Üç gün boyunca malum kentlerin sapağına siner matem, nar gözlü hüzün. Derinden yaralı yüreğim kanar ha kanar. Ayın on dördüne dek aklım tutuşur, bedenim yanar, kahırlanırım. Her dört ila altı mayıs arası derya deniz ölümsüzlüğe uğurlarım Terzi’yi, Denizleri ve canım Babamı. Mahşerin üç atlısını sonsuzluğa... 


Kainatın bağrına gömülü şahlar şahım, sönmez Fikri, Deniz yolcusu solmaz üç kırmızı karanfil ve iki cihanda babam Çavusolu. Nefesim kesilene dek sizi unutmam. Yol boyu anacağım. Bizdeki harlı hasret de işte bu. Kelimelerin efendisi olmaya adaylar da duygulanır. Kim demiş karanfil kokulu mayıs akşamlarında, oğul babasına ağlamazmış diye. Sessizce ağlarım. Kim demiş duyguların efendisi olmaya savrulanlar yoldaşlarını anmaz diye. Yüksek perdeden anarım. Devrimcilik biraz da babası öldüğünde ağlamak, devrime and içmiş ağır yolcuları bir bir anmak. Yaşamak ve yaşatmak. Yaşamak biraz da unutulmuşları unutturanlara inat kavli kaidesiyle anlatmak…


Atambabam, bak anlatıyorum son yılların ekonomik krizine yüzyılın felaketi eklendi. Sahipsizlik arkasızlık kuşattı dört bir yanı. Ekonomik deprem memleketi acayip sallarken forslu felaket kor ateş gibi yaladı hayatı. Mart geçti, Nisan geçti Mayıs’ta dağlarına bahar gelecek memleketin. Resmen çöküşün, bitişe sürüklenişin işaret fişeği çok yıllar öncesinden çakılmıştı nihayet görüldü. Ve güncelere eklendi mücadele azmi, gelecek korkusu bir kez daha kazandı. Korku dağları sardı...


Babam, dostlar, yarenler; yıllardır çok zor günlerden geçiyor millet. İyi bilirsiniz, 'helalin adı kaldı bilen yok, haram kapış kapış yiyen çok’. Tek bir gün geçmiyor ki, milletin alın teri çalınmasın. Etiketlere ayarsız ayar çekilmesin. Zaten hak, hukuk, adalet ve kalkınma resmen dip yaptı. Umursamazlık pik yaptı.  Yerden göğe insani kavga neticesinde hak edilmiş ne varsa yazıkmış, günahmış hiç tınmadan ekâbir kesime kaydırıldı. Karunlar hala kerevet derdinde. Millet dip yaptı. Resmen koptu kızılca kıyamet. Yani candostlarım yeni rejim bitik, saray havası mistik, milletçe maddi manevi bittik...


Ağababam, babam benim ilk kez rahat bir nefes alacağız sanki. On yıllardır takatten kesildik. Yüreğimizdeki kanarya can çekişiyor. Hakikatler yalpaladı. Dolar doymuyor. Altın el altından satışta. Zulamda mahzun resim. Borsa tepetaklak. Çarşı pazar ateş pahası. İşsizlik had safhada. Rekor kıran katlı rakamlı faturalar fiyaskosu her hanede. Can dayandı namert, yüzsüzlük pes derecesine tırmandı. Hala pes diyen yok...


Babaeren ahval böyle, millet ah vah çekiyor. Kıt kanaat geçiniyor. Doğrusu geçinemiyor. Ortamı bu hale getirenlerde güllük gülistanlık edebiyatı. Dertler yetmezmiş gibi milyonlarca geçici sığınmacı, mülksüz mülteci istilası. Resmen memleketin bekası tehlikede. Bek ağızlarda hala arap baharı, arap sevdası. Millete üç beş kuru laf  sonrası soğana muhtaçlık muamması. Resmen rejim garabeti…

 

Evet, Babayaren işin kötüsü en ağır acılar en zirvede. Dahası çekilmez günler tırmanışta. Topuna isyan sanki çok yakın. Yetti gayri fos bilgelik. Bilime tercih edilen aymazlıklar gerçeklerin üstünü artık örtemiyor. Yıkımın ve çöküşün farkına varılması önlenemiyor.  Hayata kazınan hayati hatalar anında formatlanıyor. Karın tokluğuna forsalıktan kurtuluşa az biraz zaman daha var gibi. Olsun varsın usla, usanmadan, sabırla beklenir. Ve çetin ceviz rüzgârlar viran iskeleye demirlemiş sessiz gemiyi bulur. Yelkenler şişer ve pupa yelken mavi sürgün...  


Babadost, Mayıs sonrası meçhule giden gemiden seslenirim dünyaya, asarım anılarımı rengârenk bulutlara. İçimdeki yalanlar soyunur, çıplak doğrularım giyinir. Yine devasa yangınlarda pişerim. Asla al benekli hayallere dalmadan, gerçek hayatı çarpıtmadan dirençle sonsuzluğa patlarım. Bakarsınız pat diye gelirim. Yanı başınıza biterim. Babayar, yeniden demlenecek yıllar, kömür gözlü ömür kalmadı cepte. Cep delik cepken delik. Ölümsüzlüğe doğmak gayesiyle, bir ölür bin gelirim makamınıza...


Beynelmilel babam, hiç merak etmeyin bir gün mutlaka. Atlas maviye kanatlanmayı, sınırsız boyuta uçmayı, Denizlerle buluşmayı kim özlemez. Denizi karartan imanla, fındıklıkları yeşerten inançla, sonsuzda mahşerin atlılarıyla kucaklaşmayı kim arzulamaz. Ama az biraz işim var. Emanet ihanetçisiyle siya siya hesabım var. Puslu geçmişi hesaba çekince, evdeki hesabı çarşıya uydurunca, açık hesabı kapatınca pusulam bıçak sırtı yakan güneş. Şimdiden baba ve oğulları misali, beynelmilelce buluşmaya hazırım sanki... 


Atababam, her yıl her yıl iç karartan dört ila altı mayıs akşamları yasım kızaran damlara vurduğunda, gülün dikeni yüreğimi çentikler. Ruhu tutuşturan fırtınalar kopar arzdan arşa. Son kertede sonsuzluğu içmeden önce alnımıza yine zindan karası değecek gibi. Zaten ebedi kurtuluşa az bir zaman kala yırtılır tarihin duvarı. Yılışık duvarlar yıkılır. Darağaçları kurulur. Çarmıhlar çatılır.  Dişler kırılır. Gözler kararır. Asılanlar asılır, çarmıha gerilenler gerilir. Narin boyunlarda buz keser buseler. Ve sünepe melaike, ölüm yüzlü melanet medet arar. Bilirsin oluk oluk kanım aksa da kıyı bucak, kenar köşe saklanan hıyaneti ilke edinen ölüm yüzlü süflülerin yakasından tutarım. Bilirim türlü oyunbozanlığı, tütsülü tutarsızlığı darağacında hizaya çeker adalet… 


Dedesoylum, tarafınıza duyuracağım durum vaziyet bu. Toptancı azgınlara inat zihnimdeki beynelmilel diriliş ve dilimde dirilmiş sözcükler şimdilik bu kadar. Mayıs'ın dördü, altısı on dördü kahır Denizi. Peşine ihanetçi hazzı acıya çevirme dalgası. Ondan sonrası kolay aşkla şevkle, hiç çekinmeden huzurunuza gelirim. Uzatmaları yaşamaktan ise ölümün hızla hücrelerime yayılmasını hissettiğimde candan öte candan sevdiklerimle dirlenirim. İlla ki sıramızı savsaklamadan savarız, fizik ötesini yaşamak buysa yaşarız. Baharın müjdecisi Mayıs on beş sonrası görüşmek üzere hepinize selamlar, saygılar…

YÖNETMENLİK YÖNTEMİ...

 YÖNETMENLİK YÖNTEMİ...


Yakında bir yerlerde, bundan yirmi küsur yıl önce çepeçevre, bazı dostlar, bir kısım hısım akrabalar, uzak yakınlar, yakın uzaklar, bacılar kardeşler yönetmenliği bir kesime emanet etti. Toptan halt ettiler. Ve yıllarca yerelde genelde hep onlar yönettiler.  Yek tabanca. Ancak zamanla karunlaştılar, millete yabancılaştılar. Ve o yakınlardaki memleket trenin altında kalmaya çok yakın yani trajik sona adım adım. Eğer mayıs ortası yönetmenlik yönteminde yine köklü bir değişim olmaz ise... 


Öyle ki; yanaşık yandaşlık kokan sistemde tam yirmi küsür yıl hiç ses çıkarmadı millet. Malum medet umdu. Çoğalan acılar dinsin diye bekledi. Bekleyiş uzayınca bir anda karun, harun, kanun derken saray rejimi doğuverdi. Yılların Cumhuriyeti bambaşka biçime değiştirildi. Ve saray, yağma ve rant ekonomisi ile baskı ve şiddet ekolojisi ile yetmiş iki buçuk milleti rejime soktu...

 

Yönetiş yöntemine ilaveten nice oyunlar devreye girdi. Ne filmler revizyona koyuldu. Tam yirmi küsür yıl yedekte ne varsa yarınlar düşünülmeden yendi içildi. Envai çeşit kaynak iliğine kadar emildi. İtiraz edenler beter edildi. İttifaklar, yalanlar, sürekli oyalamalarla tek elden yek baştan, millet devlet idare edildi. Hurafelik hikayelerden bahisle devlet millet el ele jargonuyla devletin esenliğe çıkarılması tümden engellendi. Zaten meydan boştu, muhalefet diye bir dert de yoktu dertlenen de…


İşte oralarda bir yerde, yirmi küsür yıldan sonra artık yeter diyebilenler azınlıkta kalsalar da değişmez denen her şey bir ömre tabidir gerçeğiyle bütünleşmeyi tescilledi. Çözülmenin başlamışlığı olsa gerek bu kez çarkıfelek çağa uygun ritimle döndürülmeye başlandı. Hala oyalamalar, okus pokuslarla, kandırmalar, tribüne oynamalar neticesinde, sokaklarda meydanlarda ses duyulmadıkça saray saltanatı devam eder farz ediliyor. Ancak balonun patlayacağı, toptan yanılgı içinde olduğu yakında anlaşılacak. İşler tersine dönecek. Çünkü her yerde adaletsizlik ve hukuksuzluk, açlık susuzluk bıçak kemiğe dayandı. Cıvıma çoktan civar ellere de yayıldı. Üç beş milyon verildi, üç beş milyon alındı, binler milyarlarla beslendi. Ulusal çıkarlar zedelendi…


Mayıs ortası sınırsız izin verilmedikçe düzen değişmez, devrim gerçekleşmez savına sarılmayla birlikte saray düzeninin bitirim adaletsizliği, bilgiç düzensizliği her krizin faturasını milyonlara çıkarışı, milyonların müsebbibi olmadıkları zarar ziyanı ödemeye mahkûmiyet bitecek. Yine de milyonlar öderdi ödemeye de adaletsizlik ve kayırmacılık sistemleştikçe işin rengi değişti. Malum ittifakla meydanlar dolmaya başlayınca, insanca yaşam ve onurlu yaşam kurgusu yeniden anımsandı. 

An geldi sanki. Yirmi küsür yıldır başta olan külüstür zihniyet ve o zihniyete tabiilik zorlanmaya başladı. Hayal edilen dünyaya karşı çıkıldıkça, gerçeğe düşmanlaşıldıkça, acıların bir araya getirdiği yığınlar dayanışmaya başladı. Ve emek, en güvenli yolları açar, daha güzel bir memleketi de kurar ilkesi hayat buldu bulacak gibi.


Yirmi küsür yılı yardakçı iki yüzlülerin ölçtüğü biçtiği resmiyette ve resmedilen hikayelerle yaşayanlar, kutlu yaşamı yargılayanlar, böyle gideceğini sananların ömrü de bir yere kadar. Gerçekte ne olduğuna bakmadan sığ sonuçlara atlayanların da geçmişi söner. Geçmiş olsun günlerinde hayatın aslı, tek gerçek hikâye sadece ben biliyorum havası biter. Gözler yirmi küsür yılın üzerine dikilir. Bir mühür ruh yarasına basılır…


Hayata çelme atmadıkça, sese ses katmadıkça, her şart ve şekilde mevcuda hizmet edildiği geç de olsa görüldü. Başka bir dünya mümkündür, barışçıl ve sömürüsüz bir dünya da kurulabilir ve de kurulmalıdır tezi yakın çekime alındı. Yirmi küsür yıldan sonra gecikmiş gelişmeler gösteriyor ki, yakında bir yerlerde, çok yakın zamanda yönetme erki ve yönetmenlik yöntemi toptan el değiştirecek. İşte şimdi o yönetmen bulundu. Kılıçlar birlendi. Senaryo belli. Metin, yorum, dekor, müzik başta tüm ögeler hazır. Hislenilecek iç içe dikilmiş çok hikâye var. Yakında bir yerlerde bundan böyle çepeçevre, dostlar, hısım akrabalar, uzak yakın yakın uzaklar, bacılar kardeşler yönetmenliği, salt yönetmenlik yöntemini değiştirmek için bile olsa çoğunlukçu kesime emanet etti, edecek gibi. Hayırlısı…

EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…

  EYLÜLDE AŞK, ADALET BARIŞ VE ÖLÜM…   Eylül ile özdeştir aşk. En eski alınyazıdır alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Altın sarıs...